HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Türkiye’nin içine düşürüldüğü Suriyeleşme ortamında bizim yargılanmamız vaka-i adiyedendir
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut: Türkiye’nin içine düşürüldüğü
Suriyeleşme ortamında bizim yargılanmamız vaka-i adiyedendir
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut, MİT TIR’ları davasının 16 Mart’ta görülen Dördüncü Duruşması sonrası HKP Genel Merkezi’nde güncel konulara ilişkin önemli değerlendirmeler yaptı. Yapılan değerlendirmenin çözümlenmiş metnini aynen yayımlıyoruz:
Av. Sait Kıran:
Yoldaşlar, bir eylemi daha gerçekleştirdik. Her zaman yaptığımız gibi eylemimizin bir değerlendirmesini Genel Başkan’ımızdan alalım, ondan sonra sizlerin sözleri varsa katılırsınız. Buyurun Hoca’m.
Nurullah Ankut Yoldaş:
Sevgi ve Saygıdeğer yoldaşlar,
Ülkemizin, halklarımızın içinde bulunduğu durumu göz önüne alınca, bizim davamızın falan hiçbir önem taşımadığı apaçık ortaya çıkar. O bakımdan AKP’giller’le, bu davamızla ilgili bir şey söylemek içimden gelmiyor bugün.
Hep söylediğimiz gibi, Meclisteki bu Amerikancı Dörtlü Çetenin ve Amerika’nın Ortadoğu’daki yerel enstrümanlarının yani IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nusra’nın, PKK’nin, PYD’nin tamamının, aslında Amerika’nın BOP’unun görevlileri olduğunu belirtmiştik defalarca. Bunlar bir trajedi oyunundalar. Yani bu haritanın hayata geçmesi için kendilerine verilen rolü oynuyorlar.
Malum Yugoslavya yedi parçaya bölündü. Ne kadar insan öldü?
Yüz binlerce insan öldü. Libya’da iki yüz bine gidiyor hayatını kaybeden masum Müslüman halktan insanların sayısı. Irak’ta beş milyonu çoktan aştı hayatını kaybeden masum insanların sayısı. İşte Suriye’de kendi açıklamalarına, resmi açıklamalarına göre dört yüz yetmiş bini geçmiş durumda ölenlerin sayısı.
Yani haritalar az can kaybıyla çizilmiyor, yoldaşlar. Aynen Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda olduğu gibi, Kore Savaşı’nda olduğu gibi, Vietnam Savaşı’nda olduğu gibi yüz binlerin, milyonların kanıyla yeniden bozulup çiziliyor haritalar.
Ülkemizde de ne yazık ki böyle olacak ve hep üzülerek belirttiğimiz gibi, ideolojimiz ışığında gördüğümüz gerçekleri belirtmek durumundayız, söylemezsek görevimizi yapmamış oluruz:
Ne yazık ki, bu alçakça planın hayata geçmesi için daha on binlerce, yüz binlerce masum Türk ve Kürt gencinin hayatını kaybetmesi gerekecek.
İşte iki gün önceki katliamda da, büyük çoğunluğu demokrat, aydın, laik ve özellikle de yirmi beş yaşın altında gençlerden olmak üzere 37 insanımız hayatını kaybetti. Burjuva siyasetçilerinin açıklamalarını izledik. Adliye önünde de belirttiğimiz gibi, hiçbirinin beden dilinde, yüzünde, bakışlarında bir üzüntü ifadesi yok. Tayyip, biliyorsunuz katliamı duyduktan sonra programına devam ediyor Haliç Kongre Merkezi’nde. Onun en iyi yaptığı iş, ellerine yazıp verdikleri metinleri kasaba imamı, hafızı üslubuyla ve tonlamasıyla prompter’dan okumak, arkadaşlar. Günde cami imamlarının beş vakit ezan okuduğu gibi, adam günde beş vakit ekranlardan, kürsülerden bu yazılı metinleri okuyor prompter’dan.
Köylerimizde eskiden demirciler olurdu hani, kok kömürü ateşinde, kor ateşte demirleri ısıtırlar ve şekil verirlerdi. Köylümüzün üretim araçlarını, pulluk bıçağı vs. gibi araçları, boyunduruk zilvesi gibi, kazma, kürek, dirgen, çapa gibi araçlar yapmak için. Onların körüğü olur biliyorsunuz. Körüğün de askısı olur, kok ateşi biraz karardı mı, hemen körüğe asılır demirci; birkaç kere asıldı mı o körüğün verdiği büyük havanın oksijeniyle hemen alevlenir kok ateşi. Ve yeniden demirleri yumuşatıp, kızartacak hale gelir.
İşte onlar da aynen böyle yapıyor. Herhangi bir olayda bir vurgunları, bir hainlikleri ortaya çıktı mı, biraz yıpranır gibi oldular mı, hemen din sömürüsü körüğünün koluna asılıyorlar, din alıp satmaya hız veriyorlar. Böylece Muaviye, Yezid diniyle afyonlanmış kitleler yeniden bunların etrafında kümeleniyor. Bu öylesine güçlü bir uyuşturucu ki, yani bununla ne içki yarışabilir, ne esrar yarışabilir, ne eroin yarışabilir hiçbir şey yarışamaz bu CIA ya da Yezid-Muaviye dininin uyuşturucu etkisiyle.
Maalesef hep söylediğimiz gibi, bir hayvan bir, en fazla iki kere kanabilir ve size karşı güvenini bir yitirdi mi, bir daha o hayvanı dost edinemezsiniz, o güveni bir daha sağlayamazsınız. Bazı hayvanlar çok zor güvenir insanlara. Kediler özellikle. Defalarca test ederler, acaba gerçekten bana dost mu, beni seviyor mu, kontrol eder, ondan sonra güvenir, kendisini teslim eder. Kucağınıza aldığınız zaman sizi yalar, hırlar hatta en savunmasız yatış şekliyle size güvenini belirtir; sırt üstü yatar bacaklarını açarak. O en savunmasız halidir kedinin. Yani o kadar güvendiğini belirtir size. Ama bir iki kere ihanet ettiniz mi o güvene, bir daha asla o güveni sağlayamazsınız. Sizi gördüğü anda kuşkulu, korkulu gözlerle bakar ve kaçar.
Ama din afyonuyla afyonladınız mıydı insanları, onlarca defa ihanet edin, onlarca defa yeniden kandırırsınız. Bunun en açık, somut kanıtı, belgesi İslam Tarihinde.
Biliyorsunuz Hz. Muhammed’in ölümünden 50 yıl bile henüz geçmeden, bütün sülalesini kazıyor Yezid Kerbela’da. Torunlarını, torunlarının çocuklarını, bütün soyunu kazıyor. Ağır hasta olduğu için tek bir torununun çocuğu, Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin kalabiliyor. Onu da öldürecekler ama onun üzerine halası, Hz. Ali’nin büyük kızı kapanıyor; beni öldürmeden onun kılına dokunamazsın, diyor. Çadırda hasta, ateşler içinde yatıyor, öyle canını kurtarabiliyor. Ve On İki İmam süreci öyle devam edebiliyor. Yoksa o anda Kerbela’da kesilecek. Yani Hz. Muhammed’in soyundan hiç kimseyi bırakmayacak.
Ve Hz. Hüseyin’in bahtsız bedeni, hep söylediğim gibi, atların ayakları altında kâğıt gibi çiğnenerek ezildikten sonra, orada vahşi hayvanların yemesine terk ediliyor bütün sülalesi ve kendisine güvenen 72 yoldaşı Müslüman, gerçek Müslüman yoldaşıyla birlikte. Yani öyle bir zulüm ki, mezara bile gömmüyorlar. Bu kadar hain davranıyorlar. Ama yakınlarındaki gerçek Müslüman köylüler, ordu çekildikten sonra geliyorlar, oradaki bütün cenazeleri İslami kurallara göre defnediyorlar.
Hz. Hüseyin’in ve diğer savaşçıların kesik başları, götürülüp önce Kufe’de Irak valisi Ubeydullah’ın sarayında önüne atılıyor torbadan ve Ubeydullah bin Ziyad tarafından kesik başlara bile hakaret ediliyor. Ubeydullah, İmam Hüseyin’in kesik başını bir sopaya taktırıp Kufe sokaklarında teşhir etme alçaklığını da göstermiştir. Daha sonra Hz. Hüseyin’in kesik başı Şam’a Yezid’in sarayına götürülüyor. Yezid, elindeki bastonunun ucuyla Hz. Hüseyin’in dudaklarına dokunuyor; itiyor kesik başı, yuvarlıyor. Yani bu kadar zalimane davranıyor Hz. Muhammed’in dünyada en sevdiği kula.
Bu arada bir ihtiyar, Hz. Muhammed’in dostu olan bir Sahabe, buna tepki göstererek; “Çek o sopayı o mübarek dudaklardan. Peygamberin İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in dudaklarından öperek; ‘Siz ikiniz Cennet gençlerinin ulularısınız, Allah sizinle savaşanlarla savaşsın.’ dediğini duydum.”, deyince Yezid’in emriyle dışarı çıkarılıyor; ağlayarak gözyaşları içinde çıkıp gidiyor saraydan.
Yani bütün bunlar, Tefeci-Bezirgân Sermayenin kinini, gaddarlığını, acımasızlığını, insanlıktan çıkmışlığını gösteriyor. Ve diğerleri de, güya din adına bunları yapmış oluyorlar. Hz. Hüseyin, Halifeye biat etmediği için bu cezayı hak etmiş gözüyle bakıyorlar.
Din afyonu işte böylesine korkunç bir afyondur. O yüzden biz İslam’ın gerçek ruhunu ortaya çıkarmalıyız, onu ortaya koymalıyız, Hz. Muhammed’in çağının devrimcisi olduğunu ve İslam’ın bir Tarihsel Devrim olduğunu ortaya koymalıyız. Yezid dini insanları uyutur, afyonlar, aşağılar, kandırır. Ama gerçek İslam, biz onun ruhunu ortaya çıkarıp Marksist-Leninist ideolojimizin ışığında değerlendirir ve ona sahip çıkarsak; insanları uyandırır, ayıktırır, bir isyan bayrağı olur. Önderimiz de böyle yaklaşıyor, gerçek devrimciler de böyle yaklaşıyor, Marks-Engels-Lenin de böyle yaklaşıyor.
Bu iktidarı bizim devrimci mücadelemizle yıkmamız için ideolojimiz, olayları tüm yönleriyle değerlendirip ona göre bir strateji oluşturmamızı ve o doğrultuda savaşmamızı emreder ki, biz bunu yapıyoruz. Tabiî küçükburjuva sosyalistleri bizi anlamayacaklar. Burjuva sosyalistleri bizi anlamayacaklar. Onları zaten önderlerimiz mekanik materyalist, burjuva materyalisti olarak adlandırılmıştır, onlar anlamaz. Ama biz diyalektik materyalistiz, diyalektik maddeciyiz biz. Yani olayları tüm yönüyle düşünür, ele alır, değerlendirir ve ondan sonuçlar çıkarırız.
Bu araştırma metodumuzun Tarihe ve dolayısıyla o bağlam içinde Kadın Sorunu’na nasıl uygulandığını yeni çıkan; “Kadın/İnsanlığa Geçiş, Tarih, Sosyalizm” kitabımızda göstermiştik uzun uzun. Yani devrimci araştırma metodunun, Marksist-Leninist araştırma metodunun ne olması gerektiğini koymuştuk. Ancak o metotla olaylara yaklaşılırsa, olayların gerçek anlamıyla, bütün gerçekliğiyle görülüp, kavranıp, değerlendirilip oradan sonuçlara varılabileceğini göstermiştik.
İslam’a da aynı şekilde yaklaşıyoruz biz. Yani bunlara karşı uzlaşmaz bir şekilde bütün gücümüzle, her yönden mücadele ediyoruz, bundan sonra da hep edeceğiz.
Öbür yandan, Adliye önünde de söylediğim gibi, baştan itibaren PKK bir küçükburjuva hareketi olarak doğdu ve sonunda Sosyalist Kamp’ın yıkılmasıyla birlikte bir burjuva hareketine dönüştü. Burjuva Ulusal Kurtuluş Hareketi olunca, dünyadaki en büyük, en güçlü emperyalist güçlerle hemen ittifaka girdi. Amerika’yla ittifaka girdi biliyorsunuz.
Burjuva hareketlerde de acıma, his olmaz. Biz bunu hep söyledik. Bunların dilindeki halkların kardeşliği söylemi falan, tamamen içi boş bir kandırmacadan ibarettir. PKK, siyasi hayatının hiçbir döneminde halkların kardeşliğine inanmadı ve tam tersine siyasi kimliğini Türk düşmanlığı üzerine inşa etti. Pınar Yoldaş’ımız söylemişti bir keresinde, akrabalarımla görüşemiyorum ben diye, konuşamıyoruz, artık o çizgiye geldik, diyor. Artık Türk düşmanlığından başka hiçbir şey yok söylediklerinde, diyor. Hatta Türk kahvesi bile içmiyoruz, adı Türk olduğu için diyorlar, diyor. Yani doktrine edebildiği oranda insanları da böylesine düşmanlaştırdı Türklere karşı.
Bizim egemen sınıfların görevi, zaten acıma hisleri olmadığı için, Kürt düşmanlığını devamlı körüklemek.
Karşılıklı olarak bu Amerikancı güçler halklar arasındaki düşmanlığı sürekli kışkırtırlarsa iş nereye varacak?
Parçalanmaya.
Amerika da onu istiyor zaten. Halklar birbirine iyice düşman olmadan parçalanma sağlanmaz.
Ama burada diğer ülkelere benzemez bir durum var. Yani Türkler ve Kürtler, hep söylediğimiz gibi, 1071’den bu yana hep yan yana olmuşlar. Bu toprakları birlikte vatan yapmışız. Yani Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Savaşı’nda Alpaslan’ın ordusunda, 60 bin kişilik orduda, 10 bin Kürt savaşçı var. Ondan sonraki her kritik savaşta Kürtler ve Türkler hep yan yana olmuş, omuz omuza olmuşlar. Safeviler’e karşı savaşta, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda, Çanakkale dâhil her cephede ve Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda hep yan yana olmuşlar; hep birbirleriyle karışmışlar, kaynaşmışlardır. Bu iki halkı birbirinden koparmak, birbirine düşmanlaştırmak çok zor. İşte bunu sağlamak için bu tür katliamlar yapıyorlar.
Cemil Bayık’ın açıklamaları gerçekten insanın kanını donduracak acımasızlıkta. Bizim bu tespitimizin, bunlar siyasi kimliklerini tamamen Türklere düşmanlığı üzerine inşa ettiler tespitimizin, çok açık bir kanıtı, arkadaşlar.
İşte biz bunu kırmak istiyoruz. Yani biz bunlara karşı da, bu düşmanlığa karşı da mücadele ediyoruz. Biz diyoruz ki; iki halk eşit ve kardeş. Bin yıllık tarihimiz beraber, yan yana, iç içe kader birliği şeklinde geçmiş. E, o zaman bu iki halkın gerçek anlamda eşitliğini sağlamak gerekir. Gerçek bir devrimci kavganın ve devrimci iktidarın, devrimci zaferle sonuçlanan bir mücadelenin bunu yapması gerekir, diyoruz. Bunun yolu da çok açık. Lenin Usta koymuş bunu: Gerçek anlamda eşitliğe dayanan federasyon, gönüllü birliğe dayanan bir federasyon. Gerçek anlamda eşitlik sağlanırsa bu iki halk arasında gönüllü birliğin olmaması için hiçbir neden yok. Ve biz bunu en aktif bir şekilde savunuyoruz. Hep diyoruz ki; Edirne’den Çin sınırına kadar Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti. Usta’mız da koymuş bunu 1933’te. Biz de bunu, Sosyalist Kamp’ın yıkılışı sonrasındaki dünya şartlarına uyarlayarak, bu formülasyonu yaptık, arkadaşlar. Bu bakımdan iki halkın gerçek anlamda kardeşliğini ve gerçek anlamda onurlu kurtuluşunu da bizim mücadelemiz sağlayacak.
Diyelim PKK zafer kazandı, BOP çerçevesinde yeni bir İsrail oluşturdu. Kürt Halkına ne getirecek bu? Maddi planda ne getirecek?
Hiçbir şey getirmeyecek. Barzanistan Kürt Halkına ne getirdiyse, bunların oluşturacağı yeni Amerikancı Kürt devleti de Kürt Halkına, Kürt işçilerine, Kürt köylülerine, Kürt aydınlarına, Kürt esnaflarına, ezilen ve sömürülen Kürt Halkına aynı şeyi getirecek. Hiçbir maddi kazanım getirmeyecek.
Ama halkların gerçek kurtuluşunu bizim kavgamız sağlayacak, bizim kavgamızın zaferi sağlayacak. O kararlılıkla mücadele ediyoruz ve ablukayı yırttığımız oranda Kürt Halkından da karşılık buluyoruz. İşte yoldaşlarımız gidiyorlar Kürt illerine, bizi arayan, hiç tanımadığı halde farkımıza varıp bizi arayan yoldaşlarla görüşmeler yapıyorlar ve yeni anlaşmalar yapıyorlar. Bu daha da gelişecek.
Dün akşam yoldaşlarla da konuştuk. Bildiğimiz gibi PKK, HDP, bizim Sevrci Soytarı Sahte Sol dediğimiz, yine Amerika’nın “demokrasi güçleri” olarak ilan ettiği sollarla, onların dokuz örgütüyle beraber bir birlik kurdu değil mi? Onu açıkladı. Şimdi bu da bizlerin mücadelesine karşı bir savunma tedbiri bizce.
Kürt köylüleri, işçileri, aydınları da görecek bizim mücadelemizi. Gençler de var bizi arayanlar arasında, Kürt aydın üniversite gençleri de var, Kürt köylüleri de var. O insanlar bizim mücadelemizi görüyor.
PKK’nin milletvekili dediği, önder dediği insanların sınıfsal yapısına baktığı zaman kimi görüyor?
Ağaları, beyleri görüyor, burjuvaları görüyor.
Ama bize baktığı zaman, biz tamamen ezilen ve sömürülen halk kesimlerinin savunucusuyuz ve onların temsilcileri var bizim aramızda. Onların en fedakâr, en namuslu, en yiğit, en cesur temsilcileri var bizim hareketimizde. Bunu görüyorlar. O zaman bize karşı da bir ilgi, bir sempati oluşuyor. İşte buna karşı bir savunma tedbiri olarak Sevrci Sahte Sollarla birlik yaparak, güya ben Türk Solu’yla da birleştim, solu da temsil ediyorum havası ve kandırmacası oluşturmak için, öyle bir kandırmacayı başarmak için bu birliği yaptı diye düşünüyorum. Bunu açıkladı.
Bir Dinleyici: Eski bir sol söylemle açıklama yaptı.
Nurullah Ankut Yoldaş: Zaten beraberler on yıldır. Öbürlerinin ismi var cismi yok zaten. Bir maddi varlıkları, kitlesel varlıkları yok birleştiğini söylediği grupların. Şimdi bunu fiilen, şekil olarak da yaptık diyerek açıklaması, sadece bize karşı bir savunma tedbiri diye düşünüyorum ben.
Kaldı ki bizim bu ideolojimiz, bizim dışımızda bazı aydınları da etkiliyor. Oralarda da savunulmaya başlanması çok rahatsız ediyor tabiî Amerikancı Kürt hareketini. Ona karşı bir tedbir almak istiyor, ona çalışıyor.
Ama bizim mücadelemiz en sonunda mutlaka üste çıkacak ve en son zaferi biz kazanacağız. Geçici olarak onlar Amerikancı Kürt devletini kurabilirler, ikinci bir İsrail oluşturabilirler ama son duruşmada yine biz kazanacağız. Bu iki halkın birliğini ve kardeşliğini eşit federatif bir yapı içinde yine biz sağlayacağız. Böylece dünyanın baş haydut devleti ABD Emperyalistlerini, onların baş müttefiki Avrupa Birliği Emperyalistlerini hem ülkemizden, hem bölgemizden, hem Asya’dan söküp, kovalayıp atacağız.
Dünya devrimine de (biliyoruz proletarya hareketi özünde uluslararası bir hareket; bunu hiç gözden uzak tutmadık, tutmamak da gerekir) çok büyük bir yardımda bulunmuş olacağız, o hareketin de önünü açmış olacağız böylece. Bunu başardığımız oranda, bu uğurda aktif ve fedakâr şekilde mücadele ettiğimiz oranda önderlerimize, ustalarımıza layık olacağız. Onun bilinciyle tüm yoldaşlarımızdan çalışmalarını, dövüşmelerini bekliyoruz arkadaşlar.
Halkız haklıyız yeneceğiz.
(Alkışlar…)
Av. Sait Kıran Yoldaş: Evet yoldaşlar, Hoca’mızın bu inançlı, kararlı, ufuk açan konuşması için teşekkür ediyoruz.
Nurullah Ankut: Bilmukabele.