25 Kasımlarda “Kelebekler”in Yaktığı Işık Yolumuzu Aydınlatıyor!
Tarih 25 Kasım 1960’ı gösteriyor. Günümüzden tam 59 yıl önce, Dominik Cumhuriyeti’nde, Parababalarının zulüm ve sömürü düzeni diktatör Trujillo’nun faşizminde cisimleşmiş olarak sürmekte.
Cesaret vatanını bayrak edinmiş Dominikli devrimciler, Parababalarının faşist diktatörlüğünün Dominik Halkı üzerinde uyguladığı baskı ve zulümlere karşı mücadele etmekte.
Bu onurlu başkaldırı mücadelesinin içinde elbette yiğit devrimci kadınlar da her devrimci mücadelede olduğu gibi en ön saflarda kararlıca yerini almakta. Bunlardan üçü Minerva, Maria ve Patria Mirabel Kardeşler; üç korkusuz, üç özgürlük ve bağımsızlık sevdalısı, üç yiğit devrimci kadın…
İçinde yaşadıkları soygun ve sömürü düzenine karşı;
“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.” (Maria Teresa Mirabel, 1936)
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” (Minerva Argentina Mirabel, 1926)
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da.” (Patria Mercedes Mirabel, 1924) şiarıyla hiç ikircim göstermeden, yılmadan mücadele veren üç özgürlük savaşçısı kadın…
Dünyanın her yerinde, her zaman zalimler korkak olmuşlardır.
Korkak hain ne yapar?
Alçakça saldırır ve yok eder. Ama bilmez ki onun yok ettim sandıkları, sonsuzluğa ölümsüzleşir; halkların, insanlığın özgürlük, bağımsızlık ve eşitlik mücadelesinin önünde alev alev yanarak onlara yol gösteren birer meşale olur.
Mirabel Kardeşler de faşist Trujillo diktatörlüğünün büyük korkusu. İşte bu nedenle, hedef gösterilmelerinin hemen ardından 25 Kasım 1960’ta, diktatör Trujillo’nun askerleri tarafından önce tecavüz edilirler sonra da vahşice katledilirler. Bedenleri bir uçurumun kenarından aşağıya atılır. Mirabel Kardeşlerin bedenlerini ortadan kaldırır Parababalarının faşist diktatörlüğü ama onların mücadeleleri daha da güçlenerek, kadınların sömürü düzeninden kurtuluş mücadelesinde önemli bir simge haline gelir.
25 Kasım, önce 1981 yılında Dominik’te toplanan “Latin Amerika Kadın Kurultayı” tarafından “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak ilan edilir. 1985 yılından bu yana ise BM tüm dünyada bugünü “Kadına Yönelik Şiddetin Yok Edilmesi İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul eder.
Sınıflı toplum düzeninin hâkim olduğu erkek egemen günümüz toplumlarında, kadına ve dolayısıyla çocuğa yönelik şiddet, taciz ve tecavüzler ne yazık ki kaçınılmaz olarak artarak devam etmekte. Tüm dünyada Parababaları düzeninin yarattığı savaşlar, işşizlik, pahalılık, emekçileri; katmerli olarak da kadın emekçileri inim inim inletiyor. ABD-AB Emperyalistleri tarafından kan gölüne çevrilen Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde olagelenler en çok kadınları etkiliyor.
AB-D Emperyalistleri tarafından başımıza musallat edilen Ortaçağcı AKP’giller’in 17 yıllık iktidarında kadın cinayetleri, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, taciz ve tecavüzler, intihara zorlanan ya da yaşadıklarına dayanamayıp intihar eden gencecik çocuklarımız, kadınlarımız had safhaya ulaşmış durumda. Gün geçmiyor ki içimizi acıtan, insan olarak yüreğimizin dayanamadığı hunharca işlenen kadın cinayeti, kadına ve çocuklara yönelik tecavüz, çocuk istismarı olayı duymayalım.
Rakamlar ürkütücü boyutta: 2002-2017 yılları arasında 14 bin 293 kadın cinayeti işleniyor, işlenen bu cinayetlerin en az yarısı aile içi şiddet sonucu gereçekleşiyor. 2003-ile 2017 yılları arasında kadın cinayetleri yüzde 392 artıyor. (https://www.sozcu.com.tr/hayatim/yasam-haberleri/kadin-cinayetleri-yuzde-392-artti/).2018 yılında erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı 440. Yine aynı yıl, yalnızca basına yansıyan çocuk istismarı sayısı 1.217. Gerçek rakamlar bunun çok üstünde tabii ki. 2019’un ilk 7 ayında 245 kadın cinayeti kayıtlara geçiyor.
Neden oluyor bu hayâsızca vahşetteki artış?
Çünkü onlar sınıf karakterleri gereği, Namus=kadın ezeli denklemiyle örgütsüz ve bilinçsiz halkımızı gerici saflara çekmekte. Bu yüzyıllardır denenmiş ve sonuç alınmış silahı kullanıyorlar. Tüm eğitim kurumlarımızı Ortaçağcılaştırıyorlar. Laik eğitim adına ne varsa ortadan kaldırmaktalar. Halkımızın bilincini örümcek ağına çevirirken, bir yandan da özellikle kadınların eğitim sürecini en erken terk edebilecekleri uygulamaların önünü açmaktalar.
Türkiye, karşılaştırmalı sonuçların bulunduğu Avrupa ülkeleri içinde eğitimden erken ayrılma oranının en yüksek olduğu ülkedir. Eğitimden erken ayrılma cinsiyetler bakımından karşılaştırıldığında, kadınlar ve erkekler arasındaki farkın da en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir; 2017’de bu oran kadınlarda % 34, erkeklerde % 31’dir. Yine ülkemizde, 15-34 yaş arası bireylerin bitirdikleri eğitim düzeyine göre eğitimi sürdürememe nedenlerine ilişkin istatistikler çok çarpıcı kanıtlar sunmakta. Kadınlarda ilkokul düzeyinde en yüksek yüzdeler, “Ailenin veya eşin izin vermemesi, (31.7) ile “ Evlilik ve diğer ailevi nedenler (23.6) iken; erkeklerde aynı nedenlerle bu yüzdeler sırasıyla 4.3 ve 14.7 olmaktadır. (http://www.egitimreformugirisimi.org/egitim-izleme-raporu-2017-18-2/)
İşte AKP’giller, bir yandan uyguladıkları Ortaçağcı eğitim politikaları ile öte yandan da gerçek İslam ile hiçbir alakası olmayan, Muaviye-Yezid İslamının; CIA-Pentagon İslamının versiyonlarıyla din bezirgânlığı yaparak halkımızı kafadan silahsızlandırıyorlar. İnsanımıza, kendi sosyal hayvanlık konağı dürtülerini-ahlaksızlıklarını din maskesi altında yedirmeye çalışıyorlar. Kadın düşmanı olduklarını ve kadını ikinci sınıf cinsiyet olarak gördüklerini fütursuzca ifade ediyorlar; topluma bu sapık görüşlerini aşılıyorlar. Bu konuda o kadar çok örnek var ki, hangi birini sayalım?..
Tüm bu söylemler, kadını yalnızca cinsel bir obje olarak gören, aşağılayan hayvanlık konağını aşamamış bilinçaltı yansımasını sergileyen örneklerdir.
Öte yandan, ülkemizdeki Antika-Modern kırması Parababaları düzeninin satılık medyası, diziler, kadın programları, haberler, oturumlar aracılığıyla, kadına biçilen rolü perçinliyorlar. Onu düşünmekten, yaşamın gerçeklerinden ve üretimden uzaklaştırmanın bin bir yolunu sinsice hayata geçiriyorlar.
Tabiî bir de kadın cinayetlerinin, tacizin-tecavüzün, şiddetin, çocuk gelinlerin önünü açan, tüm bunları meşrulaştıran ellerine geçirdikleri, AKP’giller’in hukuk ve yargı mekanizması var.
Adana’da eski eşi 33 yaşındaki Hasan Karabulut’u öldüren 28 yaşındaki Çilem Doğan’ın mahkemedeki savunması egemen hukukun kadına bakışını çok çarpıcı biçimde sergiliyor:
“O ölmese ben ölecektim. O size, beni pazarlamaya karar verdiğini söylemeyecekti, başka adamların koynuna beni sokma planlarını anlatmayacaktı, benim patlıcan fazla pişti diye, perdeler azıcık kirlendi diye, masada kırıntı kaldı diye yediğim dayakları söylemeyecekti, kaç kere hastanelik olduğumdan bahsetmeyecekti. Çay bahçesinde çekilmiş bir fotoğrafım var. Biraz yan gülmüşüm. Belki de o fotoğrafı gösterip namussuz karılar gibi çıkmış filan diyecekti. Karısını başka adamlara satan o değilmiş gibi “namusumu temizledim” diyecekti. Siz onu 3-5 yılla yargılayıp, namusu kirlendi diye mazur görüp, yandan gülüşümü tahrik sayıp bir de üzülecektiniz adama”.
Kısacası, ülkemiz Ortaçağcı gericiliğin bataklığına sürüklendikçe, kadın üzerindeki baskı, kadın düşmanlığı da giderek artıyor. Kadınımız yeniden onun özgürlüğünün değil, esaretinin simgesi olan kara çarşafın altına hapsediliyor. Kadının aşağılanması, kadın taciz ve tecavüzleri, kocaları, kardeşleri, patronları, amirlerinden şiddet gören kadınlar, mobbinge maruz kalan kadınlar, insanın kanını donduracak biçimde işlenen kadın cinayetleri, hemen her gün duyduğumuz sıradan olaylar haline geliyor. Aşağıdaki örnekler, son birkaç aydan basına yansıyanlar:
Kocası tarafından boğazı kesilen Emine Bulut’un “Ölmek İstemiyorum” sözleri kulaklarımızda. Amcasının oğlu tarafından çocuk yaşlardan beri cinsel saldırıya maruz kalan Ayşenur Güven eşine mektup bırakarak yaşamına son veriyor. İzmit’te, 14 yaşındaki küçücük bir kız saçlarını yoluyor, kendisini banyoya kilitliyor ve saatlerce yıkanıyor. E.A.’ya 4 yaşından beri öz amcasının cinsel istismarda bulunduğu ortaya çıkıyor. Yaşadığı travma sonucu intihara teşebbüs ediyor. 14 yaşında evlendirilen M.İ.’nin ve 3 yaşındaki kızının yüzü kocası tarafından naylon poşet eritilerek yakılıyor. Sözleşmeli öğretmenlik köleliğine mahkûm edilen gencecik Saadet Öğretmen, okul müdürü tarafından yapılan mobbingi ve hakaretleri onuruna yediremediği için “Her gün pamuk ipliğine bağlısınız sözünden bıktım usandım” diyerek canına kıyıyor…
Tabiî bir de çığ gibi büyüyen, duydukça içimize kor ateşler düşüren, çocuk taciz ve tecavüzleri, istismarları var. Evde, okulda, sokakta, tarikat evlerinde ve yurtlarında…
Mirabel kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olması nedeniyle, “Kelebekler” olarak anılan kardeşlerin verdikleri mücadele, bugün halkları birbirine düşüren, düşmanlaştıran emperyalist savaşlara karşı, şovenizme karşı ve AB-D Emperyalistlerinin Dünya Halklarına dayattığı sömürücü düzenin yıkılmasına öncülük eden milyonlarca direnişçi kadının özgürlük çığlıklarına kelebek etkisinde öncülük etmekte.
Sınıflı toplumun tüm pisliklerini yakacak olan özgürlük meşalesi, bugün de Şili’deki direnişçi kadınların ellerinde, Bolivya’daki ABD güdümündeki faşist darbeye kafa tutan Eva Copan’ın ellerinde yükseliyor.
O direniş meşalesi, zincirlerinden başka kaybedecek başka hiçbir şeyleri olmayan Türkiye İşçi Sınıfının yiğit kadın direnişçilerinin; Real Market, TÜVTÜRK ve Uyum/Makro İşçilerinin ellerinde yükseliyor.
Mirabel Kardeşler, ezilen kadınların, ezilen halkların mücadelesinde bu gün de yolumuzu aydınlatan birer ışık oldular.
O ışığı çoğaltacağız, yıkacağız kadınlarımızın üstüne çöken bu kahpe karanlığı.
O üç Kelebek, Trujillo’nun zalim faşizminde, “sonlarını düşünmeyen birer kahraman” oldular.
Bizler de “Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir” diyen;
Kadına yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü ortadan kaldırmanın biricik çözümünün Parababalarının sömürü düzenini ortadan kaldırmaktan geçtiğini bilen Kurtuluş Partili Kadınlar olarak;
Sonumuzu hiç mi hiç düşünmeden, İnsanlığın özgür, bağımsız, eşit yaşayacağı bir dünya için kanımızın son damlasına kadar mücadele etmeye ant içtik.
Yıkacağız şiddetin, tecavüzün, adaletsizliğin, yokluğun-yoksulluğun, kadın ve çocuk cinayetlerinin sorumlusu olan bu aşağılık sınıflı toplum düzenini.
Kadına Şiddete Son!
Kelebekler Ölümsüzdür!
Yaşasın İnsanlığın Kurtuluş Mücadelesi!
Yaşasın Sosyalizm!
25.11.2019
Kurtuluş Partili Kadınlar