Okuyan Efendi’nin bilim yoksunluğuna somut bir örnek
Yeni Sahte KP’nin Kültür Merkezi Komünistliği Üzerine 8:
Okuyan Efendi’nin bilim yoksunluğuna somut bir örnek
İnsan Yeni Sahte KP şeflerinin kafa karışıklıkları, ne dediğini bilmezlikleriyle birlikte bir de aynı oranda cehaletlerine şaşırıyor. Marksizmin abece’sini oluşturan temel kavramlardan bile bihaber oluşlarına şaşırıyor. Soruyoruz kendi kendimize; yahu bu adamlar Marksizm-Leninizmin klasiklerini (temel kitaplarını) hiç mi ellerine almazlar?.. Yoksa okurlar da anlamazlar mı, diye.
Hani şöyle Wikipedi’deki hal hikâyelerine baksanız, hepsi de reklam figürü Ali Desidero’nun mühendisleri gibi “okumuş çocuklar”. Hem de halkımızın deyişiyle “boru değil”. Adamlar kolejlerde, misyoner okullarında filan okumuşlar.
Bizim gibi Konya’nın kenar mahalle çocuklarının gittiği, bir yanı hapishaneyle, iki yanı Roman mahallesiyle çevrilmiş Konya Karma Ortaokulunda okumamışlar. Yine gariban, yoksul halk çocuklarının gittiği Konya Erkek Lisesi gibi liselerde okumamışlar. Bazı market ürünlerinin üzerinde yazdığı gibi High Quality eğitim veren nadide okullarda okumuşlar.
Bu arada çağrışım oldu. Ortaöğretim yıllarımızı hatırladık. Dayak, hakaret sıkça kullanılıyordu okullarımızda. Nasıl olsa arkasını arayıp soracak kimsesi yok bunların, deniyordu. O bakımdan bazı kötü öğretmenler stres atıyordu üzerimizde. Sinirlendiler miydi zaten o tipler, (zaten bunlar havadan nem kapar denilen özellikteydiler) hiç fren kullanmazlardı.
Biz de isyankâr ruhluyuz ya; dayak yemek pahasına da olsa, karşı koyardık haksızlıklara, kabalıklara, hakaretlere. İş çıkmaza girerdi. Biz de başlarız okulundan, deyip çeker giderdik. Uğramazdık o sene okula. Zaten mahalleden kafa dengi arkadaşlarımız çoktu. Takılırdık onlarla kahvelerde, benzeri yerlerde.
Zaten biz okula giderken bile onlara karşı bir suç işlemişiz gibi duyguya kapılırdık. Mahallemizden kimse okumazken, mektep filan takmazken bizim okula gitmemiz oyunbozanlık etmişiz gibi bir duygu uyandırırdı bizde. Daha önce de söyledik ya; işte böyle sebeplerden dolayı ortaöğretim dönemimizde üç yıl okulu bırakmışlığımız vardır.
1967 Haziranı’ndaki lise bitirme sınavlarımızda bile bize tuzak kuran bir hocayla takıştığımız için sekiz gün okuldan uzaklaştırma cezası almış, sonucunda da bu süre içinde yapılan dört sınava girememiştik.
Fakat roman, hikâye, şiir okumaya düşkündük. Severdik onları okumayı çok. Hz. Ali’nin Cenk kitaplarını, neredeyse ezbere bilirdik. Defalarca okurduk her birini çok zevk alarak. Başka romanlar, hikâyeler de okurduk. Karacaoğlan’ın şiirlerine de düşkündük. O günlerde Nazım’ı, Hasan Hüseyin’i, Enver Gökçe’yi, Ahmet Arif’i bilmezdik pek. Lise 2’de tanıştık Nazım’la ilk kez. Neyse geçelim…
Bizim kolejli gençler, nedense Marksizm-Leninizmden bihaberler neredeyse. Daha önce de söz etmiştik onların bu yönünden.
Dün partide çalışırken bir genç yoldaş, KP’li bir gencin Kemal Okuyan’la yaptığı söyleşiyi okudu ekrandan. Adamın söylediklerini dinleyince benimle birlikte partideki yoldaşlar da şaşakaldılar. Yahu ne diyor bu adam? Bir şey anlayan var mı, diye sordular. Dedim ki yahu şaşırmayın. Adam kendisi de bilmiyor ki ne dediğini siz anlayasınız…
Hazretin söylediklerinin bırakalım tamamını, birkaç yerini ele alıp teşhir edelim desek, upuzun bir yazı olur. Buna gerek duymadık. Sadece aşağıya aldığımız şu cümlelerini irdeleyelim Hafız’ımızın:
“(…) burjuva muhalefetinin tüm bileşenleri hayata AKP içinden bakıyor, oradaki gelişmelere ya da işte çözümlere filan odaklanıyor. Sonuçta AKP’nin içi cadı kazanı gibi belki ama burada gerçek bir siyaset yok. Saray entrikaları, kelle almalar, akçalı hesaplar var ama siyaset yok.” (http://haber.sol.org.tr/turkiye/2015in-son-roportajini-kemal-okuyanla-yaptik-sokak-tek-sartla-yine-hareketlenir-141099)
Ne diyor söze girerken Okuyan?
“(…) burjuva muhalefetinin tüm bileşenleri hayata AKP içinden bakıyor.”
Dikkat edelim yoldaşlar, ABD-AB Emperyalistleri yok. AKP’nin, MHP’nin birebir Amerikan yapımı olduğu yok. CHP’nin de kaset operasyonuyla değiştirilen yönetiminin bütünüyle ABD hizmetkârlarından oluştuğu ve onlar tarafından oraya getirildiği yok.
HDP’yi zaten burjuva partileri arasına koymuyorlar en azından bu söyleşide. Onu da biz pek olası görmüyoruz ama belki başka bir yerde, dolaylı da olsa onu anlatan bir şey demiş olabilirler. “Kürt siyasetini bir kenara koyarsak”, diyerek sorusunu soruyor söyleşiyi yapan.
Hafız’ın anlayışına göre Meclisteki CHP’yi de, MHP’yi de AKP yönlendiriyormuş. O anlama çıkıyor söyledikleri. Bunlar “hayata AKP içinden bakıyor”larmış.
Yoldaşlar, bu bakış, bu anlayış zavallıca bir küçükburjuva dünya görüşünün yansımasıdır. Burada bırakalım Bilimsel Sosyalizmi, Ütopik Sosyalizmden bile eser yok.
Oysa biz gerçek Marksist-Leninistler nasıl bakarız bu burjuva siyasetlerine?
Bunu sanırız artık herkes bilmektedir. 7 Haziran öncesi TRT konuşmalarımızın ilkinde bile ne demiştik onlar hakkında? Nasıl anlatmıştık onları?
Öbür konuşmalarımızda da anlattık da ilkindekinden örnekleyelim yeter:
“Ve aynen Birinci Milli Kurtuluş Savaşı’mız öncesinde olduğu gibi dış düşmanla ittifak etmiş yerli işbirlikçi hainlerle karşı karşıyayız şu anda.
“Kim mi bunlar?
“Meclisteki başta AKP gelmek üzere dört Amerikancı parti. Yani AKP, CHP, MHP ve HDP. Bunların ortak paydası Amerikancılıktır, NATO’culuktur, Avrupa Birlikçiliktir, İMF’ciliktir.
“Bunların bir tekinin, ABD ve AB Emperyalistlerine karşı bugüne dek gık dediğini duymuşluğunuz var mıdır?
“Hayır.
“Tam tersine bunlar belirli aralıklarla Washington’a giderler, Pentagon’a giderler. Oralara saygılarını, sadakatlerini sunarlar ve görev talep ederler efendilerinden. Bize görev ver, sana hizmette bulunalım, derler.
“Amerika ve AB Emperyalistleri bölgemiz ülkelerini harabeye çevirirken ve oraları parça parça bölerken, halkları birbirine boğazlatırken bunların gıkı çıkmış mıdır?
“Hayır.
“Başta İncirlik gelmek üzere Türkiye’deki üslerinden kalkan Amerikan bombardıman uçakları ve helikopterleri o ülke topraklarını, şehirlerini, kasabalarını cehenneme çevirirken bunların bir teki olsun ses çıkarabilmiş midir bu katliama?
Hayır.”
Ve biz hemen her yeri geldiğinde nasıl tanımlıyoruz bunları?
“Meclisteki Amerikancı Dörtlü Çete”, diye.
Ve bunların aşağılık bir ihanet oyununun piyonları olduğunu söylüyoruz hep. Bunların tamamını oynatanların da ABD Emperyalistleri olduğunu söylüyoruz.
Devrimci tahlil, değerlendirme budur.
Sahte KP şefi ne yapıyor?
Küçükburjuvaca anlamsız laf salatası… Eee, onlara o yakışır, bize de bu.
Devam ediyor, Sahte KP’nin akıldanesi saçmalamaya:
“Sonuçta AKP’nin içi cadı kazanı gibi belki ama burada gerçek bir siyaset yok. Saray entrikaları, kelle almalar, akçalı hesaplar var ama siyaset yok.”
Diyor ki kofti şef; AKP’nin içinde kelle almalar var, saray hesapları var, akçalı hesaplar var ama siyaset yok…
Zavallı daha siyasetin ne olduğunu bilmiyor. Akçalı hesaplar, saray hesapları varmış ama siyaset yokmuş. Yahu bunlar siyasetin tâ kendisi be! Amerikancı Parababaları siyasetinin tam da kendisidir bu. AKP kurucusu Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve AKP’nin şu anda Programım dediği metnin yazarı ekonomi profesörü Abdüllatif Şener bunların iki trilyon dolar civarında vurgun, soygun, kamu malı hırsızlığı yaptıklarını söylüyor.
Bizim son TRT konuşmamızda alıntı yaptığımız ilahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk ne diyor?
“On küsur yıllık icraatı gulûl (kamu malı hırsızlığı) suçlarıyla dolu olan AKP iktidarının bu gulûl siyasetlerini kotaran kodaman kadrolarının hiçbirinin cenaze namazı ‘Müslüman’ sıfatıyla kılınmaz. Hatta onların katıldığı saflarda, girdikleri camilerde namaz kılınamaz.”
İşte bunların uyguladığı on küsur yıllık siyasetin özü bu yahu. Gerisi kandırmaca yani “benim türbanlı bacıma zulmettiler, başörtüsü zulmü, imam hatiplilere yapılan zulüm, camileri ahır yaptılar, bunlar paralelci” vb. demagojik ibareler hep özünde bu vurgunu, bu kamu malı hırsızlığını gizlemeye, üzerini örtmeye, maskelemeye, halkı kandırmaya yöneliktir. O amaçla yapılmış iğrenç demagojilerdir.
Ne diyor büyük usta Lenin?
“Siyaset, ekonominin yoğunlaşmış ifadesidir.” “Siyaset sınıflar arasında savaş demektir.”
İşte AKP’nin yaptığı da tümüyle Usta’nın bu tanımlamalarının kapsamı içine girer. AKP, Amerikan yapımıdır, görevi Ortadoğu’da ABD’nin çıkarlarına hizmet etmektir. Türkiye’yi BOP’a yani Yeni Sevr’e götürmektir. Halk kitlelerini gerçekleri göremez, kavrayamaz, sağlıklı düşünemez hale getirmek için Gerçek İslam’la zerre ilgisi olmayan Muaviye-Yezid İslamı’yla-diniyle, Amerikan İslamı’yla, Washington-Pentagon-CIA İslamı’yla doktrine etmektir. Dolayısıyla da Türkiye’deki kırık dökük de olsa laikliğin izini tozunu silip Türkiye’yi bir Ortaçağ ülkesi haline dönüştürmektir. Tabiî bu hainane hizmeti karşılığında da küplerini doldurmaktır. Hadsiz hesapsız kamu malı aşırmaktır. Koltuk, makam sahibi olmaktır, ün, poz sahibi olmaktır. İşte AKP siyaseti budur. O tam da Antika Tefeci-Bezirgânlıktan Modern Finans-Kapitalistliğe geçiş yapmış Amerikancı Parababaları siyasetinin tâ kendisidir.
Bu gerçeği bizim küçükburjuva beyciklerin akıllarınca küçümsedikleri ve beğenmedikleri ilahiyat profesörü Yaşar Nuri Öztürk netçe görüyor da Yeni Sahte KP şefi göremiyor.
Yine aynı konuşmamızda sözlerini alıntıladığımız bir başka namuslu ilahiyat profesörü Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hocası Hayri Kırbaşoğlu da şu netlikte koyuyordu:
“Bu iktidar döneminde de yaşanan bu; görüntüde dindarlık var, içi boş, kof.
“Bu aynı zamanda BOP’un da istediği şey; içi boşaltılmış bir İslam. Şu anda bu gerçekleşti Türkiye’de. Bütün derdi “masa, kasa, nisa” olan bir anlayış. Şu anda İslamcıların şartı beşten, üçe düştü: Masa; iktidar. Kasa; para. Nisa; cinsellik, kadın. Cinsellik bohçası daha açılmadı ama var. Ya da şöyle; şöhret, rüşvet, şehvet…”
Evet. İşte bu namuslu ilahiyat hocasının gördüğünün de zerresini bizim KP beyefendiciği göremiyor. Bunlar bir de komünist olacaklar…
Yersen papaz eriği…
AKP, bu ihanet ve vurgununu yaparken tabiî kaçınılmaz biçimde halklara zulmediyor. Öldürüyor, vuruyor, kırıyor, gazlıyor, zehirli sularla suluyor. Eline geçirdiği Adliye mekanizmasını kullanarak sömürü ve zulmüne karşı çıkanları mahkemelere düşürüyor, hapislere atıyor.
Yani Parababaları siyasilerine uygun olan ne varsa hepsini yapıyor. Onların sınıf ve zümre çıkarları ne gerektiriyorsa onu yapıyor. İşte siyasetleri de budur.
Peki biz gerçek Marksist-Leninistlerin siyaseti nedir?
İşçi Sınıfının Kurtuluş Davasının tüm yönleriyle, teoride ve pratikte kararlıca, bilinçlice, fedakârca ve yiğitçe savunulmasıdır. İşte biz de bunu yapıyoruz, teorimizle ve pratiğimizle.
Demek ki birbirine düşman, aralarında antogonist-uzlaşmaz çelişkiler bulunan iki sınıf açısından siyasetin anlamı budur. Onların her biri için siyaset, kuşkusuz birbirinden farklı ve birbirinin karşıtı, zıttı olacaktır.
Demek ki devrimci kavgamızda iki farklı sınıfın hayati çıkarları çarpışmaktadır. Biz, can düşmanımıza karşı savaşmaktayız. O da bizimle kendi meşrebince yani yalanla, dolanla, kandırmacayla, zulümle savaşmakta.
Bizse yukarıda da söylediğimiz gibi, yiğitçe, mertçe, açıkça savaşmaktayız.
İşte bu anlamıyla da genel olarak siyaset Devrimler Kartalı Lenin’in deyişiyle; “sınıflar arasında savaş”, demektir.
Ne demiştik TRT’deki seçim konuşmalarımızın üçüncüsünde bu savaş üzerine?
“Saygıdeğer Halkımız!
“Bunların yalanlarına kanma. Peşlerine düşme. Bunlara bin defa inansan bin defa harcarlar, satarlar seni. Kuşlar gibi tuzağa gitme. Bize kulak ver. Bizi anlamazsan bunların binbir yalanıyla nasıl başa çıkabilirsin?
“Bunlara da sözümüz var:
“Ey ihanetlerin, muhbirliklerin, düzenbazlıkların, vurgunların, katliamların arkadan dolaşan bıçakları!
“Ey yiğitçe, dürüstçe, mertçe konuşmaların, yüzleşmelerin, hesaplaşmaların kaçakları!
“Sanmayın ki yaptıklarınız yanınıza kalacak! Tüm ihanetlerinizin hesabını bir bir vereceksiniz! Bundan kurtuluşunuz yok. Aklınızda mıh gibi tutun bunu.”
Belki biraz geç olacak ama sonunda mutlaka bu dediğimizi yapacağız. Mutlaka… 31.12.2015
Nurullah Ankut