“Kimyasal Tayyip” hakkında suç duyurusu…
Halkın Kurtuluş Partisi olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Mehmet Kılıçlar, Hüseyin Avni Mutlu hakkında 24 Eylül günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduk.
Suç duyurusu gerekçesi; Anayasal bir hak olan barışçıl gösteri yapma hakkını kullanan kendi halkına karşı kimyasal silah kullanmak suretiyle insanlığa karşı suç işleme, kanunsuz emir azmettirme, kasten öldürme ve silahla yaralama.
Gezi Direnişi’ne karşı kullanılan sayısız gaz bombası, kimyasal su ve biber gazının öldürücü olduğuna ilişkin bilimsel raporlar ve konuyla İlgili uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararlarına atıf yapan dilekçemizde, polislerin 2 Haziran 2013 günü Partimiz Genel Merkezinin 4. Katta bulunan binasının camlarını kırmak ve içeri 3 adet gaz bombasını atmak suretiyle işledikleri suçtan dolayı ayrıca müşteki sıfatıyla da şikayetçi olduk.
En son Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından hazırlanan ve biber gazın insan sağlığı üzerindeki etkisini kanıtlayan rapor da delil olarak sunulurken Tayyip Erdoğan’ın VUR EMRİ verdiği yönünde açıklamalar yapan Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’nun da tanık sıfatıyla ifadesinin alınması talebinde bulunuldu.
Kastan öldürme ve silahlı yaralama da dahil olmak üzere, TCK’nın onlarca suçunun oluştuğu Tayyipgiller ve polislerinin saldırılarına karşı hukukçularımızca hazırlanan suç duyurusu ve şikayet dilekçesini aşağıda yayınlıyoruz.
ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
MÜŞTEKİ ve SUÇ DUYURUSUNDA
BULUNAN……………….: Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/ANKARA
VEKİLLERİ………..: Av. Orhan ÖZER, Av. Metin BAYYAR, Av. Ayhan ERKAN,
Av. Ali Serdar ÇINGI, Av. Tacettin ÇOLAK, Av. Sait KIRAN, Av. Ayça ALPEL, Av. Halil AĞIRGÖL, Av. Pınar AKBİNA, Av. Doğan ERKAN
ŞÜPHELİLER….…..: 1- Recep Tayyip Erdoğan
2- Muammer Güler
3- Mehmet Kılıçlar
4- Hüseyin Avni Mutlu (İstanbul Valisi)
4- Suça karıştığı tespit edilecek diğer Kamu Görevlileri, Valiler ve Emniyet Görevlileri
SUÇ………………………: Anayasal Bir Hak Olan Barışçıl Gösteri Yapma Hakkını Kullanan Kendi Halkına Karşı Kimyasal Silah Kullanmak Suretiyle İnsanlığa
Karşı Suç İşleme (TCK. 77), Kanunsuz Emir (TCK. 24), Azmettirme (TCK. 38),
, Kasten Öldürme ve Silahla Yaralama (TCK. 81, 82, 86, 87), Kamu Güvenliğinin Kasten Tehlikeye Sokulması (TCK. 170), Suç İşlemeye Tahrik (TCK. 214), Suçu ve Suçluyu Övme (TCK. 215), Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama (TCK. 216), Zor Kullanma Yetkisine İlişkin Sınırın Aşılması (TCK. 256), Kamu Görevine Ait Araç ve Gereçleri Suçta Kullanma (TCK. 266), Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya Değiştirme (TCK. 281)
İHBAR ve BEYANLARIMIZ:
Bilindiği gibi, 27 Mayıs 2013 Pazartesi gecesi ve 28 Mayıs günlerinde İstanbul Taksim’deki Gezi Parkı’nda yıkım çalışmaları başlatılmıştı. Bu yıkım, 2 No’lu Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu kararı yok sayılarak ve hiçbir yıkım emri olmaksızın başlatılmıştı.
Yıkımın hem usulsüz olması ve hem de çevreye verilen zarar nedeniyle İstanbul Halkında büyük bir tepki uyandırdı. Gezi Parkı’na sahip çıkmak için onlarca yurttaş parkta beklemeye başladılar. Ancak İstanbul polisinin tazyikli su, biber gazı ve coplu şiddetine maruz kaldılar. Polis, gece yarısı baskınları yaparak parka sahip çıkan insanların çadırlarını yaktı. Polisin bu orantısız güç kullanımı ve acımasız saldırganlığı karşısında Türkiye’nin dört bir yanında da tepkiler oluşmaya başladı. “Her Yer Taksim Her Yer Direniş” sloganı ile milyonlarca insanımız Taksim Gezi Parkı’na ve parkı savunan İstanbullulara sahip çıktı.
Ülkenin dört bir yanına yayılan bu eylemler, Anayasada yer alan ve Uluslararası Sözleşmelerle İç Hukuka girmiş olan Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme, Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü şeklindeki demokratik tepki hakkının kullanılmasından başka bir şey değildi. Ancak Halkımızın bu demokratik hakkını kullanması, başta şüpheli Tayyip Erdoğan tarafından; “üç beş çapulcuya pabuç bırakmayız, bizi destekleyen % 50’yi evlerinde zor tutuyoruz” şeklindeki ifadelerle aşağılanması bir yana, halkın yarısı diğer yarısına karşı kin ve düşmanlığa tahrik edilmiştir. Şüpheli Tayyip Erdoğan bu konuşmaları bir kez değil birden fazla yapmış ve TCK’nin 216. Maddesinde tanımlanan suçu bilerek ve isteyerek işlemeye devam etmiştir.
Tayyip Erdoğan’ın bu bölücü ve aşağılayıcı sözlerinden sonra, başta İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay olmak üzere ülkenin dört bir yanında değişik biçimlerde gündeme getirilen gösterilerin hemen hemen hepsi, polis tarafından hiçbir dağılın uyarısı yapılmadan ve azgın bir şiddetle bastırılmaya çalışılmıştır. Bu şiddetin boyutu Haziran ayı boyunca artarak devam etmiş, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarına da yayılmıştır. Polisin bu şiddeti aynı zamanda bir kısmı naklen olmak üzere yazılı ve görsel medyada yer almıştır.
Polis, protestolara katılmayan vatandaşlara dahi saldırmıştır. Rastgele kullandığı biber gazı tüfeklerini insanları yaralamak veya öldürmek üzere çok yoğun bir şekilde hedef gözeterek kullanmıştır. Bu silahları kapalı mekânlara ya da konutlara atmış, çeşitli dükkânlara ve evlere mahkeme kararı olmadan zorla girmiştir. Yüzlerce metre uzağa yayılan biber gazları nedeniyle, özellikle de yaşlı, çocuk, hasta, güçsüz ve direnci zayıf olan on binlerce yurttaş bu durumdan günlerce etkilenmişlerdir. Binlerce yurttaş, evlerinin ve bulundukları mekânların camlarını kapadıkları halde biber gazının etkisine maruz kalmışlardır. Biber gazından etkilendiği için okula gidemeyen çocuklar, işe gidemeyen yurttaşlar olmuştur. Halktan bazıları ise biber gazının tetiklediği bir rahatsızlıkla başlayan kalp krizi sonucu yaşamlarını yitirmiştir.
2 Haziran günü, anlatılagelen hukuksuz polis şiddeti kapsamında, müvekkil Partinin Ankara Karanfil Sokak’ta bulunan dördüncü kattaki Genel Merkez binasının camına da 3 adet gaz bombası atılmış, camı kıran ve içeri giren gaz bombaları sebebiyle parti binası içerisinde bulunan üyelerimiz ve partimize sığınan yurttaşlar, kapalı mekanda soluksuz kalmışlar, bazıları bayılmışlardır. Parti binası içinde bekleyen insanlar, hangi “yasa dışı eylem” sebebiyle dağıtılmak istenmişlerdir? Görüldüğü üzere polis, bir kolluk önlemi olarak değil, bir cezalandırma aracı olarak bu ve benzeri saldırılarını gerçekleştirmiştir. Polis, kolluk görevlisi olmaktan çıkmış, açıkça düşman ceza hukuku uygulamıştır.
Ayrıca birçok ilde polisle birlikte hareket ederek göstericilere çivili sopalar ile saldıran siviller ortaya çıkmış, daha sonra bu kişilerden bir kısmının sivil polis olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca, bu kişilerin polis ile birlikte yakaladıkları kişilere işkence yaptıkları da medyada yer almıştır. Polisin müdahaleler sırasında kask numaralarını çeşitli yöntemlerle kapattığı gözlemlenmiştir. Polislerin tanınmamak için kask numaralarını kapatma ihtiyacı duymaları yaptıkları müdahalenin yasadışı olduğunu bildiklerini ve suç işlemek kastıyla hareket ettiklerini açıkça göstermektedir.
Sonuçta; bizzat İçişleri Bakanlığı’nca yapılan açıklamaya göre Bayburt hariç 80 ilde 3,5 milyondan fazla insanın katıldığı Gezi Parkı’na sahip çıkan göstericilere karşı uygulanan polis teröründe 10 binden fazla insanımız yaralanmış, onlarca insanımız gözünden, ayağından ve çeşitli yerlerinden sakat kalmış, 6 tane gencimiz katledilmiştir. Adana’da ise bir polis memuru köprüden düşerek hayatını kaybetmiştir.
Polis toksin bir madde olan Biber Gazını gaz etkisinin yan sıra fişeklerini yurttaşların baş kısmını hedef alarak ateşleyerek doğrudan silah olarak da kullanmıştır. Çok sayıda yurttaşımız söz konusu yaralanmalar neticesinde gözünü kaybetmiştir. Kafatası kırığı ve beyin kanaması geçiren, beyninde yabancı cisim bulunan hastalar vardır.
BİBER GAZI ve ETKİLERİ:
Uzmanların açıklamalarına göre; Toksin içerikli bir madde olarak kullanıldığında “… göz yaşartıcı gazlar ile temas olduğunda vücutta erken dönemde meydana gelen sağlık sorunları şöyledir; kimyasala maruziyetten 10-30 saniye sonra bulgular görülmeye başlar. Hızla göz, burun, üst solunum yolu mukozası inflame olur, ödem gelişir. Gözde; göz yaşarması, kızarıklık, konjunktival inflamasyon, ağrı, deride; kaşıntı, kızarıklık, eritem, ödem, alerjik dermatit, soyulma, yanma hissi; Solunum sisteminde; burunda irritasyon, burun akıntısı, bronşlarda daralma, boğazda yanma hissi, öksürük, hapşırma, kısa kısa soluma görülmektedir. Sistemik ve akut etkileri; oryantasyon bozukluğu, panik, motor koordinasyon kaybı, bulantı kusma, diare, akut akciğer ödemi, ciddi solunum sıkıntısı, solunum durması, hipertansiyon atağı gibi etkiler yaratabilmektedir. Yanı sıra santral sinir sisteminde de hasarlar olabilmekte ve meydana getirdiği kardiyak ve solunum semptomlarına anksiyete ve panik atağa neden olduğu bildirilmektedir. Yoğun kullanımında ya da kalp yetmezliği nefes alma ile ilgili çeşitli rahatsızlığı olanlarda doğrudan ölümcül etkileri vardır.”
Yalova’da polisin kullandığı Biber Gazı’na maruz kalan bir gencin ölümünden sonra Türk Tabipler Birliği tarafından yapılan 30 Mayıs 2012 tarihli açıklamada şöyle denilmişti:
“Bir kez daha yineliyoruz; Biber gazı sağlığa zararlıdır. Ciddi göz hastalıkları, astım ve akciğer ödemi, hipertansiyon ve kalp yetmezliği, beyin kanamasına neden olur. Biber gazı öldürür. Biber gazına maruz kalmak; kalp ve solunum sistemini etkileyerek öldüren bir dizi mekanizmayı tetiklemektedir. Biber gazı silahtır. Topluluklara fütursuz ve yoğun kullanımda; gazı içinde barındıran düzenek (kanister) yaralanmasına bağlı olarak öldürmektedir. Biber gazı uygulanmasında sorumluluğu olan her kademeden görevlinin ölüme sebep olmaktan soruşturulması ve cezalandırılması gerektiği düşüncemizi kamuoyuna duyururuz.”
Son olarak; Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından hazırlanan 12/09/2013 tarih ve 54014131/6233 sayılı “UZMAN GÖRÜŞÜ”nde de Polisin göstericilere karşı kullandığı gazın etkileri şöyle tanımlanmıştır:
“Anabilin dalımıza 09.09.2013 tarihinde Adana Milletvekili Ümit Özgümüş imzası ile verilen dilekçede; “08.09.2013 günü gösteri yapan kalabalığa müdahale eden polisin TOMA’lardan sıktığı renkli su, birçok vatandaşın vücudunun yanmasına ve kasılma nöbeti geçirmesine neden olduğu, müdahaleye maruz kalan Onur Can Taşdemir’in gömleğinin ve ekte sunulan hastane raporunun incelenerek sıkılan madde içeriğinin ne olduğu konusunda rapor düzenlenmesi” istenmektedir.
“Onur Can Taşdemir’e ait Özel Adana Hastanesinin 08.09.2013 tarih ve 18283 sayılı adli rapor formu ile şahsa ait olduğu belirtilen poşet içerisinde ıslak beyaz gömlek toksikolojik incelemeye alındı.
“Literatür incelemesinde. Oleoresin capsicumun. Kırmızımsı kahverengi renginde, yağımsı sıvı şekilde olduğu, suda çözünmediği, sadece metanol, aseton, kloroform vb. çözücülerde çözüldüğü. Capsaicin yapısında iki önemli analoğu olan: dihydrocapsaicin ve nordihydrocpsaicin bileşenlerine sahip olduğu belirtilmektedir.
“Ayrıca maruz, kalanlarda, maruz kalmanın şiddeti ve süresine bağlı olarak değişen klinik bulgular olduğu, bunların gözlerde (yanma, yaşarma, blefarospazm…), solunum yollarında (burun, boğaz yanmasından öksürük krizi ve nefes darlığına, apne nöbetine…), ciltte (yanma ve ağrı hissinden akut ağrılı eritemaya) semptomlar oluşturduğu, hatta bazı olgularda ölüme neden olduğu belirtilmektedir.
“Gömleğin analizinde: Vaerenbergh’in (2011)’de yaptığı analiz metodu modifiye edilmiştir. Şâhısa ait gömleğin belli noktalarından alınan örneklem kloroform ile ekstrakte edildikten sonra, Gaz kromatografi-Kütle Spektrometresinde analiz edilmiş ve gömlekte dihydrocapsaicin tespit edilmiştir.” (Anılan Raporu ekte sunuyoruz.)
Görüldüğü gibi, bilimsel olarak sağlığa zararlı olduğu, altta yatan kimi hastalıkların varlığında ölümcül sonuçlar yaratabildiği bilinen biber gazının toplumsal olaylarda fütursuzca kullanılıyor olması başlı başına bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. İnsan sağlığını bu derece yakından ilgilendiren bir konuda başta Türk Tabipler Birliği olmak üzere ulusal ve uluslararası birçok kurum ve kuruluşun tehlikeye dikkat çeken uyarıları ve şikâyetleri olduğu halde Tayyip Erdoğan ve Muammer Güler tarafından bu gazın kullanılmasının engellenmemesi hatta bizzat şüpheli Tayyip Erdoğan’ın Çevik Kuvvet polislerine yaptığı bir konuşmada; “polisimiz destan yazmıştır” diyerek yapılan saldırıları “yüceltmesi” yukarıda belirtilen suçların kasten işlendiğini göstermektedir.
BİBER GAZININ ULUSAL-ULUSLARARASI HUKUK ve AİHM UYGULAMASINDA YERİ:
1972 yılında 167 ülke tarafından imzalanan Cenevre Antlaşması’na göre; biber gazının başka ülke halklarına karşı kullanılması yasaklanmıştır. Bu antlaşma 4 Nisan 1997 tarihinde kabul edilen “Kimyasal Silahların Geliştirilmesinin, Üretiminin, Stoklanmasının ve Kullanımının Yasaklanması ve Bunların İmhası ile İlgili Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” TBBM tarafından onaylanmış ve 10 Nisan 1997 tarih ve 22960 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve iç hukuk normu halini almıştır.
Ancak yukarıdan beri özetçe anlatıldığı şekliyle Türkiye, başka ülke halklarına karşı kullanmamayı kabul ettiği biber gazını, yürütme erkini elinde bulunduran şimdiki iktidar eliyle kendi halkına çekinmeden, sınırsızca ve fütursuzca kullanmıştır. Bir başka anlatımla, siyasi iktidar düşmanına sıkamadığı biber gazını kendi vatandaşına hem de öldüresiye sıkmaktadır.
Ülkemizde biber gazı Gezi Protestolarından önce de kullanılmaktadır. Bu nedenle AİHM; önüne gelen başvurularda Türkiye’yi “Aşağılayıcı ve insani olmayan muameleden” mahkûm etmektedir.
Örneğin 2006 yılı Mart ayında, Diyarbakır’da yapılan bir eylem sırasında, burnuna biber gazı kapsülü isabet eden 13 yaşındaki Abdullah Yaşa’nın yaptığı başvuruda Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkencenin, insanlık dışı ve kötü muamelenin yasaklanmasına ilişkin 3. maddesini ihlal ettiğine hükmetti.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; Polisin göstericilere hukuka aykırı olarak uyguladığı şiddete ilişkin Subaşı ve Çoban/Türkiye kararında (09.07.2013, Başvuru no: 20129/07) da; başvurucuların maruz kaldıkları şiddetin insanlık dışı muamele olduğu ve savcılık tarafından etkin soruşturma yapılmadığı gerekçeleriyle Sözleşmenin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu kararın devamında mahkeme;
* Sözleşme’nin 3. maddesi: “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” demiştir.
* Mahkemeye göre, 3. madde demokratik toplumun en temel değerlerinden birini içermektedir. Sözleşme, koşullar ve mağdurun davranışı ne olursa olsun, işkenceyi ve insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezayı mutlak terimlerle yasaklamaktadır.
Kötü muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerekmektedir. (Labita vs. İtalya, 06 Nisan 2000, Başvuru no: 26772/95)
* Somut olayda, Mahkemeye göre 01.05.2006 tarihinde İzmir Barosu tarafından çekilen fotoğraflarda görülen yara izleri ile (cop izi özellikle belirtilmiş) mağdurların aynı tarihte aldıkları sağlık raporları örtüşmektedir, Sunulan fotoğraflar ve sağlık raporlarına göre, mağdurlar üzerinde çeşitli yara, çizik ve şişlikler, atılan biber gazından dolayı bulantılar ve psikolojik rahatsızlık belirtileri bulunmaktadır.
* Sözleşme’nin 3. maddesi çerçevesinde, güç kullanımı ancak zaruri olduğu hallerde gerçekleşmeli ve aşırı olmamalı / orantılı olmalıdır. (Rehbock vs. Slovenya, 28 Kasım 2000, Başvuru no: 29462/95)
* Somut olayda, hükümet savunmasında mağdurların yaralanmalarının kaos ortamından kaynaklandığı belirtilmiş olup, hükümet tarafından mağdurların eylemde bulunmadıklarına ilişkin herhangi bir beyanı bulunmamaktadır. Hükümet video görüntülerinde başvuruculardan birine benzeyen birinin görüldüğünü savunsa da, Mahkemeye göre, başvurucuların polis ile karşı karşıya gelen grubun içerisinde olup olmadıklarına ilişkin somut bir delil bulunmamaktadır.
* Kolluk kuvveti müdahalesinin eylemcilere karşı herhangi bir fiziksel zarar riskini en geniş şekilde azaltmak üzere düzenlenmesi zorunludur. Mahkemeye göre, somut olayda kolluk kuvveti eylem yerine hazırlıklı gelmiştir. Şu halde, göstericilere karşı kullanılan gücün, onların fiziksel zarar görmeleri riskini asgari düzeyde tutacak şekilde planlaması fiilen mümkündür (ancak yapılmamıştır). Bu değerlendirmeler sonucunda, başvuruculara karşı aşırı gücün haksız olduğuna kanaat getirilmiştir.
* Başvurucuların maruz kaldıkları muamele, ciddi bir şiddet seviyesine ulaştığından, Mahkeme tarafından insanlık dışı muamele olarak nitelendirilmiş ve Sözleşmenin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.
Görüldüğü gibi, Gezi Protestoları sürecinde polisin adeta katliam yaparcasına kullandığı biber gazlı müdahaleleri AİHS’nin 3. Maddesinde öngörülen; “Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz” hükmüne aykırı olduğu AİHM kararları ile sabittir.
Ayrıca yukarıda kısaca izah edilen fiillerin; halkın bir bölümüne karşı toptan uygulanması göz önüne alındığında “İnsanlığa Karşı Suç İşleme”yi cezalandıran TCK’nin 77. Maddesi kapsamında kaldığı açıktır. Şüphelilerden Tayyip Erdoğan ve Muammer Güler’in, halka yönelik polis şiddetini durdurmak için emir vermek yerine, yaptıkları konuşmalarda ve basına verdikleri demeçlerde, şiddeti onaylayan, hatta teşvik eden bir yaklaşım içinde olmuşlardır. Buradan aldıkları güçle polis artık biber gazı ile yetinmemekte, bu şiddetinin yanında artık gerçek mermi kullanmaktadır. Hatay ve Ankara’da gerçek mermiyle insanlar öldürülmüştür.
Yargıtay da vermiş olduğu son kararlarda, gaz bombası mekanizmasını SİLAH olarak tanımlamıştır.
Daha önemlisi Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu tarafından, Tayyip Erdoğan’ın VUR EMRİ verdiği açıklanmıştır. Soruşturma makamının bu konunun üzerine giderek anılan yazarın ifadesine başvurmasını talep ediyoruz.
Sonuç olarak; yukarıdan beri açıklandığı üzere, insan sağlığına zararları ve öldürücü etkisi bilimsel olarak kanıtlanan Biber Gazının ve gaz bombasının kullanılması, bunun yanında diğer şiddet araçlarıyla, Halkımızın demokratik haklarını kullanmasının engellenmesi, bizzat Tayyip Erdoğan tarafından Havaalanı çıkışında gece yarısında mitingler düzenlenerek, aşağılayıcı, kışkırtıcı konuşmalarla halkın birbiri aleyhine kin ve düşmanlığa sevk edilmesi, kanunsuz emirler verilmesi ve bu emirlerin uygulanması, şüphelilerin 28 Mayıs 2013’den bu yana aylarca yukarıda belirtilen suçları işlediklerini göstermektedir. Bu nedenle yargılanmaları için işbu suç duyurusunu yapma zorunluluğu doğmuştur.
SONUÇ ve İSTEM: Yukarıda açıklandığı üzere öncelikle;
1- Gerek internetten gerekse yazılı ve görsel basında çıkan polis terörüne ilişkin bilgilerin temini açısından medya kuruluşlarından tüm video, resim ve haberlerin yazarlarının ve fotoğraf çekenlerinin isimleriyle birlikte istenmesine,
2- Şüpheli Tayyip Erdoğan’ın VUR EMRİ verdiği yönünde açıklamalar yapan Taraf Gazetesi yazarı Emre Uslu’nun tanık sıfatıyla ifadesinin alınmasına,
3- Tespit edilecek kişinin kasten öldürmeye teşebbüsten ve işkenceden yargılanmasının temini ile
4- Polis terörüyle yukarıda yer verdiğimiz ölümler, göz kayıpları, kafa travmaları ile kimyasal silah kullanılmasına icazet verilmesi nedeniyle bu izni veren diğer şüphelilerin 5237 Sayılı Kanunu 37. maddesi uyarınca müşterek fail olarak yargılanması için soruşturulmasına,
5- Soruşturma sırasında ortaya çıkabilecek ve resen takdir edeceğiniz diğer şüpheliler hakkında da işlem yapılması ile delillerin kaybolmaması için olay yeri görüntülerinin temini için derhal emniyet görevlilerine yazı yazılmasına, görüntülerin zaman içinde silinmesini engellemeye yönelik tedbirlerin alınmasına karar verilmesini,
Sonuçta da şüpheliler hakkında soruşturma başlatılarak, iddianame düzenlenip anılan maddelerden yargılanmaları ve cezalandırılmaları için kamu davası açılmasını vekâleten dileriz. 24/09/2013
Suç Duyurusunda Bulunan Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanlığı Vekilleri
Avukat Metin BAYYAR Avukat Sait KIRAN Avukat Doğan ERKAN