“Ergenekon Davası” denen CIA Operasyonuna dair…

05.07.2019
1.073
A+
A-

“Ergenekon Operasyonu” maskeli, 2007 yazında başlatılan bu CIA Operasyonunun amacı, Ulusalcı, Yurtsever, Antiemperyalist, Kuvayimilliye ve Mustafa Kemal Gelenekli güçleri yıldırma, sindirme ve tasfiyeydi.

Yerli işbirlikçi hainlerle yani Pensilvanyalı “Feto” nam İblis ve Kaçak Saraylı Tayyipgiller aracılığıyla bizzat Ankara’daki CIA görevlilerinin yönettiği bu alçakça operasyon ne yazık ki amacına büyük ölçüde ulaştı.

Bu operasyonla, ardından gelen 15 Temmuz sonrasında Tayyipgiller’in yine başta Ordu gelmek üzere yaptığı hainane saldırıyla devam etti bu ihanetler süreci.

Ve en sonunda da Tayyipgiller aracılığıyla Orduya en ağır darbelerden biri indirildi yaşadığımız şu günlerde.   Askerlik 6 aya indirilerek paralı hale getirildi. Ve bir anda silah altındaki 130 bin askerin terhis edilmesi gündeme geldi.

Bundan böyle parası olanlar askerlik yapmayacak. Sadece yoksul işçi, köylü, esnaf çocukları askere gidecek…

Uzatmalılarla da Ordunun önemli bir bölümü paralı asker haline getirilecek. Böylece toplumun her kesiminde olduğu gibi askerlik alanında da ne eşitlik kalacak, ne adalet, ne hakkaniyet…

Askerliğin yiğitlik yarışı olduğu, vatan borcu olduğu, herhangi bir nedenle askerlik yapmamış olmanın utanç verici bir durum oluşturduğu günler geride kaldı artık. Tarih oldu. Yani Mehmetçiklerden oluşan Ordu, ortadan bilfiil kaldırılmış oldu, Tayyipgiller eliyle vurulan bu son darbeyle birlikte.

Zaten ta en başında de belirttiğimiz gibi, Tayyipgiller’in amacı BOP’a uygun yol yapımının gerçekleştirilmesiydi.

Başardılar bu hainane görevi. Orduyu da çökerttiler, Yargıyı da, Eğitimi de, Laik Cumhuriyet’i de, devletin tüm kurumlarını da. Ne hukuk bıraktılar, ne kanun, ne de ahlak…

İşte 2007’de başlatılan “Ergenekon Operasyonu” adlı bu hainane gidişin stratejik hedefi de buydu.

Hareketimiz, Gerçek Devrimci İdeolojimizin ışığında, bu CIA Operasyonunun amacını net bir şekilde gördü ve gösterdi.

Temmuz 2008’de yayımlanan, aşağıda göreceğiniz, okuyacağınız bildirimiz, bunun somut bir kanıtıdır-delilidir.

O günlerde, başta askerler gelmek üzere önde gelen pek çok Ergenekon Operasyonu saldırısı tutsağını Silivri, Hasdal, Kandıra, Mamak gibi cezaevlerinde avukat yoldaşlarımız aracılığıyla ziyaret ederek onlara destek verdik. Ayrıca da onlara hukuk yardımında bulunabileceğimizi belirttik istemeleri halinde, yine hukukçu yoldaşlarımız aracılığıyla.

O süreçte kendisiyle de Silivri Cezaevinde görüşmüş olduğumuz Odatv yöneticilerinden Barış Terkoğlu, aynen şöyle diyerek bizim bu hakkımızı teslim etmiştir:

“Ergenekon Operasyonu adlı saldırıların gerçek niteliğini ve taşıdığı stratejik amacı ilk kez ve tam şekilde sadece siz gördünüz ve ortaya koyup gösterdiniz.”

Evet, öyleydi…

Şimdi 2008 Temmuzu tarihli bildirimizi görelim.

(Bu bildiriden, başta İstanbul, Ankara, İzmir gelmek üzere Türkiye’nin pek çok şehrinde 80 bin adet dağıtılmıştır.)

Bildiğimiz gibi, bu operasyon 4 gün önce sonuçlandı ve güya yargılanan tüm mağdurlar beraat etti. Küçükburjuva yazarçizerler, “Dava çöktü!” vb deyişlerle neredeyse bayram etmekteler.

Oysa taşıdığı, içerdiği namussuzca stratejik hedef açısından dava tamı tamına gerçekleşti. O CIA Operasyonunun amacı, zindanlara tıkılan o 400-500 kişinin ilanihaye oralarda tutulması değildi ki zaten… Onların zindana atılmaları, işin kamuflajıydı sadece…

Esas amaçsa yukarıda andığımız, ülkemiz ve halkımız açısından tam bir felaket ve yıkım anlamına gelen konulardı. Ki o konularda ABD Emperyalist Çakalı ve işbirlikçi, hain piyonları ortak amaçlarını gerçekleştirmiş oldular, ne yazık ki…

Bu yıkım ve felaketlerden ve bunda taşeron rolü oynayan hainlerden ancak, tıpkı Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda olduğu gibi, İkinci bir Kuvayimilliye’yle ve Kurtuluş Savaşı vererek kurtulabileceğiz.

Bunu da yapacağız, başaracağız!

Ve yine yeneceğiz…

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

5 Temmuz 2019

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı

*** 

AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçi hainlerin Ergenekon maskeli saldırısının amacı, Ulusalcı, Yurtsever ve Laik güçleri yıldırma, sindirme ve tasfiyedir

Bugünün İblis’i, ABD’nin kucağında din alıp satan hain, vatan ve halk düşmanı Fethullah Gülen, yıllar önce televizyonlarda yayımlanan kasetlerinde, “Türkiye’nin bütün kurumlarını, yavaş yavaş, gizlice ve sistemlice bir çalışmayla ele geçirmeliyiz” diyordu. “Vakti gelmeden erken bir çıkış, çalışmamızı berbat eder. Bu yüzden hazırlıklarımızın tamamlanmasını sabırlıca beklemeliyiz.” diyordu, mecnunlaşmış müritlerine.

Bu Ortaçağcı-ABD’nin himayesinde din devleti kurma peşindeki halk düşmanı hainler güruhu, on yıllardan beri, İblis’in buyurduğu şekilde çalışmaktadır. Ve ne yazık ki bu alçaklar, bu satılmışlar hareketi, bugün çok büyük mesafeler almıştır. En önemli devlet kurumlarını büyük ölçüde ele geçirmiş ya da kuşatmış durumdadırlar. Meclis’in ezici çoğunluğu, herkesin bildiği gibi, bu Ortaçağcı, Şeriatçı, AB-D’ci güçlerin elindedir. Milli Eğitim’in merkez (Ankara) ve taşra örgütlerinin yönetimi, yine çoğunluğu oluşturacak oranda bunların elindedir. Polis teşkilatı yine tamamıyla bunların yönetimindedir.

Devlet başkanlığı ve başbakanlık da yine bunların işgali altındadır.

Ordu’daki sayı ve örgütlenmeleri de yine azımsanmayacak durumdadır. Her namuslu aydının bildiği ve bizzat İblis’in (F. Gülen’in) de itiraf ettiği gibi, bir önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök de Fethullahçıdır. Demek ki AB-D maşası Ortaçağcı gericiler Ordu’nun en tepesini tutabilecek denli güçlü bir hale gelmişlerdir bugün.

Şimdiki Genelkurmay Başkanı Y. Büyükanıt ve yakın çevresi de (İlker Başbuğ, Ergun Saygun vb.) Amerikancılık ortak paydasında Fethullah ve Şeriatçı din tüccarı güruhla aynı safta bir araya gelmektedir.

Daha önce de yazdığımız gibi, Mustafa Kemal düşmanı Fethullah ve Tayyipgiller’le tencere kapak gibi uyuşan, birbirini tamamlayan bu generaller, bırakalım gerçek anlamda birer komutan olmayı, asker bile sayılmazlar, bizce… Adımız gibi biliyoruz ki, bu general üniformalı Amerikancılar-NATO’cular, AB’ciler, ölmenin ve öldürmenin başa baş (eşit olasılıklar arasında bulunduğu) yekeyek bir çarpışmada, namluyu doğrultup hasma nişanlayamazlar, parmaklarını tetiğe basamazlar. Bunlar, tören paşası… Askerliğin kitabî olarak nasıl olduğunu bilmek ayrı şey, gerçek anlamda asker olmak-savaşçı olmak ayrı şeydir. Bir askere, gerçek anlamda asker olma vasfı veren de, askerlik hakkındaki bilgisi değil, savaşkanlıktır-Savaşçı Ruhtur… İnsan kütüphanede oturup yıllarca çalışarak-okuyarak, askerlik hakkında mükemmele yakın teorik bilgiler edinebilir. Ama bu yüklendiği bilgiler onu asla asker yapmaz. Fakat askerlik hakkında hiçbir teorik bilgiye sahip olmadığı halde, içinde yer almayı kaçınılmaz gördüğü bir çatışmaya, ölmeyi ve öldürmeyi tereddütsüz kabullenerek-göze alarak giren-katılan herkes, üniformalı olsun ya da olmasın herkes savaşçı olur. Ve gerçek asker sayılır. Çünkü askerliğin özü, askerî teorik bilgiler ya da kılık kıyafet değildir. Savaşkanlıktır, savaşçı ruhtur. İşte söz konusu generaller, bu ruha sahip değildir. Hep söylediğimiz gibi Tören Paşasıdır onlar. Bu sebepten de, bir askerî dahi olan Gazi Mustafa Kemal’i anlamalarına, O’nu benimsemelerine, O’na sahip çıkmalarına imkân yoktur.

Asker olan, “Üsler kapatılmalı, NATO’dan çıkılmalı” diyen Şener Eruygur’dur, Aytaç Yalman’dır, Tuncer Kılınç’tır, Hurşit Tolon’dur. Evet ayrıca da Ege Ordu Komutanı’yken “Annan Planı kabul edilirse Kıbrıs elden gider” diyen yine Hurşit Tolon’dur.

Ne demişti Amerikanlaşmış Hilmi Özkök o zaman Genelkurmay Başkanı olarak:

“Bu Hurşit Tolon Paşa’nın şahsi görüşüdür. Genelkurmayın görüşü değildir. Biz hükümetin emrindeyiz. Sorumluluk, siyasi otoritenindir.”

Yine H. Özkök, “Bu hükümetle şiir gibi anlaşıyoruz” da demiştir. Anlaşırlar, çünkü aynı yolun yolcusudurlar…

Ve Tefeci-Bezirgân Sermayenin önde gelenlerinden, Ortaçağcı, vurguncu Ahmet Çalık Grubuyla ve onun tepe yöneticisi Damat Berat Albayrak’la oğulları aracılığıyla etle tırnak gibi kaynaşmış Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Özden Örnek de asker değildir. O da Y. Büyükanıtgiller’dendir. O da Tayyipgil’le ABD’cilik ortak paydasında buluşanlardandır…

Türkiye bu noktaya durup dururken bir anda gelmedi. ABD Emperyalizminin ve onun casus örgütü CIA’nın ortalama 60 yıllık bir çabası sonunda geldi. Daha doğrusu getirildi.

Ve Adliye mekanizması ya da kurumu: İblis’in gösterdiği en önemli hedeflerden biri de buydu… Burası da sinsice ve sistemlice en tabanından en tepesine kadar ele geçirilmeli, diyordu İblis…

Velhasıl devleti devlet yapan tüm kurumlar adım adım ele geçirilecekti, ABD’nin kucağında dincilik oynayan İblis ve hizmetkârları tarafından. Tabiî onları bu şekilde oynatan AB-D Emperyalistleriydi.

Medya da aynı şekilde kuşatmaya tabi tutuluyordu. Orası da önemli oranda ellerine geçmişti.

Hatırlanacağı gibi, en önemli muhalif tv kanalı olan “Kanaltürk”, geçen günlerde 30 milyon dolara satın alınarak, hem saf dışı edildi, hem de fethedilmiş oldu. Yani saf dışı edilmekle yetinilmedi, kazanıldı da bunlar tarafından. Koftiden, sahte ulusalcı, sahte Mustafa Kemalci Tuncay Özkan, milyon dolarlara ruhunu satmış oldu, Kanalıyla birlikte. Böylece, sadece televizyonu değil kendi ruhunu da satmış oldu… Ve bunlara ek olarak, “Biz kaç kişiyiz?” adlı siyasi hareketini de satmış oldu Tuncay Özkan. O sebepten, bundan sonra bu hareketin dikiş tutması hemen hemen olası değildir… Oysa T. Özcan, televizyonunu, en muhalif olduğu kişi ve harekete satmamış da batırmış-iflas ettirmiş, kapattırmış olsaydı, kendisi de, hareketi de hızlanarak yoluna devam ederdi… Diyeceğimiz, T. Özkan, savunur göründüğü ideallere de, hareketine de ihanet etmiş oldu bu satışla… Geçelim…

Yine bilindiği gibi “Samanyolu tv” de Fethullahçılarındır. Bunlardan başka yerel televizyonları da vardır bu Ortaçağcı hareketin.

Tabiî daha yığınla ulusal ve yerel televizyonları, radyoları, gazete ve dergileri vardır, Ortaçağcı güçlerin. Yani medya önemli oranda bu AB-D uşağı Şeriatçı güçlerin elindedir.

Bunların dışında, İHL’ler, Kur’an kursları, tarikatlar ve devletten maaşlı doksan bin imam da Ortaçağcı hareketin emrindedir ve Türkiye’yi Teokratik düzene dolayısıyla da Ortaçağa geri götürmek için çalışmaktadır… İşte Türkiye, 60 yıldan beri böyle bir saldırının hedefi durumundadır.

AB-D’nin Türkiye’deki yerli ortağı olan Finans-Kapitalistlerle Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı da bu çalışmaya tüm gücüyle katılmıştır. Çünkü onlar da AB-D Emperyalistlerinin emri altındadır. Onların da efendisi ve akıldanesi, emredicisi AB-D’dir. Yani TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TOBB da bu hainane çalışmanın içindedir…

12 Mart ve 12 Eylül’ün faşist darbecileri, Amerikancı faşist generaller de bu çalışmaya katılmışlardır. Çünkü onlar da ABD’nin emirkulu durumundadır. ABD’li dışişleri bürokratlarının deyişiyle onlar, “Paul Henze’nin oğlanları”dır… Bu faşist generaller de, ABD’den aldıkları emir doğrultusunda, Türkiye’de o yıllarda yükselen, kitleselleşen devrimci hareketin önünü kesmek için, Ortaçağcı-Şeriatçı hareketleri açıktan desteklemişlerdir…

Türkiye bu hainane çalışmalar sonucunda buralara getirilmiştir.

Bugün, Türkiye Adliyesi, İstanbul Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’den “Ergenekon” maskeli saldırının mimarı Fethullahçı Zekeriya Öz ve savcılar ekibine, oradan tâ Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a varıncaya kadar Ortaçağcılaştırılmıştır. AB-D’nin Yeni Sevr planını uygulamakla görevlendirilmiş olan bu Ortaçağcı, vatan, halk, Mustafa Kemal, tam Bağımsızlık ve Laiklik düşmanı güçler artık zamanın geldiğine inanarak saldırıya geçmiştir. Daha doğrusu AB-D Emperyalistleri tarafından saldırıya geçirilmiştir. AB-D, bunlara İslam devleti kuruverecek, bunlar da onun karşılığında AB-D’nin Yeni Sevr projesinin uygulanmasında efendilerine olanca güçleriyle yardımcı olacaklardır. “Ergenekon” maskeli bu saldırı işte böyle bir planın-projenin ayaklarından biridir. O projenin parçalarından birinin uygulamaya konuluşudur. Hedef, genelde ulusalcı, yurtsever ve laik güçlerin saf dışı edilmesidir. Özelde de Ordu’nun, devrimci geleneğe sahip vatansever, laik, Tam Bağımsızlıkçı ve Mustafa Kemalci kesiminin korkutulması, sindirilmesi ve çökertilmesidir.

Tekrarlarsak, bu saldırının özel hedefi Ordu’daki Mustafa Kemal Gelenekli-Devrimci Gelenekli gücün yok edilmesidir. Mustafa Kemal Geleneğinin-Devrimci Geleneğin imhasıdır. Böyle bir gücün yok edilmesidir…

Bu gücün ortadan kaldırılması, tehlike, engel olmaktan çıkarılması AB-D Emperyalistleri için hayati öneme sahiptir. Çünkü Ordu’daki bu güç, Ortaçağcı gidişin ve Yeni Sevr’in önündeki en büyük engeldir. Mustafa Kemal ilkelerini savunduğu için en büyük engeldir… İşte o sebepten bu hukuk maskeli-Adliye maskeli-Ergenekon maskeli saldırının özel hedefidir, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bu Mustafa Kemal Geleneğine sahip güç…

AB-D Emperyalistleri, Ordudaki Mustafa Kemalci Devrimci Gelenekli Gücü Etkisizleştirmek İçin, Bir Zamanlar Kendisinin Örgütlediği Kontrgerillanın Ulusalcı Tavır Koyan Kanadını Kullandı

SÜPER NATO adı verilen Kontrgerillayı bildiğimiz gibi ABD kurmuştu. Ve bu illegal katliam örgütünü tüm NATO ülkelerine yaymıştı. NATO ülkelerinde birer şubesi vardı bu örgütün. Merkez tabiî ABD’deydi. Örgütün patronu da CIA ve PENTAGON’du. Yine bildiğimiz gibi bu örgütün amacı da NATO’yla aynıydı. Bu kanunsuz olanıydı, fark buydu. Tabiî her türlü kanunsuzluğu yapma hakkını kendinde görüyordu bu örgüt. Ve yapıyordu. Katliamlar yapıyor, halkı birbirine kırdırıyor ve faşist diktatörlükler kuruyordu. Bizdeki 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerinin mimarı ve uygulayıcısı da bu gizli, karanlık örgüttür.

Tekrarlarsak, bu örgütün amacı, devrimci ve antiemperyalist, yurtsever hareketlerle-güçlerle mücadele etmek ve onları etkisiz kılmaktı.

Sosyalist Kamp’ın çöküşünden sonra, sosyalizm, AB-D için yakın tehlike olmaktan çıktı. Böylece de AB-D Emperyalistleri yeni bir aşamaya gelmiş oldular. Onlar için artık, “Bin devletli bir dünya” yaratmak zamanı gelmişti.

ABD Dışişleri Bakanı C. Rice’ın, iki yıl önce, İsrail’in Lübnan işgali sırasında söylediği; “Yeni bir Ortadoğu’nun artık vakti geldi” sözü, AB-D Emperyalistlerinin bu alçakça projesinin (Mazlum ülkeleri parçalayarak, dünyayı “bin ülkeli bir dünya” ya da “Şehir devletlerinden oluşan bir dünya” haline getirme projelerinin), Ortadoğu’ya ilişkin bölümünün açık itirafıydı. “Proje”mizin bu bölümünü gerçekleştirmeye artık başlayabiliriz, diyordu C. Rice.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, AB-D’nin eskiden öncelikli hedefi-amacı Sosyalist Kamp’ı yıkmaktı, sosyalist hareketleri, antiemperyalist hareketleri ezmekti. NATO ve KONTRGERİLLA bu yakın amaç için savaşıyordu, alçakça, şerefsizce…

Çünkü AB-D’nin yukarıda andığımız caniyane projesi, Sosyalist Kamp’ın varlığında hayata geçirilemezdi… Sosyalist Kamp’ın varlığı Mazlum ülkeleri ve insanlığı bu haydutların şerrinden koruyordu. Sosyalist Kamp çökünce, bu şerefsizlerin önündeki en güçlü set yıkılmış-çökmüş oldu. Onlar da işte bu yüzden utanmazca saldırıya geçtiler. O cesareti kendilerinde bulabildiler artık.

AB-D’nin Mazlum Ülkelere yönelik yaklaşımındaki bu değişiklik, onun eskiden beri kullandığı hatta yarattığı örgütlerde çatlamalara, bölünmelere sebep oldu.

Bir bölüm, AB-D safında yer almaya ve o çakallara uşaklık etmeye devam kararı aldı ve devam etti uşaklığa. Diğer kısmıysa AB-D’ye tavır aldı. AB-D Emperyalistlerinin niyetlerini-alçakça, insanlık dışı amaçlarını az çok sezdi. Bu kesim, içten-samimi olanlardan oluşuyordu. Mesela, Şeriatçı-Ortaçağcı örgütler çatladı, parçalandı. Afganistan’daki Burhaneddin Rabbani önderliğindeki, bugün “KUZEY İTTİFAKI” adı verilen dinci örgütler AB-D safında ve hizmetinde kaldı. Tabiî Suudi Arabistan, Arap krallıkları, emirlikleri gibi din derebeylikleri gibi devletler de çıkarları gereği AB-D hizmetinde-emrinde kaldı. Bizdeki Tayyipgiller de yine çıkarlarının-vurgunlarının gereği AB-D emrinde, hizmetinde kaldı. Fakat Usame Bin Laden önderliğindeki El Kaide AB-D’ye karşı çıktı ve savaş açtı. İşte bu kesim samimi Müslümanlardan oluşuyordu. Bunlar dinin emrettiği gibi cihat yapmaktadırlar. Bunların amacı Kur’an’da emredildiği gibi Allah’ın dinini tüm yeryüzüne hâkim kılmaktır. Tabiî bunlar da (El Kaideciler), AB-D’nin emperyalist ve gerçek İslam düşmanı niyetlerini bir ölçüde de olsa sezmiş durumdadır.

Gelelim Türkiye’ye: ABD’nin 1950’li yılların başlarından itibaren örgütlemeye giriştiği “Ergenekon” adlı Kontrgerilla şubesi, CIA’nın yönetiminde ortalama 55 yıldan beri çalışmaktadır. Dikkat edelim bugün de çalışmaktadır. Bu Amerikancı örgüt, MİT’te, Polis Teşkilatında, Ordu içinde ve burjuva partileri içinde örgütlenmiştir. Diğer bazı Finans-kapital ve Tefeci-Bezirgân örgütleri içinde de yapılanması vardır. Yani TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK ve TOBB içinde de uzantısı vardır bu örgütün. Ortaçağcı, antikomünist Tarikatlar ve sivil görünümlü örgütler içinde de kolu kanadı vardır bunun.

Ve MHP adlı faşist parti Kontrgerilla’nın özel örgütüdür. Kontrgerilla’ya en militan kitle desteğini bu parti sağlar.

Ordu içindeki yapılanması da “Özel Harp Dairesi” adını taşır.

Türkiye’deki bu Kontrgerilla örgütü de Sosyalist Kamp’ın yıkılışı sonrasında parçalandı. Emekli General Veli Küçük ve benzeri bir grup asker Ulusalcı tutum aldı.

Çoğunluğu oluşturan diğerleriyse AB-D’ci olmayı sürdürdüler.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, 22 Temmuz seçimleri öncesinde, “ABD stratejik ortağımızdır” demesi, Amerikan karşıtı tavır koyan MHP ve Ülkü Ocağı yöneticilerini partisinden atması, hep bu amaca yöneliktir. Yine MHP’nin, AKP’ye önemli durumlarda hemen arka çıkması da onların Amerikancılık ortak paydasında yandaş olmalarından kaynaklanmaktadır.

DP eski başkanı Mehmet Ağar’ın, ABD politikalarını aktif biçimde savunmayı sürdürmesi de, onun bu özelliğinden kaynaklanmaktadır… Onlar Kontrgerilla’nın AB-D’ci kanadının has adamlarıdır.

Baştan beri söylediğimiz gibi, Tayyipgiller de AB-D’nin kayıtsız şartsız hizmetindedir. Şimdi bu AB-D Emperyalistleriyle menfaat birliği etmiş vatan ve halk düşmanı güçler, AB-D’den aldıkları emir doğrultusunda Türkiye’yi bir yandan Ortaçağın karanlıklarına bir yandan da yeni Sevr’e götürme çalışması içindedirler.

Kontrgerilla’daki parçalanmadan sonra, AB-D ve CIA, ulusalcı kesimin önde gelen komutanlarından olan Tuğgeneral Veli Küçük’ün en yakınına yetenekli bir ajanını yerleştirir, hem de hiç vakit geçirmeden. Bu kişi, CIA’nın Türkiye’de şu anki en önde gelen yayın organlarından olan “Taraf”ın tarifiyle; “Veli Küçük’ün eski mutemedi ve şu anda Kanada’da yaşayan Tuncay Güney”dir.

Bu AB-D ajanı, mutemedi konumunda Veli Küçük’ün yanına yerleştirildikten sonra, tüm olan biteni dikkatlice gözler… Yeterli bilgileri edindiğine karar verildikten sonra, bu kişi 2001 yılında tırışkadan bir suçtan güya gözaltına alınır. Polis sorgusundan geçirilir. İşin tuhaflığına bakın ki, bu sözde suçlu, bu hikâyeden suçlamayla ilgili tam 101 sayfalık ifade verir.

Bu ajanın, ajan değil de Veli Küçük’ün ve “Ergenekon”cuların gerçek adamı olduğu izlenimini vermek için böyle bir oyuna başvurulur. CIA’da oyun, düzen sonsuzdur…

Komedyayı yine CIA’nın Taraf’ından okuyalım:

“Ergenekon’un Kurtlar Konseyi

“Taraf, Ergenekon soruşturmasının dayandığı temel metne ulaştı: Tuncay Güney, yedi yıl kayıplara karıştıktan sonra bulunan ve Ergenekon soruşturmasına zemin oluşturan ifadelerinde, Ergenekon suç örgütünü yöneten 12 kişilik şuranın üyelere bir bir karar verdiğini açıklıyor. Ergenekon tutuklusu emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün eski mutemeti olan Tuncay Güney, Ergenekon’un Özel Harp Dairesi’ne karşı kurulmuş bir “ordu içinde cunta” olduğunu belirtiyor. Orduda “Natocu-Ergenekoncu” general ayrımından söz eden Güney, emekli bir genelkurmay başkanı hakkındaki “Ergenekoncu mu” sorusunu ise “Hayır, Natocu” diye yanıtlıyor.

“Taraf, devletin içine sızmış Ergenekon suç örgütünü ortaya çıkarma ve sorumlularını cezalandırma hedefiyle yaklaşık  bir yıldır sürdürülen operasyonda çıkış noktasını oluşturan metne ulaştı.

“Video kaset çözümü 101 sayfa olan bu metin, Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün eski mutemeti ve şu anda Kanada’da yaşayan Tuncay Güney’in Şubat 2001’de verdiği ifadeyi kapsıyor.

“Yaklaşık yedi yıl kayıp olan, daha sonra, 2008 yılı başında, dört adet videokasete kaydedilmiş halde, Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanet Memurluğu’nda bulunup  Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz’e teslim edilen metin, bugüne dek 200’e yakın kişinin Ergenekon’la bağlantılı oldukları gerekçesiyle sorgulanmasına zemin oluşturdu. Bu metinde, muvazzaf ve emekli subaylar, bürokratlar, işadamları, gazeteciler, sanatçılar, mafya mensuplarını da kapsayan çok geniş bir kesim Ergenekon’la ilişkilendiriliyor.

“Tuncay Güney’in ifadelerinde ayrıca, Ergenekon’un ne zaman, nasıl kurulduğu, hedefleri, örgütlenme yapısı, çalışma usulleri ve faaliyetleri konusunda ayrıntılı bilgiler yer alıyor.
İfade metninde adı zikredilen şahısları tek taraflı iddiaların hedefi yaparak zan altında bırakacak ayrıntıları saklı tutarken, Güney’in Ergenekon’la ilgili yapısal ve teknik bilgi içeren ifadelerinden çarpıcı bölümleri okurlarımıza sunuyoruz.

KAYIP KASETLER Tuncay Güney 3 Şubat 2001’de “Dolandırıcılık ve Sahtecilik” iddiaları ile Asayiş Şube Müdürlüğü görevlilerince gözaltına alınmış, burada birtakım organize suç örgütleri hakkında beyanlarda bulunması üzerine Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne teslim edilmişti. O dönem Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olan Adil Serdar Saçan, Güney’in sorgusuna bizzat katıldı ve ifadelerini yazılı ve görsel kayda geçirtti. Ancak bu kayıtlar daha sonra Organize Şube Müdürlüğü arşivinde bulunamadı.

“Bu durum, Taraf’ın elindeki yeni kaset dökümlerinin giriş yazısında bizzat Organize Şube tarafından “Tuncay Güney’e ait mülakat kaseti bulunamamış” ifadesiyle de teyit ediliyor. Aynı yazıda, “mülakat metninin” daha sonra Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanet Memurluğu’nda bulunarak, videoların DVD ortamına aktarıldığı ve yeniden çözümünün yapıldığı belirtiliyor. Kasetlerin ve ilk çözümün neden yedi yıldır kayıp olduğu ya da gizlendiği ise bilinmiyor.” (Taraf, 1 Temmuz 2008)

Sondan başlayalım: yedi yıl beklenmiş bu ifadeden sonra. Sebebi bilinmiyormuş… Bak işe sen!.. Yedi yıl beklendi. Çünkü Ordu’nun tepesi bugün tümüyle AB-D’ci, Mustafa Kemal düşmanı, tören paşaları tarafından tutulmuş durumdadır. Bugüne dek bu tam olarak sağlanamamıştı.

Bugünse yukarıda da belirttiğimiz gibi, Genelkurmay’ın tören paşaları bu hıyaneti vataniyeye tümüyle ortak durumdadır. Tayyip,’le, Zekeriya Öz’le; Y. Büyükanıt, İlker Başbuğ, Ergun Saygun aynı ihanetin suç ortaklarındandır artık… “Ergenekon” maskeli saldırının aslî faillerindendir…

Geçen dönemde bir Hilmi Özkök yetmezdi bu işe. Genelkurmay’ın tüm kadrosuyla bu işe girmesi gerekiyordu. Bunu şimdi-bugün başarabildi AB-D Emperyalistleri…

İşin bir diğer enteresan tarafı da bu ajanın, ABD’nin dünyadaki üç stratejik müttefikinden biri olan Kanada’ya (diğer ikisi ise İngiltere ve İsrail’dir) uçurulmuş olmasıdır. Ajan görevini başarıyla yaptıktan sonra orada güvenceye alınarak, ödüllendiriliyor…

Dikkat edersek Tayyip’in, Ş. Eruygur ve H. Tolon Paşa’nın gözaltına alındıkları gün; biz bu işi (güya “Ergenekon”un varlığını) yıllar öncesinden biliyorduk, derken kastettiği bu düzenbazlıktı… Bu ajanın verdiği sözde bilgilerdi kastettiği…

Yine dikkatinizi çekmiştir, Tayyip o günkü konuşmasında, Savcıların, son gözaltıları yaptıklarını ve artık dava açma aşamasına geldiklerini belirtmiştir. Bu da Tayyipgiller’in bu davayı açan Zekeriya Öz ve ekibiyle etle tırnak gibi kaynaşık olduğunu göstermektedir. Bu saldırıda hukuk ve mahkemeler sadece bir maske olarak kullanılmıştır. Bu sözde davanın hukukla da adaletle de uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu “dava”, Van’da Fethullahçı savcı Ferhat Sarıkaya’nın açtığı ve “Van Ağır Ceza Mahkemesi”nin sürdürdüğü “Yücel Aşkın Davası”nın bir benzeridir. Tabiî çok daha geniş boyutlu olarak… Hep söylediğimiz gibi bunlar hukuki davalar değil, AB-D Emperyalistlerinin ve yerli işbirlikçilerin Yeni Sevrci ve Ortaçağcı saldırılarıdır. Bu sözde savcılar, yargıçlar, mahkemeler, Nemrut Mustafa Paşa’nın devamcılarıdır. İttihat ve Terakki yöneticileriyle, İngiliz ve Fransızların emperyalist saldırı ve işgallerine direnen Osmanlı komutanlarını savaş hukukunu hiçe sayarak, işgali altında tuttuğu İstanbul’da yakalayarak, savaş suçu işledikleri iddiasıyla yargılamak üzere Malta’ya götüren İtilaf Devletleri yetkililerine, “Bunları Malta’ya götürmeyin, bize teslim edin, biz burada yargılayıp asalım hepsini” diye ricada bulunan Nemrut Mustafa Paşa’nın torunlarıdır, bunlar. Devamcılarıdır da tabiî…

Kaderin İblisçe oyununa bakın ki, o zaman işgal kuvvetlerinin yaptığı işi, bugün Tayyipgiller hükümeti, Türk Genelkurmayı, Türk polisi ve Fethullahçı, Ortaçağcı savcılar, yargıçlar ve mahkemeler yapıyor. İşgal kuvvetleri, bugün yerli adlar ve TC kimlikleri taşıyor… Bu yüzden halkımız dostu düşmandan ayırmakta zorlanıyor. Bu sebepten de biz yurtseverlerin işi bir hayli zor… Fakat bütün bunlara rağmen sonunda kazanan yine biz olacağız… Bundan kimse kuşku duymasın…

Şimdi yeniden AB-D ajanı Tuncay Güney’e dönersek:

“Tuncay Güney ifadesinde, Ergenekon suç örgütünün, “Ordu içinde bir cunta” olarak kurulduğu, Özel Harp Dairesi’ne karşı pozisyon aldığı, daha önceki kod adının “Ergin” ya da “Ergün” olduğunu açıklıyor.” (Taraf, 01.07.2008)

Ajan hiç değilse, bu kadarcık olsun doğruyu dile getiriyor! Suçladığı ve “Ergenekon” adını verdiği örgütün “Özel Harp Dairesi’ne karşı pozisyon aldığı”nı itiraf edebiliyor. “Özel Harp Dairesi” yukarıda da söylediğimiz gibi, merkezi ABD’de olan CIA yönetimindeki Kontrgerilla’nın Türk Ordusu içindeki yapılanmasıdır. Yani Amerikancı gerçek “Ergenekon”un Ordu’daki bölümüdür.

Ajan bir gerçeği daha net bir şekilde itiraf ediyor:

“Güney’in bazı üst rütbeli subayların “Ergenekoncu” ve “Natocu” diye ikiye ayrıldığını ima eden sözleri de tutanakta var.

“Güney, eski genelkurmay başkanlarından biri hakkındaki “Ergenekon üyesi mi” sorusunu, “Yok değil, Natocu” diye yanıtlıyor.” (agy.)

Ve bu paçavra ajanın verdiği bilgiler: “bugüne dek 200’e yakın kişinin Ergenekon’la bağlantılı oldukları gerekçesiyle sorgulanmasına zemin oluştur”muş oluyor. (agy.)

Demek ki bu şerefsiz, Ordu içinde ve dışında tanıyabildiği tüm ulusalcıları, yurtseverleri, AB-D Emperyalistlerine karşı namuslu tutum alanları gammazlıyor. Tabiî zaten görevi de o… CIA o görevle yerleştiriyor oraya bu alçağı.

İşin en enteresan taraflarından biri de şudur: Böylesine derin, kapsamlı hainane bilgiler veren kişi, hangi gerekçeyle güya “gözaltına alın”ıyor?

“Dolandırıcılık ve sahtecilik iddiaları ile Asayiş Şube Müdürlüğü görevlilerince gözaltına alınmış” deniyor, CIA’nın “Taraf”ında.

Bu kişi yani Tuncay Güney burada, durup dururken, kendine yöneltilen suçlamayla hiç ilgisi olmayan konularda bilgiler vermeye başlıyor. Ne kadar tuhaf değil mi? Oysa hiçbir tuhaflık yok burada. Bu bir senaryo. Bütün amaç, Tuncay Güney’i, bir ajan değil de, ulusalcıların bir yandaşıymış gibi pazarlayabilmek. Verdiği sözde ifadelere hukuki bir kılıf geçirilebilmesi için bu şarttır. Aksi halde, biz ulusalcıların yanına ajanımızı yerleştirdik, bunlar da onun topladığı bilgilerdir. Biz de bu bilgilere istinaden-dayanarak böyle gece baskınlarıyla gözaltılar yapıyoruz ve “Ergenekon davası” açıyoruz, denilebilir mi? Elbette denilemez. İşte Tuncay Güney’li bu İblisçe oyun bu amaçla oynanıyor.

Ne deniyor “Taraf”ta?

“(…) burada birtakım organize suç örgütleri hakkında beyanda bulunması üzerine Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne teslim edilmişti.” (agy.)

Sıkıysa inanma!..

Devam ediyor “Taraf”:

“O dönem Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olan Adil Serdar Saçan, Güney’in sorgusuna bizzat katıldı ve ifadesini yazılı ve görsel kayda geçirtti.” (agy.)

İşi sağlama alıyorlar gördüğümüz gibi. Yazılı kayıtla bile yetinmiyorlar…

“Ancak bu kayıtlar daha sonra Organize Şube Müdürlüğü arşivinde bulunamadı.” (agy.)

Peki nereye gitti? Daha doğrusu uçtu?

O işleri yaptıranların ellerine… AB-D’ye, CIA’ya ve yerli hainlere… O sözde ifadeleri günü geldiğinde sözde savcılara, mahkemelere vererek söz konusu karşıdevrimci, Yeni Sevrci saldırıyı başlatacak olanlara. Tayyipgiller’e, Fethullahçılar’a ve bunların Ortaçağcı suç örgütlerine…

Geçelim…

Saldırının, Ulusalcılara, Yurtseverlere Karşı Yapıldığını Dost da Düşman da Kabul ve İtiraf ediyor. Çünkü Gerçek Budur.

Tayyipgiller’in Sabah gazetesinden Ecevit Kılıç, CIA’nın bir dönem sesi olmuş “Nokta” dergisi yöneticilerinin ve onun CIA’cı yazarlarının avukatlığını yapacak denli AB-D yandaşı olan “Emekli Hâkim Albay Ümit Kardaş”la bir röportaj yapıyor. İşte bu röportajda, tıpkı “Nokta”cılar ve “Taraf”çılar gibi AB-D ve CIA’cı olan Ümit Kardaş’ın söyledikleri:

“Orgenerallere Operasyonda Mutabakat Var

Orduda ulusalcılar ağırlıkta değil mi?

Bir dönem ağırlıktaydılar ve ulusalcılık orduda benimsenen bir anlayıştı. O dönem bu dış dinamik açısından, ABD için de uygundu. Ama bugün artık miladını doldurdu.

Ulusalcı kesim Rusya’ya daha mı yakın duruyor?

Evet. Nitekim Hurşit Tolon “Olmazsa Rusya’yla işbirliği yapalım” diyordu.

Ergenekon operasyonunda bulunan bazı notlarda generallerin NATO’cu ve millici diye ayrıldığı ortaya çıktı. Bölünme bu şekilde mi?

Hayır. Bu çok geçerli değil. Ulusalcı politikanın ve onu uygulayanların yıpranması söz konusu. Çünkü 12 Eylül darbesinin arkasında ABD vardı. Darbecilerin milliyetçi ve İslami söylemleri vardı. Yeşil kuşak dönemiydi. Sonra İslamcılık tehdit haline gelince konsept değişti. Bu kez ulusalcılar gündeme geldi. ABD’nin politikaları birebir Türkiye’ye yansıyor. Komünistlere karşı İslamcıların kullanılması nasıl Türkiye’ye yansıyorsa tersi de yansıyor.

“Ergenekon operasyonuyla Türk Gladiosu dağıtılıyor” diyebilir miyiz? Bu yapı bir dönem ulusalcıları eğitti. Şimdi bunları tasfiye ediyorsa demek ki yeni bir konsepte kendini kanalize edecektir.

Başbuğ ve Erdoğan’ın görüşmesine ne diyorsunuz? Mutabakat burada mı sağlandı?

Zaten Tayyip Erdoğan’ın tarzı bu. Bu görüşme yeni Genelkurmay Başkanı’nın kabulüydü. Başbakan Erdoğan’la görüşmesi nedeniyle İlker Başbuğ artık Genelkurmay Başkanı diyebiliriz. Zaten Tayyip Erdoğan daha önce aynı şekilde Yaşar Büyükanıt ile görüştü sonra hemen kararnamesini çıkardılar. Bu kez de öyle olacaktır. Buna mukabil bu oluşumun ve ulusalcı kanadın bir ölçüde tasfiyesi ve gerekenin yapılması da vardır.

“Hükümetin restleşmesi ordu içindeki ulusalcı kanatla ama ordu da bu kanadı kendi içinde temizliyor” mu diyorsunuz?

Ordu içinde bir hesaplaşma var, öyle gözüküyor. Operasyonla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklama “Yasalar gereği yapıldığı” şeklindeydi. İlker Başbuğ’un Başbakan’la görüşmesinde operasyonun konuşulduğu ve mutabakat sağlandığı haberlerine tepkisi de doğal. Ama mutabakat var. Restleşme ise ulusalcı grupla. Bazen bazı şeyler yük olmaya başlar ya sonra atılır bir kenara. Bu durum da ona benziyor. TSK, ulusalcı çizgiden, odaktan çok, biraz daha farklı bir anlayışa doğru gidiyor. Restleşmesi de ordudan atmak istediği kesime karşıdır. Burada ulusalcı kanadın hem askeri olarak bağlarının kesilmesi hem de toplumsal olarak etkisizleştirilmesi isteniyor olabilir. Bu ulusalcı kanat, hem emekli olanlar hem de görevde olanlar, ordu için de yıpratıcı oluyor.

“Tutuklama orduda travma yaratır

YAŞ’ta sürpriz olabilir mi?

AKP’nin bu noktalara gideceğini düşünmüyorum. Ayrıca ordu üzerinde operasyonel davranacak gücü de gözükmüyor. Bunu yaparsa bütün dengelerle, hiyerarşiyle oynamış olur. Bunu yapmaz.

İki orgeneralin tutuklanmasının ordudaki etkisi ne olur?

Burada Silahlı Kuvvetler mensuplarının eğitimine bakmak lazım. Askeri okuldan başlayarak belli bir formasyonla yetiştiriliyor. Bu formasyon içinde siyaseti yönlendirmeleri tarihsel misyon olarak yer alıyor. Cumhuriyet tehlikeye düştüğünde kendilerine görev düştüğü mantığı var. Hele kurmay olduktan sonra o subayın psikolojisi çok farklı oluyor. Tabii hepsi için söylemiyorum. Böyle yetişenler için bu tutuklama kolay kabul edilebilir değil. Bir şok geçirme, hayal kırıklığı yaratabilir. Ayrıca alttaki kesimin de Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı gibi üsttekilere karşı olumsuz duygular beslemesine neden olabilir. Sonuçta tutuklanan kuvvet komutanlığı yapmış bir isim… O nedenle travma yaratabilir. Ordu içinde de kafalar net değil, karışıktır. Ama bunlar siyaset yapan ordunun sonucudur. Türkiye’nin birinci gündemi ‘Orduyu nasıl siyasetten arındıracağız?’ olmalı. TSK genel olarak şeffaflaşmak, siyasi iktidara veya parlamentoya hesap vermek istemiyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ve tehditleri ‘Ben tayin ederim’ diyor. Burada AKP’nin tutunacak dalı AB oldu. Bu durum TSK için kaygı verici bir unsur oluşturdu.” (Sabah, 7 Temmuz 2008)

Evet, açıkça görüldüğü gibi bir AB-D uşağı bile, “Ergenekon” soytarılığıyla amaçlananın; “Ulusalcı kanadın Ordudan tasfiyesidir.” (agy.) diyor. Bu alçakça saldırının AB-D’nin talebiyle yapıldığını söylüyor. Ve bugünkü Genelkumay’ın tören paşalarının da bu saldırıya onay verdiğini söylüyor. Bu iş bir mutabakatla oldu, diyor.

Yani bizim tezlerimizi doğruluyor, bu Yeni Sevrci Ümit Kardaş da. Dikkat edelim bu kişi de sıradan biri değil. Bakın, bu şahsı “Sabah”ın Ecevit Kılıç’ı nasıl tanıtıyor:

“İşte tüm bu gelişmeleri emekli askeri hâkim Ümit Kardaş’a sorduk. Darbe günlüklerinin yayımlanması nedeniyle açılan davada Nokta dergisi yöneticilerinin avukatlığını yapan Kardaş’ın ordunun siyaset üzerindeki etkinliğini anlattığı “Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi” adlı kitabı da yeni çıktı.” (agy.)

Yukarıda belirttiğimiz ve Ümit Kardaş’ın da yandan çarklı itiraf ettiği gibi, AB-D ve CIA, Türk Kontrgerilla’sının ulusalcı, yurtsever ve laik kanadını tasfiye ediyor artık. Çünkü bu kanat da artık ABD’nin “Project Democracy Projesi”nin önündeki engellerdendir. Bu emperyalist projenin uygulanabilmesi için tüm ulusalcı ve yurtsever güçlerin, antiemperyalist güçlerin tasfiye edilmesi, korkutulup sindirilmesi, ezilmesi, ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Gani Müjde’nin de aktardığı gibi, namuslu, yurtsever, laik insanlarımız artık teknelerine, arabalarına Mustafa Kemal posteri asmaktan korkar hale gelmişlerdir. Ne acıdır ki…

Dikkat edersek, gözaltına alınıp bırakılan İlhan Selçuk, Mustafa Balbay ve Sinan Aygün’de de şafak atmıştır. Bunlar tatlı su ulusalcısı tabiî. Bunlarda serçe kadar yürek var. Birkaç günlük gözaltı bunların canını almaya yeter… Zaten öbür, İblis’in hizmetkârları da bu yüzden alıyor bunları içeriye. Neymiş, onlar yazılarıyla önderlik ediyorlarmış “Ergenekon”a. Organik bir bağları yokmuş ama… Buna eşekler bile inanmaz be… Ama adamlar “Yersen lokantası” açmışlar… “Bizde böyle!” diyorlar. Meydan şimdilik onların… Ne edeceksin?.. Tıpkı Mütareke günlerindeki gibi… Meydan yeni yetme Ali Kemal’lerin, Rıza Tevfik’lerin, Sait Molla’ların, Abdullah Cevdet’lerin ve Damat Ferit’lerin, Vahidettin’lerin, Dürrizade’lerin, Nemrut Mustafa Paşa’ların… İstedikleri gibi atlarını oynatacaklar. Zaten oynatıyorlar da. Fakat yalnızca bir süreliğine. Bu Millet, bu Halk çok badireler atlattı. Çok felaketler yaşadı. Bugünler de geçecek. Bu hainler de geçmişteki benzerleri gibi kaçacak düşman zırhlıları arayacaklar… Bakalım bulabilecekler mi?..

AB-D, Kontrgerilla’nın ulusalcı mensuplarıyla (Veli Küçük vb.) Ordunun önde gelen ulusalcı, yurtsever askerlerini ve sivil ulusalcıları harmanlıyor. Ve hepsine birden “Ergenekon suç örgütü” yaftasını asıyor. Saf, bilinçsiz insanların gözüne kül serpmek-kafalarını karıştırmak için. Bizim yine yukarıda belirttiğimiz gibi…

Biz Gerçek Devrimciler, Halkımız ve Onun Bir Parçası Olan Ordu Gençliğimizle Elele Bu İhanetlerin Hesabını Soracağız

Yapılanlar ufak tefek şeyler değil. AB-D uşakları, Kuvayimilliye’nin Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın, 27 Mayıs’ın, Mustafa Kemal’e, laikliğe sahip çıkmanın hesabını soruyorlar. İntikamını alıyorlar. Dedik ya bunlar Lloyd George’un, Lord Curzon’un, Vahidettin’in, Damat Ferit’in, Dürrizade’nin, Nemrut Mustafa’nın torunlarıdır diye.

Fatih Altaylı’nın konuştuğu türbanlı ve türbancı zavallı kızcağızla bunların ruhiyatı aynıdır… Bunlar “İmam Humeyni’yi sever, ama Mustafa Kemal’i sevmez.”

Hani soruyordu F. Altaylı:

“Mustafa Kemal’in yönettiği Kurtuluş Savaşı olmasa, ülkemiz İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan sömürgesi olacaktı. Mustafa Kemal’i nasıl sevmezsin?” diye.

Sanırım o Ortaçağcı, mantığını yitirmiş kızcağızın cevabını da hatırlıyorsunuzdur:

“İşte sorun da bu ya! Keşke İngiliz sömürgesi olsaydık. O zaman laiklik olmazdı Türkiye’de. Müslüman devleti olurduk.”

O zavallı çocuğu o hale getiren işte bunlardır. O İblis F. Gülen ve tayfasıyla, Tayyipgiller’dir ve tabiî onların arkasında duran karanlık efendi AB-D Emperyalistleridir. CIA’dır, Graham Fuller’dir, Paul Henze’dir. Onların iğrenç, insanlık düşmanı “Yeşil Kuşak Projesi”dir. Onların ürünüdür bu hainler sürüsünün hepsi…

Bunlar artık iyice gemi azıya aldılar. Tüm savcıları, yargıçları Ferhat Sarıkaya’laştırmak, Zekeriya Öz’leştirmek, Aykut Cengiz Engin’leştirmek, Haşim Kılıç’laştırmak, Osman Can’laştırmak istiyor. Tüm bilim insanlarını da Atilla Yayla’laştırmak, A. Gül’leştirmek, A. Şener’leştirmek, Yusuf Ziya Özcan’laştırmak istiyor… Tüm askerleri de H. Özkök’leştirmek, Y. Büyükanıt’laştırmak, İlker Başbuğ’laştırmak istiyor… Bunlara göre, işte o zaman Türkiye dikensiz gül bahçesi olacak. Tabiî tüm bunları isteyen ve isteten arkalarındaki şerefsiz, alçak güçtür yine: AB-D Emperyalistleridir.

Buna asla güçleri yetmeyecektir. Bunlara şimdilik diyeceğimiz, erken bayram etmeyin! Sonunuz geçmişteki benzerlerinizden farklı olmayacaktır. Bir tek namuslu, yürekli insanımız kalmış olsa bile, İkinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşımız sürecektir. Sonunda kazanan mutlak surette biz olacağız.

Halkız, Haklıyız, Kazanacağız!

Yaşasın Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist Halk Kurtuluş Savaşımız!

Kahrolsun AB-D Emperyalistleri ve yerli işbirlikçi hainler!

*** 

(Bu bildiri, Halkın Kurtuluş Yolu Gazetesi’nin 19 Temmuz 2008 tarihli 37’nci sayısında Başyazı olarak yayımlanmıştır.)

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz