DİSK/Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun Nakliyat-İş 11’inci Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma
Sayın divan, uzaklardan gelen ve bizimle birlikte olan, DSF’yi temsilen aramızda bulunan Gençlik Sekretaryasından genç arkadaşımız, Yoldaşımız Luiza BEZERRA, yine kardeş örgütümüz Yunanistan Mücadeleci İşçiler Platformu’ndan Griorgos BOULUNGARİS Yoldaş ve Anastasia PAULOPOULO Yoldaş,
DİSK Genel Başkanı Sayın Kani Beko ve Yönetim Kurulu Üyeleri, DİSK’e bağlı sendikalarımızın Genel Başkan ve Yöneticileri, TÜRK-İş’e bağlı Deri-İş Sendika’mızın Genel Sekreteri ve Yöneticileri, DİSK Eski Genel Başkanı Sayın Erol Ekici, DİSK Yönetim Kurulu yönetiminde bulunduğum süre içerisinde birlikte görev yaptığımız arkadaşlarımız İsmail Yurtseven, Celalettin Aykanat, Ali Cancı,
24 yıl öncesinden beraber mücadele ettiğimiz Yurtiçi Kargo Direnişçileri hepiniz hoş geldiniz. Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Yine aramızda ismini sayamadığım diğer konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum…
Sözlerime başlamadan önce bir şeyi de paylaşmak istiyorum. Bundan iki gün önce sendikamız İstanbul Eski Şube Başkanı Nurettin Gümüş’ü kaybettik. Onu da buradan rahmetle ve saygıyla anıyorum. Ailesine sabırlar diliyorum.
Nurettin Gümüş Arkadaşımız, bir dönem (2007-2011 arası) İstanbul Şube Başkanlığı yaptı. Biraz önce gösterilen slaytta da vardı. Yani bizim sendikacılığımız böyle. Arkadaşımız bir dönem görev yaptı ondan sonra Mersin Taşımacılık’ta sırtında yük taşımaya, hamallık yapmaya devam etti. İşyerinde çalışıyorken, hamallık yaparken (çünkü Nurettin aynı zamanda iyi bir istifçidir) beyin kanaması geçiriyor. Çok ağır bir beyin kanaması geçirdiği için de atlatamıyor. Bundan dolayı O’nu da kaybettik. Pazar günü cenazesi vardı.
Yine bu yıl içerisinde görevdeyken İstanbul Şube Başkanı’mız Rıza Ballı’yı kaybettik. Onu da rahmetle anıyorum.
Yani hayat yaşam böyle. Bir taraftan mücadele devam ediyor. Bir taraftan ekmek kavgası, sınıf kavgası mücadelemiz devam ediyor. Bir taraftan da hep söylediğimiz gibi, hep söylendiği gibi, “Her canlı bir gün ölümü tadacaktır”. Bu da doğanın yasası. Gerçekten çok genç yaşta kaybettik arkadaşımızı. 52 yaşında kaybettik. Onu da buradan anmadan geçemeyeceğim.
Burada bir teşekkür de Sayın Divan Başkanı’na etmek istiyorum. Bizi kırmadı geldi. Yani şu anda salondaki en yaşlımız. DİSK’in ve İşçilerin Asker Mehmet’i. Mehmet Atay Abimiz bizi onurlandırdı. Divan Başkanlığı’nı kabul ederek bizi onurlandırdı. Her zaman da söyler konuştuğumuzda, İşçi Sınıfının, DİSK’in bir neferidir. Bundan da onur duyar. “Asker Mehmet” denmesinden de onur duyar. Bu, mücadelede neferliğini kabul etmektir. Her zaman için mücadelesine saygı duyduğum Abimizdir. Genel Kurulda yalnız bırakmadı ve Divan Başkanlığı’nı kabul etti. Ayrıca bundan dolayı da teşekkür etmek istiyorum huzurunuzda.
Dünyada dengeler daha da bozuluyor süreç zenginler lehine işliyor
Sayın Divan, değerli konuklar,
İşin esasına, sınıf mücadelesinin esasına baktığımızda, son yayımlanan, Londra’da Oxfam kuruluşunun yayımlamış olduğu bir ekonomik rapor var. Meseleyi çok özet olarak ortaya koyuyor. Dünyadaki nüfusun, en zengin nüfusun % 1’i, toplamda dünya servetinin % 99’undan daha fazlasına sahiptir. Dünyanın toplam nüfusu şu anda 7,2 milyar. Düşünebiliyor musunuz?
70 milyonun serveti yani dünyanın en zengin % 1’inin serveti 7 milyar insanın servetinden de, gelirinden de daha fazla. Dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti dünya nüfusunun yarısının servetine eşit. Yani dünyanın en zengin 62 milyarderinin, dolar milyarderinin serveti, dünya nüfusunun yarısının yani 3.6 milyar kişinin servetine eşit.
2010 yılındaki verilere baktığımızda, dünyanın en zengin 388 kişisinin serveti, dünya nüfusunun yarısına eşitken, 2015 sonu itibarı ile 62 kişinin serveti dünyadaki 3 milyar 600 milyon insanın servetine eşit duruma gelmiş.
Türkiye’de durum nedir diye baktığımızda da, Türkiye ile ilgili veriler de son derece açık. Türkiye’deki toplam en zengin % 1’inin, Türkiye’deki toplam servete oranı 54.3’tür. Yani 72-75 milyonluk Türkiye nüfusunun en zengin % 1’nin geliri, Türkiye nüfusunun yarısının gelirinden daha fazla.
Aynı dönemde, baktığımızda, Türkiye nüfusunun % 99’nun payı, 2002 ila 2014 dönemi içersinde baktığımızda, % 60.6 dan % 45,7’ye düşmüş.
Bu veriler neyi gösteriyor?
Bu verilerin gösterdiği durum şu: Zengin daha fazla zenginleşiyor. Tüm dünyada böyle. Türkiye’de de böyle. Yoksullar daha fazla yoksul hale geliyor.
Sendikal örgütlerin amacı, bir İşçi Sınıfı örgütü olarak, sendikalar olarak amacımız nedir?
Bu haksızlığa, bu adaletsizliğe karşı mücadele ederek ekmeğimizi biraz daha büyütmek mücadelesidir. Sınıf mücadelesinin, ekonomik mücadelenin amaçlarından bir tanesi bu. Bunun için mücadele ediyoruz. Zaten sosyolojik olarak da, toplumsal olarak da sınıfın tanımı, “durumları ve çıkarları farklı olan insan grupları” demektir.
İşçi Sınıfının amacı, insanca yaşayabilecek bir ücret için mücadele etmek; Patronların amacı, kârlarına daha fazla kâr katmak.
Ve giderek dünyada bu dengeler daha da bozularak zenginler lehine işliyor. Bunun uğruna savaşlar çıkartılıyor. Bunun uğruna, zengin daha fazla zengin olduğu için o durumunu, pozisyonunu korumak için savaşlar çıkartılıyor, milyonlarca insan katlediliyor, ölüyor. İşin esası bu… Dünyadaki yüzlerce ve binlerce yıllık mücadelenin aslında adı bu: Sınıf mücadelesi, toplumsal mücadele.
Şimdi bizim de amacımız İşçi Sınıfı olarak, sömürünün ortadan kaldırılması, adil ve eşit bir dünya kurulması.
Hz. Muhammed’in de amacı buydu. Hz. Muhammed; Kur’an’ı Kerim’de, Bakara Suresinde, Tevbe Suresinde diğer surelerde ifade edilen şey şu: “İhtiyacından fazlasını dağıtacaksın” diyor. Eşitlenene kadar dağıtacaksın. Bakara Suresinin 219’uncu Ayeti açık. İslamiyet de aslında, Dört Halife dönemindeki adil ve eşitlikçi düzenden giderek uzaklaşmış durumda. Şimdi bakıyoruz İslamiyet adına konuşan dolar milyarderlerinden bazıları da bunların içinde yer alıyor.
Aslına bakarsak o zamandan beri bu mücadele sürüp gidiyor. Bizim de amacımız insanların gerçekten eşit olduğu, gelirin adaletçe, hakça paylaşıldığı, sömürünün olmadığı bir dünya mücadelesi yaratmak. İşçi Sınıfı mücadelesinde, ekonomik ve sendikal mücadelede bunu başarabiliyorsak, bu o mücadelenin parçası haline gelebiliyorsa bunu kısmen de olsa yerine getirmiş sayılırız. Bu aynı zamanda hep beraber tüm insanların mücadelesidir.
Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz Ali Koç, Koç Holding’in yöneticilerinden birisi, Kapitalizm için, bu gelir dağılımındaki adaletsizlik için; “İşte bu dünyadaki gelir adaletsizliğini birileri gelir, bir gün bu işi düzeltir.” dedi.
Yahu, bunun sorumlusu sensin! Biraz önce slaytta gösterildi. Koç Holding’in Arçelik Çayırova Fabrikası’nın müdürü var: Hasip Kurt. Telefonla görüştüm ben onunla. O aradı. “Yer gök bir araya gelse de buraya DİSK giremez.”, dedi. Biz de gireceğiz dedik. Bana, Türk Metal üyeleri var. Benim sendikam, diyor çünkü Türk Metalcilere. “Ya onları ben zor tutuyorum. Siz orada bekliyorsunuz ben insanları zor tutuyorum.”, dedi. Dedim: “Tutma, tutma, tutma!” Çünkü birkaç tane çakalın dışında işçilerin yüreği bizimle. Çünkü biz haklı bir mücadele veriyoruz.
(İnadına Sendika İnadına DİSK…)
Oraya aslında biz davul zurnayla girdik. Alamadığı yere davul zurnayla girdik. Daha sonra tümden işçilerin tazminatlarını vermek zorunda kaldı.
Mücadeleyle bunlar olabiliyormuş demek ki, arkadaşlar. Yani oradan şuraya gelmek istiyorum. Yani Ali Koç’un o söylemi aslında bir gerçekliği ortaya koymakla beraber, onlar sadece söylemiş olmak için söylüyorlar. Yoksa en ufak bir hak alma mücadelesinde, 350 tane taşeron işçisinin örgütlenmesini, ekmeğini biraz daha büyütmesine sen tahammül edemiyorsun. Hatta o zaman önce kendisiyle görüştük. O zaman DİSK Genel Başkanı olan Sayın Süleyman Çelebi, Mustafa Koç’la görüştü Direnişle ilgili. Taleplerimiz şuydu. O zamanki koşullarda, biraz böyle mevcut dengeleri de gözeterek, 2008 yılında maaşlara ayda net 100 lira zam verilsin, iki maaş da ikramiye verilsin, dedik. İstediğimiz de bu. Bunu kabul etmedi. Ondan sonra sen kimden bahsediyorsun… Vicdanını rahatlatmak için bu konuşmaları yapıyorsun. O bakımdan dediğim gibi bunların düzeni bu. Bu düzen uğruna zaten dünyada savaşlar çıkartılıyor. Bu düzen uğruna insanlar katlediliyor. Bu düzeni devam ettirmek için hepimizin bildiği gibi Ortadoğu’da Irak işgalinden bu zamana kadar ölen insan sayısı Ortadoğu’da milyonları buldu, değerli arkadaşlar.
İsrail Siyonizmi, İsrail Devleti meşru bir devlet değildir. İsrail devleti, 1948 yılında Ortadoğu’ya ABD Emperyalizminin kaması gibi sokulmuş bir devlettir. Meşruiyeti yoktur İsrail Devletinin. İsrail devleti Siyonist ve 1948 yılından beri oradaki Müslüman halka katliamlar yapan katliamcı bir devlettir. Yıllardan beri, 1959’dan beri, Küba Devrimi’nden bu yana Küba’ya ambargo uygulanır. Birleşmiş Milletler’de oylama yapılır, iki ülke; biri ABD, biri İsrail ambargonun devamından yana oy kullanır.
2003’ten, Irak işgalinden bu zamana kadar Irak’ta ölen insan sayısı, bazı değerlendirmelere göre üç buçuk milyon, bazılarına göre beş milyon ölen, katledilen insan sayısı. Suriye’de şu ana kadar ölen insan sayısı 350 bin ila 400 bin diye ifade ediliyor. Değişik rakamlar var. Libya’da, Yemen’de onlarca yıldan beri Filistin’de binlerce, on binlerce insan katledildi. Dediğim gibi bazılar on milyon olarak ifade ediyorlar.
Şimdi buradaki bu katliamlar niye yapılıyor?
Condoleezza Rice, 2003 yılında diyor ki; Ortadoğu’da sınırlar yeniden çizilecek. Çünkü ABD Emperyalizmi Che Guevara’nın dediği gibi, insan soyunun başdüşmanı.
(Alkışlar…)
ABD Emperyalizmini şirin göstererek, bu işleri sanki yapmıyormuş gibi göstermek günümüzde moda oldu. Tersine giderek daha da fazla saldırganlaşan, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren ABD Emperyalizmidir. Başta ABD Emperyalistleri ve diğer emperyalistlerdir. Bu katliamların sorumlusu onlardır. Milyonlarca insanın katledilmesinin sorumlusu onlardır. Condoleezza Rice ifade ediyor, Ortadoğu’da haritalar yeniden çizilecek, diye. Şimdi bunu tanımlamak, Ortadoğu’da yaşananları ve giderek Türkiye’yi de içine alan bu süreci görmeden, duymadan, görmezden gelerek olmaz, arkadaşlar.
Sermaye düzenine karşı Türk-Kürt ayrımı yapmadan İşçi Sınıfını emperyalizme karşı örgütleyip birleştirmek gerekir
Barış… Barışı herkes ister. Katil ABD Emperyalizmini gözardı eden bir barış anlayışı olmaz. Bir barış bildirgesinde, Ortadoğu ile ilgili, Türkiye ile ilgili bir barış bildirgesinde, Katil ABD diyemiyorsan, bu katliamın sorumlusu emperyalizmdir diyemiyorsan, o barış bildirisini yazanlar içten değildir, arkadaşlar.
(Slogan: Katil ABD Ortadoğu’dan Defol…)
Giderek Türkiye’yi de içine alan bir süreç işletiliyor. Cizre’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da, Suruç’taki görüntüler; Suriye’deki, Helep’deki görüntüleri biliyorsunuz, o görüntüleri aratmıyor, arkadaşlar. Çünkü Türkiye de o Büyük Ortadoğu Projesinin kapsamında. Türkiye haritasını da değiştirmek istiyorlar.
Kimler değiştirmek istiyor?
AB-D Emperyalistleri değiştirmek istiyor.
Kürt Halkının ekonomik, demokratik, siyasi ve kültürel talepleri vardır ve haklı talepleri vardır. Ama bu talepleri emperyalistler çözemez. Gerçek anlamda işçiler, emekçiler çözer. Bu talepleri karşılayacak olan gerçek anlamda işçiler ve emekçilerdir. Yoksa ABD Emperyalizminin, onun oluşturduğu koalisyonun bir parçası haline gelerek bu meselenin kullanılmasına izin verilmemesi gerekir. Çünkü elbette, tüm halkların olduğu gibi; Kürtlerin de, Arapların da, Türklerin de tüm halkların eşitçe, eşit koşullarda yaşama hakkı vardır. Kültürel ve siyasi hakları vardır. Ama bu sorunun, emperyalizmin bölgedeki senaryolarının, BOP’un bir parçası haline getirilmesine de karşı çıkmak gerekir…
(Slogan: Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Hakların Kardeşliği…)
Şimdi Irak niye işgal edildi, hangi taleplerle?
Özgürlük ve bağımsızlık getiriyordu değil mi ABD?
Saddam düşmandı, Saddam’ı düşman ilan etti.
İşgal sürecinde kaç kişi öldü?
Açık, arkadaşlar; 3,5 milyon kişi öldürüldü, 3,5 milyon kişi katledildi.
Suriye’de Esad’ı düşmanlaştırdılar.
Esad’ı niye düşmanlaştırdılar?
Çünkü Esad’lı Suriye, Filistin Direnişi’nin savunucusu, koruyucusu ülkelerin başındadır. Ondan dolayı Esad’ı düşmanlaştırdılar, Şimdi 2.5 milyon insan Türkiye’de mülteci duruma getirildi.
O sahile vuran Aylan Bebeklerin sorumlusu kim? Esad mı, arkadaşlar?
Emperyalistler.
Eğer bunu Esad olarak görüyorsak, bir yanılgı var burada. Doğru değil. Olayları olduğu gibi görmek lazım.
Bir de olayların gerisinde kim, neyi amaçlıyor, eğer bunu iyi görmezsek doğru tespitler yapamayız, doğru sonuçlara da varamayız.
Bunları yapmak lazım, o bakımdan, burada dediğim gibi halkların kardeşliğine sonsuz inanmamız, emperyalizme karşı mücadeleyi bayraklaştırmamız gerekir. Burada tüm İşçi Sınıfının birliğini, Kürt-Türk demeden sermaye düzenine karşı, emperyalizme karşı birliğine dayanıştırmak lazım.
Dediğim gibi, işte insanları ne hale getiriyorlar, biliyor musunuz?
Ömer Hayyam’ın dediği gibi; insanları celladına âşık olur hale getiriyorlar. Yani, kurtarıcı olarak… İşte Irak’ta, Suriye’de diğer bazı Ortadoğu ülkelerinde, ABD Emperyalistlerini, insanların cellâdını, halkların cellâdını kurtarıcı duruma getiriyor bu senaryolar.
O bakımdan dediğim gibi burada, bu meselelerde, çok açık bir şekilde işin gerisindeki, bu halkları birbirine düşman eden, halkların arasındaki ulusal kimlikleri, mezhepsel ayrımları öne çıkararak, bunları birbirine düşmanlaştıran, politikalara karşı çıkmak lazım. Bunların karşısında halklarla beraber, emperyalizme karşı mücadeleyi bayraklaştırmak lazım, Bu süreçte de bunu yapmak lazım. Türkiye’de şovenist politikalara karşı, halkların kardeşliğini, antiemperyalizm mücadelesini bayraklaştırmak gerekir. Bizim halklar olarak yapacağımız şey, Türkiye emekçi Halkları olarak, İşçi Sınıfı olarak, önümüzdeki süreçteki en önemli sorumluluğumuz bunlar, değerli arkadaşlar.
Şimdi bunları dedikten sonra, Türkiye’de gerçekten siyasi olarak çok zor günleri yaşıyoruz. Bizim İşçi Sınıfı olarak, sınıf politikamız, İşçi Sınıfının mücadelesi enternasyonal bir mücadeledir. Yunanistan İşçi Sınıfıyla, Kürt İşçi Sınıfıyla, Arap işçi kardeşimizle, işçilerin çıkarı ortaktır. Sermaye düzenine karşı ortak mücadele içerisindeyiz. Çünkü dayanışma içerisinde bulunmak gerekir.
Nasıl ki, sermaye geliyor şimdi, uluslararası sermaye geliyor, ne yapıyor?
İşte ucuz bulduğu zaman Türkiye’ye; gelip değerlerimizi götürüyor. Mesela Türkiye’de kargo sektöründe, Aras Kargo’nun büyük bir kısmını Avusturya Post satın aldı. Fransız La Poste, Yurtiçi Kargo’nun önemli bir kısmını satın aldı.
Ne yaptı yabancı sermaye, kimle işbirliği yapıyor?
Türkiye’deki partnerleriyle, tekellerle işbirliği yapıyor. O bakımdan, bizim de, burada dediğimiz gibi, İşçi Sınıfı olarak mücadelemizi ortak bir mücadele hattına getiren Sınıf çıkarıdır. İşçilerin çıkarıdır. Ulusların kendi arasındaki haritaları çizen de, bunları birbirine düşmanlaştıran da Emperyalistlerdir, egemenlerdir.
(Slogan: İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek…)
İşçi Sınıfının çıkarı çünkü dünyanın en haklı davasını yürüten İşçi Sınıfının çıkarı, savaşlardan yana bir çıkar olamaz, arkadaşlar. Çünkü İşçi Sınıfının çıkarı, savaşların olmadığı, gelirlerin eşit olarak paylaşıldığı bir dünya düzenidir.
Demin söylediğim gibi, bu kadar adaletsiz, bu kadar haksız bir düzenin savunucusu kimler?
Emperyalistler.
Bizim de çıkarımız nedir?
Daha adil bir dünya, daha eşit bir dünya için mücadele ediyoruz. Onun için de bölgedeki tüm halkların aslında sorunlarının çözümü de, İşçi Sınıfının mücadelesini geliştirmekten geçiyor.
Bunları belirttikten sonra, önümüzde İşçi Sınıfı olarak yoğun gündemler var. Yani DİSK olarak önümüzde gündemler var. Onlarla ilgili değerlendirmede bulunmak istiyorum.
Mesela, İşçi Sınıfı Türkiye’de giderek yoksullaşıyor. Biraz önceki vermiş olduğumuz örnekte de bu çok açık.
İş cinayetleri Türkiye’nin en önemli gündemlerinden bir tanesi. Örneğin, Çalışma Bakanlığının verilerine göre 2002-2015 yılları arasında iş kazalarında ölen işçi sayısı 17.126.
Son 2015 yılında ölen işçilerin 68’inin yaşı 18 yaşından küçük, arkadaşlar.
Dünyada iş kazalarında, iş cinayetlerinde sadece El Salvador ve Cezayir bizim üstümüzde. Dünya üçüncüsüyüz, Avrupa birincisiyiz iş cinayetlerinde.
Şimdi bu neden kaynaklanıyor?
Bu, İşçi Sınıfı mücadelesinin gelişkin olmamasından, giderek sendikaların etkisizleştirilmesinden kaynaklanıyor. En önemli şeylerden bir tanesi de; sermaye, daha fazla kâr elde etmek istiyor. Kâr hırsıyla ne önlem alıyor, ne bir yatırım yapıyor. Çünkü bunun hepsini bir maliyet unsuru olarak görüyor.
Şimdi bu süreçte en önemli gündem maddelerimizden bir tanesi, Kıdem Tazminatının Fona devredilmesi ve kıdem tazminatının 3’te 1’i oranına düşürülmesiyle ilgili, ulusal istihdam stratejisi programında yer alan plan.
Kıdem tazminatı, kıdem tazminatı meselesi, özellikle bizim nakliyat ambarlarında, kıdem tazminatı eşittir iş güvencesidir, arkadaşlar.
Patronlar şunu söylüyorlar, diyorlar ki; kıdem tazminatı bizim açımızdan bir maliyet.
Neden maliyet?
MESS’in yaptığı bir araştırmaya göre biliyorum, bazı sektörlerde böyle çünkü MESS daha çok bir metal iş sektörü, otomotiv sektörü işverenlerinin örgütü. Toplam iş maliyetleri içerisindeki işçilik payı yüzde 1-2 arası, arkadaşlar. Otomotiv sanayisindeki toplam maliyetler içerisindeki işçilik payı yüzde 1 ve 2 arası.
Bazı sektörlerde, tekstilde, işte bazı hizmet sektörlerinde bu oranlar değişik olabilir, ama dediğim gibi, otomotiv sanayi yüzde 1 ve 2 arası…
Şimdi Vehbi Koç, biliyoruz, 12 Eylül’de Kenan Evren’e yazı (mektup) yazdı; ya bize bu yük getiriyor. diye. 12 Eylül’den beri sermayenin gündeminde arkadaşlar, bu kıdem tazminatının gasp edilmesi meselesi.
AKP de bazı düzenlemeler yaparken, bunu Reform diye sunuyor. Reform olarak sunuyor. Mesela şunu yapıyor, şu hileye başvuruyor. Kazanım şartlarına (kazanılmış haklara) dokunulmayacak, diyor. Önce bir yoklama çekiyorlar, ondan sonra da reform olarak sunuyorlar.
Şimdi 2008 yılındaki emekli yaşını düzenlerken onu yaptılar. Dediler ki; ya işte işe girenler eski yasaya tabii olacak, 2008’den sonra girenler 65 yaşında emekli olacak. 65 yaşa çıkarttılar. Türk-İş de, Hak-İş de buna evet dedi.
Her tarafta söylüyoruz, işçi sendikasının doğasında ne var arkadaşlar?
İşçinin ekmeğine ve sosyal haklarına sahip çıkmak var.
Ya bir işçi sendikası şu olabilir mi? Ya Türkiye’deki işsizlik belli, açlık belli sen emeklilik yaşını 65 yaşına çıkartan bir önergeye, bir işçi sendikası olarak onay veriyorsun, evet diyorsun. Böyle bir şey olabilir mi?
Ama bunların misyonu bu, bunların tam da görevi… Türk-İş tipi sendikacılık aynı zamanda Amerikancı sendikacılıktır. Türk-İş’in kuruluşunda CIA vardır. 1952 yılında kurulmuştur. Türk-İş, CIA’nın Türkiye İşçi Sınıfının başına bela ettiği bir sendikal örgütlenmedir, bir konfederasyondur. Bunun görevi, İşçi Sınıfı içinde sermayenin ajanlığını yapmaktır, bununla görevlendirilmiştir. Zaman zaman Türk-İş içerisinde mücadele eden sendikalarımız var. Mesela Deri-İş Sendikası yöneticileri aramızda. Mücadele sendikacılığı var ama Türk-İş’in genel mücadele çizgisi budur. Bununla görevlidir. O bakımdan dediğim gibi, yahu emeklilik 65 yaşa çıkarken bunlar evet, dedi
Şimdi bu süreçte de diyor ki; ya var olan haklara dokunmayacağız.
Neye dokunacaksın sen?..
Bir de şu denemeyi yapıyorlar: İşte herkes kıdem tazminatı alacak. Ya şu an zaten önemli sayıda insanın kıdem tazminatı hakkı var. Kıdem tazminatı vermeyen patronlara karşı dava açılır, davanın büyük çoğunluğu da kazanılıyor. Şimdi bu gerekçeyi sen kullanıyorsun, sanki herkes alacakmış gibi. Onu da öyle bir abartıyorlar, yüzde 90’ı alamıyor diyorlar. Yalan, büyük çoğunluğu istese alabiliyor. Kimisi dava ile alıyor kimisi direnerek yaparak alıyor. Alıyorlar tazminatını.
Eğer bununla ilgili düzenleme yapacaksan sen, tazminat ödemeyen işverenlerle ilgili cezai hükümler getirirsin. Caydırıcı, en önemli şeylerden bir tanesi bu; yaptırımlar getirirsin, cezai yaptırımlar getirirsin bir de bunu ödemek zorunda bırakırsın. Şu anda işçilerin yıllık toplam ücretinin yüzde 8.3 olan Kıdem tazminatı yükünü, işverenler lehine yüzde 3.1’e düşürmeye çalışıyorlar. Böylece işverenler, kendilerince önemli bir işçilik maliyetini asgariye düşürmeyi amaçlıyorlar. Örneğin bugünkü uygulamada bir işçinin maaşının brütü 2 bin TL ise ikramiye ve sosyal haklarla 3 bin 500 liraya ulaşılabiliyor hatta kıdem tazminatı tavanını aşabiliyor. Sendikamızın toplusözleşme yaptığı birçok iş yerinde tavandan alıyorlar. Ancak yapılacak değişiklikle kıdem tazminatının hesaplanmasında yalnızca 2 bin TL olan ücret hesaba katılacak.
Bununla da kalınmıyor, kıdem tazminatının hesabı her yıl için 30 gün yerine 15 gün üzerinden yapılacak. 20 yıl çalışan bir işçi şu an ortalama 25 maaş tutarında kıdem tazminatı alıyorken, yapılacak düzenlemeyle bu, 7 maaşa düşecek. Yani bu bakımdan şu anda en önemli mücadelelerden bir tanesi kıdem tazminatı hakkımıza, iş güvencemize sahip çıkmak. Özellikle, dediğim gibi küçük işletmeler açısından, zaten büyük işletmeler 50-100 kişiden çok, kıdem tazminatı verebilir. Çünkü onların milyarlarca dolar paraları var kasalarında. Ama bizim örgütlü olduğumuz küçük işletmeler kıdem tazminatı eşittir iş güvencesi.
Çünkü kıdem tazminatını verirken işveren düşünmek zorunda kalıyor. Bu bana ne kadar yük getirir, bunu çıkarayım mı?
Bu bakımdan önümüzdeki süreçte özel istihdam büroları yaygınlaşmış durumda. Yani istihdam büroları için yasa çıkaracaklar da yasa çıkmadan kaç yıldır uygulanıyor. Biz bunu görüyoruz. Örneğin Ekol Lojistik’te örgütlenme yaparken Özel İstihdam Bürosu’ndan gelen işçiler vardı. Binlercesi çalışıyor. Büyük ölçüde yürürlükte.
Muhatap kim?
Muhatap Ekol Lojistik değil Özel İstihdam Bürosu. Bir defa işkolları çıkartıyorlar resmen sendikal örgütlenmenin önünde ciddi engel. Eskiden dayıbaşılık var. Adana Osmaniye’de elçi işçiyi getirir, işçiden yüzde 10 pay alır. Bazı yerlerde kâhyadır bazı yerlerde dayıbaşılıktır. Bizim orada elçiydi. Ondan sonra işçileri toplar, çalıştırır, gider. Şimdi tamamen o düzene geçmeye çalışıyorlar.
Şimdi işçilerin içinde AKP iktidarına oy veren çok sayıda arkadaşımız olabilir. Bizim sendika üyelerimizden de çok. Doğal bu, herkesin siyasi tercihleri vardır. Ama bu tür konularda karşı çıkmak gerekir. Siyasal tercih ayrı, kendi çıkarlarımıza sahip çıkmak ayrıdır. İşçi Sınıfının ekonomik ve demokratik haklarına sahip çıkacağız. Çünkü bizim varlık nedenimiz bu. Çocuğumuzun, çoluğumuzun geleceği. Kıdem tazminatı alan arkadaşımız eskiden bir ev sahibi oluyordu. Şimdi onlar geçti, arkadaşlar. 25 yıl çalışan arkadaşımız belki 6 maaşlık tazminat alacak sadece. Alacağı 23 belki 30 maaşı bulan kıdem tazminatı, 5-6 maaşa düşecek.
Şimdi buna karşı çıkmak mı gerekir çıkmamak mı gerekir? Buna, oy verdiğiniz parti iktidarda bundan dolayı kenarda mı durmak gerekir yoksa sonuna kadar mücadele etmek mi gerekir?
Sonuna kadar mücadele etmek gerekir.
Nakliyat İş, bundan sonra da mücadeleyle var olmaya devam edecek
O bakımdan önümüzdeki dönemde en önemli sorunlarımızdan biri sendika olarak, konfederasyon olarak görevimiz bu, arkadaşlar; kazanılmış haklarımıza sahip çıkacağız, ekmeğimize sahip çıkacağız.
Son 4 yıllık dönemde sendika olarak üye sayımızı yüzde 255 oranında artırdık.
Bunu ne pahasına yaptık?
Biz sadece İşçi Sınıfının örgütlülüğüne, mücadelesine güveniyoruz. Bizim başka güvencemiz yok. O bakımdan biz İşçi Sınıfının sadece özgücüne inanarak bunları başardık. Zaman zaman bazı belediyelerde oluyor örgütlenmeler. Biz belediyelerin taşeronlarında örgütlenirken belediye başkanlarıyla görüşmedik. Belediye başkanıyla kavgadan sonra görüştük, İşgalden, Direnişten sonra görüştük. Her Direniş bizde böyle olmuştur. Biz kimseden örgütlenme için, Nakliyat-İş Sendikası hiçbir işverenden icazet almaz. İşçilerin özgücüne güvenerek örgütlendik.
(Alkışlar…)
Şu anda Bakanlık, belediyelerdeki taşeronlarda örgütlediğimiz, sendikamıza üye olan 2 bin 500’e yakın üyemizin üyeliklerini saymıyor. Bu nedenle bizim gerçek büyüme oranımız yüzde 255’tir. İşçi, sendikalara üye olurken e-devlet üzerinden sisteme girerek hangi sendikaya üye olmak istiyorsa onu işaretleyerek üyelik işlemini sendikanın onayıyla gerçekleştirebiliyor. Belediye taşeronlarında, taşımacılık işkoluna giren taşeron işyerlerinde 2500’e yakın işçi kardeşimiz sendikamıza bu yolla üye oldular. Bu işyerlerinde, işgaller yaptık, örgütlendik ve çoğunluğu sağladık. Çalışma Bakanlığına yetki için başvuru yaptık. Başvuru yapana kadar herhangi bir sorun olmazken başvuru yaptığımız anda Bakanlık teknik bir hatadan dolayı bu işyerleri, genel hizmet işkolunda olması gerekirken taşımacılık işkolunda gösterilmiş, dedi. Bundan dolayı Bakanlık, yetki başvurumuza olumsuz cevap verdi ve yasal olarak üye olan 2500 üyemizin üyeliklerini bir anda hukuksuz, keyfi bir şekilde düşürdü. Aynı benzer işyerlerinde Hak İş’e bağlı Öz Taşıma İş Sendikası’na yetkiler verildi ve Öz Taşıma-İş Sendikası bu işyerlerinde toplam 15 bine yakın işçi adına “sözleşme”ler yaptı. Bizim için teknik hata olan, Öz Taşıma-İş için teknik hata olmadı.
Bakanlığın bu işlemi tamamen siyasi, hukukdışı bir işlemdir, yasal değildir. Bakanlığın hukuksuz işlemlerine karşı açmış olduğumuz ilk iki davayı kazandık. İzmir Karşıyaka Belediyesinde 335 işçinin çalıştığı Altaş işyeriyle Eskişehir Tepebaşı Belediyesinde 550 işçinin çalıştığı Mehmet Selimoğulları Denmar ortaklığı işyerinde iş mahkemeleri sendikamızın yetkili olduğuna ve üyeliklerimizin geçerli olduğuna karar verdi.
Önümüzdeki günlerde Kadıköy Belediyesinde 650 kişinin çalıştığı Altaş işyeri var, onun da yetkisini alacağız. Bakanlık siyasi olarak engelliyor, çünkü Öz Taşıma-İş’e veriyor, Nakliyat İş’e vermiyor. Ama biz bunların hepsini aşacağız. Oradan da yetkilerimizi alacağız.
Böyle bir ortamda belediyelerde örgütlenip direniş yapmadığımız bir tek Kadıköy Belediyesi var. Çankaya Belediyesinde Norm Altaş’ta Direniş, İşgal yaptık. İzmir Karşıyaka Belediyesinde eylem yaptık. İstanbul Kadıköy Belediyesinde eylem noktasına gelmeden, Belediye Başkanıyla örgütlenmeden sonra birkaç görüşmemiz oldu. Belediye Başkanı da işçilerin sendikal tercihlerine saygı gösterdi. Biz her zaman Sezar’ın hakkını Sezar’a veririz.
Bizim şöyle bir tartışmamız da yok. Buraların işkolu tartışmasını biz yapmıyoruz. Yasal durum diyor ki, hangi işkolundaysa sendikaya yetki verilir. Eğer bir işkolu değişikliği varsa gerekli önlem alınır. Biz böyle mücadele ede ede üye sayımızı artırdık.
Bir önemli mücadele alanımız da arkadaşlar, PTT taşeronları.
Sendikal mücadele, sadece toplusözleşme yapma mücadelesi değil aslında. Şunu açıkça söyleyeyim; her bir direniş, her bir mücadele İşçi Sınıfı adına bir kazanımdır. Toplusözleşme bu işin taçlandırılmasıdır.
PTT’de 20 yıldır taşeron cehenneminde işçi kardeşlerimiz çalıştırılıyor. Yeni yasayla birlikte orası bizim işkolu alanına girdi ve örgütlenmeye başladık. Taşeronda çalışan işçilerin maaşları verilmemiş, 2014 yılında bir aylık maaşları verilmemiş. Direniş yaptık, sahip çıktık ödemek zorunda kaldılar. Şimdi sözleşme var, geçtiğimiz günlerde PTT işçilerine geriye dönük; “tüm haklarımı aldım” diye bir şey imzalatıyorlar. Tamamen yasadışı. Sen bunların tazminatını verdin mi? Vermedin. Biz müdahale ettik, bir yanlışlık olmuş dediler. Şimdi böyle yaparak, mücadele ederek PTT taşeronlarında artık en azından işçilerin yasal haklarına belli anlamda saygı gösterilmeye başlandı. İşçilerin maaşları düzenlenmeye başlandı, taşeron işçisi de insan yerine konulmaya başlandı. Bu mücadele aynı zamanda işçilerin insan yerine konulma mücadelesidir.
(Slogan… Zafer Direnen İşçilerin Olacak…)
Orada bir Haber-İş Sendikası var, sarı sendika, açık söyleyeyim. Çift sarı hem de. Sen orada yıllardan beri sendikasın sözde. İşçilerle ilgili bir tek muvazaa davası açmadı, arkadaşlar.
Buralarda muvazaa davaları açılmış olsa, bu davaların hepsi kazanılacaktı ve bunun sonunda işçiler, işbaşı yaptıktan itibaren geriye dönük olarak kadrolu işçilerin aldığı ücret üzerinden hem aylık ücretlerini hem de sosyal haklarını alacaklardı, hem de asıl kadroya geçme hakkı kazanacaklardı. 15-20 yıllık bir taşeron işçisinin bu muvazaa davası yoluyla geçmişe dönük, şu anki parayla 90-100 bin lira arasında para alması mümkündü. Yazık günah gerçekten ya. İnsanın yüreği elvermiyor. 19 yıldan beri çalışan işçi var. Çünkü muvazaa kararının verilmemesi için hiçbir neden yok. İşçileri, şöyle yapıyorum böyle yapıyorum diye oyalamış, sarı sendikacılığın gereğini yapmıştır. Biz örgütlenmeye başlayınca mesela, ya burası Nakliyat-İş koluna girmez! Resmi yazı yazdık Haber-İş Sendikası’na, İşçilerin karşısında tartışalım. İşçi neye karar verirse oraya gidelim. Yok!
Bizim her şeyimiz açık, arkadaşlar. İşçilerin önünde tartışalım, diyerek Haber-İş Sendikası’nı resmi olarak davet ettik. Yazı yazdık. Kardeşim gel. Madem sen bunları söylüyorsun, işçilerin önünde tartışalım. İşçiler hakem olsun. Yok! Böyle müdürlerle bilmem nelerle iş çeviriyor. Ondan sonra olmadı bu sefer Öz-Taşıma İş Sendikası’nı getirmeye başladılar.
Böyle sendika olur mu, arkadaşlar?
İşçilerle temas etmiyor. Öz-Taşıma-İş Sendikası’nın adına taşeron işçileri, taşeron temsilcisi, uzman dağıtım temsilcisi, Topkapı’daki işçilere diyor ki; ya bak eğer siz Öz-Taşıma-İş Sendikası’na üye olursanız hazineden size yardım edilecek. Eğer Nakliyat-İş Sendikası’na üye olursanız…
Geçen Başmüdürle konuştum; ya bu neyin nesidir, arkadaş? Siz bunlara niye engel olmuyorsunuz?
Ya işte şöyledir böyledir… Taşeron temsilcisi, Öz-Taşıma-İş Sendikası’nın faaliyetini yapıyor. Ya sen işveren misin?.. Neyse ağzımı bozmayayım da… Sen işveren misin, taşeron musun nesin yani? Durumuna bir karar ver. Sen önce buna bir karar ver. Ama bunlar zaten…
O bakımdan bakın orada birkaç yıldan beri uğraşıyoruz. Ücretsiz paso davasını kazandık, arkadaşlar. Dava açtık. Yıllardan beri kimse dava açmadı. Dava açtık, ücretsiz pasoyu kazandık. Dava açan arkadaşımız şu anda İstanbul’da İETT’ye ücretsiz biniyor. Davayı açtık. Bu bir örnek.
Onlara da söylüyoruz zaten. Bakın kamudaki taşeronlara, hep AKP döneminde alınmış ve büyük çoğunluğu da AKP’ye oy vermiş. Onlara da diyoruz ki; bakın açık söyleyeyim, toplantılarda açık söylüyorum. Elinizi vicdanınıza koyun. Burada hangi sendika sizin çıkarlarınıza sahip çıkıyor? Hangi sendika sahip çıkıyorsa o sendikaya siz de sahip çıkın. Elinizi vicdanınıza koyun yalnız. Yani öyle sağda solda kıvırma yapmayın.
Ondan sonra tüm baskılara rağmen, müdürün tüm baskılarına rağmen, ondan sonra taşeronun baskılarına rağmen direnişlerle, eylemlerle biz PTT’de örgütleniyoruz. Şu anda taşeron işçilerin bazı yerlerinde zaten yetki başvurusu yaptığımız yerler var. Adana’da Seyhan PTT’sinde dört tane işçi arkadaşımızın direnişi 70. güne ulaştı. Onlara da buradan bir selam gönderiyorum. Hep beraber saygılarımı sunuyorum onlara da. Bu arkadaşlarımız da anlatıyor, Mustafa diye bir arkadaşımız, işçilerin öncülerinden, geçen Akdeniz televizyonuna da çıktı. Örgütlenme, mücadele bu, arkadaşlar. Ya diyor, geçen PTT Müdürü geldi, diyor. Memurlar bile karşısında konuşamadı, diyor. Ben de biraz heyecanlı anlatınca heyecanını kesmek istemedim. Ben, diyor elimi arkama attım diyor, ağzıma ne geldiyse söyledim, diyor. Ya Mustafa dedim; tamam söylemişsin de yani biraz usturuplu olman gerekir diye. Zaten bunu hazmedemediler kısa süre sonra çıkarttılar. Ama buna rağmen arkadaşlar, 70 günü buldu Direniş.
Tüm bölgelerde, taşeronlarda her türlü baskıya rağmen varlığımız devam etmiştir. Herkes şunu biliyor, onu da sorduğumuz zaman, kim mücadele ediyor burada dediğimizde; Nakliyat-İş sendikası diyorlar.
Dediğim gibi biz, şunu anlatmak istiyorum, mücadeleyle, kavgayla hep var olduk. Mücadeleyle ve kavgayla da var olmaya devam edeceğiz, arkadaşlar.
Bizim kavgamız sermaye düzeniyle, bizim kavgamız sarı sendikacılarla.
Sermaye düzeninin ajanlığını yapan bu sendikalara karşı kavgay devam…
Kavgaysa da kavga, mücadeleyse de mücadele. Mücadelemize devam edeceğiz, arkadaşlar.
Yani tüm bu engellemelere rağmen sendikamızın üye sayısı 2009’dan 2012’de yayımlanan istatistikten şu anda olması gereken sayı 7 bin küsur. Ama şu anki istatistiklerde 4900 gözüküyor. Resmi. Sayılmayan üyelerimiz var. Bunları da mücadele ile aşacağız, arkadaşlar.
Bakın bir de o kadar engel getiriliyor ki…
Bizim işkolu birleşmesinde, üç tane işkolu birleşti: Kara taşımacılığı, Hava taşımacılığı, Demiryolu taşımacılığı diye. Bizim işkolumuzdaki rakamı korkunç derecede arttırdılar. Aslında iki yüz, üç yüz bin olması gereken işkolunun sayısını da yükselttiler.
Taksicileri… Taksicileri de örgütlenmemize, gündemimize aldık. Mesela taksici arkadaşımız burada. Aramızda. İstanbul’da taksicilerin örgütlenmesini gündemimize aldık, arkadaşlar. Şimdi taksicilerin bir kısmı aslında iş kanununa tabi değil. Bakanlığa yazı yazdık. Dedik; arkadaş bunlar iş kanununa tabi değil. En az 100 bin kişi. O zaman toplam taşımacılık işkolunda çalışan işçi sayısından düşür. Yok! İşçiler hakkını aramaya gelince, taksicilere diyorlar ki, şoförlere; Sen işçi değilsin! Sendikalaşmaya gelince işçi sayıyorlar. Her türlü oyunu oynuyorlar. Gerçekten ortada, ilk defa Türkiye’de taksicilerin örgütlenmesini gündeme alan sendikayız. Mücadele ediyoruz. Zorlukları var ama orada da bir yol aldık. Orada da en azından bir sendikalaşma gündeme girdi. Taksi şoförlerinin sendikalaşması gündeme girdi.
Motorlu kuryelerle ilgili çalışmalarımız oldu bu dönemde.
Bu dönem gerçekten eylemlerle, mücadelelerle doluydu.
Baraj, engel olarak önümüze kondu. Ona karşı mücadele ettik. Çalışma Bakanlığının önünde eylem yaptık. Çıkartılan bir yasa ile Nisan sonuna kadar ek bir süre verildi. Bu konuda DİSK’in de önemli katkıları oldu. Süleyman Çelebi’nin de önemli katkıları oldu. Ama sorunu bu Tabiî çözmüyor, arkadaşlar. Aslında Türkiye’de sendikal haklar ne yazık ki gerçek anlamda olması gereken durumda değil. Uluslararası standartlarda değil. İşkolu barajları, işletme barajları bu gereksiz, anlamsız şeyler…
Şimdi artık yeni yasaya göre tamamen Çalışma Bakanlığının inisiyatifinde, arkadaşlar. Çalışma Bakanlığı diyor ki; Nakliyat-İş Sendikası, senin üye sayın bu kadar diyor. Çünkü tüm kayıtlar kendisinde, arkadaşlar. Bizim sendika olarak; Nakliyat-İş Sendikası’nın, Birleşik-Metal’in, Genel-İş Sendikası’nın, Deri-İş Sendikası’nın kendi üyeleri ile ilgili bir inisiyatifi kalmadı. Bakanlık diyor ki; ya, senin üye sayın bu kadar. Ondan sonra biz uğraşıyoruz ki, üye sayımız o kadar değil de bu kadar. Şimdi düşünebiliyor musunuz yasal bir örgütlenmede ilgili sendika yönetiminin inisiyatifi yok. Bu duruma getirdiler.
Onun için kısmi değişiklikler yapılıyor ama işin özünde 12 Eylül’ün tüm yasakları yeni yasada korunuyor. Grev yasakları korunuyor. Diğerleri korunuyor.
Üye sayımızı bu kadar arttırmakla beraber toplusözleşme kapsamındaki üye sayımız da arttı. Üçte bir oranında arttırdık. Yani yeni örgütlenmelerimizle beraber…
Mesela dün başladık. Eskişehir Sarp Lojistik’te 500 yüz kişilik bir işyerinde toplusözleşme görüşmelerine başladık.
MC Paketleme’de bir taşeron örgütlenmesi yaptık. Burası Alman sermayeli ZF Amortisör fabrikasıdır. Üretimde çalışan işçiler Türk-Metal’den istifa etti. Bu işçiler şu an sendikasız. Biz sendika olarak ZF’nin taşeron işyeri MC Paketlemede toplu iş sözleşmesi yaptık.
Toplam toplusözleşme kapsamındaki işçi sayımızı da arttırdık, arkadaşlar. Yani üçte bir oranında, toplusözleşmeli işçi sayısı da aşağı yukarı daha önce bin beş yüz civarındayken, iki bin beş yüze yakın bir toplusözleşme kapsamındaki işçi sayımız olacak.
Gerçekten her zaman biz mücadeleyle var olduk. Yani biz 95 yılında yönetime geldiğimizde, sendikanın borcu vardı. Hep mücadele ile var olduk. Daha sonra sendikamızın örgütlendiği Ambarların tekrar sendikamıza gelmesi ile beraber önemli bir yol aldık tabiî. Çok önemli katkısı oldu. Ama ondan sonrasında gerçekten hep direnişlerle, işgallerle kavrulduk. Bundan da mutluyuz, arkadaşlar, yani işverenlere karşı kavga vermekten.
Ondan sonra biraz önce işte, Nurettin Arkadaşımızla biz aynı zamanda cezaevinde de kaldık 1 ay. Biz sadece kendi işkolumuzdaki işçiler için mücadele vermiyoruz. Ben o zaman DİSK yönetimindeydim, LC Waikiki’ye çalışan MEHA Tekstil var, verilmeyen hakları var, onların mücadelesine de sahip çıktık. LC Waikiki’nin patronu, Vatan Emniyet’te bizim aleyhimize şahitlik yaptı, tanıklık yaptı. LC Waikiki’nin patronu da şikâyetçiydi. Onların şikayeti üzerine bir operasyonla gözaltına alındık, 1 ay Metris’te yattık. Rahmetli Nurettin Arkadaşımız da vardı. Rıza Ballı da gözaltına alındı, o emniyetten bırakıldı. Yani biz böyle mücadele etmekten de gerçekten onur duyuyoruz, arkadaşlar. Çünkü böyle mücadele ederek, aslında bizim hesap edemediğimiz bir gelişme de ortaya çıkıyor.
CarrefourSA işçileri geldi Tez-Koop-İş Sendikası üyesi. Tez-Koop-İş Sendikası, sarı sendikacılık yapan sendikalardan bir tanesi. CarrefourSA’daki işçilerin Ümraniye mağazası kapatıldı işçilerin maaşları tazminatları verilmiş, sahip çıktık sendika olarak. Farklı bir işkolu olmasına rağmen sahip çıktık, eylem yaptık, kasa kilitleme eylemi yaptık. CarrefourSA Genel Müdürü Mehmet Nane benimle görüştü. Asena diye birisi, insan kaynaklarından sorumlu bir uşak kadın var öyle söyleyeyim, onlarla birkaç defa görüştük. Muhatap olur hale geldik.
Tez-Koop-İş Genel Başkanı arıyor, Osman Gürsü diye sendika başkanı. Ya başkan, diyor şöyledir böyledir… Dedim ne başkanı, siz sahip çıkmadınız biz sahip çıktık. Bir şey diyemedi. Sonradan duyuyoruz arkadaşlar: Allah şu Nakliyat-İş Sendikası’ndan razı olsun, diyor. Niye razı olsun? Çünkü Nakliyat-İş Sendikası sayesinde CarrefourSA’da daha etkili duruma geldik.
(Alkışlar…)
Dolayısıyla orada sendika, Tez-Koop-İş Sendikası daha güçlü hale geldi. Biz işçiler adına bundan mutluyuz, ama sarı sendikacılara bir katkı vermekten de bazen rahatsız oluyoruz.
Örneğin RESA’da da oldu. Arçelik’te biz örgütlendiğimizde, tam yüz tane taşerona çalışan Arçelik işçisini işveren, sarı gangster Türk-Metal Sendikası’na üye yaptı. İşçiler telefonla aradılar bizi; Başkan Allah sizden razı olsun, biz kadroya geçtik. Bize telefon ettiler. Ama kime üye yaptılar? Benim sendikam, diyor Türk-Metal’e üye yaptılar ne yazık ki…
Arkadaşlar, işçiler adına bir katkımız olduysa ondan da keyif alıyoruz.
Sınıf temelinde mücadele eden DSF ile birlikte davranıyoruz
Bu arada arkadaşlar, önemli bir durum da Sendika olarak uluslararası ilişkiler alanında örnek bir mücadele alanı açtık, Türkiye’de Dünya Sendikalar Federasyonu’na üye olan tek sendikayız. Sosyal-İş Sendikası da geçtiğimiz genel kurullarında katılma kararı aldı, onları da tebrik ediyoruz bu karardan dolayı.
Çünkü Dünya Sendikalar Federasyonu, dünyada emperyalizme ve kapitalizme karşı, ücretli köleliğe karşı sınıf temelinde mücadele eden bir sendikal örgüttür. O bakımdan bu mücadeleci Konfederasyona üye olan tek sendikayız.
Bakın şöyle bir fark var, Soma’da 301 kardeşimiz maden altında katledildi, öldü. Onları da rahmetle anıyorum. DSF’nin Genel Sekreteri Yorgos Mavrikos, iki gün sonra Türkiye’ye geldi, DİSK yöneticileri ile görüştü, dayanışmalarını belirtti, içinde işçi sevgisi, insan sevgisi duymak budur.
Biz Türkiye’de uluslararası diğer sendikalarla beraber Soma’daki işçilerle dayanışma amacıyla konferans yaptık, DSF ile beraber konferans yaptık. Yani dediğim gibi, bunun içten bir sahiplenme olduğu ortaya çıkıyor. Diğer sendikalara göre önemli bir fark.
Diğer sendikaların şöyle bir misyonu var; Türkiye’deki sendikal hareketleri emperyalizm adına dizayn etmeye çalışan görevli uluslararası konfederasyonlar var, bunları da biliyoruz, arkadaşlar. O bakımdan bu konuda da bir mücadeleyi geliştirmek, büyütmek…
Bakın biz DSF ile beraber Suriye’deki işçilerle dayanışmaya gittik. Geçtiğimiz Aralık ayında Filistin ile dayanışmaya gittik. İsrail Siyonistlerinin Gazze’de katlettiği bir gencin de taziyesine gittik Filistinlilerle beraber. Filistin İşçileriyle beraber olduk. Filistin’deki işçi kardeşlerimizin İsrail Siyonizmine karşı, ABD’ye karşı mücadelesine dayanışma gösterdik. Giderken, dönerken valizlerimizin içine kadar arandık orada. Hazmedemiyorsun gerçekten. Filistin’in tüm şehirlerinde bakıyorsun İsrail’in askerleri var, Siyonistlerin, şehir kontrolü altında. Kendi vatanlarında insanlar bir yerden bir yere giderken de, taziye evine giderken engellerden geçiyor. Biz de taziye evine ancak böyle aramalardan geçerek varabildik. Akşam vakti oraya gittik. Orada da yine aynı şekilde, El Halil denilen, Hz. İbrahim’in mezarının da olduğu yer, oraya şimdi Yahudiler Hebron diyorlar. Büyük çoğunluk Filistinli, çok az kısmında İsrailliler var, orada bir barikat kurulmuş. Bakalım falan dedik, tam barikatın oraya gittik, karşımızda İsrail askerleri ellerinde silahlar, barikatlar var. Filistinli gençler var. Yani her an sıcak bir çatışma olabilir, öyle bir şey de yaşadık. Dediğim gibi, herhangi bir Filistinlinin başına ne geliyorsa bizim de başımıza böyle bir şey gelebilirdi.
Çünkü böyle bir sahiplenme ancak İsrail Siyonizmine karşı, emperyalistlere karşı mücadele etmekle başarılı olabilir.
Dediğim gibi, burada bu tür sendikal örgütlerle, uluslararası sınıf hareketi ile dayanışma içerisinde bulunduk. Örnek bir süreç yaşadık.
DSF’nin Taşıma İşçileri Enternasyonali Genel Başkanlığı’na Seçildik, Şili’de yapılan, Santiago’da yapılan bir Genel Kurul’da.
O bakımdan artık Yunanistan, PAME’deki (Yunanistan Tüm İşçilerin Militan Cephesi’ndeki) işçilerin eyleminde enternasyonal bir dayanışma verdik. Burada katılan arkadaşlar da var, İstanbul Konsolosluğuna gittik orada bir dayanışma eylemi yaptık. Çünkü PAME de Yunanistan’da Syriza’ya karşı, reformcu sermayenin sözcülüğünü yapan Syriza’ya karşı haklı bir mücadele, militan bir mücadele veriyor; onları da buradan saygıyla selamlıyorum.
Şimdi arkadaşlar, DİSK ile ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. DİSK’in geçtiğimiz günlerde, Pazartesi-Salı günü Bolu Koru Otel’de toplantısı oldu, Genişletilmiş Başkanlar Kurulu oldu. Gündemin bir tanesi de, DİSK’in, kıdem tazminatı ve işçiye yönelik, hakların gaspına yönelik gündem maddesiydi. Gidemedik biz. Hem Nurettin Arkadaşımızın vefatından dolayı, hem de Sarp-Lojistik ile ilgili önemli bir görüşmemiz vardı, ondan dolayı gidemedik.
Şimdi ondan dolayı da birkaç değerlendirmemizi paylaşmak istiyorum, arkadaşlar.
Şimdi DİSK, 1968 yılında kuruldu. Yani o dönemin tanığı Mehmet Atay Abimiz de var, yani her şeyin canlı tanığı. DİSK, Amerikan sendikacılığına karşı kurulmuş bir sendikadır. Yani Türk-İş’in içerisinde mücadele eden sendikaların, İşçi Sınıfının gerçekten mücadeleci, sınıf temelli bir mücadele anlayışıyla Amerikancı sendikacılığa karşı kurulmuş bir konfederasyondur. DİSK’in kuruluş bildirgesinde Antiemperyalizm vardır. DİSK’in kurucularından Lastik-İş Sendikası’nın Onursal Genel Başkanı Rıza Kuas’ın ifadesi ile bu bitmeyen mücadelenin adı bitmeyen kavgadır, sürer gider, diyor Rıza Kuas.
Aynı zamanda Rıza Kuas’ın; biz hürriyetleri için ilk milli Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yapan ulusun çocukları olarak özgürlüklerimizi ve haklarımızı sonuna kadar savunarak koruyacak, geliştireceğiz, diyor. Yani Rıza Kuas da DİSK’in kurucularından birisi ve gerçekten örnek bir mücadele veren, DİSK’in kuruluşunda önemli emeği geçen bir sendikal önder, yiğit bir işçi lideri.
DİSK’in bugünkü mücadele hattı, DİSK’in kuruluş ilkelerinden uzaklaşan bir hattır
Şimdi DİSK bu süreçte, kuruluş ilkelerinden uzaklaşmaktadır. DİSK giderek tabandan uzaklaşan politikalar izlemektedir. DİSK, geçen Genel Kurulda olumsuz süreç yaşadı, bir olağanüstü kurulla oluştu yönetim kurulu. Arkadaşlar kendi kişisel çabalarıyla mücadele ediyorlar ama ben burada, tabiî ki kişilerden ziyade mücadeleyi eleştireceğim.
Dediğim gibi, şu anki DİSK’in mücadele hattı, DİSK’in kuruluş ilkelerinden uzaklaşan bir hat.
Bunu niye söylüyorum?
Çünkü DİSK bir sınıfın, İşçi Sınıfının ekonomik-demokratik örgütü, arkadaşlar, DİSK siyasal bir örgüt değil. Elbette DİSK’in mücadelesi içerisinde, İşçi Sınıfının sendikal mücadelesi içerisinde siyasal ve ideoloji talepler olacaktır, bu doğaldır. Ancak DİSK özellikle içinde bulunduğumuz dönemde insanların kutuplaştırılmaya çalışıldığı süreçte, DİSK’in daha bir kitle örgütü olma özelliğini öne çıkartması lazım.
DİSK, geçtiğimiz yıl Bursa’da ayağa kalkan Metal İşçilerini kucaklayacak bir sendikal örgütlenmenin içerisinde olması lazımdı. DİSK mücadelesi ile o insanların ekonomik-demokratik mücadelesini yönetmesi, DİSK’e katılmayı amaçlayan bir yapıda olması lazımdı. Bu süreç de Türkiye’deki sınıf mücadelesi içerisinde önemli bir olaydır, arkadaşlar.
Mesela son verilere göre baktığımızda, 31 bin tane Türk-Metal üyesi işçi istifa etti. Birleşik Metal-İş Sendikamız ellerinden geldiği çabayla bu sürece müdahale etmeye çalıştı, ama Birleşik Metal-İş Sendikası’nı aşan bir durum var.
Orada toplumsal bir dönüşüm oldu. Çünkü biz onu hissediyoruz, arkadaşlar. Biz kendi işkolumuzda da hissediyoruz. Çünkü o mücadele tek tek tüm işyerlerindeki sınıfı, işçileri duyarlı hale getirdi. Birleşik Metal-İş Sendikası kendi çabasıyla, kendi olanaklarıyla müdahale etmeye çalıştı gerçekten çok önemli bir mücadeleydi. Renault örgütlenmesi önemlidir, son derece önemsiyordum. Ama çok daha fazlası olabilirdi, sadece Birleşik Metal-İş’i aşan bir süreç vardı. Ama DİSK, şu anki politikaları ile ona cevap verecek bir pozisyonda değil.
Şimdi DİSK’in de içinde olduğu dört örgüt: DİSK-KESK-TMMOB-TTB. Artık bu dörtlü oluşum, Türkiye’deki toplumsal muhalefeti, sınıf mücadelesini temsil etmekten hızla uzaklaştı, arkadaşlar.
Şimdi ben DİSK Yönetimindeydim. Erol Başkan’la o zaman beraberiz, Adnan Başkan’la beraberiz. Şimdi Yurtiçi Kargo’da 200 tane işçi atılmış, işçiler Konya’da, Ankara’da, İstanbul’da direnişteler. Fransız Konsolosluğu işgal edilmiş, öyle bir süreçten sonra; KESK’e yazı yazıyoruz, TMMOB merkezine yazı yazıyoruz. Diyoruz ki; bunla bir dayanışma örgütleyelim. Boykot çağrısı yaptık. O kadar eylemden sonra, Nakliyat-İş’in ve DİSK’in sahiplendiği boykot çağrısına dayanışma mesajı çıkartamadık, arkadaşlar. TMMOB’un Başkanı ile ben tartıştım; bana doğru gelmiyor, diyor. Gelmezse gelmesin, ne yapayım ben de… Mehmet Soğancı, açık söylüyorum, bana doğru gelmiyor, diyor. Sana ne doğru gelir?
Yani İşçi Sınıfının, Kargo İşçisinin ekmek kavgasıyla dayanışmada bulunmayacak da TMMOB ne yapacak?
KESK ile defalarca görüştük, orada da bürokrasiye takıldık, görüşemedik.
Tabipler Birliği’nin günahını almayalım, ben onay veriyorum, dedi.
Şimdi soruyorum arkadaşlar, yani böyle bir KESK’le, TMMOB’la hangi yolu yürüyeceğiz biz?
Ya sıradan bir işçi direnişi için sen dayanışmada bulunmuyorsun. Bulunmuyorsun, bulunmuyorsun…
Yani bu herhangi bir şey olabilir, arkadaşlar, ben işçi eylemlerinde, bazen sarı sendika diye eleştirdiğim işçi eylemi de varsa orayla dayanışırım. Dayanışmada bulunmak herkesin görevidir. Nakliyat-İş’i eleştirebilirsin, Nakliyat-İş’in politikasını beğenmeyebilirsin ama bu ayrı bir şey, kargo işçilerinin mücadelesine dayanışma vermek ayrı bir şey. Ama destekleme, dayanışma mesajını çıkartamadık. Çaba sarf ettim çıkartamadım, arkadaşlar da tanık.
Dediğim gibi, artık KESK-TMMOB-TTB, Türkiye’deki toplumsal muhalefeti temsil edememektedir. Bir muhalefeti temsil ediyor ama kucaklayıcı bir muhalefet temsilcisi odağı olmaktan çıkmıştır. DİSK, geçmişte de daha geniş bir toplumsal muhalefetin temsilciydi, arkadaşlar.
Yani ben gerçekten şundan elem duydum. Sayın Başkanlar burada, konuşuruz, ben kendisine de söyledim. 29 Aralık’ta iş bırakma eylemi var. Ben Nakliyat-İş Sendikası’nın Başkanı’yım, Adnan Başka’nın haberi var mı bilemiyorum, diğer başkanlardan Sosyal-İş’in gerçekten de haberi olduğunu bilmiyorum. 29 Aralık’ta iş bırakma kararı alınıyor, ben bunu sosyal medyada KESK’in açıklamasından duyuyorum. Ya böyle bir DİSK yöneticiliği olabilir mi?
DİSK’in önünde devam eden bir eylem var, arkadaşlar, Oya Baydak aylardan beri direnişte.
(Alkışlar…)
Oya Baydak, Genel-İş Sendikası tarafından iş hakkı feshedilen Genel-İş çalışanı. Ya bu meselenin bir çözülmesi lazım. Bir komisyon kuruldu bu konuyla ilgili, ben de komisyondayım. Komisyon olarak sorunu inceledik ve önerilerimizi yaptık. Yok, bizim önerilerimizi kabul etmiyorsun kendi önerilerini ortaya koy.
Ya bu tablo güzel bir şey mi? Yani görmezden gelerek, bu eylemi aylardan beri görmezden gelerek neyi çözeceğiz biz? Böyle bir DİSK yönetimi olabilir mi?
Sonuçta talep ne: DİSK’e bağlı bir sendika tarafından işten çıkartılmış, DİSK’in Genel Merkezi önünde eylem yapmak. Böyle DİSK yöneticiliği olmaz arkadaşlar, böyle basiretsizlik olmaz, açık söylüyorum.
(Alkışlar…)
Biz de o bakımdan, DİSK tam anlamıyla İşçi Sınıfını kucaklamalı, diyoruz.
Bakın, bu süreçte şöyle bir şey var aslında Metal-İş örneğini verirken, Metal Direnişini örnek verirken onu kastetmek istedim. Türkiye İşçi Sınıfı; biz her alanda yaşıyoruz, sarı sendikacılığın, patron sendikacılığının, yandaş sendikacılığın baskısı altında. Bakın biz, her gün olmasa bile haftada birkaç gün, Demiryol-İş Sendikası, ki başkanı Türk-İş’in de Genel Başkanı olan Ergün Atalay’dır, üyelerinden bizi arayanlar oldu, oradaki işçi arkadaşlarımızın sorunlarından da haberdarız. Geçen ben, onu da sizlerle paylaşacağım, birçok toplantıda paylaşıyorum bunu, Karabük’te bir işçi arkadaşımız, genç arkadaşımız Akif Arkadaşımız (ona da buradan selam gönderiyorum aslında duymaz bizi) aradı, ya başkan dedi, ben ne olursa olsun istifa edeceğim. İstifa edebilirsin dedim. Demiryol-İş Sendikası’ndan istifa edeceğim, Nakliyat-İş Sendikası’na üye olacağım. Atladık biz buradan Karabük’e gittik, arkadaşlar. Sendika’nın Genel Başkanı olarak, dedim bak Akif, yani bu işin süreçleri var, yani sendikal işler hemen birden olmaz. Buna gerekli uyarıları da yaptım, ama cesaretini de kırmak istemedim. Gerçekten onu onurlandırdık. Kendimize inandırdık çünkü bir araba gittik. Gerçekten cesaretli davrandı. Hatta telefon etti, dedi ki; ya Başkan, ben DİSK’e üye olmak konusunda ve Nakliyat-İş’e üye olmak konusunda biraz tereddütteyim. Niye tereddüttesin Akif? Ya dedi, işte DİSK hakkında, Nakliyat-İş hakkında şöyle söylüyorlar, böyle söylüyorlar. İşte terörist diyorlar, komünist falan diyorlar… Ben dedi, Ak Parti Gençlik Kollarındayım, dedi. Dedim bak Akif, elbette sendikalar kitle örgütü, yani DİSK’in içerisinde farklı düşüncelerde insanlar var. Biz mücadele ediyoruz yalnız. Biz geliriz, tanışırız. Yani sizi üye yapmaktan biz rahatsız olmayız, dedim. Yani üye olabilirsiniz, biz size sonuna kadar sahip çıkarız, bu sözü de sana veriyorum. Tamam, dedi üye oldu. Hemen baskı yaptılar, Demiryol-İş Sendikası Ankara Şube Başkanı geldi. Demiryol-İş Sendikası’ndan bizim sendikayı aradılar, ayağa kalktılar. Çünkü sadece orayla sınırlı değil, Türkiye’nin dört bir tarafından işçiler arıyorlar bizi; bu sendikadan istifa etmek istiyoruz, diyorlar. Gittim arkadaşlar, şunu gördüm. Biz gittik sonuçta, arkadaşlar, 5 kişi gittik biz. Örgütlenme Daire Başkanı, Genel Sekreter, İstanbul Şube Başkanı gittik. Orada toplantı yaptık. Bakın Akif’in cesaretini gerçekten kırmak istemedim. Demiryol-İş Sendikası’nın temsilcileri falan engellemek istedi; gelme dediler, gittik.
20-30 kişi Karabük Garı’nda toplantı yaptık, Nakliyat-İş’in toplantısını yaptık, anlattık. Bir de gördük ki, yapılan toplusözleşmeyi uygulamıyorlar. Demiryolu-İş Sendikası’nın Demiryolu işçilerinin genel müdürlüğüyle yaptığı sözleşme orada uygulanmıyor. İşçilere dedik, ya böyle şey olmaz. Yani zorluklarını anlattık, çünkü düşünebiliyor musunuz, bir sendika içerisinde, sendika yönetimine muhalif olanlar ayrı bir dernek kurmuşlar. Ankara’da merkezleri var, 800-900 tane üyeleri var. Ondan sonra neyse üye oldular, bir kısmı da üye oldu. Önümüzdeki günlerde daha farklı bir şeye başlayacağız da tabiî karşımızda zorluklar var. Yani şuraya gelmek istiyorum, sınıf içerisinde yani birçok sektörde, işkolunda sarı sendikaların baskısı ve zulmü var. Bu, Metal İşkolunda böyle, bizim işkolunda böyle, diğer sektörlerde böyle… İşçiler artık illallah etmişler.
Çünkü İşçi Sınıfında bir DİSK geleneği var, DİSK’in mücadelesinin yaratmış olduğu bir temsiliyet var. Buna sahip çıkmak lazım.
Bu sarı sendikacıların tepkisine karşı biz nasıl politikalarla sahip çıkacağız? Hangi politikalarla DİSK’i büyütmemiz gerekir?
Aslında DİSK’in büyüyeceği bir dönemden geçiyoruz. Gerçekten büyüyen bir DİSK, gerçekten sınıf içinde güçlü hale gelen bir DİSK, Türkiye’de toplumsal muhalefeti daha belirler hale gelir. DİSK’in mücadelesi antiemperyalist bir mücadele ile büyür, arkadaşlar. DİSK’in mücadelesi sermaye düzenine karşı mücadeleyle güçlenir.
Bakın DİSK, birkaç önemli olayı değerlendiremedi, onu düşünüyordum aklıma geldi: Soma’daki Katliam… Açıktan ipliği pazara çıkmış Türkiye Maden-İş’in sorumluluğu var. 301 tane işçi kardeşimizin katledilmesinde, Türkiye Maden-İş Sendikası’nın sorumluluğu var. Ama biz onu da değerlendirmedik, DİSK olarak değerlendiremedik. Biz sendika olarak gittik, çalıştık daha fazla çalışalım dedik, olmadı. Yani bu değişik sektörlerde bunun örneklerini yaratabiliriz.
O bakımdan DİSK’in özellikle bu dönemde kitle örgütü olma, gerçekten kitle sendikacılığını sınıf anlayışıyla birleştiren bir hatta olmamız lazım. Yoksa her türlü önemli önemsiz her olayda protesto yapan, böyle giderek marijinalize olan, üye yapısıyla yabancılaşan bir sendikal anlayışla bir yere varamayız.
Şimdi iş bırakma kararı alınıyor, benim tanık olduğum bir yerde iş bırakılmadı. Bu da doğru değil. Ya şimdi iş bırakma kararı öyle söylem olarak alınabilir mi? Ben mesela rahatsız olurum böyle şeyden, ben dediğim gibi, yapacağım bir işi söylerim. Her zaman tutumumuz budur. Yani o bakımdan bunlara da gerçekten uygun davranmak lazım.
Önümüzdeki dönemde DİSK Genel Kurulu var. Yani bu durumda düşüncelerimizi paylaşacağız. Ne kadar etkili olur?.. Bizim bu çabamız, DİSK’in daha güçlü hale gelmesidir, arkadaşlar. DİSK’in; geleneklerine, ilkelerine, mücadele anlayışına sahip çıkan bir konfederasyon olmasıdır, tüm çabamız bu. Kişilerle değil bizim çabamız, düşüncemiz.
Zaman zaman ben DİSK Genel Başkanlığı’na da aday oldum. Bu dönem gerçekten değerlendireceğiz. Yani bizim öyle, illa bir yerde olmak gibi bir amacımız da yok. Yönetime de aday olmayabiliriz. Çünkü burada bir süreç var, DİSK’in önümüzdeki süreçte politikaları, gerçek anlamda DİSK’in ilkeleri ile bağlaşık bir sınıf politikası haline dönüşmezse, Nakliyat-İş Sendikası’nın yönetimle ilgili bir talebi olmaz. Böyle bir yönetimde Nakliyat-İş Sendikası olmaz. Açık söyleyeyim.
(Alkışlar…)
Bazı sendika başkanları önerdi, ya işte Başkan gel, Başkanlığa aday olma, Genel Sekreterliği yap. Ben öyle şeylerin, mevkilerin peşinde değilim. Biz anlayış mücadelesinin peşindeyiz. Biz dava adamıyız, arkadaşlar, işçi sınıfının davacısıyız. Bizim öyle koltukla filan gözümüz yok…
Laf olsun diye söylemiyorum bunu ama arkadaşlar, paylaşmak gereği duyuyorum. Ben, Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunuyum. Burslu da okudum, mezuniyetten sonra da makamım hazırdı, gittim çalıştım bir müddet, sonra istifa ettim. 1983 yılında istifa ettim, İşçiliğe başladım. Daha Siyasal’da okurken İşçi Sınıfı mücadelesine başlamıştım. Yani öyle bizim malla mülkle işimiz yok. Biz sonuçta dava adamıyız, İşçi Sınıfının davasının adamıyız, arkadaşlar.
(Alkışlar…)
Mücadele ilkelerine, geleneklerine bağlı bir DİSK yapısı oluşturmak lazım
Yani bizim malla, mevkiyle alakamız yok. Bizim amacımız, DİSK’in gerçekten bir sınıf örgütü, gerçekten DİSK’in mücadele ve geleneğine sahip çıkan, büyüyen bir DİSK olmasıdır. Bunu yaratmak lazım. Hep beraber bu çaba içerisinde olmak lazım. Yoksa dediğim gibi böyle bir program, böyle bir anlayış ortaya çıkmazsa, dediğim gibi biz Genel Kurula da katılmayabiliriz. Açık söyleyeyim, yani bu anlayış olursa… Elbette şunu da açıkça söyleyeyim, yalnız bunu söylemekle beraber, DİSK’e en fazla emeği olan sendikalardan bir tanesiyiz, herkesin çok iyi bildiği gibi. Yani DİSK’e bunu söylerken, DİSK’te meydanı birilerine bırakma gibi bir amacımız da yok. Bunu da açık söyleyeyim. Yani bunları bir amaçla söylüyorum ben. Çabamız daha iyi bir DİSK olsun, daha iyi bir sınıfsal örgüt konumuna gelsin diye söylüyoruz. Yoksa açık söyleyelim, geçen dönem içerisinde de, tüm mücadele Tarihi içerisinde DİSK’e en fazla sahip çıkan mücadeleleri ile DİSK’in bayrağını her yerde dalgalandıran bir sendikayız. Dünya çapında dalgalandıran bir sendikayız.
Şimdi 2015 1 Mayısı’nda, onu söylemeden geçemeyeceğim… DİSK’in buradaki Şişli merkezi, 1 Mayıs’ta bir mevziye dönüşmüştür. 2015 1 Mayısı’nda o mevziye Nakliyat-İş Sendikası sahip çıktı. Çünkü orası kazanılmış bir mevziydi.
Binanın fizikî koşulları uygun olmayabilir, onun da çaresi var, arkadaşlar. Çadır kurarız orada bekleriz, biz çadırda kalmayıp da durabiliriz. Yahu açıkta kalırız, açıkta kalırız…
(Alkışlar…)
İsmail Başkan biliyor, 2008 1 Mayısı’nda, saat 6’yı 20 geçiyor, Emniyet Müdürü çağırdı; ya Başkan görüşelim falan diye. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısıymış. Ya dedi bu dağınık falan kalıyor. Biraz derli toplu olsak falan, dedi. 6’yı 20 geçe başladılar arkadaşlar gaz sıkmaya, 6’yı 20 geçe başladılar… Yani sabahtan itibaren başladılar. Biz oradaydık uyku falan da uyumadık. Taksim böyle bir mücadele ile kazanıldı. Arkadaşlar, sadece bizim mücadeleyi kastetmiyorum, herkesin, ama o gün dediğim gibi sabaha kadar orada kalırız ya, bunlar sorun değil, arkadaşlar…
O bakımdan ben sözlerimi biraz uzattım. Kusura bakmayın toparlayarak sonuçlamak istiyorum.
DİSK’le ilgili düşüncelerimiz de bu.
Arkadaşlar dediğim gibi; gerçekten mücadele ilkelerine, geleneklerine bağlı bir DİSK yapısı oluşturmak lazım. Bu iş, bu çaba içerisinde olmak lazım. İşçi Sınıfının DİSK’e bizden daha çok ihtiyacı var, bunun da koşulları var. Açık söyleyeyim.
Yani DİSK, şu anda mücadele anlamıyla, üyesel ve üye yapısı olarak İşçi sınıfının umudu olabilir. Çünkü diğer tüm sendikaların ipliği pazara çıkmıştır. Diğer işkollarına bağlı, Türk-İş’e bağlı sendikaların örneklerini verdim. İşçilerin arasından büyük bir kesim AKP’ye oy vermiş olabilir. Dediğim gibi bizim üye yaptığımızın da büyük çoğunluğu Ak Parti’ye oy veren arkadaşlar. Böyle bir gerçeklik de var, ama sorun burada, dediğim gibi, gerçekten bir sınıf mücadelesini ortaya koymak önemli, aslolan o. Yani mesele bunu kucaklayabilmekte, önemli olan bu. Sadece kitle örgütü olma özelliği ile sınıfın tüm üyelerini kucaklayabilecek bir sendikal politika ortaya koyulursa dediğim gibi DİSK’in şu anda birkaç katı büyümemesi için hiçbir neden yok, bunun çok örnekleri var.
Şimdi ben, gerçekten uzun da oldu, sabrınızdan dolayı teşekkür de ediyorum.
Şunu açık söylemeliyim bir kez daha:
Tüm siyasi baskılara rağmen, sermaye düzeninin baskılarına rağmen, her türlü baskılara rağmen İşçi Sınıfı olarak (sendikamız bunun geçen dönemde örneğidir) direnişlerle, işgallerle, mücadelelerle var olduk var olmaya devam edeceğiz. Sendikamız daha da güçlenecek biz buna inanıyoruz.
Çünkü biz İşçi Sınıfına inanıyoruz, çünkü biz sizlere inanıyoruz.
Sendikamızı bugüne getiren siz üyelerimizi de delegelerimizi de defalarca tebrik ediyorum, arkadaşlar.
Türkiye İşçi Sınıfına örnek bir mücadele örneği yarattınız hep beraber.
Bu duygularla hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Daha fazla örgütleneceğiz, daha fazla mücadele edeceğiz, DİSK’i daha fazla büyüteceğiz!
Yaşasın Türkiye İşçi Sınıfı Mücadelesi!
Yaşasın DİSK! Yaşasın Nakliyat-İş!
İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız!