CHP’ye umut bağlamış içtenlikli insanlarımıza uyarımızdır
CHP’ye umut bağlamış içtenlikli insanlarımıza uyarımızdır
Sorosçu, TESEV’ci, gönüllü AB-D hizmetkârı CHP Yönetimi muhatabımız değildir. Çünkü onlar düzelmez. Onlar için eleştirinin diyalektiği öldürücüdür. Halkımızın dediği gibi, onları Allah ıslah edebilir ancak.
Onlar, yanlışlarından da ders çıkarmıyorlar hiç. CHP’ye yaşattıkları art arda hezimetler de umurlarında olmuyor. Onların özsaygıları, özgüvenleri, çapları düşük düzeyde olduğu için CHP’nin tepesinde bulunmak onlara yetiyor da artıyor bile. CHP’yi iktidar yapalım, Türkiye’ye yön verelim, ülkenin ufkunu açalım, sıçratalım memleketimizi teknikçe, ekonomice, diye bir dertleri yok.
Zaten, bir teoriye, ideolojiye, bilgi birikimine, donanıma, net bir siyasi bilince sahip filan da değiller. Konuşmalarını dikkatlice dinlemeye katlanırsanız bir süreliğine, onların aslında hiçbir şey söylememek için laf ettiklerini anlarsınız. Amiyane söyleyişle “laf salatası” onlarınki. Ve bir süreden sonra tahammülünüz biter, dinleyemezsiniz artık o boş konuşmaları. Sadece bugünkü ekip değil, geçen dönemki Baykal ekibi de aynıydı. Bazı arkadaşlar bilecektir; usta tiyatrocular alaya alırlardı Baykal’ın konuşmalarını. Anlam yoksunu, içerik yoksunu konuşmalar yaparlardı mahsustan, sonra da “Baykal gibi konuştum, değil mi?”, diye sorarlardı. Güldürürlerdi izleyenleri.
Bunların konuşmalarını biz boş ve kof buluyoruz. Günlük geçim derdindeki kara halk yığınları ise hiçbir şey anlamaz bunların konuşmasından. Ciddiyetsiz bulur bunları.
Bunlar, Türkiye’nin en hayati sorunlarında Tayyipgiller’den pek farklı değildirler.
1- Bunlar da Amerikancıdır, NATO’cudur.
2- Bunlar da AB’cidir.
3- Bunlar da cemaatlerin, tarikatların varlığından şikâyetçi değildirler. Tersine, Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle “faydalı”ymış bunların varlığı.
Fakat zavallılığa bakın ki; bunlar olmalıymış ama siyasete karışmamalıymış. Bunun imkânsız olduğunu, bu Ortaçağcı kurumların, din derebeyliklerinin doğasına aykırı olduğunu bilmemektedir Kılıçdaroğlu.
Adamların (Tarikatların) inancına göre; gerçek Müslüman kendileridir. Amaçları da din anlayışlarını topluma ve giderek tüm dünyaya yaymaktır. Böyle bir amaca sahip olunca da kendilerine yardımcı olacak, kendi önlerini açacak siyasi partiye destek verirler. Onunla her türlü işbirliğine gitmekten hiç çekinmezler.
İşte bu sebepten, tarikatlar geçmişte de, bugün de hep en gerici siyasi partileri ve onların iktidarlarını desteklemişlerdir; Menderes’leri, Demirel’leri, Özal’ları ve Tayyipgiller’i… CHP’ye ise hiçbir dönemde oy vermemişler ve hep ondan uzak durmuşlardır. Hatta CHP’yi düşman saymışlardır, bu son birkaç ayı yani 17-25 Aralık sonrası geçen süreyi saymazsak. Kaldı ki bu birkaç aylık süreçte de CHP ile kerhen işbirliğine gitmişlerdir.
4- Bunlar da ABD’nin ve AB’nin emirleri doğrultusunda siyaset yapmaktan geri durmazlar. Mesela; Libya’ya asker gönderilmesini ve Libya’yla savaşan NATO Ordusu’nun karargâhının İzmir’de bulunmasını bunlar da desteklemiştir. Yani bunların ellerinde de şehit Muammer Kaddafi’nin ve 100 binin üzerindeki Müslüman Libya Halkının kanları vardır.
Bunlar da ABD’li efendilerine yaranmak için Suriye’nin Antiemperyalist, Yurtsever lideri Beşşar Esad’a ve onun yönetimine hakaretler yağdırmaktan geri durmazlar.
Kılıçdaroğlu, Avrupalara giderek AB’li efendilerine yaranmak için Esad’ı kötüler.
Muharrem İnce, siyasi açıdan Kılıçdaroğlu ve ekibinden farklı değildir
Bugünün sözde Kemalist muhalefet lideri Muharrem İnce, Beşşar Esad’ın canı cehenneme, diye durduk yerde saldırılarda bulunur. Maksat, ABD’li patronlar duysun ve kendisini beğensin.
5- Bunlar da kamu kuruluşlarının özel sektöre yani Yerli-Yabancı Parababalarına satılmasına prensipçe karşı değildirler. Bazen göstermelik karşıymış davranışlarına girdikleri olur.
6- Bunlar da Antikomünizm yaparlar, Tayyipgiller gibi. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne saldırırlar sık sık.
Gerçek anlamda ulusal onur taşımadıkları için; genç Kore Halk Cumhuriyeti lideri Kim Jong Un’un, ABD ve Japon Emperyalistlerinin Kore’nin gözünü korkutmak için aradaki denizde askeri tatbikat yapması karşısında donanmaya “kara sularına girilmesi halinde düşmanla savaşması” emrini vermesinin ve gerektiğinde atom silahını da kullanmaktan çekinmeyeceklerini açıklamasının yani yiğitçe meydan okumasının önemini, büyüklüğünü hiç kavrayamamışlardır bu CHP yöneticileri. Kore Lideri’nin bu mertçe meydan okuyuşu karşısında emperyalistler tırsmış ve yüzgeri olmuşlardır, hatırlanacağı gibi.
Ama mertliğin, yiğitliğin, ulusal onurun önemini kavramak için azıcık da olsa ona sahip olmak gerekir.
7- Bunlar da Tayyipgiller gibi türbancı, çarşafçıdırlar. Gürsel Tekin’in öncülüğünde yapılan “CHP’nin çarşaf açılımı” hatırlanacaktır herhalde.
Yine hatırlanacaktır; Kılıçdaroğlu’nun “Mecliste türbanlı milletvekili de olabilir” açıklamasından sonra, Tayyipgiller’in milletvekilleri büyük bir zafer kazanmış havasında bir anda “örtündüler”.
Yine geçenlerde verdiği bir röportajda türbanın Mecliste de serbest bırakılmasını şöyle açık açık savunuyordu, Muharrem İnce:
“-Peki başörtüsü, özgürlükler açısından, CHP’nin laiklik kavramına mı aykırı?
“-Buralara takılmamak lazım.
“-Cevap vermiyorsunuz
“-Kardeşim partinin üyesi. Faal. Başı örtülü. Bu tür arkadaşlarımız var.
“-Kız kardeşiniz vekil olmasın mı yani CHP’den?
“-Olabilmeli, kesinlikle evet! O yeteneği birikimi varsa, sırf başörtüsü var diye değil.
“-Göstermelik aday yapmam, örgüt isterse, iyiyse, başörtülü de olur.” (Muharrem İnce’nin Habertürk’ten Balçiçek İlter’e yaptığı açıklama)
Kılıçdaroğlu-Gürsel ekibi de farklı düşünmemektedir.
Emine Ülker Tarhan gerçek zorbalara karşı mıdır?
CHP’de muhalif kesimin öne çıkan bir diğer temsilcisi olan Emine Ülker Tarhan da teorik, ideolojik bir donanımdan yoksundur. O da ABD’ye, AB’ye olumlu bakmaktadır. Geçenlerde Odatv’de yayımlanan, Soner Yalçın’ın Emine Ülker Tarhan’ı tanıtan bir yazısında Tarhan kendi ideolojisini şöyle maddeleştirmektedir, özetlemektedir:
“İdeolojimizin temel dayanakları üç ana kaynaktır devrimler ve altı ok,
“- Sosyal demokrasinin evrensel kuralları,
“- Ve Anadolu ile Trakya’nın tarihsel-felsefi birikimi.
“Bunu asla unutmadan artık bu son musibetten kazanma arzusunu söküp çıkartmalıyız…” (Soner Yalçın, Emine Ülker Tarhan’ın Hikayesini bilir misiniz?, Odatv, 13.08.2014)
Bunları birer birer ele alıp inceleyelim:
Birincisinden başlayalım; “devrimler”, diyor E. Ü. Tarhan. Bunların en temeli ve hepsine kaynaklık etmiş olanı nedir?
Cumhuriyet Devrimi’dir. Bu devrimin kime karşı nasıl savaşılarak kazanıldığını ve onun muhtevasının ne olduğunu en veciz ve özet biçimde Mustafa Kemal 29 Ocak 1921’de yani zaferden hayli önce Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın en kanlı ve en şiddetli yaşandığı günlerde TBMM’de şöyle ortaya koyar:
“Malum-i âlileridir ki milletimiz asırlardan beri iki müstebit (zorba) kuvvetin, iki imhakâr (yok edici, yıkıcı) kuvvetin baskısında müteessir (üzüntülü) ve müteellim (elemli, kederli) olmakta idi. O iki kuvvetten birisi doğrudan doğruya memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan müstebitler, ikincisi bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemdir.” (Mustafa Kemal, 29 Ocak 1921)
Demek ki Cumhuriyet Devrimi, bu iki zorba, kahredici, sömürgen, haydut güçle savaşılarak ve onlar dünyada ilk kez hezimete uğratılarak kazanılmıştır. İşte Cumhuriyet değerleri dediğimiz Tam Bağımsızlık, Antiemperyalistlik, Yurtseverlik, Laiklik ve kadın hakları gibi değerler, bu zaferin, bu kazanımın üzerine inşa edilmiştir.
E. Ü. Tarhan Hanım, bu iki kahredici, zorba güce daha açık söylersek, ABD ve AB Emperyalistlerine, onların genelde dünyadaki, özelde de Ortadoğu ve ülkemizdeki sömürgeci, hegemonyacı, işgalci, kan dökücü varlıklarına ve politikalarına karşı mıdır, değil midir?
Biz bugüne dek onun söylemlerinden ve yazılarından karşı olduğuna dair bir anlam çıkarmadık.
Öyleyse onun tüm devrim söylemleri bir gargaradır, laga lugadır, laf dolandırmadır vb.dir. Halkımız der ya; “Lafla peynir gemisi yürümez.” Hele laf salatasıyla hiç yürümez.