Bir tek gün bile kamu görevi yaptırılmaması, acilen psikiyatrik tedaviye alınması gerekir…

06.08.2022
378
A+
A-

Kaçak Saraylı Hafız’ın ruh hastalıkları…

 Tabiî biz, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde Felsefe, Sosyoloji ve Psikoloji eğitimi almış ve biri hariç tüm sınavlarda 100 tam puanla mezun olmuş bir öğretmen olarak sadece psikolojik rahatsızlıklarını bilebiliriz Tayyip’in. Hepimizin bildiği gibi onun Somatik Hastalıkları bir sır olarak saklanmaktadır.

Medyadaki bazı söylemlere göre, Kaçak Saray’ının altında oluşturduğu tam teşekküllü bir hastanede tedavi olmakta, sağlıkçıları da bu konuda en küçük bir bilgi bile sızdırmamaktadırlar dışarıya.

Düşünce ve davranışlarıysa ortada, hepimizin gözleri önünde cereyan ettiği için ruh sağlığına ilişkin hastalıklarını gözlemleyebilmekte ve tanıda bulunabilmekteyiz.

Hatırlanacağı gibi biz, Usta’mız Karl Marks’ın da övünçle belirttiği gibi “Adalet Dağıtıcı”yız…

Tayyip’in rahatsızlığına ilişkin ilk tanıyı, hemşehrim tıp doktoru ve sinema yönetmeni Mustafa Altıoklar koydu. Bizce tam da doğru bir teşhiste bulunmuştu, Altıoklar. Bu yürekli davranışından dolayı yargılattı Tayyip doktorumuzu. Ceza da verdirtti ona.

Fakat hemşehrimiz göğsümüzü kabartan bir yüreklilikle teşhisinin arkasında durdu, onu mahkemede bir kez daha kanıtlarıyla birlikte ortaya koydu. Bu ailenin onurlu üyelerinden ikisiyle biz de yakından tanışırız: Ahmet Altıoklar liseden sınıf arkadaşımızdır, güvenilir bir dosttur, ilericidir. Yazık ki yıllar önce kaybettiğimiz Melek Altıoklar adlı melek kalpli öğretmen arkadaşımızla da Konya Maarif Kolejinde birlikte çalışmıştık birkaç yıl.

Gelelim Mustafa Altıoklar’ın teşhisini ortaya koyuşuna:

***

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR… Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27. maddesinden bahsedeceğim.

ANAYASAMIZ’ın 27. maddesi; “Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” demektedir.

Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim. (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım. Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde “Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” demektedir. Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir. Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim, hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım, teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı. Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz, hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler tababet ve şuabatı sanatlarının tarzı icrasına ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik. Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz. Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz. Fevkalade endişe duyuyoruz. Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.”

(BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım. (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27. maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir. Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını, ikinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obez olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de extremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir.

Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını. Bu nedenle açıklamaları hakarettir” demektedir. Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir. Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylaşılmıştır. Bununla birlikte içinde bulunduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir. Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine yazılmamış Magna Carta dâhil hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız. Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken, akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz. Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi, narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır. Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsaadesiyle şikâyetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV[1] tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

  1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
  2. Sınırsız başarı, güç, zekâ, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
  3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
  4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
  5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
  6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
  7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
  8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
  9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır. Şikâyetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikâyet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikâyetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikâyetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikâyetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim.

Bununla birlikte şikâyetçinin şikâyetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir psikiatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim. Böylelikle şikâyetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm. Hal böyle olunca özetle şikâyetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi açıkça beyan ederim. Kısaca, Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ:

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım, teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir. Saygılarımla… (https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/on-numara-cekildi-231910)

***

Demek ki arkadaşlar; Tayyip’in akıl sağlığına, ruh sağlığına ilişkin birincil hastalığı “Narsisistik Kişilik Bozukluğu”ymuş…

Bu hastalık hakkında hemen herkesçe bilinen iki hastanenin daha görüşlerini alalım, isterseniz:

***

Narsist Kişilik Bozukluğu

Narsistik kişilik bozukluğu; kendisinden başka kimseyi beğenmeme, insanlara karşı kibirli olma ve insanları küçük görme gibi belirtileri olan psikolojik bir rahatsızlıktır. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişiler, her ne kadar kendilerini diğer insanlardan daha üstün, daha zeki, daha güzel ya da daha yakışıklı bulsalar da tüm bunların altında kişinin özgüven eksikliğine ve kendini yetersiz hissetmesine bağlı nedenler yatabilir. Narsistik kişilik bozukluğu, kişilik bozukluklarının alt türlerinden biridir. Narsistik kişilik bozukluğunda kişiler kendilerine aşırı güvenir, kendilerine hayran olur ve sürekli kendilerini ön plana çıkaracak durumların içinde bulunmak ister. Aynı şekilde çevresindeki kişilerin de kendisini sürekli olarak övmesini ve hayran olmasını isterler. Sosyal çevresinde tek ilgi odağı olmayı hak ettiğini düşündükleri için aile, arkadaş veya ikili ilişkilerinde sağlam bağlar kurmakta zorluk çekebilirler. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip insanların bu davranışları sergilemesindeki en büyük etken, kişinin kendini yetersiz hissetmesidir. Bu nedenle böbürlenme, kendini diğer insanlardan üstün görme, kendini beğenme ve çevresindeki herkesin kendisini beğendiğini düşünerek bu düşünceyi çevrelerine empoze etme gibi davranışlar sergileyebilirler. Çevresi tarafından engellenmesi veya beklediği tepkileri görememesi kişinin içine kapanmasına, utanmasına veya sinirlenerek öfke nöbetleri geçirmelerine neden olabilir.

Narsistik Kişilik Bozukluğunun Belirtileri

Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişilerde ilk göze çarpan belirti, sosyal çevrede ilgi odağı olmak ve herkes tarafından hayranlık beslenmesini şiddetli bir şekilde arzulamaktır. Bu istek herkes tarafından görülebilecek kadar çok kendini belli eder ve kişi çoğu zaman bu durumları oluşturacak ortamları da kendi yaratır. Narsistik kişilik bozukluğunun diğer belirtileri arasında aşağıdakiler yer alır:

Kendini aşırı beğenmek

Kendini diğer insanlardan üstün ve zeki görmek

Ortamlardaki tek ilgi odağı olmayı istemek

Herkesin kendisiyle ilgilenmesini beklemek

Herkesten başarılı olma hırsıyla hareket etmek

Empatiden yoksun olmak

Başkalarının hayatını kıskanmak ve onların yerinde olmayı istemek

Sosyal çevre tarafından dışlandığını hissetmek

Kişileri kendi işleri için manipüle etmek ve kullanmak

Sosyal çevrenin kendisine hayran olmasını beklemek

Sadece kendi isteklerinin yapılmasını istemek

Aşırı kibirli olmak

Narsistik kişilik bozukluğuna sahip kişiler, sosyal hayatlarında dışlandıkları, eleştirildikleri veya istenmedikleri durumlarda agresif tavırlar sergileyebilir. Çevre tarafından gelen herhangi bir tepki veya eleştiri; kişiye kendisinin hafife alındığını, önemsenmediğini, özel ve önemli olmadığını ve hatta aşağılandığını hissettirebilir. Bu da narsistik kişilik bozukluğu olan bir kişinin depresyona girmesine, sabırsız davranışlar sergilemesine ve öfke kontrolüyle ilgili sorunlar yaşamasına neden olabilir.

Narsistik Kişilik Bozukluğunun Nedenleri Nelerdir?

Narsistik kişilik bozukluğunun nedenleri tam olarak bilinmemektedir. Bu rahatsızlık genellikle ergenlik dönemi itibariyle kendini belli etmeye başlasa da çocukluk döneminde de narsistik kişilik bozukluğu ortaya çıkabilir. Özellikle çocuğun yetiştirilme tarzı, çocuğu yetiştiren ailenin çocuğa karşı olan tavırları, büyüdüğü ortam gibi durumlar narsistik kişilik bozukluğuna yol açabilen faktörler arasındadır. Erken çocukluk döneminde çocuğun var olan yeteneklerine, davranış şekline ya da iyi olduğu düşünülen bir konuda gösterilen aşırı ilgi ve her isteğinin anında yerine getirilmesi gibi durumlar narsistik kişilik bozukluğuna neden olabilir. Ayrıca, çocukla yeterince ilgilenilmemesi, ihmal edilmesi, şefkat gösterilmemesi, çocuğun sevgiden mahrum kalması ve duygusal olarak istismar edilmesi de ileri dönemlerde narsistik kişilik bozukluğuna neden olabilir.

Narsistik Kişilik Bozukluğu Tanısı

Narsistik kişilik bozukluğunun tanısı, psikiyatristler veya psikologlar tarafından konabilir. Psikolog veya psikiyatrist tarafından öyküsü alınan hastanın görüşmelerde sergilediği hal ve davranışlar ile anlattıkları değerlendirilir ve narsistik özellikler sergileyip sergilemediğine bakılır. Narsistik kişilik bozukluğu tanısı konan kişilerin tedavisine düzenli bir şekilde devam etmesi, olumlu sonuçlar alınabilmesi açısından önemlidir. Narsistik kişilik bozukluğuna sahip olan bazı bireyler, bu durumun psikolojik bir rahatsızlığa bağlı ortaya çıktığını düşünmez ve bu nedenle genellikle bir psikolog veya psikiyatrist ile görüşmeyi reddeder. Tedavi edilmeyen narsistik kişilik bozukluğu, kişilerin sosyal hayatında, aile hayatında ve iş hayatında ciddi sorunlar yaşamasına neden olabilir.

Narsistik Kişilik Bozukluğunun Tedavisi

Narsistik kişilik bozukluğunun tedavi edilebilmesi için öncelikle kişinin bu rahatsızlığa sahip olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu rahatsızlığa sahip olan birçok kişi durumu kabullenmediği gibi sergilediği saldırgan davranışları haklı göstermeye, çevresindeki kişileri haksız çıkarmaya ve suçlamaya çalışır.Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler psikolojik yardıma ihtiyaç duyduklarını hissettiklerinde en kısa sürede bir psikolog veya psikiyatristten yardım almalıdır. Narsistik kişilik bozukluğu teşhisi alan kişilere, psikolog veya psikiyatrist tarafından uygun görülen terapi yöntemleri uygulanır. Terapi uygulayacak kişinin o terapinin eğitimini özel olarak almış olması gerekir. Narsistik kişilik bozukluğunun tedavisi kişinin sosyal hayatı, aile hayatı, ikili ilişkileri ve iş hayatının olumsuz etkilenmemesi açısından son derece önemlidir. Bu tarz kişilik bozukluğu hastalıkları, genellikle terapi ve davranışsal tedavi yöntemleri gibi geniş bir zaman isteyen yöntemlerle tedavi edilir. (https://www.medicana.com.tr/saglik-rehberi-detay/15514/narsist-kisilik-bozuklugu)

***

Narsistik kişilik bozukluğu nedir?

(…) Memorial Kayseri Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uzm. Klinik Psk. Hande Taştekin, narsistik kişilik bozukluğu ile ilgili bilgi verdi.

Narsisizm kelimesinin kökeni Yunan mitolojisindeki ‘Narkissos’ adlı bir avcıdan günümüze yerleşmiş bir kavramdır. Burada adı geçen Narkissos, su içmek için indiği nehirde kendi yansımasını görür ve sudaki görüntüsüne aşık olur. Yemeden, içmeden kesilen avcı, günlerini nehrin başında kendi görüntüsüne bakarak geçirir. Efsaneye göre bu şekilde kendini tüketip ölür ve bedeni nehirdeki bir nergis çiçeğine dönüşür. Narsisizm, toplumdaki bazı bireylerin yükseltilmiş özgüven ile kendilerini sürekli diğer insanlardan üstün görmesiyle ortaya çıkan bir kişilik bozukluğudur. Diğer insanlara göre kendilerini üstün görürler. Ancak bu özelliklere sahip olan tüm insanlarda kişilik bozukluğu olmayabilir. Narsistik kişilik bozukluğu taşıyan bireylerin çoğunluğu yükseltilmiş özgüven ve kendilerine besledikleri çarpıtılmış hayranlık ile yaşamlarını sürdürür. Bu insanlar çevrelerinden de aynı şekilde hissettikleri bu duyguların çoğaltılmasını beklerler. Çoğunlukla benmerkezci kişilik özellikleri ile beraber empati yoksunluğu, kişiliği fazlasıyla büyütme (abartma), başarıya ve güce bağımlı davranışlarla kendilerini belli ederler.

(…)

Özellikle anne ve babaların çocuğu sürekli azarlaması, suçlaması ve baskıyla kontrol altına almaya çalışması, çocuğun gizliliğine ve kişisel sınırlarına saygı göstermemesi bu bozukluğun oluşmasına neden olabilmektedir. (https://www.memorial.com.tr/saglik-rehberi/narsistik-kisilik-bozuklugu-nedir)

***

Apaçık olarak görüldüğü gibi arkadaşlar; burada tarif edilen belirtilerin tamamını biz Tayyip’te hemen her gün, onun her davranış ve sözünde, sergilediği her davranışında görmekteyiz. Burada anlatılan hastaların belki de en önde geleni günümüzde Kaçak Saray’ın Reisi’dir…

Adam saraylara bile sığamıyor, dikkat ederseniz. Kaçak Saray’ı 1165 odalı. 600 metrekare mutfaklı. Mutfağında 35 aşçı, 110 garson çalışmakta. Günlük masrafı ise, 2021’in Eylül ayında yayımlanan Sayıştay Raporuna göre 7 milyon 870 bin 534 TL imiş. Adamın son model 13 dev uçağı var, kendine mahsus. Sayısız zırhlı Mercedes’i, Audi’si vb. lüks markalardan makam araçları var. Mecliste bu konuda sorulan sorulara bile Tayyip’in yardımcısı Fuat Oktay belirgin bir cevap vermiyor. “Hizmetin gerektirdiği kadar” deyip işin içinden sıvışıyor.

Hatırlanacağı gibi, Deniz Harp Okulu eski komutanı emekli Koramiral Türker Ertürk, Tayyip’in Kaçak Saray’ı için aynen şöyle demektedir:

“Ben Beyaz Saray’ı da bilirim. O, Erdoğan’ın sarayının bir müştemilatı gibi kalır.”

Adam saraylara da doymuyor, bilindiği gibi. Ahlat’a yeni saray yaptırıyor, Okluk Koyu’na yeni saray yaptırıyor. Hem de yığınla ağacı yok ederek…

Şu günlerde Tayyip’in rahatsızlığına ilişkin bir terim dolaşmaktadır, yabancı ve yerli medyada. Bizdekiler de Le Monde Diplomatique’den alıp kullanıyorlar aynı kavramı. Diyorlar ki Tayyip’in hastalığı “Hubris”tir. Hubris, Eski Yunancada “Kibir” anlamına gelmektedir. Psikolojik açıdan Hubris, bir ruh hastalığı değildir. Narsistik Kişilik Bozukluğunun semptomlarından (belirtilerinden) sadece biridir. Yukarıda da uzmanlardan aktardığımız görüşlerde belirtildiği gibi. Zaten kullanımı da “Hubris Sendromu” şeklindedir. Yani altta yatan daha ağır ve daha geniş kapsama sahip bir rahatsızlığın sadece bir belirtisidir, Hubris Sendromu.

Gelelim Tayyip’in ikinci ruh hastalığına…

Buna psikolojide “Mitomani” denir. Bu hastalığa tutulmuş kişilere ise “Mitoman” denir. Kişinin sürekli yalan söylemesi, sonrasında da söylediği bu yalanlara kendisinin de inanması olarak tarif edilir bu hastalık.

Hepimizin bildiği gibi Tayyip su içer, nefes alır gibi yalan söyler. Hepimizin ilk aklına geliverenlerinden birkaç örnek verelim.

1981 doğumlu büyük kızı Esra’ya 1980 öncesinde kendisine hitaben mektup yazdırır ve yatak odasının kapısına astırtır. Ne dedirtir kızına bu mektupta?

“Baba bir geceni de bize ayır…”

Yine Tayyip, 1980 öncesi siyasi eylemleri nedeniyle tutuklanarak Metris’te işkenceden geçirildiğini iddia eder. Halbuki Metris Cezaevi 17 Nisan 1981’de açılmıştır.

Yine Gezi Eylemcileri için; “Benim türbanlı bacıma Kabataş’ta saldırdılar. Olmadık hakaretler ettiler”, der. “Görüntüleri var elimizde bu saldırının. Cuma günü bunu yayımlayacağız”, der. Ama aradan 9 sene geçmiş olmasına rağmen bu görüntüleri bir türlü bulup yayımlayamaz Tayyip.

Yine Gezi Eylemcisi Yoldaşlarımız için “Bunlar Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nde içki içtiler, orayı kirlettiler”, der. Yine “Gezi Eylemcileri Dolmabahçe Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nden bizim makamımıza kadar loderlerle tünel kazarak geldiler, buradan Taksim’e çıktılar”, der.

Ve kısa süre öncesinde de Kızılcahamam’da partililerine yaptırdığı kampta; “Bu Gezi Eylemcilerine bizim kızgınlığımız şahsi değildir, camilerimizi yaktılar bu kendini bilmezler”, der.

Der de der, arkadaşlar. Tayyip’in yalanları saymakla bitmez…

Ve işin garibi; bunların yalan olduğunu etrafındaki tüm çıkar ortaklarının, cürüm ortaklarının biliyor olmalarına rağmen Tayyip’i ayakta alkışlamalarıdır, bu yalanlarla süslediği tiradları sonrasında… AKP adlı mafyatik çıkar örgütünün reisi Tayyip’tir tabiî ki. Öbürlerinin de yapılan kamu malı yağmasından kendilerine düşen payı alması için Tayyip’in liderliğindeki çetenin ayakta kalması gerekir.

Şimdi Tayyip’in bu rahatsızlığı konusunda uzman görüşlerine bakalım bir, arkadaşlar:

***

(…)

Patolojik yalan, yalan söyleme alışkanlığıdır. Psikiyatride mitomani olarak tanımlanır. Hastalığa sahip kişilere mitoman denir. Mitomani Yunanca muthos (efsane) ve Latince mania (delilik) kelimelerinin birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Psikiyatride pseudologia fantastica olarak da adlandırılmaktadır. Mitomani hastaları yeteri kadar araştırılmamış ve anlaşılmamıştır.

Mitomani hastalığı ilk kez 1891 yılında Alman doktor Anton Delbrueck tarafından tanımlanmıştır. O zamandan beri üzerinde çok fazla çalışma yapılmış bir konu değildir.

Mitomanya hastaları yalan söylediklerinin farkında değildirler. Düşünce tarzlarına ‘‘büyüsel düşünce’’ denir. Hayal gücüyle ürettikleri düşüncelerin gerçekliğine inanırlar. Çocuklarda normal karşılanan bu durum yetişkinler için patolojiktir.

Normal insanlar yalan söylediklerinde utanç ve suçluluk duyabilirler ancak mitomanlarda böyle bir durum yoktur.

Çoğu zaman çok güzel ve etkileyici fantastik yalanlar söylerler. Gerçekle fantazi iç içe geçtiğinde inandırıcı olabilirler.

Yalan söyleyerek kendilerini önemli bir insan veya kahraman gibi gösterirler.

Çoğu zaman kendi yalanlarına inanırlar.

Eski yalanlarını desteklemek için sürekli yeni yalanlar uydururlar.

Çoğu zaman yalan söylemenin bir amacı olmayabilir. Yani yalan söyleyerek kar elde etmezler.

Bazen kendilerini suçlayıcı ve zarar verici olabilirler.

Genel toplumda görülme oranı 1000 kişide 1 dir. Erkeklerde ve kadınlarda eşit oranda görülür.

Gelişimi 15-16 yaş gibi ergenlik çağından başlar ve tedavi edilmezse erişkinlik dönemine kadar devam eder.

Mitomani hastaları çok üstün sözel yeteneğe sahiptir.

Mitomani hastaları stresli durumlardan kaçmak için yalanı kullanabilirler. Mitomanlar kendi gerçekliklerinden kopmuş insanlardır. Yüksek kaygılı durumlarda daha fazla yalan söylerler.

Hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik ve intihal suçlarını işleyenler arasında mitomanlar tespit edilmiştir. Özellikle telefon dolandırıcılarının bu gurupta olduğu düşünülmektedir.

Kendilerini olduğu gibi kabul edemeyen, kendine güvensiz insanlardır.

Yalanlarını geçmişte yaşadıkları anılar gibi anlatabilirler.

Mitoman gerçeği de söyleyebilir ancak öyle bir süsler öyle bir büyütür ki inanamazsınız.

Zamanla aile ilişkileri bozulur.

Sosyal yalnızlaşma onların kendilerini keşfedilmemiş yetenek olarak görmelerine neden olur.

Mitomani hastaları yalan söylemeyeceklerine söz verirler ancak sözlerini tutamazlar.

Bazen yalan makinasında yakalanamayabilirler. Çünkü diğer insanların yalan makinasında verdikleri fiziksel tepkileri vermezler.

Mitoman kişi sürekli hayali senaryolar, hayali olaylar ve kişiler uydurur ve söylediği bu yalanlara kendisi de inanır. Bu tip insanlar tüm hayatlarını bir yalanın üzerine kurmuştur.

Mitomani hastaları hasta olduklarının farkında değildir. Bu nedenle kendiliklerinden doktora gitmezler. Birlikte yaşadıkları insanlar durumdan rahatsız olup onları doktora götürürler.

Mitomanlar çok övüngen insanlardır.

Mitomani nasıl gelişir?

Mitomani psikiyatrik hastalıklar sınıflandırmasında ayrı bir tanı olarak geçmemektedir. Ancak bazı hastalıkların bir bulgusu olabilmektedir. Bu hastalıklar:

Bipolar bozukluklar

Dikkat eksikliği sendromu

Dürtü kontrol problemleri

Madde bağımlılığı

Sınırda kişilik

Narsistik kişilik bozukluğu

Takıntı bozuklukları

Mitomani hastaları üzerinde yapılan gözlemlerde bazılarında epilepsi veya EEG bozuklukları, geçirilmiş kafa travması ve aile içinde psikiyatrik hastaların olduğu gözlenmiştir. Mitomani genellikle kişilik gelişiminin en hızlı olduğu ergenlik çağlarında başlar. Tanı ise genellikle 21-22 yaşlarında konur. Mitomaninin kökeninde düşük öz benlik saygısı ve kendine güvensizlik yatar. Bu eksiklikleri kişi yalan söyleyerek doldurmaya çalışır. Çoğunluğunun çalkantılı aile yaşamlarının olduğu tespit edilmiştir. Mitomani hastalarında sahte benlik duygusu, gerçek benliği sahte benlikten korumak için idealizasyon, mükemmellik ve görkem yaratma mekanizmalarını kullanır. Mitomania hastalığının ileri evresi nevroz ve psikozdur.

Yeteri kadar ruhsal olgunluğa ulaşmamış biri hayatın zorlayıcı durumlarından kaçmak için mitoman haline dönüşebilir. (https://www.medicalpark.com.tr/mitomani/hg-2374)

***

Görüldüğü gibi, arkadaşlar; burada anlatılan hastaların hepimizce en bilineni de Kaçak Saraylı Hafız’dır.

Şimdi de gelelim Tayyip’in bir diğer ağır ruh hastalığına…

Bu da “Kriminal Psikopati” olarak adlandırılan ağır ve bir o kadar da toplum için tehlikeli bir hastalıktır. Bu hastalık bir yönüyle “Seri Katil Hastalığı”dır. Bu hastalar asla empati yapamazlar. Benlikleri kin ve nefretle doludur, insanlara karşı. Herkese düşmandırlar.

Tayyip’i anlatan biyografi kitapları yazarları onun tanıdıklarıyla konuştuklarında Tayyip’i onların şu şekilde anlattığını naklederler: “O, gölgesiyle bile sürekli kavga eder durumdadır.”

Demek ki arkadaşlar; Tayyip benzeri hastalar devamlı birilerini düşman belleyip onunla savaşma ihtiyacı içindedirler. Bunlarda dingin bir ruh haline rastlamak hemen hemen olası değildir. Bakışından, duruşundan, kılık kıyafetinden hoşlanmadığı bir insanı hemen yok etmek ister böyleleri.

Dikkat edersek Tayyip de kendisine biat etmeyen herkese ağır hakaret ve küfürlerle saldırmaktadır. Ana muhalefet liderine ettiği küfürlerin bazılarını burada anmaya bizim ahlâkımız el vermez. Kendisine karşı şu anda muhalif durumda görünen altı bileşenden oluşan ve adlarını “Millet İttifakı” koyan grup için ne demektedir Tayyip ve amigosu Saray’ın Arka Bahçeli’si?

“Zillet İttifakı” yani aşağılıklar ittifakı…

Yine ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu için “cinsi bozuk”, “cibilliyeti bozuk”, “insan değil” gibi düpedüz hakaret niteliğinde sözcükler kullanmaktan çekinmemektedir.

Yine kısa süre önce, kendisine muhalif olan ve Türkiye insanının yüzde 70’ini oluşturan kesim için “Sürtük”, “Çürük” sözcükleriyle hakaret etmekten hiç rahatsızlık duymamıştır.

Tayyip’in hakaretlerinden örnekler saymakla bitmez…

Ve yine, arkadaşlar; hepimizin gözleri önünde cereyan eden bir olayı hatırlatalım. 15 Temmuz gecesi FETÖ’yle giriştikleri Ganimet Paylaşım Savaşı’nda iki taraftan toplam 400’ü aşkın insan hayatını kaybetmişti. Ve o insanların daha kanları bile soğumamışken Tayyip, Atatürk Havalimanı’nda mutluluktan mest olmuş bir halde; “Bu hareket bize Allah’ın bir lütfudur”, diyebilmiştir. Yanı başında da Damat Berat ağzı kulaklarında görüntüler sergilemekteydi. Onca insanın kendi çıkar kavgaları uğruna hayatını kaybetmiş olması, binlerce ailenin evine ateş düşmüş olması bunların hiç umurlarında değildi o gün. Ve şu ana kadar da olmamıştır…

Dedik ya, bunlarda acıma hissi, vicdan, merhamet gibi duygular ve değerler hiç oluşmamıştır. Böyle olunca asla empati de yapamaz bunlar. Sadece kendi çıkarlarına odaklıdırlar. Başka hiçbir şey zerrece umurlarında olmaz bunların.

49 kadını öldüren ve sonunda yakalanıp cezaevine konulan, savcıyla kurbanlarının cesetlerini attığı yerleri göstererek işbirliğine gittiği için idamdan kurtulan bir Amerikan seri katiline bunlarla ilgili araştırma yapan bir bilim kadını soruyor, özel izinle girdiği cezaevinde:

“Kurbanlarını öldürürken onların acı çekmesi karşısında neler hissettin?”

Verilen cevap aynen şudur:

“Hiçbir şey hissetmedim.”

Evet, arkadaşlar. İşte 15 Temmuz gecesi Tayyip de tanık olduğumuz gibi hiçbir şey hissetmemişti, o akıtılan kanlar, alınan canlar karşısında. Vatani görevini yapmak için askere giden Mehmetçiklerimizin boğazları kesilerek infaz edilmeleri karşısında ve 20 yaşındaki Hava Harp Okulu öğrencilerinin yine aynı şekilde IŞİD yöntemiyle boğazları kesilerek katledilmeleri karşısında…

Tayyip ve benzeri Kriminal Psikopatlar, menfaatlerinin öyle gerektirdiğine inandıkları anda binlerce hatta yüz binlerce insanı ölüme sürüklemekten asla çekinmezler ve onların hayatlarını kaybetmesi karşısında zerrece üzüntü ve pişmanlık duymazlar.

Daha önce de defalarca belirtmiş olduğumuz gibi, Kriminal Psikopatlar bir robot gibi, bir savaş makinesi gibi insan öldürürler ve bu yaptıklarından hiç etkilenmezler. Kurbanların durumu onlar açısından yok hükmündedir.

İşte biz bu rahatsızlıklara sahip olduğu için Tayyip’in bir tek gün bile kamu görevi yapmaması gerekir, diyoruz yıllardan beri. Bu talebimizi Tayyip’in mahkemelerinde de onların yargıçlarının, savcılarının, avukatlarının yüzlerine karşı da söyledik, ortaya koyduk. Ona kesinlikle kamu görevi yaptırılmamalı. İş kendisine bırakılmamalı. Kendisi bütün bu hastalıklarından dolayı tabiî ki ömür boyu sarayında kalmak ve saltanatını sürdürmek isteyecektir. Çevresi de yani çıkar ortaklarından oluşmuş AKP’giller de ortak çıkarlarının kesintiye uğramadan sürdürülebilmesi için Tayyip’in başlarında bulunmasını isteyeceklerdir. Bunlar anlaşılabilir.

Fakat burada iş halkımıza düşmektedir. Halkın gerçek temsilcisi ve onun çıkarlarının savunucusu olarak biz devrimcilere düşmektedir.

Biz mücadelemizi bütün gücümüzle hiç aksatmadan sürdürmekteyiz, tanıyan arkadaşlarımızın, varlığımızdan haberdar olan insanlarımızın bilebileceği gibi.

Fakat hep söyleyegeldiğimiz üzere, medya tarafından sağlı sollu susuş suikastına uğratılmaktayız, devamlı surette. Medyada bizi takdir eden insanların sayısı bir elin parmaklarını ancak bulabilmektedir. Gerisi bizi yok saymaktadır, dolayısıyla da görmemiş olmaktadır. Böylece de suikasta ara vermeksizin devam etmiş olmaktadır.

Burada önemli bir görev de tabiî ki psikolog ve tabiplerimizin örgütlerine düşmektedir. Tayyip’in kamu görevi yaptırılmayacak denli ağır olan, yukarıda anlattığımız hastalıklarına ilişkin bu bilim insanları örgütlerinin raporlar oluşturup açıklamaları gerekmektedir.

Fakat bildiğimiz gibi Tayyipgiller Kaçak Saray Diktatörlüğü, bütün kamu kurumlarını olduğu gibi bu sağlık kurumlarını da terörize ederek korkutmuş, bastırmış ve sindirmiştir. Seslerini çıkaramaz, düşüncelerini açıklayamaz hale getirmiştir.

Dikkat edersek; hukukçu örgütleri de Tayyipgiller’in işledikleri binbir suça ilişkin hiçbir soruşturma ya da kovuşturmaya yönelik tespitler yapıp açıklamalarda bulunamamaktadır. Yargı kurumu zaten hep belirtegeldiğimiz gibi Tayyipgiller’in Kaçak Saray’ının hukuk bürosuna dönüşmüş durumdadır.

İşte bu sebeplerden, Tayyipgiller diktatörlüklerini, saltanatlarını 20 yıldan bu yana pervasızca sürdüregelmektedirler…

Fakat Doğada olsun Toplumda olsun her şeyin bir sonu olduğu gibi, Tayyipgiller adlı mafyatik, çıkar amaçlı suç örgütünün de sonu iyice yaklaşmıştır artık. Her halk düşmanı, vatan millet düşmanı diktatörlük gibi Kaçak Saray Diktatörlüğü de bugünkü gibi sadece çatırdamakla kalmayacak, çökecektir kısa süre sonra.

O zaman bunların tamamı Çelik Bilezikle tanışacaklar, hak ettikleri cezalarına kavuşacaklardır.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

6 Ağustos 2022

Nurullah Ankut

HKP Genel Başkanı

[1] DSM, yani İngilizce adıyla Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders, Türkçe adıyla Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayınlanan ve zihinsel hastalıklara tanı koymak için ölçütleri belirleyen bir kaynaktır.

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz