Yakın Tarihten bir yaprak: HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un 08 Temmuz 2015 Tarihinde Yaptığı 2 Temmuz Sivas Katliamı Değerlendirmesi

03.07.2017
926
A+
A-

Yakın Tarihten bir yaprak:

HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un 08 Temmuz 2015 Tarihinde Yaptığı 2 Temmuz Sivas Katliamı Değerlendirmesi

Videolar:

***

Videoların Tapesi:

Saygıdeğer arkadaşlarım,

Sözlerimize, namuslu şairimizi Şükrü Erbaş’ın şu dizeleriyle başlayalım:

 

MADIMAK 22 YILDIR YANIYOR

“Bir otel odasında gencecik çocuklar

Çırpındıkça bir yudum soluk için

Üzerine benzin döküp oynayanlar

Onlar birgün öpmeye eğilince çocuklarını

Dudaklarında duman ve yanık et kokusu

Boğum boğum tıkamaz mı soluklarını?..

Sevgisiz bir Tanrının kinle büyüttüğü

Ölüme tapınan o siyah adamlar

Onlar birgün yağmurlardan sonra

Güneş salkım salkım dallarda yanarken

Rüzgârdan utanıp sudan korkmazlar mı?..”

 

Bundan 22 yıl önce 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta 35 canımız yandı, canavarca katledildi. Aydınlarımız, sanatçılarımız, daha hayatlarının baharında olan gencecik fidanlarımız, insanlıktan çıkmış vahşi hayvan çığlıkları atan Ortaçağcı cellâtların ateşiyle yandı, yakıldı, küle döndü.

Bu canavarlık tam 8 saat sürdü. Yani tam bir iş günü boyunca sürdü. Ve devlet sadece seyretti bu cinayeti, kılını kıpırdatmadı. O devletin Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Süleyman Demirel’di, Başbakanlık koltuğunda oturan Tansu Çiller’di, Başbakan Yardımcılığı koltuğunda oturan ve o günkü devletin tek iyi niyetli ama aynı oranda da inisiyatifsiz, zavallı bir ibişten başka bir şey olmayan kişisi Erdal İnönü’ydü. Genelkurmay da bölgedeki yerel askeri yetkililer de parmaklarını oynatamadılar, seyirci olmanın dışında hiçbir tepki gösteremediler.

Oysa bu Ortaçağcı caniler güruhunu oradan uzaklaştırmak için bir manga asker yeterdi, ya da namuslu bir polis şefinin yönetimindeki bir karakol kadrosunu oluşturan polis yeterdi. Havaya birkaç el ateş etselerdi bu güruh birbirlerini çiğneyerek bir iki dakika içinde dağılıp, o alanı boşaltıp, kaçıp gideceklerdi. Ama bunu yapmaya kimsenin eli varmadı, kimsenin cesareti yetmedi.

Demirel’ler, Tansu Çiller’ler ve onların geri planında duran Amerika, Kontrgerilla elbette bu canavarlığın yapılmasını istiyordu, başarılmasını istiyordu ve bu işin planlayıcısı konumundaydı. Genelkurmaydaki zavallılar sürüsü bol yıldızlı generaller de NATO tarafından içi boşaltılmış, ruhları, cesaretleri alınmış birer zavallı insan konumuna düşürülmüşlerdi. Onlar da bir tavır koyamadılar. Hâlbuki Genelkurmayın inisiyatifli bir iki generali tavır koysaydı ya da yerel askeri yetkililerden bir subay ya da bir başçavuş tavır koysaydı bu cinayet işlenmezdi. Ama öyle görünüyor ki NATO onlarda da cesaret ve inisiyatif bırakmamış.

Nitekim ordumuzdaki bu vahim ruh çürümesini “Ergenekon Davası” adlı CIA operasyonunda da apaçık gördük. Orada da CIA tarafından planlanıp yerel taşeronlara verilen ve onlar eliyle uygulatılan “Ergenekon Davası” denen operasyon, Genelkurmayın ve komuta kesiminin tam bir teslimiyetiyle bugünkü tahribatına ulaşabildi, vahim sonucunu yaratabildi.

Bu operasyonun ilk adımında yani Hurşit Tolon ve Şener Eruygur Paşalar tutuklandığında Kandıra Cezaevi’ne gittik. Orada dedik ki: “Bu hukuki bir dava değil, hukuki savunmalar yapmakla tam da Amerika’nın istediği tuzağa düşmüş oluruz. Bu bir CIA operasyonu. Amacı; Türk Ordusu’nun laik, Mustafa Kemal gelenekli, yurtsever insanlarını, kadrolarını ve Türkiye’nin aydınlarını tasfiye etmek, pasifize etmek, terörize etmek ve Yeni Sevr’e giden yolun önündeki engelleri kaldırmaktır. O bakımdan, bunun karşısına açıkça meydan okuyarak çıkmak durumundayız. Biz, Türk Ordusu’nun Mustafa Kemal gelenekli, yurtsever, laik askerleriyiz. Siz ise bu milletin ve bu vatanın CIA’nın emrindeki düşmanlarısınız. Size teslim olmayacağız. Burada yargılanması gereken sizlersiniz vatana ve halka ihanetten dolayı diyeceksiniz”, dedik. “Fethullah’ın yargıçlarına, Tayyipgiller’in adli, idari yetkililerine böyle meydan okuyacaksınız. Bu operasyon ancak böyle bertaraf edilebilir, püskürtülebilir”, dedik.

Ama kabul ettiremedik. Yapmaya yürekleri yetmedi. Nitekim sonradan Hurşit Tolon Paşa’nın Tayyipgiller’e teslimiyetiyle de bu cesarete sahip olmadığı meydana çıktı. Bu paşaların en cesur görünenlerinden Çetin Doğan cezaevinde bizimle, yoldaşlarımızla çok samimi bir şekilde sohbetler etti, görüştü. Ama dışarıya çıktığı aralıklarda bizimle görüşmeye cesaret edemedi, bizden kaçındı. Bu gözü kara komünistlerle bir arada görünürsem başımdaki bela daha da büyür ve kalıcılaşır, iyisi mi bunlardan uzak durayım. Belki böylece kendimi affettirebilirim, anlayışına düştü, savruldu. O yüzden ciğeri beş para etmez yerli taşeronlar Türk Ordusu’nun, Türk aydınlarının, üniversitelerin, yazarların başına bu belayı sardılar, onları Silivri zindanlarından yıllarca yatırdılar.

Neyse. Bu, işin bir başka yönü, yoldaşlar. Şimdi gelelim 2 Temmuz’da Sivas’ta canlarımızı katledenlerin geri planındaki güçlerin kimler olduğuna.

Daha önce de defalarca söylediğimiz gibi, ülkemizdeki ve bölgemizdeki bütün vurgunların, bütün katliamların, bütün ihanetlerin sorumlusu, birinci planda gelen suçlusu ABD Emperyalistleridir, AB Emperyalistleridir ve onların yerli, hain, işbirlikçileridir. Bu katliamda da onlar birinci planda suçludurlar. Katliamın baş yerli taşeronu Tayyipgiller’dir. Onun yetiştiricisi Molla Necmettin’in Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi’dir, yoldaşlar. Nitekim katliamda rol oynayan dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve onun ekibi, bu partinin yani Molla Necmettin’in partisinin insanlarıdır.

Bu alçak cani, katliam sürerken bir yükseğe çıkıp kalabalığa seslenmiş ve onlara “Gazanız mübarek olsun”, demiştir.

Ve bu cellatların bir kısmı, onların avukatları, Molla Necmettin’in ve Tayyipgiller’in partilerinde bakanlık yapmıştır, milletvekilliği yapmıştır.

Ve zaman aşımına uğratılarak bu insanlıktan çıkarılmış canavarlar sürüsü tahliye edildiğinde ne demişti Tayyip Erdoğan?

“Milletimize hayırlı olsun bu sonuç. İçeride yatan o insanların da dışarıda aileleri vardı, yakınları vardı onlara kavuştular.”

Böylece cellâtlardan yana olduğunu apaçık şekilde itiraf etmişti.

Yine katliam anının Başbakanı Tansu Çiller katliam akşamı ne demişti ilk açıklamasında?

“Dışarıda bulunan insanlarımıza (yani cellâtlara – Nurullah Ankut) herhangi bir zarar gelmemiştir.”

Düşünebiliyor musunuz, içeride 35 can yanmış, umurunda değil kadının. Dışarıdaki canilere bir zarar vermedik, diyor. Yani koltuk ve makam peşinde. Yani Amerika’dan, CIA’dan aldığı emrin başarıyla uygulanışının memnuniyeti, sevinci içinde.

İşte bunlar böyledir, yoldaşlar. Hep diyoruz ya bunlarda insanlıktan, vicdandan, namustan, ahlâktan eser bulamazsınız, diye. İşte bir kanıtı daha. Bunlar sureti insan… Ruh bakımdan insanlıkla ilgileri kalmamış bunların.

Şu anda CHP’de oynayan fırıldak, Kemal Kılıçdaroğlu’nun aşağılık bir dümenle CHP Genel Başkan Yardımcılığına getirdiği, kaşar Ortaçağcı Mehmet Bekaroğlu da bu katliamın asli sorumlularındandır. Çünkü o da aynı yolun yolcusudur, Molla Necmettin’in partisinde yıllarca parlamenterlik yapmıştır, diğer cellatlarla yan yana…

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında ABD Emperyalistleri, emperyalizmin dünya jandarmalığını İngiltere’den devraldılar. O savaş sonrasında sosyalizm Doğu Avrupa’ya yayılmıştı ve büyük bir gelişim içindeydi. İşte ABD Emperyalistleri ve CIA, buna karşı önlem almakta gecikmedi. Yoksa sosyalizm hızla Güney’e, İslam ülkelerine yayılabilirdi. Bunu durdurmak için hemen “Yeşil Kuşak Projesi” adını verdiği hainane, alçakça bir proje hazırladı ve bunun bölgede uygulanışını denetlemek, yönetmek üzere Graham Fuller adlı bir CIA şefini Ankara’ya, Ortadoğu İstasyon Şefi olarak atadı. Yıllarca burada görev yaptı bu hain, bu canavar, bu alçak. Bir röportajını da yayımlamıştık bu alçak adamın. Projesiyle ilgili bir soruya şöyle yanıt vermişti: “Ama siyasal İslam sosyalizmin yayılması karşısında çok önemli bir set oluşturuyordu”. Yani amaç buydu, yoldaşlar. Milyarlarca dolar, başta Suudiler gelmek üzere Körfez’in petrol zengini emirliklerinden, şeyhliklerinden, krallıklarından alındı ve tüm İslam ülkelerindeki tarikatların ve Siyasal İslam’ın, Ortaçağcılığın geliştirilmesi için kendi oluşturdukları örgütlere aktarıldı. Mesela Türkiye’de “Komünizmle Mücadele Derneği” kurdular. “İlim Yayma Cemiyeti”ni kurdular. 1950 sonrası, İmam Hatip Okulları pıtrak gibi çoğalarak Anadolu’nun her yerine yayılmaya başladı hızla. Tarikatlar yine aynı oranda örümcek ağları gibi sarmaya başladı Türkiye’nin dört bir yanını ve giderek İmam Hatip Okullarının sayısı 600’e ulaştı. Her yıl ortalama 60 bin civarında mezun verir oldu bu okullar. Tarikatlar her yıl ortalama 10 bin civarında Kur’an kursları aracılığıyla, eliyle mezun verir oldular. Çünkü Kur’an kurslarının tamamı belli tarikatların yönetimindedir, onların elindedir. Böylece Muaviye, Yezid İslamı modern deyişiyle CIA, Pentagon İslamı’yla doktrine edilmiş yüz binlerce insan, genç yetiştirilip topluma salındı ve o insanlar toplumun bürokratik kademelerinde görev, mevki sahibi oldular ve kademe kademe bu Ortaçağa doğru savruluş ilerledi, gelişti, güçlendi. Menderes’ler, Demirel’ler, Özal’lar, Ecevit’ler tüm bu Ortaçağcı gidişin sorumluları ve suç ortaklarıdır. Yani Tayyipgiller’in yetiştiği tarlayı gübreleyen, sulayan, aktaran, bakımını yapan bu adını andığımız Amerikan işbirlikçisi, hain, koltuk, makam düşkünü insan sefaletleridir. İşte o tarlada yetişti Tayyipgiller ve boynuzun kulağı geçmesi gibi geride bıraktıklarının tümünü geçtiler ve Türkiye bugünkü Ortaçağın karanlıklarına getirildi, düşürüldü, yuvarlandı.

İşte Sivas Katliamı’nı gerçekleştiren caniler de bu projenin yetiştirdiği kişilerdir. Bu projenin insanlıktan çıkardığı, canavarlaştırdığı insan suretindeki yaratıklardır. İnsan vicdanı taşıyan, insan şefkatinin zerresini taşıyan bir insan, bırakalım bir insanı ateşte yakmayı, bir böceği bile ateşin içine atamaz. Onun bile yanmasına vicdanı, yüreği elvermez. İşte Sivas’ın canileri böylesine insanlıktan çıkmış, canavarlaştırılmış yaratıklardır ve onları o hale getiren hep ABD Emperyalistleriydi, CIA’ydı, Washington’du, Pentagon’du, yoldaşlar.

Afganistan ve Pakistan, 1970’li yıllarda ileriye açık bir şekilde gelişimini sürdüren ülkelerdi. Pakistan’da sosyal demokrat Zülfikar Ali Butto iktidardaydı, onun hükümeti iktidardaydı. Ve katledilişinden kısa süre önce Abdi İpekçi’ye verdiği bir röportajda aynen şöyle söylüyordu Zülfikar Ali Butto:

“Tabiî biz Müslüman bir ülkeyiz ben de halkımın inançlarını benimsiyorum ama ekonomide tümüyle Marksizmin tahlillerine, tespitlerine katılıyorum.”

Yani böylesine iyi niyetli, iyi kalpli ve aydın bir kişiydi Zülfikar Ali Butto. CIA hemen yok etmek için planlar hazırladı ve Ziya Ül Hak adlı satılmış bir general aracılığıyla bir faşist darbe yaptırdı Pakistan’da. Zülfikar Ali Butto’yu tutuklattı ve göstermelik sahte bir mahkemede güya yargılattı ve idam etti.

Sene 1979. Afganistan Ordusu’ndaki Mustafa Kemal gelenekli aydın, ilerici, yurtsever subaylar Sosyalist Afganistan Halk Partisi’yle el ele vererek, omuz omuza vererek sosyalist bir devrim gerçekleştirdiler. Ve sosyalizmi uygulamaya, örgütlemeye, sosyalist üretimi baştan aşağıya örgütleyip düzenlemeye giriştiler.

Yine CIA hemen harekete geçti. Pakistan’da on binlerce medrese açtı ve tüm İslam ülkelerinde “Yeşil Kuşak” çerçevesinde yetiştirmiş olduğu gericileri, Ortaçağcıları Pakistan’a çağırıp bu medreselere doldurdu. Orada CIA İslamı’yla doktrine etti, askeri eğitimden geçirdi, silahlandırdı ve Afganistan’daki sosyalist iktidarın üzerine sürdü. O yıllarda Charlie Wilson aldı Teksaslı bir kongre üyesi vardır. Amerikan Deniz Harp Okulunda yetişmiş, CIA’da merkezi bir konuma yükselmiş bir alçaktır bu kişi. ABD Kongresinden Afganistan’da yürütülecek bir operasyonun kararını çıkardı. Kongreyi buna ikna ederek böyle bir operasyonun Kongreden geçmesini sağladı. Tabiî bunun da akıl hocası CIA’nın 1950 sonrasının en önde gelen birkaç büyük teorisyeninden Zbigniew Brzezinski idi. İkisi el ele vererek bu operasyonu oluşturdular, projelendirdiler ve kongreden geçirip uygulamaya soktular.

Hollywood, “Charlie Wilson’ın Savaşı” adlı bir de filmini çevirdi bu operasyonun. Operasyona “Syclone Operasyonu” adını verdiler. Filmde Hollwood’un en önde gelen aktris ve aktörleri rol aldı: Tom Hanks, Julia Roberts, Phillip Seymour Hoffman.

Julia Roberts, Hollwood’un en çok kazanan kadın aktristiydi bir dönem ve film başına aldığı ücret 12 milyon dolar idi. Hep deriz ya; Hollwood’u da CIA yönetir, diye. İlgilenen arkadaşlar izleyebilirler “Charlie Wilson’s War” adıyla çevrilmiş olan bu filmi. Brzezinski, işte burada da görüldüğü gibi, Usame Bin Laden’le yan yanalar ve modern bir makineli tüfeğin kullanışını çalışıyorlar, yoldaşlar. Bu Usame Bin Laden, bu da Brzezinski. (N. Ankut burada fotoğraf göstermektedir.) İnternet sitelerinde ikisinin pek çok yan yana çekilmiş görüntüsünü bulabilir arkadaşlar.

Ne diyor Brzezinski bugün?

“Yine yaparım.”

Charlie Wilson adlı kongre üyesi, Teksaslı kongre üyesi, burada Afgan kılığında ve Afgan Ortaçağcılarla yan yana, sevinç içinde gördüğümüz gibi projesinin başarıyla uygulanmasından dolayı. CIA bu projeye, internette rastladığımız bazı İngilizce metinlerden edindiğimiz bilgiye göre, 3 ile 20 milyar dolar arasında para harcamış, yoldaşlar. Bu proje, CIA’nın tarihindeki en büyük birkaç projeden biriymiş.

Sosyalist Kamp 1991’de çöktü ne yazık ki. Muhammet Necibullah yönetimindeki, liderliğindeki bu yiğit devrimci liderliğindeki sosyalist iktidar, 2 seneye yakın daha tek başına dayandı Ortaçağcılara karşı. Oysa dışarıdan tek kuruş maddi yardım ve bir tek mermi alamıyordu. Tamamen kuşatılmış durumdaydı. Ortaçağcılarsa dünyanın en gelişkin askeri silahlarıyla donatılmışlardı ve her türlü maddi yardım oluk oluk akıyordu kendilerine ve operasyonu tamamen Pentagon’un, CIA’nın askeri yetkilileri yönetiyordu, arkadaşlar. Bu operasyonda CIA, 40 yıllık NATO müttefiki Türkiye’ye vermediği Stinger füzelerini bu Afganlı gericilere verdi. Ve onlar, Afganistan’ın hava gücünü bu füzelerle tamamen etkisiz hale getirdi. Yani böylesine modern silahlarla donattı CIA gericileri. İlgili arkadaşlar arama motoruna “Afgan mücahidi” yazıp aratırlarsa bu konuda pek çok bilgiye ulaşırlar.

2 yıl sonra, ne yazık ki, Afganistan’daki sosyalist iktidar yıkıldı. Ve bütün uyarılara rağmen yiğit Muhammet Necibullah ülkesini terk etmedi. O terk etmeyince yiğit kardeşi de; “Ben de kalacağım, abimi yalnız bırakmayacağım.”, dedi. O da terk etmedi ve yiğitçe Ortaçağcı gericiler elinde can verdiler. Ve ölüme giderken bile devrimci inançlarını ve sloganlarını haykırdılar. Böylesine yiğit, namuslu insanlardı Afgan devriminin bu öncüleri, liderleri.

İşte Ortaçağcılara beşiklik eden ya da fidelik eden Pakistan’ı, Afganistan’ı böyle gericileştirdi Amerika, CIA ve Afgan Devrimi yenilgiye uğradıktan sonra bu Ortaçağcıları başka yerlerde kullandı. Mesela Cezayir’de kullandı antiemperyalist hükümete karşı “Silahlı İslami Grup” adı altında. Gencecik lise öğrencisi kızları bile başları açık diye koyun gibi yere yatırıp boğazlarını keserek katletti bu caniler örgütü.

Yugoslavya’da kullandı aynı gericileri. Çeçenistan’da kullandı. Sonra Irak’ta, Libya’da kullandı ve Suriye’de kullandı, yoldaşlar.

Bunların tamamı silahlı eğitimden geçmiş, insanlıktan çıkarılmış, canavarlaştırılmış, Ortaçağcı güruh. “Özgür Suriye Ordusu” adı altında Arap ülkelerinin en laiki, en demokratı ve gelir adaletsizliğinin yani zengin ve fakir sınıflar arasındaki farkın en az olduğu ülke olan Suriye’de kullanmaya başladı ve laik Beşşar Esad yönetimini devirmek istedi. Amaç “BOP”un hayata geçirilmesiydi. Yani Suriye’nin de Alevi bölgesi, Sünni bölgesi ve Kürt bölgesi olarak 3 parçaya bölünmesiydi amaç. Nitekim bugün onu gerçekleştirmiş durumda ne yazık ki.

IŞİD, El Kaide’nin bir parçası, onun bünyesinde oluşmuş bir hareket ve 2006’da ortaya çıktı. 2006’ya kadar El Kaide içindeydi, arkadaşlar. 2 sene öncesine kadar Suriye’de elbirliğiyle yani aralarında hiçbir problem olmaksızın Beşşar Esad yönetimine karşı savaştılar “Özgür Suriye Ordusu” adı altında o oluşum içerisinde. Amerikancı Kürt hareketi de yani PKK ve onun bir kolu olan PYD, YPG de bu oluşum içinde yer aldı.

Nitekim 2012’de, hem Suriye’deki Ortaçağcılar, IŞİD de içlerinde olmak kaydıyla, yekvücut iken hem de Türkiye’deki tüm gericiler Hizbullah’tan, Fethullah’ına kadar bu hareketi desteklerken, PKK de açıkça bu hareketin yanındaydı.

Ona bir tek kanıt: 17 Mart 2002’de bir eylem gerçekleştiriyorlar Diyarbakır’da. “Suriye Halkına destek eylemi”, eylemlerinin adı da. Haksöz Haber adlı bir sitede çıkmış bu haber. İki paragraf okuyalım:

“Diyarbakır’da Baas vahşeti protesto edildi. Ofis Büyükşehir Konukevi önünde bir araya gelen Müslümanlar Eset (dikkat edelim Tayyip’in ağzıyla konuşuyorlar. – N. Ankut) diktatörlüğünün gerçekleştirdiği vahşeti açtıkları pankartlar, taşıdıkları dövizler, attıkları sloganlar, okudukları basın açıklaması ve yaptıkları duayla protesto ettiler.

“Dün Hama bugün Humus

“Özgür-Der, Mustazaf-Der, Ay-Der, Memur-Sen, Diyanet-Sen gibi kurumlardan oluşan “Diyarbakır, Suriye Halkıyla Dayanışma Platform”nun organize ettiği ve BDP’li vekil Aysel Tuğluk, Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, Kürt aydınlarından İbrahim Güçlü ve Sıtkı Zilan gibi isimlerin de destek olduğu eylemde Baas diktasına hayır, Suriye’de katliama son, dün Hama bugün Humus,  Katliam sürüyor, Suriye halkı direniyor, Baas diktası yıkılacak, İslami direniş kazanacak, Katil Baas Ordusuna karşı yaşasın Suriye halkının özgür ordusu, pankartları açıldı.”

Haber 8 sayfalık uzun bir haber. Bu kadarı yeterli galiba anlaşılması için. Ayrıca bu eylemin videosu da var internette, yoldaşlar. “İlke haber ajansı.com.” adlı sitede videosunu da isteyen arkadaşlar izleyebilir. 8,5 dakika uzunluğunda bir video. Bir resim gösterelim burada. Resim, “Özgür-Der’in” sitesinde. İşte Ortaçağcılar bildirilerini okuyorlar burada. En sağ köşede de Aysel Tuğluk Hanımefendi duruyor. Ellerini göğsünde kavuşturmuş vaziyette. İşte aynı resim burada daha büyük şekilde, daha netçe görünüyor.

Yani demek istediğimiz yoldaşlar, bizim PKK, HDP hareketi de 2012’ye kadar yani IŞİD Rojova’ya saldırıncaya kadar ve Irak’ta Barzani bölgesine saldırıncaya kadar tam anlamıyla kaynaşık durumdaydı bunlarla, hiçbir sorun yoktu aralarında. Hatta bir anlaşma da yaptılar Beşşar Esad’ı devirdikten sonra 11 maddelik Suriye’yi nasıl paylaşacaklarına dair. “Özgür Gündem”de bu anlaşmanın maddeleri de yayımlandı.

Bu madrabazlar, bilindiği gibi Meclise Ortaçağcılığıyla ünlü Altan Tan’ın yanında, yine aynı ayarda Ortaçağcı kaliteye sahip Hüda Kaya’yı, MAZLUM-DER eski başkanı Ayhan Bilgen’i, Seher Akçınar Bayar’ı ve Tayyipgiller’in AKP’sinin kurucularından ve Genel Başkan Yardımcılarından olan vurguncu Ortaçağcı Dengir Mir Mehmet Fırat’ı da Meclise taşımıştır.

MAZLUM-DER, hatırlanacağı gibi, bu katliamın bilfiil merkezindedir. Katliamdan bir gün önce Sivas yakınındaki bir otele gelip mevzilenmiştir bunlar. Katliam günü örgütlü bir şekilde otelin önüne gelmişler ve diğer canilerle el ele vererek cellatlıklarını gerçekleştirmişlerdir. MAZLUM-DER’in katliamdaki bu rolünü Çalışma eski bakanlarından Mustafa Kul belgesiyle ortaya çıkarmıştır…

Demek ki bizim HDP’nin bu Sivas’ın canileriyle, Suriye’deki IŞİD’le bir sorunları yok, yoldaşlar. Ne zaman ki IŞİD bunlara saldırdı, o zaman bunlar bir anda IŞİD düşmanı oldular. Şimdi apaçık gördük işte Taliban’ı da, El Kaide’yi de, IŞİD’i de yaratan, var eden, yetiştiren, doktrine eden kimdir?

CIA’dır, Pentagon’dur, ABD’dir, ABD Kongresi’dir, Washington’dur.

PKK de ne yazık ki, 1991’den bu yana Amerika’yla tam anlamıyla kaynaşmış, tencere kapak gibi birbirlerine uymuş durumdadır. Bunlar Ortadoğu’da Amerika’nın bölgesel kara güçleridir. Hani bir CIA ajanı açıkladı ya iki sene kadar önce; “Niye kriz bölgelerine kendi askerlerimizi gönderelim, askerlerimiz kayıp versinler. Bırakalım bunları, birbirlerine karşı kışkırtalım, birbirleriyle savaştıralım, bunlar birbirlerini öldürsünler, bizim amacımız için, bizim çıkarlarımız için.”

İşte tam da bunu yapıyorlar, yoldaşlar. Suriye’de de, Türkiye’de de, tüm Ortadoğu’da aynen bunu uyguluyorlar. Dikkat edersek, ABD sadece hava gücü, bunlar bölgesel kara gücü artık. IŞİD de, PKK de, PYD de, YPG de ABD’nin bölgedeki kara güçleri, kara ordusu. Bunu Obama da çok açık bir şekilde itiraf ediyor. Pazartesi günü yani şu geçtiğimiz Pazartesi günü Pentagon’da bir brifing verildi. Obama da bu brifinge katıldı ve brifing sonrası aynen şu cümleyi söylüyor:

“Son bir yılda, sahada etkin bir ortağımız olduğunda IŞİD’in geriye itilebileceğini gördük.”

Ne diyor?

PYD, YPG,  PKK için sahada etkin bir ortağımız, diyor.

Demek ki kimmiş YPG, PYD?

Amerika’nın sahadaki etkin ortağıymış.

Biz bunu söyleyince bize kızıyorlar. Amerikancı Kürt Hareketi deyince kızıyorlar. Biz bunu dediğimiz için faşist oluyoruz. Öyle suçluyorlar bizi. Obama deyince hoşlarına gidiyor ama. Ne güzel diyorlar, bak Obama bizi ortak görüyor, ne iyi. Seviniyorlar, gururlanıyorlar bundan yoldaşlar ve kutlama yapıyorlar. Zafer kazandık Suriye’de diye, Kobani Zaferi, diye.

Hayır!

Zaferi Amerika kazandı, yoldaşlar. Zafer Amerika’nın. Amerika BOP’u uyguluyor.

Ne dedi 2003’te Condoleezza Rice?

“Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar yer alan Ortadoğu’da 22 devletin sınırları yeniden belirlenecek. Değiştirilecek ve yeniden belirlenecek.”

İşte o plan uygulanıyor. O yüzden uygulanan plan Amerika’nın planı, kazanılan zafer Amerika’nın zaferi.

Peki, Amerikancı Kürt Hareketi niye seviniyor?

Bu rauntta çıkarları örtüşüyor. Amerikancı Kürt Devleti, de buna paralel olarak, hani BOP haritasında “Free Kürdistan” diye adlandırılan devlet oluşturuluyor. Bunun sevincini yaşıyorlar.

Ama maçın kaderini belirleyecek olan ya da maçın skorunu belirleyecek olan son raunttur, yoldaşlar. Daha son raundu görmedik. Eğer Türkiye parçalanır ise ve Amerikancı Kürt Devleti oluşturulur ise ve Türk ve Kürt Halkı yani bin yıldır kardeşçe birlikte yaşayan halklar birbirinden ayrılır ise o zaman maçın son raundu başlayacak. O zaman Kuzey Doğu’dan etkin hava gücüyle, ağır silahlarla donatılmış Ermeni Ordusu Kürt illerine doğru ilerleyecek. Bunu gizlemiyorlar, açıkça beyan ediyorlar. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’da söylüyor.

Ne diyor?

“Karadağ’ı biz aldık, Ağrı’yı gençlere bıraktık. Ağrı’yı siz halledeceksiniz” ve gerisini tabiî…

Ermenistan Anayasa Mahkemesi ne diyor?

Kars ve Moskova Anlaşmalarını tanımıyoruz. Batı Ermenistan’daki ve oradaki 6 vilayetteki haklarımız bakidir. Onları almadan Türkiye’ye bir barış, bir dostluk olamaz.”

Amerika’daki Ermeni Diasporasının temsilcisi de aynı şeyi diyor. Açık. İşte o zaman olan halklara olacak. Türk Halkına olacak, Kürt Halkına olacak, Ermeni Halkına olacak. Ve ABD Emperyalistleri, halkları burada da birbirine boğazlatacaklar ve Kürt illerinin bir bölümünü kapsayan büyük Amerikancı Ermenistan devleti kurulmuş olacak.

Belki bugünkü PKK yöneticileri; ya tamam TC’nin işini bitirelim de Ermenistan’la sonra hesaplaşırız, diye düşünüyor olabilirler. Ama bu yanlış bir hesap.

Şimdi bakın. Amerika; aynı, geçen haftaki brifingde, Pentagon brifinginde diyor ki:

“Son bir yılda ABD IŞİD mevzilerine 5 binden fazla saldırı yaptı.”

Düşünebiliyor musunuz yoldaşlar?

5 binden fazla saldırı.

“IŞİD’in ağır silahlarını vurdu, zırhlı araçlarını vurdu, konvoylarını vurdu, askeri cephaneliklerini vurdu, bomba üretim tesislerini vurdu, eğitim kamplarını vurdu, karargâhlarını vurdu” diyor.

O sayede IŞİD geriletebildi Kobani’de, Tel Abyad’da. Demek ki Kobani ve Tel Abyad zaferimiz dedikleri, Amerika’nın zaferidir, yoldaşlar. Amerika hava gücünün sayesinde kazanılan bir zafer. Eğer bu hava gücü olmasa ne Rojova bırakacak IŞİD, ne Barzanistan. IŞİD karşısında bile bu duruma düşürülürse, hava kuvvetlerine ve zırhlı askeri silahlara sahip olan Ermenistan Ordusu karşısında ne duruma düşüleceği apaçık meydanda, yoldaşlar.

İşte o bakımdan biz Kürt Halkına diyoruz ki; bin yıldır kardeşiz, birlikte yaşadık. Devrimci bir cephede birleşelim, ABD Emperyalistlerini ve işbirlikçilerini bölgemizden kovalım, Demokratik Halk Devrimini zafere ulaştıralım, Demokratik Halk İktidarını kuralım, Kürt Sorunu’nu gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde çözelim. Amerikancılara kanma. Bunlar felakete götürüyorlar halklarımızı, diyoruz.

Burada bir noktayı kabartılandıralım. O zamanki ABD devletinin en etkin sözcülerinden Condoleezza Rice; “22 devletin sınırlarını değiştireceğiz” diyor. Yahu bu devletler hukukuna, uluslararası hukukuna açıktan bir saldırı. Sen kimsin ki Ortadoğu’da 22 ülkenin, 22 devletin sınırlarını değiştireceksin ve nasıl değiştireceksin bunu?

İşte bugün yaptığın gibi, o günden bu yana yaptığın gibi, milyonlarca masum insanı katlederek.

Sadece bu söylem bile, bırakalım yapılanları (kaldı ki yapılanlar o sözün hayata geçirilmesinden başka bir şey değildir), ABD Emperyalistlerinin tüm yetkililerinin uluslararası ceza mahkemesinde, Nürnberg benzeri bir mahkemede yargılanmalarını ve insanlığa karşı işledikleri suçlardan dolayı en ağır cezayla cezalandırılmalarını gerektirir. Ama ne yazık ki şimdi bu haydutlar, bu çakallar, bu haydut devletler dünya kendilerinin sanıyorlar ve babalarından miras kalmış gibi gönüllerince at oynatıyorlar, zulüm uyguluyorlar dünyada.

Oysa ölüm cellâdı bunların hep yanı başındadır. Bunlar aşağılık yalanlarla nereye girmişlerse demokrasi, özgürlük vs. getiriyoruz demagojileriyle kandırmacalarıyla o ülkeleri ölüm tarlalarına dönüştürmüşlerdir. Kan, ateş, gözyaşı, acıdan başka hiçbir şey vermemiştir o ülkelerin halklarına. O yüzden yiğit devrimci, Kahraman Gerilla Che çok yerinde bir tespitle diyor ki:

“ABD Emperyalistleri insan soyunun baş düşmanıdır.”

Evet, yoldaşlar aynen öyledir günümüzde.

İşte Sivas Katliamı’nın da birincil derecede suçluları bu emperyalistlerdir. Ve onların yetiştirdiği yerli Ortaçağcı insan sefaleti güruhtur.

PKK lideri Abdullah Öcalan, Hizbullah’a, Hüseyin Velioğlu liderliğindeki Hizbullah’a, Pensilvanyalı İmam’ın yani Fethullah’ın tarikatına defalarca ittifak önerisinde bulunmuştur. Ve övgüler düzmüştür Fetullah’a Hoca Efendi, diyerek. Yani Türkiye’deki ve bölgedeki tüm Ortaçağcılarla yani Sivas ve benzeri katliamların suçlularıyla hep gönül birliği, el birliği içinde olmuştur ve daha sıkı ilişkiler içine girmek istemiştir.

İşte 1 Haziran 2015 Pazartesi günkü Zaman gazetesi… “Liderler buluşmasının konuğu olan Demirtaş” diyerek Demirtaş’ı ağırlıyor gazetesinde. İşte Zaman yöneticileriyle yan yana, yine sahte gülücükle poz veriyor Demirtaş. Uzun bir röportaj birkaç cümle aktaralım.

Demirtaş söylüyor:

“İnsan hakları mücadelesinden geliyorum. Çok uzun yıllar İslami kesimle birlikte insan hakları alanında başörtüsünde eğitim ihlali ile ilgili konularda ortak çalışma yürüttük.”

Yani açık bir şekilde, bu Ortaçağcıların tümüyle birlikte içli dışlı çalışma yürüttük, ortak çalışma yürüttük, diyor.

“Dindar bir ailede büyüdüm. Kız kardeşim başörtülüdür.” diyerek devam ediyor. Yani ben de sizinle aynı kökenden geliyorum, mesajı veriyor. Ve gelelim asıl büyük mesajına:

“Bediüzzaman (Bildiğimiz gibi Said-i Nursi taraftarları öyle derler ona, yani zamanın harikası, zamanın güzeli. – N. Ankut) külliyatını okudum diyemem. Bediüzzamanla ilgiliyim, bir sürü şeyini okudum. (Dikkat edelim yoldaşlar. – N. Ankut) Çok net bir duruşu vardır. Etkileyici bir yaşam tarzı var.” diyerek devam ediyor.

Yani böylesine övgü düzüyor. Said-i Nursi’ye.

Said-i Nursi’ye, aynı kategoride Zaman’ı ziyaret eden, Zaman’ın konuklarından olan Kılıçdaroğlu da övgü düzüyor yoldaşlar:

“Bediüzzaman’ın eserlerini yasakladılar, onun serbest bırakılması için biz uğraştık. Said-i Nursi’nin kitaplarını, Risale-i Nur yasakladılar, devlet tekeline aldılar. Anayasa mahkemesine kim gitti? CHP gitti. Bizim anlayışımızla onların anlayışındaki fark budur. İmam Hatipler asla kapanmayacak aksine oradaki çocuklar daha iyi yetişsin diye keşke bir değil iki dil öğrenseler. Bir imam ne kadar iyi yetişirse insanlar o kadar aydınlanır. İmam Hatipleri de, Diyaneti de kuran biziz niye kapatalım.”

Bu iki ikili oynayıcı, bu iki pervane de Pensilvanyalı İmam’ın tarikatının kendileri gibi düzenbaz yazar çizerleriyle birlikte Said-i Nursi’yi övdükten, İmam Hatiplere methiyeler düzdükten sonra, “Tek Parti döneminin diktatörlüğü”, diyerek Mustafa Kemal’e ve Laik Cumhuriyet’e de saldırmayı ihmal etmiyorlar, utanmazca, elbirliğiyle.

Şimdi yoldaşlar, Demirtaş’ların, Kılıçdaroğullarının övgü düzdüğü, Beziüzzaman diyerek yücelttiği Said-i Nursi kimdir? Birkaç paragrafla da onu ortaya koyalım isterseniz.

Bizce bir din sapkını. Gerçek İslam’la, Kur’anla, Hz. Muhammed’le zerre ilgisi olmayan bir meczup, bir sapkın. Gösterelim.

Şimdi Said-i Nursi’nin iddiasına göre, yüz yıllar öncesinin din ulularıyla zaman tünelinden telekonferans yöntemi uygulayarak konuşuyor, irtibatta, bilgi alışverişinde bulunuyor ve onlardan emirler alıyor.

Hâlbuki böyle bir inanış İslamiyet’te yok. Ölmüş bir insan artık mahşer gününe kadar hiçbir şey duymaz, anlamaz ve dünyayla hiçbir ilgisi olmaz. Nitekim Rum suresi, aklımda kaldığına göre, 52’nci ayet:

“Siz ölülere sesinizi duyuramazsınız.”, der.

Ancak mahşer günü dört büyük melekten biri olan İsrafil tarafından Sûr üçüncü defa üfürüldüğünde insanlar mezarlarından kalkacaklar, o çürümüş bedenleri yeniden ete kemiğe kavuşacak ve ölmeden önceki halleriyle canlanacaklar. İslami inanış bunu söyler, yoldaşlar.

Hatta faizin kötülüğünü anlatmak için, Kur’an ve Hz. Muhammed, faiz yiyenler der, işte mahşer günü mezarlarından sara hastalığına tutulmuş insanlar gibi öyle ağızlarından köpükler saçarak, sarsılarak, titreyerek kalkacaklar, der. Yani faizden insanları sakındırmak için, onların mahşer günü böyle dirilip canlanacaklarını anlatır.

Şimdi Said-i Nursi, ortalama 900 sene önce ölmüş Kadiri Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Abdülkadir Geylani’yle görüşüyor. Aynen şunu diyor anlattığına göre Abdülkadir Geylani, Said-i Nursi’ye:

“Molla Said, Miran aşireti reisi Mustafa Paşa’ya gidin ve kendisini tarik-ı hidayete yani hidayet yoluna davet ediniz. Yaptığı zulümden vazgeçerek namaza ve emri marufa müdavim olmasını, güzel işlere devam etmesini tavsiye ediniz aksi takdirde öldürünüz.”

“Tarihçe-i Hayat” sayfa 39. Yani Risale-i Nur Külliyatı’nın, Tarihçe-i Hayat adlı bölümünün kitabının 39’uncu sayfasında söyler bunu. Şimdi Abdülkadir Geylani adlı Şeyh, Said Nursi’ye göre yaşıyor, ölmemiş. Öbür dünyada da bu dünya işleriyle tıpkı hayatta olduğu günde olduğu gibi ilgileniyor. Kimin doğru yolda, kimin yanlış yolda olduğunu biliyor, anlıyor ve insanları doğru yola getirmek için belirli görevler veriyor görüştüğü Said Nursi gibi insanlara. Onlar aracılığıyla dünyayı, toplumu yönlendirmeye çalışıyor.

Bu İslami inanışa göre külliyen sapkın bir görüştür, arkadaşlar.

Ne der Fatiha Suresi:

“Allah’ım yalnız sana kulluk eder ve senden yardım dileriz.”

Yani başka hiç kimseden yardım dilenmez, başka hiç kimse de yardım edemez. Ölüler yardım edemez, bu dünya işleriyle ilgilenmez. Yani İslam dışı bir anlayış.

Şimdi diyelim ki bu gerçek, bu yaygınlaştı, o zaman kendine şeyh, mürşit rolü veren herkes istediğini öldürür. Yanlışta gördüğünü öldürür.

Ne der?

Bana şeyhim böyle dedi, böyle emir verdi, ben de onu gerçekleştirdim.

Yani bunun sonu gelir mi? Böyle anlayış olabilir mi? Böyle bir düzen olabilir mi arkadaşlar?

Ayrıca bununla kalmaz, kendisine vahiy geldiği iddiasında bulunur. Oysa vahiy Hz. Muhammed’le birlikte İslam inanışına göre son bulmuştur. Başka hiç kimseye vahiy gelmez, peygamberlik verilmez. Hiç kimse İslam’ın dışında, İslam’ın ötesinde bir din oluşturamaz. Oluşturur ise bu sapkınlıktır.

Said-i Nursi diyor ki:

“Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi: İmam-ı Ali (Radıyallahüanhü) Risale-i Nur ile çok meşguldür.”

“Sikke-i Tasdik-i Gaybi”, sayfa 111. Yani Sikke-i Tasdik-i Gaybi adlı eserinin 111’nci sayfası.

Yani Hz. Ali Risale-i Nur okumakla çok meşgulmüş. Düşünebiliyor musunuz, 1400 sene önce ölmüş Hz. Ali, Said-i Nursi’nin kitaplarını okuyor ve de çok da meşgul o kitapları okumakla. Kalbine böyle ihtar ediliyor. “Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi ki.” Ya!..

“Hatırıma geldi ve manen denildi ki” yine Sikke-i Tasdik-i Gaybi sayfa 177, “Kalbime denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 26. Gelen cevap). “Manevi Canip’ten geldi. Bana denildi ki” (yani manevi Canip’ten geliyor.) “Bana denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 20). “Birden bir ihtarı gaybiyle kat’i kanaat verecek bir surette kalbime denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 26). “Vahiy olan Allah benim kalbimin imdadına yetişti manen denildi ki” (Kastamonu Lahikası sayfa 220).

Yani böyle devam eder gider arkadaşlar. Mesela bir iki daha.

“Birden bir ihtar-ı gaybi gibi kalbime denildi ki: kardeşlerim bugünlerde biri Risale-i Nur talebelerine diğeri bana ait iki mesele ihtar edildi.” (Kastamonu Lahikası sayfa 16)

“Manevi bir ihtar ile bir iki ince meseleyi size yazıyorum.” (Kastamonu Lahikası sayfa 23)

Yani böyle devam eder gider.

Yani yoldaşlar, kalbine ihtar ile birden söyleniyor.

E, kim söylüyor?

Allah söylüyor.

Bütün bu Risale-i Nur adlı, bizce yani din sapkınlığı safsatalarından oluşan Külliyatı için şöyle diyor kendisi. Şu değerlendirmede bulunuyor:

“Risale-i Nur dahi ne şarkın malumatından ulûmundan ve ne de garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir nur değildir. Belki, semavi olan Kur’an’ın şark ve garbın fevkindeki yüksek mertebe-i arşisinden iktibas edilmiştir.”

Hiçbir izaha gerek olmayacak kadar açık olarak söylüyor. Risale-i Nur, Kur’an’ın arş mertebesinden alınmıştır, diyor. Yani Kur’an’ı Kerim’in alındığı arş mertebesinden yani Allah’tan alınmıştır, diyor. Kur’an’ı Kerim nereden alınmışsa Risale-i Nur da oradan alınmıştır.

Arş-ı âlem, İslam inancına göre, mekândan münezzeh olan Allah’ın bulunduğu, oradan tüm kâinata hükmettiği âlemdir.

İşte Risale-i Nur oradan alınmıştır. İslam inancına göre bile Hz. Muhammed miraç hariç Allah’la böyle bir irtibatta bulunamıyor. Cebrail aracılığıyla kendisine vahiy iletiliyor. Yani arş-ı âlâda Allah Cebrail’e bildiriyor emirlerini, hükümlerini Cebrail de gelip Hz. Muhammed’e bildiriyor. Ama Said-i Nursi doğrudan, aracısız irtibat kuruyor. Böylesine sapkın, İslam’la hiç ilgisi olmayan bir anlayış.

Bu aktarmaları, Prof. Zekeriya Beyaz’ın “Kendi Belgeleriyle Said-i Nursi Ve Nurculuk” adlı eserinden yaptık, yoldaşlar. Son yaptığımız yorum da Zekeriya Beyaz’a ait. Daha fazla bilgi edinmek isteyen arkadaşlar okuyabilirler.

İşte Demirtaş’ların, Kılıçdaroğluların övgüler düzdüğü Said-i Nursi bu, arkadaşlar. Yani makam için, koltuk için, ün için, poz için, şan için böyle bir Ortaçağcıyı, din sapkınını övecek, ona methiye düzecek kadar aşağılaşabiliyorlar, alçalabiliyorlar. Yazık. Başka ne diyelim…

Sevinsin Kılıçdaroğlu. İşte Tayyipgiller tüm Ortaçağ kurumlarını İmam Hatipleştirdiler. Artık her yıl yüz binlerce genç insan, bu okullardan Ortaçağcı ideolojiyle, Muaviye, Yezid İslamı’yla, CIA, Pentagon İslamı’yla doktrine edilmiş ve birer Ortaçağ insanına dönüştürülmüş olarak mezun olacak ve topluma salınacak.

Bu okullarda asla gerçek İslamı öğretmezler. Gerçek İslamı, Hz. Muhammed’in ruhunu sadece biz kavrarız. Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı ve onun davasını, savaşını yürüten bizler kavrarız, yoldaşlar. Hz. Muhammed’in gönlünde de sosyalizm yatar ve cenneti bu dünyada kurmak ister. Bizim kadar kimse anlayamaz Hz. Muhammed’i. Bunu öğretmezler de…

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, eğer gerçek İslamla zerre kadar ilgisi olsaydı, KaçAksaray’a gider miydi? Orada iftar sofrasında haram lokma yer miydi?

Yemezdi.

O haram paralarla, o milletten aşırılan paralarla alınmış milyonluk zırhlı Mercedes’e biner miydi?

Binmezdi.

Hz. Muhammed öldüğü zaman nesi miras kaldı?

Bir su kırbası, bir ibriği, bir hırkası ve yattığı bir hasır ve hurma liflerinden oluşturulmuş bir yastık. Başka hiçbir şeyi yok. Kişicil malı yok.

Böyle bir peygamberin devamcısıyız diyeceksin, 1100 bilmem kaç odalı, bilmem üç beş milyara mal olan KaçAksaray’da yaşayacaksın. Yüz milyarlarca dolarlık kamu malı aşıracaksın, ne yeşil bırakacaksın, ne orman, ne dağ, ne deniz, ne şehir, ne şehirlerimizdeki tarihi doku hepsini tahrip edeceksin, talan edeceksin ranta çevirmek için. Ne ilgisi var bunların Hz. Muhammed’le, Dört Halife’yle, Kur’an İslamı’yla, Sosyal İslam’la?

Bunlarınki Muaviye, Yezid İslamı. Firavun’un, Nemrut’un devamcısı bunlar, mirasçısı ancak.

İşte Mehmet Görmez’ler ve onun gibiler de, din adına gidiyorlar bunları kutsuyorlar.

Bir milyon Mehmet Görmez’i bir araya getirseniz, bir Kabataş’taki camimizin imamını ve müezzinini eder mi? Onların yerini tutabilir mi?

Tutamaz.

“Kabataş gelini” rezaletini, kandırmacasını, milleti birbirine kırdırmak amacıyla ortaya attığı zaman Tayyipgiller, bu camimizin imamı, namuslu Müslüman:

“Ben Müslümanım. Ben yalan söyleyemem. Bu camide içki de içilmedi, bu camide İslam’a aykırı hiçbir şey yapılmadı.”, dedi.

Ve sürüldüler. Yerlerinden edildiler namuslulukları yüzünden. Bu hoca efendiler nerede, Mehmet Görmez’ler nerede… Akla kara gibi, yerle gök gibi birbirinin karşıtı şeyler bunlar.

Ne diyor Hz. Muhammed?

Açık… “Helal kazancının, sadece kendine ve bakmakla yükümlü olduklarına yetecek kadarını alıkoyacaksın, gerisini dağıtacaksın. Para pul, mal mülk istiflemeyeceksin”, diyor. “Çünkü onların hiçbiri senin değil, Allah’ın, Allah verdi onları. Allah’ın kullarına dağıtacaksın, Allah’ın yolunda harcayacaksın onları”, diyor.

Ama bunların gözü doymuyor Firavun’lar, Nemrut’lar gibi. Kamu malı aşırdıkça iştahları artıyor.

Neyse yoldaşlar…

İşte yoldaşlar, bu Demirtaş’lar, bu HDP’ler, bu Kemal Kılıçdaroğlu, bu CHP utanıp arlanmadan 2 Temmuz’da Sivas’a, Madımak Oteli’nin önüne gidiyorlar. Orada yakılan canlarımızı sözüm ona anıyorlar, güya onlara sahip çıkar görünüyorlar.

Bre sahtekârlar bari bunu yapmayın yahu!

Bak Tayyipgiller gitmiyor, Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’nin yetkilileri ve Bahçeli’si gitmiyor. Siz de gitmeyin.

Ne farkınız var onlarla?

Biliyorsunuz Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP, 12 Eylül öncesi Kahramanmaraş’ta 111 canımızı katletmişti, Alevi insanımızı katletmişti bir gecede. Yine CIA’dan, Kontrgerilla’dan aldığı bir emir üzerine. Kucağında birkaç aylık bebeği olan anaları katletmişti, gencecik insanlarımızı, yerinden kalkmaya takati olmayan ileri yaşlardaki ihtiyarlarımızı katletmişti.

Niye?

12 Eylül Faşist Diktatörlüğüne zemin hazırlamak için ve uzun vadede insanları mezhep temelinde Alevi, Sünni temelinde bölmek, parçalamak için. O emri aldı ve bunu uyguladı. Bir de kalkmış, Tayyipgiller’in Müslüman geçindiği gibi, MHP de milliyetçi geçiniyor.

Bre sahtekâr, düzenbaz; gencecik insanları, anaları, bebeleri katleden nasıl milliyetçi olur? Nasıl bu milletten yana olur?

Bu milletin düşmanısın sen, Amerika’nın yanındasın, hainsin, vatansızsın, milletsizsin sen. ABD Emperyalistleri, ülkelerde kendi alçakça çıkarlarını yürütebilmek için o mazlum ülkeleri etnik ve dini temelde parçalarlar, ayrıştırırlar, birbirlerine düşürürler ve arabulucu rolünde, namussuzca, düzenbazca bölmeye gelirler, yerleşirler, işgaller yaparlar, halkları köleleştirirler ve ülkenin zenginliklerini, halkın emeğini götürürler, giderler Amerika’ya, Avrupa’ya.

Eskiden baltacılar olurdu büyük kütükleri parçalamak için. 5 kg’lık çelik baltayla birlikte yine çelik kamalar olurdu. O kamaları kütüklerin damarları hizasına yani damarlarının izlediği yolu gözeterek çakarlardı kütüklerin üzerine ve böylece o damarlar yolundan kütükleri parçalarlardı önce birkaç parçaya, ondan sonra tabiî balyozla. Balyozları da olurdu, o kamaları balyozla çakarlardı. Sonra da baltayla daha küçük parçalara bölünmüş ağaçları ufak ufak kıyarak sobada, ocakta yanacak büyüklüğe ya da küçüklüğe diyelim getirirlerdi.

İşte emperyalistler de aynen öyle. Ülkeleri, devletleri parçalamak için:

Bir; etnik farklılıkları kullanıyorlar,

İki; dini ve mezhepsel farklılıklarını kullanıyorlar.

Oralara zehirli kamalarını çakıyorlar ve halkları giderek ayrıştırıyorlar birbirlerinden. Birbirlerine tutuşturuyorlar. Düşmanlaştırıyorlar birbirlerine karşı, sonra da arabulucu rolünde, işte Suriye’de olduğu gibi, hava gücü rolünde güya zayıfın yanında, onun destekçisi rolünde sahaya iniyorlar ve şerefsizce, alçakça planlarını uygulamaya sokuyorlar. Bildiğimiz gibi esas nihai amaçları dünyayı “bin ülkeli” hale getirmek bunların. İşte o yolda ilerliyorlar, oraya varmak istiyorlar. Küçük, minik devletçiklere bölecekler dünyayı, o zaman kolayca yönetecekler. Kimse başkaldıramayacak bunların çıkarlarına, zulümlerine.

Bunların, hep diyoruz ya yoldaşlar, hepsi ikili oynar. Sahtekâr kalplerindekini sahtekâr yüzleriyle gizlemeyi çok iyi becerir bunlar. Çok iyi yalan söylerler, çok iyi kandırmacada bulunurlar. Hepsi tamamı yalanlar üzerine siyaset inşa ederler. Tabiî Parababaları ve bunların satılmış Amerikancı medyasıda desteklerindedir. Onlar da devamlı yardım sunar bunlara. Bir ekiptir bunlar yani bir üçlü saç ayağı: Parababaları (TUSİAD’çılar, MUSİAD’çılar, TİSK’çiler, TOBB’cular), satılmışlar medyası (televizyonlar, gazeteler, Amerika’nın, CIA’nın devşirdiği yazarçizerlerin, en kırmaların yönetimindeki televizyonlar, gazeteler) ve Meclisteki burjuva partileri bir ekiptir. Koordineli bir şekilde yalanlar üretirler ve halkımızı kandırırlar bu yalanlarla.

Ve halkımız da ne yazık ki, kuşların tuzağa gittiği gibi, düştüğü gibi düşer bunların tuzaklarına. Durup dinlenmeden psikolojik harekât uygularlar halkımızın üzerinde. CIA diniyle doktrine edilmiş tabiî Kur’an kursu mezunları, İmam Hatip mezunları, imamlar, tarikatlar da aynı amaca hizmet eder.

Demek ki yoldaşlar, HDP, CHP, Demirtaş’lar, Kılıçdaroğulları, bilmem neler Sivas’ın mazlumlarının değil cellâtlarının safındadır. Onlarla işbirliği halindedir. Hiç değilse Tayyipgiller ve MHP oraya gitmeyerek namussuzluklarıyla kalıyorlar. Ama bunlar bir de ikiyüzlü oynayarak, bir de oraya giderek, mazlumlardan yanaymış gibi görünerek namussuzluklarında da namussuzluk ediyorlar.

Sivas’taki canlarımızın da, Taksim Gezi İsyanı’mızdaki şehitlerimizin de ve vurgunların da, Roboski’nin de, Reyhanlı’da, katledilen canların da, hızlı tren kazası, cinayeti daha doğrusu, sonucu katledilen canların da tamamının hesabını ancak biz sorarız. Bunların hiçbiri halkın safında değildir ki halkın hesabını sorsunlar. Amerika’nın, zalimlerin, cellâtların yanındadır tamamı.

En sonunda biz kazanacağız, yoldaşlar. Yük hayvanı değil insan. Sonunda elbette bizi anlayacak halklarımız. Bu belki uzun yıllar alacak ama mutlaka anlayacak halkımız bizleri. Belki ben bu yaşımda bu sonucu göremeyeceğim ama ruhum o zaferi kazanan yoldaşlarla birlikte olacak. Nasıl ki önderim Kıvılcımlı Usta’mızın ruhu bugün bizlerle yaşıyorsa, bizlerle yan yana dövüşüyorsa bizlerin ruhu da o genç yoldaşlarımızla yan yana dövüşecek ve zafer kazanacak ve sonunda halklarımız kazanacak, insanlık kazanacak.

Bu zalim ABD-AB Emperyalistleri, onların her türden ve soydan aşağılık, düzenbaz, yalancı, ikiyüzlü, işbirlikçileri yenilecekler, defolup gidecekler ülkemizden, bölgemizden.

Halkız haklıyız yeneceğiz!

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz