Şimdiden bunlar, Tarihin lanetli sayfalarına adlarını “kanlı zalimler” olarak yazdırdılar.

30.07.2024
40
A+
A-

Saygıdeğer Arkadaşlarım;

Sanki toplu bir gericiler ya da hayvan düşmanı zalimler grubuna karşı girdiğim bir kavgada yenik düşmüşüm gibi içimde buruk duygular; öfke, hınç…

Şu resimlere bakın bir ya… Şu sırıtan resimlere…

Bunlar Ankara’da Mecliste çekilmiş resimler.

Neye sırıtıyor bu insan görünümündeki yaratıklar?

Köpek Soykırımı Yasasını çıkardık diye…

Bunların, hep söyleyegeldiğimiz gibi, içlerinde insana dair, ahlâka dair, vicdana dair hiçbir değer bulamazsınız. Bunların tamamı Siyasal İslamcı… Bunlar Muaviye-Yezid dincileri. Biz boşuna demedik yıllar yılı; bu dincilerde ahlâk asla oluşmaz, diye. Çünkü hepsi “Kul Kişilik” bunların. Özgür, özerk bir kişilik değil. Öyle olunca o kişiliğin bir parçası olan değerler sistemi de yok bunlarda. Yani ahlâk, vicdan, merhamet yoksunu, his yoksunu bunlar.

En tepedeki Potamyalı Yezid buyruk verdi; “Sokaktaki tüm sahipsiz canları yok edeceksiniz, öldüreceksiniz ve buna bir yasal kılıf uyduracaksınız”, diye. Bunların hepsi koltuk için, ün için, poz için, cukka için anında harekete geçtiler ve bu Katliam Yasasını, bu Soykırım Yasasını, bu kan içiciliği yasal bir kılıfa büründürüyoruz diye kadınlı erkekli bayram etmekteler.

Ama unutmasınlar ki o resimler gün gelecek utanç belgesi olarak yüzlerine vurulacak. Çocukları, torunları utanç duyacaklar o resimlerden. Keşke bizim atalarımızı bunlar olmasaydı diyecekler. Çünkü bunlar şimdiden Tarihin en lanetli, en aşağılık insanlarının yer aldığı sayfaları arasında yerlerini aldılar. Tabiî en başta da Cehennem İfrit’i, Kaçak ve de Haram Saray’da oturan ABD yetiştirmesi, ABD devşirmesi, ABD kuklası Tayyip…

Evet, biz bir tek canımızın bile zarara uğramaması için, hırpalanmaması için, canının acımaması için gözümüzü kırpmadan belalara atlayıp gittik, defalarca. Daha önce de anlattım. Üsküdar Mihrimah Camii önünde otobüs beklerken, benden boyca 15 santim uzun, yaşça 30 yıl genç biri o caminin önünde yaşayan kısırlaştırılmış gariban bir sokak köpeğine tekme atmaya başladı. Elimde çanta vardı, sol elimde. Göğsüne tuttum; “Yapma kardeş, o bir şey yapmaz, sakin ol”, dedim. Küfredip köpeğe tekme atmaya devam edince sağ yumruğumu suratına çaktım. Kollarını boynuma dolayıp tırmaladı suratımı. Kucaklayıp belinden vurdum yere, sırt üstü düştü. Gençler, oradaki gençler gelip kollarımdan tutup kaldırdılar beni hayvan düşmanının üstünden. Yine aynı sebepten dolayı, sokağımızda hayvanlara zulmedenlere karşı 8’inci davama sebep olan kavgamızdan dolayı, hayvan düşmanlarına karşı verdiğimiz kavgamızdan dolayı şu anda da ev hapsindeyiz işte.

Bunlar hayatın zenginliği yahu. Şu kucağımdaki yavrunun (bunu da kapımızın önüne getirip atmışlar yavru iken) şu gözlerine bakın bir ya… Nasıl kıyar insan buna?

Yine, 3-4 sene kadar önce kapımızın önüne bir Pitbull atmışlar. Nereden nasıl geldiyse gelmiş sokağımıza. Herkes ellerine taşlar, sopalar almış; hayvanın peşine düşmüş. Korku ve panik içinde hayvan… Eşim Hoca Hanım bağırdı; “Hoca gel buraya bir Pitbull atmışlar herkes sopalarla taşlarla saldırıyor hayvana. Tutmaya benim gücüm yetmez, gel tutalım şu hayvanı”, diye. İndim, hayvan korku ve panik içinde… “Gel yavrum buraya, nereden geldin sen, nereden geldin, nasıl geldin buraya?”, dedim. Hayvan bir anda koştu geldi bana. O duygular içindeyken bile koşup geldi hayvan. Boğazında tasması var, yakaladım tasmadan, götürdüm evimizin yanı başındaki metruk gecekonduya. Yemek, su verdik, sevdik, bir ay baktık orada.

Tüm iletişim kurabildiğimiz hayvanseverlere, dostlara haber saldık; yahu bu hayvan, bu Pitbull çok cana yakın, çok akıllı, çok sevecen, belediyelerin eline düşmesin, barınak denen ölüm kamplarında hayatını kaybetmesin; uygun bir evi olan alsın, diye. Hiçbir olumlu dönüş olmadı. Bir ay kadar sonra yüksekçe olan pencereden nasıl yaptıysa atlayıp, kaçıp gitmiş. Bu arada tek bir otoparkçı; “Getirin, burada ben bakayım. İsteyen bir arkadaş olursa da veririm”, dedi. Ama biz de ona güvenemedik, belki biri satın alır dövüştürür falan diye ona vermemiştik.

Yani demek istediğimiz; biz bu canlar için böyle belalara atlıyoruz gözümüzü kırpmadan, fedakârlıklarda bulunuyoruz ama bunlar topluca katledelim, diyorlar.

İşte hep söylerim ya; doğadaki hayvan türleri için çeşitleri pek çok, derler. Ama bence çeşidi en çok olan, insan türüdür. Bakarsınız, görünüş olarak herkes birbirine benzer, insana benzer yani. Ama insan bulamazsınız çoğunun içinde, insana dair hiçbir şey bulamazsınız. İşte bunlar da böyle.

Neylersiniz…

Aslında Tayyip’in milletvekillerinin sayısı yeterli değildi bu yasal kılıfı oluşturmaya. Tayyip’in Kaçak Saray’ının yörüngesinde dolanan Arkadan Bahçeli karşı çıkmıştı görünüşte, lafta bu Hayvan Katliamına. Ama milletvekillerinin tamamı ya Tayyipgiller’le beraber olumlu oy verdi ya da yarısı Meclisteki oylamaya katılmayarak dolaylı yoldan Tayyipgiller’e destek verdi. Komisyonda da öyle yapmışlardı. Tamamı Tayyipgiller’in milletvekilleriyle birlikte bu yasal kılıfın oluşturması yönünde oy kullanmıştı. İşte bu Bohçalı hep ikili oynar. Tayygiller de öyle…

Yine dinciyi oynayan HÜDA-PAR oylamaya katılmayarak dolaylı yoldan destek çakıyor Tayyip’e. Yine hırsız, kaşar Ortaçağcı ve bu Tayyipgiller’in yetiştiricisi, seracısı Molla Necmettin’in meczup oğlu Fatih Erbakan başlangıçta güya karşı çıkmıştı bu katliama ama dört milletvekili de oylamaya katılmayarak dolaylı yoldan destek çıkıyorlar Tayyip’e. Sabahattin Önkibar’ın anlattığına göre Tayyip bu meczubu da ağına düşürmüş. “Bir daha bizim aleyhimizde bir söz ve davranışın olursa, babanın Bosna paralarını iç ederek sana miras bıraktığı mal varlığına el koyarız”, demişler. Bunlar böyle işte; alayı hırsız bunların. O da teslim olmuş.

Kaçak Saray’ın Arkadan Bahçeli’sini de aynı şekilde teslim almıştı bir kasetle, değil mi? Kaset tutsağı o da.

Bir diğer ikili oynayan da Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi’nin siyasi plandaki temsilcisi DEM’in milletvekilleri; yarıya yakını oylamaya katılmıyor. Böylece Tayyip’e selam çakmış oluyorlar. Hem de en kaşarları, liderleri gelmiyor oylamaya: Pervin Buldan, “Yetmez Ama Evet”çi Sakalson Sezai Temelli, Sırrı Sakık, Meral Danış Beştaş…

Bakın, biz sana dolaylı yoldan mesajımızı veriyoruz, desteğimizi veriyoruz. Seçimler öncesi Demirtaş’la yaptığınız anlaşmaya sadık kalın, gelin yeniden Dolmabahçe’de ya da başka bir sarayda çözüm masasına oturalım, sinyali gönderiyor Tayyip’e, DEM’liler.

Bu süreçte Yeni CHP bizce olumlu bir tavır ortaya koydu. Milletvekillerinin sadece 4’ü oylamaya katılmadı. Açıkladıklarına göre onlardan biri yurt dışındaymış, üçü de hastaymış.

Evet, Tayyipgiller bu katliam planlarını yasal kılıfa büründürdüler ama onların iktidarı zaten Anayasa, hukuk ve kanunlar dışı. Tayyip’in diploması yok, bunu cümle âlem biliyor. Anayasa dışı. Cumhurbaşkanlığı da geçersiz, hükümeti de geçersiz, iktidarı da geçersiz, çıkardığı, imzaladığı kanunlar da, kanun hükmünde kararnameler de, anlaşmalar da; hepsi yok hükmünde.

Ve gün gelecek bu hainler, bu Amerikan devşirmeleri, işledikleri binbir suçun yanında bu Hayvan Soykırımı Yasa ve uygulamalarından dolayı da bağımsız ve tarafsız yargının önüne çıkarılacaklar. Soykırım suçundan dolayı bunlar da hak ettikleri cezayı alacaklar, hiç kaçışları olmayacak. Eğer bizim ömrümüz yetmezse vasiyetimizdir; genç yoldaşlar mutlaka bu hesabı onlardan soracaklar. Yanımıza kalır bu içtiğimiz masum hayvanların kanı diye hiç şimdiden bayram etmesinler, sevinmesinler.

Evet, bize küçücükken öğrettiler: İmana dair hükümlerin dışında en büyük günah kul hakkı yemektir, en affedilmez olanıdır, dedi büyüklerimiz. Ve kullar kategorisine giren hayvanların hakkını yemek en ağırıdır, dediler. Hayvana gereksiz yere zulmetmek, hayvan öldürmek en ağır kul hakkına girer, dediler. Gayrimüslim hakkı ondan sonraki en ağır kul hakkıdır, dediler. Müslüman kulların hakkı ondan sonraki ağır kul haklarındandır, diye öğrettiler. Biz böyle yetiştik.

Hz. Muhammed, yavrulu bir tek köpek, ordunun süvarilerinin ayakları altında kendisi ve yavruları ezilmesin diye ordusunun yolunu değiştiriyor. Bu hainlerse yıllardır din alıp satıyorlar ama Hz. Muhammed’in Mekke İslam’ı dönemindeki o insancıl değerlerinin hiçbirini taşımıyorlar. Dedik ya; Muaviye-Yezid dincisi bunlar, diye, bunlarda vicdan teşekkül etmez.

Eşim de, ben de hırpalanmış gibiyiz ruhen ve bedenen, sokaklardaki bu masum patili canlarımızın hayatlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya olmasından dolayı. Oysa biz işkence odalarında bile, cellatların işkence seansları arasında mola verdiklerinde işkenceye, masaya yumruğumuzu vurarak kahkahalar atardık; “Buranın kralı biziz!”, diye. Çünkü tek kelime itirafta bulunmazdık, direnirdik, devrimci ahlâkımızın oluşturduğu değerlerden dolayı.

Ne demişti Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı?

“İşkencede direnmeyi bugüne kadar en büyük ahlâki erdem saydım”, demişti.

Biz de aynen öyleydik. Kahkahalar atardık, işkenceci cellatlar karşımızda yenildi diye.

Yine birinde, Selimiye Kışlası’nda falakaya çekilmek için sırtüstü yatırılmıştık. M1 Piyade Tüfeği falaka sopası niyetine kullanıldı ve kayışı ayaklarımıza sarıldı. Ve cellatlar ellerine sopayı alıp hazır ola geçtiler, buyruk veren celladın emrini beklemeye başladılar. Ve o arada buyruk veren komutan bir anda; “Ulan namluyu kontrol ettiniz mi? Tetiğe basar birimizi öldürür bu komünist”, dedi. Ve hepsi namluda mermi olmadığından emin olmak için mekanizmayı ileri çekip yeniden sürdü. Ve biz kahkahalarla güldük o haldeyken bile, onların korku ve paniğine. Onun üzenine; “Yahu bu manyak şu halde bile gülüyor, kahkaha atıyor. Bundan biz hiçbir şey öğrenemeyiz, manyak bu herif”, diye birkaç sopadan sonra bırakıp gittiler.

Yani biz işkence odalarında bile gülerdik, moralimiz asla bozulmazdı. Ama şimdi işte bir gerici grup kavgasına girmiş, yere düşmüşüz gibi hırpalandık.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde 40 kişilik bir gerici güruh basmıştı Felsefe Koridorunu. Sloganlar atarak geliyorlardı. Devrimci yoldaşlarımız ne yazık ki duvarlara çekilerek yol verdiler onlara. Bense; “Ulan gericilerden kaçılmaz!”, diyerek atladım önlerine; “Geçemezsiniz bu koridordan!” diyerek. Birkaç yumruklaşmadan sonra kollarımdan tutup uçurdular, koridorun en ucundaki Fen Fakültesine açılan kapının gerisindeki merdivenin başına kadar getirdiler. Orada da sopalarla vurdular başıma. Öyle olunca yıkıldım ben. Ayağa kalktım, başımdan akan kan, belime kadar gelmişti; gömleğim, kemerim ıslanmıştı. Ama ben tekrar koridorumuza dönüp bağırdım yoldaşlarımıza; “Ne kaçıyorsunuz! gericilerden kaçılır mı, ayıp değil mi!”, diye. O dönemki yani 67-71 yılları arasındaki Edebiyat Fakültesi Felsefe Psikoloji Sosyoloji öğrencisi olan devrimci yoldaşlarımızın tamamı tanıktır bizim bu kavgamıza. Ne moralimizi bozduk ne canımızı sıktık. Sadece arkadaşlarımızın kavgadan kaçmaları canımızı sıktı.

Ama şu anda öyle değilim işte…

Evet, bunlardan da hesap sorulacak gün gelecek, muhakkak ki gelecek!

Kalın sağlıcakla…

30 Temmuz 2024

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz