Partizan-İşçi Köylü-Özgür Gelecek İle Kartal’ da Aramızda Yaşanan Olay Üzerine…
PARTİZAN-İŞÇİ KÖYLÜ-ÖZGÜR GELECEK İLE KARTAL’DA ARAMIZDA YAŞANAN OLAY ÜZERİNE…
Kartal Belediyesi 15 Haziran 2012’de başlayıp 20 gün sürecek bir şenlik düzenledi her yıl olduğu gibi. Bu etkinliğin bir parçası olarak da Kartal Meydanı’nda Kitap Fuarı açtı. Biz iki sene önce de bu fuarda stand açmıştık. Geçen yıl işlerin yoğunluğundan ve oradan kaynaklanan telaştan geç başvurduk Belediye’ye fuara katılmak için. Bize yer kalmadığını bütün standların dolduğunu söylediler. Biz de “hata bizde” deyip katılmadık.
Bu yıl oradan çıkardığımız dersle gününde başvurumuzu yaptık. Katılımcıların oluşturduğu toplantılara katıldık ve fuardaki yerimiz belirlendi. Bizim yer aldığımız öbekte katılımcıların sıralaması şöyleydi: Halk Cephesi, Kaldıraç, Yazılama Yayınevi (TKP), Derleniş Yayınları-Halkın Kurtuluş Partisi, O2 Yayınevi.
Fuar 15 Haziran Cuma günü açıldı. Bütün katılımcılar yerlerini aldılar, stantlarını açtılar.
16 Haziran günü biz İşçi Sınıfımızın Şanlı Direnişinin yıldönümünü kutlamak için Borusan Direnişçi İşçileri’nin eylemlerini sürdürdükleri Tuzla’daki işyerine gittik. Şanlı Direnişin özüne çok uygun düştüğü için; bugün de aynı ruhu taşıyan ve yaşatan Direnişçi İşçilerle omuz omuza meydanda kutlamak istedik. Tüm Yoldaşlarımız haklı olarak bu heyecanı birebir paylaşmak ve yaşamak isteğinde oldu. O nedenle de “kitap standımızı kutlama sonrasında açalım, birkaç arkadaşı buraya bağlayarak onları heyecandan mahrum etmeyelim” dedik. İki yanımızda bulunan komşularımıza da, yani Yazılama (TKP) ve O2 Yayınevi görevlilerine söyledik. “Standımıza bakarak olun biz öğleden sonra sözünü ettiğimiz eylemimiz bittikten sonra geleceğiz” dedik. “Tamam” dediler.
Stant görevlilerinin sözcüsü ve sorumlusu Kadın Yoldaşımız saat 11:00 civarında komşularımızı arayıp “standımızla ilgili bir olumsuzluk var mı?” diye sorar. “Hayır yok” denir. Yoldaşımız “iyi, biz 2 saatte geliriz” der. Tam eylemimizin bitip görevli yoldaşlarımızın standa döneceği sırada telefon çalar. Arayan komşumuz, standımıza “Partizan-İşçi Köylü-Özgür Gelecek” adlı grubun gelip yerleşmeye başladığını söyler. Bunun üzerine Kadın Yoldaşımız hızla stant yerine intikal eder. İşgalci Partizancılara burasının bize ait olduğunu, dün de bizim burada olduğumuzu ve bugün geç kalışımızın sebebini komşularımıza da bildirdiğimizi söyler. Bu arada görür ki bizim döviz ve afişlerimiz indirilmiştir, yok edilmiştir. İşgalciler laf anlayıcı değillerdir. Kendilerinin buraya yerleştiklerini, buranın bundan böyle kendilerine ait olduğunu iddia ederler. Arkadaşımız; “Yaptığınız doğru değil, dün siz öbür bloktaydınız, orada yeriniz vardı ve belirlenen o yerde standınızı açmıştınız. Bugün durup dururken niye gelip yerimizi işgal ediyorsunuz?” diye sorar. Aldığı yanıt küstahçadır: “Bugün böyle oldu” derler. Yoldaşımız yaptıklarının çok yanlış olduğunu değerlendireceğimizi söyler.
Arkadaşımız durumun bu minval üzere olduğunu gelip anlattı. Değerlendirdik. Bunun kabul edilemez olduğunda hemfikir olduk. Ama “işi iyilikle çözmek için sonuna kadar sabırlı ve mücadeleci olalım” dedik. Genç arkadaşlarımızın heyecanlı bir davranışının tatsız, olumsuz gelişmelere yol açmaması için de grubumuzun başına Partimizin yaşı 60’a yaklaşan Avukat Yoldaşımızı verdik.
Yoldaşlarımız fuar yerine geliyorlar. İşgalcilerin ruhiyatlarına tanık olunduğu için işi, Belediye kanalıyla çözelim, Belediye resmi olarak yaptıklarının işgal olduğunu bildirirse belki söz dinlerler ve kendilerine tahsis edilen yerlerine geri dönerler, diye düşünürler. İlkin durumu Fuardaki Belediye görevlilerine bildirirler. Bir görevli, “Bunlara ben de işin başlangıcında uyarıda bulundum. Burası Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Partisi’nindir, buraya niye geldiniz? dedim ama dinlemediler” der. Belediye’nin iki görevlisine daha durum anlatılır. Onlar da “bizim bunu düzeltmeye yetkimiz yok, yetkili olan Simay Hanım’dır” der. “Peki, o Hanımla görüştürün bizi” der Yoldaşlarımız. “Şu anda burada yok” derler. “O zaman telefonunu verin, telefonla kendisine durumu anlatalım” denir. “Telefonunu da veremeyiz” yanıtını verir Belediye görevlileri.
O zaman mecburen iş başa düşer. İhale üzerimize kalır. İşgal altında olan standımıza gidilir. Avukat Yoldaşımız hayatının en kibar, hoşgörülü konuşmasını yapar. Der ki: “Arkadaşlar bakın biz devrimciyiz, bu gibi şeyler devrimciler arasında olmaz, olmamalı.” Aldığı yanıt ne yazık ki tam bir düş kırıklığı yaratır. “Bırak devrimciliği, o başka konu” der işgalcilerin sorumlusu kadın. Yoldaşımız bu hakaretamiz, küçümseyici tavra rağmen sabrını sürdürmeyi başarır. “Tamam öyleyse, devrimcilikle ilgili olmayan bir açıdan bakalım meseleye: Pazarcı esnafı bile sizin yaptığınızı yapmaz. Bir esnaf gelip bir başka esnafın tahtasını (yerini) işgal etmez. Bırakalım işgali, bunu düşünmez bile. Adına mafya denen çakal örgütleri arasında bile olmaz böyle şeyler. Onların bile ilişkilerini düzenleyen, belli kuralları, değerleri vardır. Bunlara da titizlikle uyulur. Sizin bu yaptığınız apaçık işgaldir. Bundan vazgeçin” der
Yoldaşımız. Aldığı yanıt yine aynı tonda ve paraleldedir. “Evet işgalse işgal, var mı diyeceğiniz?”
Yoldaşımız bu konuşmaların yarın inkâr edilmemesi için diğer devrimci gruplara ve yolun karşı tarafında bulunan esnafa hitap ederek şöyle der:
“Bakın arkadaşlar, bu vatandaşlar gelip bize ait olan yerimizi işgal etmişler, siz de buna tanıksınız. Bakın hepinizin duyacağı şekilde konuşuyorum, bu arkadaşlara rica ediyorum, lütfen yerimiz boşaltın!”
Alınan yanıt yine aynı paraleldedir. Onun üzerine sorumlu Yoldaşımız Yoldaşlarımıza hitaben: “Arkadaşlar işgalcileri yerimizden çıkarıyoruz!” der.
Arkadaşlarımız bir saldırıda bulunmazlar. El, kol, ayak hareketi yapmazlar. Sopa filan da kullanmazlar tabiî. İşgalcileri kucaklayarak stanttan çıkarmak isterler. Fakat işgalci iki erkekten biri çıkmadığı gibi arkadaşlarımıza da el kol uzatmaya başlar. Onun üzerine arkadaşlarımız zor kullanarak kucaklayıp dışarı atmak isterler. Yine tepkisel davranışlarını sürdürür. Onun üzerine yıkılır. Tekrar ayağa kalkar. Aynı şeyleri yapar. Tekrar yıkılır. Tabiî bu arada da yara alır. Diğer genç erkek sanırız hakkaniyet duygusuna sahip olduğu için çıkmamakta direnmesine rağmen el kol hareketi yapmaz. Bu nedenle de hırpalanmaz. Göründüğü şekliyle bir yara almaz.
İşgalcilerin sorumlusu kadın da hırçın ve saldırgandır. Buna rağmen hiçbir erkek arkadaşımız bu kişiye tek bir fiske vurmaz. El bile sürmez. Sadece bir kadın Yoldaşımız yorgun ve bezgin annelerin haylaz bebelerine yaptıkları gibi poposuna bir sopayla hafifçe bir kez vurur. Ondan sonra işgalciler çekip giderler.
Sorumlu arkadaşımızın uyarısı üzerine, kitaplarına, afişlerine ve posterlerine hiçbir zarar verilmez. Onlar itinayla katlanır, bir kenara konur gelip almaları için. Nitekim almışlardır. Bu tatsız olay sonrasında biz standımızı açtık. Geç vakte kadar, yani fuarda ziyaretçi kalmayıncaya kadar orada kaldık. Sonra da Partimize döndük. O günkü olay bundan ibarettir.
Ertesi sabah Yoldaşlarımız yine standımızın bulunduğu yere gelir. Belediye yetkilileri gelerek Yoldaşlarımızdan ricada bulunur: Belediye Başkanı Danışmanı, Hukuk Müşaviri ve Fuarın katılımcısı esnaflar arasından seçilen bir Komitenin durumu değerlendireceğini ve bizim de ona uymamız istenir. Biz “tamam” deriz. Bu arada işgalci gruba dahil 10-15 arası lise çağındaki genç fuara gelir. Bizi faşistlikle suçlayan ve hesap sorulacağını içeren o malum sloganları gevelemeye başlarlar. Ve önümüzden geçerler. Ama hepsinin başları yerdedir. Yani ayakuçlarına bakarlar. Başlarında da bir gün önceki hırçın kadın arkadaşları vardır. Elinde de plastik bardakta çay vardır. Ama çayı ağzına götürürken ellerinin titremesinden bardak ağzının yerini bulmakta zorlanmaktadır. Çayın bir kısmı da bu titreşimler sonucunda çenesinden süzülerek yere akar. Yoldaşlarımız insan yüreğine sahiptir. Acırlar, üzülürler. Yürekleri sızlar ve acı acı tebessümle izlemekten öte hiçbir davranışta bulunmazlar.
İşgalci sözde sol grup ne yazık ki genç insanları bu hallere düşürmektedir işte. Gerçekten de ciddi sokak kabadayısı, mafyacı çakal örgütleri bile insanlarını böyle durumlara düşürmez. Önce haksızlığı, düzenbazlığı, madrabazlığı devrimcilik diye yutturacaksın bu zavallı gençlere, sonra da onları böylesine rezil edeceksin. Yazık…
Öğleden sonra yukarda andığımız heyetle toplantı yapıldı. Esnaflar arasında “Kartal Sahaf” diye bilinen dükkânın sahibi ve Belge Yayınlarının temsilcisi de vardı.
Karşılıklı olarak olay anlatıldı. Komite sorumlusu esnaflar ve Belediye yetkilileri Yoldaşlarımızdan ricada bulunuyorlar: “Sizden özel olarak rica ediyoruz. Tamam, onların yaptığı işgalcilik, ama siz de adam dövmüşsünüz, yaralamışsınız. Siz bugün standınızı açmayın, yarın durumu hep birlikte değerlendirelim, bir karar alalım.” Biz “tamam” dedik. Biz orada olay çıkarmaktan yana değildik. Zaten hep söylediğimiz gibi bizim sol gruplarla asla böyle bir işimiz olmaz. Ama daha önce de hep olduğu gibi gelip saldırılırsa; şimdi olduğu gibi bize resmen tahsis edilen yer keyfî bir şekilde, zorbalıkla işgal edilmeye kalkılırsa buna da asla izin vermeyiz, sessiz kalmayız, bunları sineye çekmeyiz, hiç kimse de böyle haksızlıkları sineye çekmemeli. İnsanî, vicdanî, ahlâkî ve devrimci değerler böyle emreder. Biz bunu biliriz. Değerlerimizi de canımız pahasına, tereddütsüz koruruz.
Yalnız bir tek şartımız olur, o da yerimizin bu işgalci gruba tahsis edilmemesi, işgalcilerin ödüllendirilmemesidir. (Buna da uyulmuştur; hem o gün hem de etkinlik süresince.)
Temsilciler bize teşekkür ettiler anlayışımızdan dolayı.
Haa bu arada söylemeyi unuttuğumuz bir şey oldu: Biz olayın ertesi günü, sabah standımıza gelince afişlerimizin, posterlerimizin, sandalye vb. eşyalarımızın olmadığını gördük. Onun yerine işgalcilerin afişleri asılmıştı. Anladık ki çakallığı, korkakça ve sinsice pis işler yapmayı devrimcilik sanan bu acınası siyaset yine kendine uygun olanı yapmıştı. Sonra sitelerinde bu çakallıklarıyla övündüklerini gördük. Hazin…
Bir gün sonra sözleştiğimiz üzere bizi Belediye’nin Kültür İşlerinden sorumlu görevlisi aradı ve Komitenin bize Fuarda yeni bir yer belirleyeceğini, artık eski yerde olmamamızı söyledi. Biz de tamam dedik. Dedik ya; biz mesele çıkarıcı değiliz. Bu yeni yer belirlendi ve bize bildirildi. Biz de orada standımız açtık. Bizim bu yüce gönüllülüğümüz, ciddiyetimiz ve yüksek insanî tutumumuz karşısında hem Belediye yetkilileri, hem de esnaf yetkilileri etkilendi. İçten teşekkürlerini iletti bize.
Biz, tüm bu Komite temsilcilerine bir uyarıda bulunduk. Dedik ki, bu işgalci grup ciddiyetsiz, sorumsuz, çamurluk etmeyi, tavuk kakası gibi orayı burayı kirletmeyi, bulaşmayı marifet sanır. Bunlarda bırakalım yüksek devrimci değerleri, devrimci ahlâkı, sıradan insanî ahlâk, aydın namusu bile yok. Ne yazık ki hazin gerçeklik bu… O nedenle yeniden benzer pislikler edebilirler. Siz de Esnaf ve Belediye yetkilileri olarak Fuar süresince dikkatli ve gözlemci olursanız kimin ne yaptığını anında görürsünüz. Biz de boş yere suçlu duruma düşmeyiz. Biz böyle olaylarla anılmak istemeyiz. Ama ne yazık ki, kader mi diyelim, Türkiye solunun içinde bulunduğu içler acısı durum mu diyelim? bizi bu tür tatsız işlerin tarafı durumuna getiriyor. Hiç istememize rağmen…
İşgalci grup, bugüne kadar hep karşılaştığımız gibi, yine olayı tersyüz ederek anlatmış Özgür Gelecek adlı sitesinde.
Yahu etmeyin! Bakın biz size defalarca söyledik. “Lütfen” dedik, “bize bulaşmayın.” Gidin nerede ne yaparsanız yapın. Bizim ilgi alanımızda değilsiniz. Hiç ilgilendirmiyor yapıp ettikleriniz bizi.
Neden mi?
Çünkü devrimcilikle zerre ilgisi yok ettiklerinizin, yaptıklarınızın. Sol söyleminizin dışında hiçbir sol yönünüz yok. Savunduğunuz her tez AB-D Emperyalistlerinin “Project Democracy” diye adlandırdığı Proje kapsamındadır. Bakın AB-D, Pentagon, CIA, ABD Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Parlamentosu bayılıyor sizin devrimciliğinize ve sizin gibi devrimcilere. Bakın sizi “Umut Kaynağı” , “Demokrasi Güçleri” ilan etti adamlar. Boşuna mı? Keriz mi onlar? Siz bedavaya gidiyorsunuz. Gönüllü hizmetkarlık sizinki. Tüm tezleriniz CIA’nın, Pentagon’un tezleri.
İşte o yüzden CIA’nın eski Ortadoğu Masası Şefi Graham Fuller daha geçenlerde şu açıklamada bulundu: “Türkiye’ye bugün daha fazla İslam değil, daha fazla sol lazım.”
Düşünebiliyor musunuz? CIA’nın Ortadoğu Masası Şefi, Türkiye’de daha çok sol olsun istiyor. “Türkiye’nin ihtiyacı bu” diyor. Onun kastettiği sizlersiniz. Sizin gibi Sol. Sizlerin daha da çoğalmasını istiyor. Çünkü gönüllü, en güzel şekilde, bedavadan hizmet ediyorsunuz adamlara (AB-D’ye).
“İslamcı Tayyipgiller, Pensilvanyalı İblis, MHP’li faşistler; CIA-MOSSAD-Fethullah üçlüsünün bir tertibi olan kaset operasyonuyla bozulup yeniden düzülen tırışkadan Sosyal Demokrat CHP yönetimi ve bunlar gibi Meclis içinde ve dışında iktidarıyla muhalefetiyle tüm Amerikancı Burjuva hareketler zaten emrimizde ve hizmetimizde”, diyor. “Bunların tümü bizden görev vermemizi bekliyor” diyor. “Bir de aynı beklenti içinde olan daha güçlü bir sol hareket olsa tadından yenmez olur bizim için” diyor. İşte ondan güçlenmenizi istiyor sizin. Ama siz bunları nereden anlayacaksınız?.. Sizde anlayış ve kavrayış sıfırın altında. Onlarca kez yazdık, söyledik. Sizler anlamadınız.
Fakat biz insandan umut kesmeyiz. Az da olsa içinizden aklına ihanet içinde olmayan insanlar bizi anlamaya başladı. ESP’den bile bize gelen gençler var. Ve bu gençler diyor ki: “Orada kafamıza takılan bazı soruları sorunca sorularımıza cevap vermek yerine ‘sen de ulusalcı olmuşsun’ diye suçlamada bulundular. Size gelip sordum, siz her şeyi bize ikna olacağımız şekilde, aklımızın tümüyle yatacağı şekilde açıkladınız. Sizin en önemli özelliğiniz bütün tezlerinizi somut belgelerle kanıtlamanız. Hiçbir soyut teziniz yok. O yüzden size inandık.”
Tabiî giderek çoğalacak böyle insanlar ve siz eriyeceksiniz günbegün. Teorik olarak iflas ettiniz. Pratikte var olma hakkınız otomatikman ortadan kalktı. O yüzden bayır aşağı gidiyorsunuz.
Haa şunu da belirtelim: Bugün savunduğunuz tüm tezler Doğu Perinçek ve PDA tayfasının 12 Mart öncesinden başlayarak 1995’e kadar savunduğu tezlerdir. Ama her konudaki tezleriniz… 1995’te Doğu Perinçek ve ekibi sizleri bu CIA tezleriyle tam anlamıyla doktrine ederek yetiştirdikten sonra aniden takla attı-dönüş yaptı. 180 derecelik bir dönüşle dün en karşı olduklarını bugün en savunur duruma geldi. En hızlı ulusalcı oldu. Onun hayatı, bir uçtan bir uca zıplamakla, savrulmakla geçti. Siyasi cambazlık etmekle geçti.
O 70’li yıllarda “Türkiye Devrimi’nin Yolu” adıyla yayımladığı kitapta (Aydınlık Yayınları) der ki: “Türkiye Devriminin yolu Sovyet Sosyal Emperyalizminin Türkiye’deki işgaline karşı bir isyandan, başkaldırıdan geçecektir.” Yani ona göre “Yeni Çarlar” adını verdiği Sovyetler Türkiye’yi işgal edecek, Türkiye Halkları da buna karşı isyan edecek, isyanı zafere ulaştıracak ve devrim gerçekleşecek. Bu kitap zor da olsa sahaflarda filan bulunabilir. Biz de var…
Aynı Doğu Perinçek 91 sonrasında, yani Sosyalist Kamp’ın yıkılışı sonrasında hiç utanıp sıkılmadan der ki: “Sovyet Sosyal Emperyalizmi tezi bana ait değildir. Bunu Şahin Alpay, Halil Berktay gibi Robert Kolejliler Amerika’dan getirdi.” O’nun için bu tür yalanları söylemek, soluk almak ya da su içmek kadar doğal ve basittir.
O, 80 öncesi NATO’yu savunuyordu. Bugün görünüşte en hızlı NATO ve AB-D karşıtı. Bakalım yarın ne yapacak?
Siz, ne yazık ki, onun ve ekibinin sadece siyasi tezlerini değil; ahlâkî sefaletini de miras olarak devralmışsınız. Yalancılığınız, düzenbazlığınız, sinsiliğiniz, kalleşliğiniz hep aynı.
Olaya neden olan işgalci grubun sözcüsü ve lideri kadın arkadaşınız ilk karşılaşmada der ki Yoldaşlarımıza: “Ermeni Soykırımını kabul etmeyenlerle, bu konuda kitap yazanlarla bizim işimiz olmaz.”
Tamam yahu! İşiniz olmasın. Biz de istemiyoruz işinizin olmasını. Ama gelip bulaşmayın bize. Bizim dünya kadar Devrimci görevlerimiz var. Bakın şu anda da Yoldaşlarımızın önemli bir bölümü Borusan Holding’le mücadele halinde. Direnişçi İşçi Kardeşlerimizle birlikte hak, ekmek mücadelesi vermekte. Sizin bu sataşmanız yüzünden iki gün aksadı işimiz. Bari bu konuda yaptığınız bile bedavaya gitmesin… Borusan Holding patronu Asım Kocabıyık’a anlatın yaptığınızı. Sizi ödüllendirir. Sırtınızı sıvazlar. AB-D Emperyalistlerinin sıvazladığı gibi.
Ermeni Meselesine gelirsek: Bakın bu konudaki teziniz de İngiliz Dışişleri’nin Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde ortaya attığı bir tezdir. O tezin ideologlarından biri olan Arnold Tonybee’nin ifadesi ile “bir savaş propagandasıdır”. Zaten tezin oluşturulduğu yer de Dışişleri Bakanlığı’na bağlı “Savaş Propaganda Bürosu”dur. Siz onu savunuyorsunuz. Hem de şeddelendirerek. İngiliz Emperyalistleri ilk icatları sırasında “Osmanlı 600 bin Ermeni’yi katletti” diyorlardı. Sonra bu sayıyı 800 bin 1 milyon ve en son da 1 buçuk milyona çıkarttılar. Şu an Fransız Emperyalistlerinden AB-D Emperyalistlerine kadar tüm Emperyalistler bu yalanı bu şeddeli haliyle savunuyor. Bakın Sarkozy de aynı şeyi diyor, Bush da Obama da… Yani tüm tezleriniz gibi bu da Emperyalistlere ait bir tez. Sizin yaptığınız hiçbir yenilik yok. Papağanca tekrar sizinki… Tekke müritleri gibi… Bu emperyalist yalanı, sözünü ettiğiniz kitabımızda tüm kanıtlarıyla, matematiksel bir kesinlikte ispatladık. Keşke okuyup anlayabilecek durumda olsanız. Ne diyelim artık? Size Allah yardım etsin, akıl fikir versin. Hep söylediğimiz gibi bizim daha fazlası elimizden gelmiyor. Aklınızı kullanın. Siz insansınız. İnsana bu yaraşır diye onlarca defa söyledik size. Ama siz ayağınızı baş, başınızı ayak yerine koymaktan vazgeçmediniz. Belki Allah yardımcı olur da sizi düzeltir diye düşünüyoruz artık.
Ermenistan Taşnak Partisi Dış İlişkiler Bürosu’nun sorumlusu Giro Manoyan geçen günlerde bir açıklamada bulundu. Aslında bir tekrardı açıklaması. Daha önce de aynı şeyi birçok kez öne sürmüştü. Dedi ki: “Türkiye’yle ilişkilerimizin normalleşmesi için Vilayet-i Sitte adlı 6 vilayetin bize verilmesi gerekir.”
Bu 6 vilayet Osmanlı’nın idarî sistemine göredir. Bugünkü Türkiye’nin idarî yapısına göre ise ezici çoğunluğu Kürt illerinden oluşmak üzere (Erzurum ve Diyarbakır da dahildir bu illere) tam 19 ili kapsamaktadır. Vatan Gazetesi’nden okuduk biz bu haberi. Merak eden elektronik ortamdan bulabilir.
Yine hatırlanacaktır: Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, üniversite öğrencilerine hitaben bir konuşmasında “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı size bıraktık” demişti.
Siz de bu Ermeni liderler kadar açık sözlü olmayı göze alabiliyor musunuz? “Osmanlı yanlış yaptı. Biz bu illeri Ermenistan’a vermeliyiz” diyor musunuz?
İster deyin ister demeyin. Tutumunuz buna hizmet ediyor. Türk ve Kürt Halklarına ihanet içindesiniz. Yarın devrimci hareket gelişecek, böyle kalmayacak. O zaman Kürt illerine giremeyeceksiniz. İşin garibi, o günler geldiğinde, tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, Emperyalistler de sizin gibi hainlere sahip çıkmayacak, kurtarıcı olmayacak. Gelecek o günler. Bunu adınız gibi bilin, yazın kafanıza!
Biz Türkiye’nin biricik gerçek devrimci hareketiyiz. Eninde sonunda hareketimiz zafer kazanacak.
Sizlerin bugün ne yaptığı, ne ettiği zerre ilgilendirmiyor bizi. Sizler en büyük kötülüğü kendinize ettiniz. Devrimci varlığınıza kastettiniz. Öldürdünüz onu. Şu anda ortalıkta dolaşan bedenleriniz birer hortlak, birer Sol Zombi. İşte o nedenle Emperyalistler bayılıyor size. Sizin gibilere… Tabiî sizin gibileri dediysek sizden çok daha akıllı olanlarını IMF başkanı bile yapar AB-D Emperyalistleri. Hatırlayanınız olur belki: bir önceki IMF Başkanı Dominik Straus Kahn da “Ben Sosyalistim” diyordu. Bush’un kankası (İngiliz medyası bile Bush’un Finosu diye adlandırıyordu onu) Tony Blair de İngiliz İşçi Partisi lideriydi. O da Sosyalist Enternasyonal üyesiydi. (Tabiî Partisi.) İşte sizin Sosyalistlik söyleminiz de aynen bu türden. Zerre farklı değil.
Sözü fazla uzattık.
Bir kez daha lütfen diyelim ve rica edelim sizden: Bizden uzak durun. Bizim ciddi devrimci işlerimiz var. Sorumluluklarımız, görevlerimiz var… 18.06.2012
HALKIN KURTULUŞ PARTİSİ
***
Biz bu açıklamayı yaptığımız zaman olaya ilişkin işgalci grubun internet sitesinde bir gün arayla şu iki açıklama yer almıştı:
Birinci açıklamaları:
“Kartal’da iki Partizan okuru saldırıya uğradı
“Cumartesi, 16 Haziran 2012 16:13
“Kartal’da her yıl düzenlenen festivalde stand açan iki Partizan okuruna Halkın Kurtuluş Partisi saldırdı. Saldırıda Partizan okurları Özer Çorlu ve Uğur Doğan yaralandı. Yaralılar hastaneye kaldırıldı.”
İkinci Açıklamaları:
“Faşistlerden hesap sorulacak
“Özgür Gelecek tarafından yazıldı.
“Pazar, 17 Haziran 2012 15:55
“16 Haziran günü Kartal’da Umut Yayımcılık-Partizan standına HKP adlı faşist grup tarafından bir saldırı gerçekleştirilmiş ve saldırı sonucu Özgür gelecek okuru Özer Çorlu, Uğur Doğan ve gazete çalışanımız Rahime Karvar çeşitli yerlerinden yaralanmıştı. Demir çubuk sopa ve coplarla saldırı geçekleştiren faşistler akşam geç saatlere kadar bölgede bekleyerek gövde gösterisi gerçekleştirmek istemiş ancak akşam saatlerinde partizan kitlesinin toplanmasının ardından bölgeyi terk etmişlerdir.
“Yine yaşanan saldırının ardından kitap stantlarını gezen Kartal Belediye başkanı Altınok Öz de Partizan BDP ESP SDP DHF Kızılbayrak ve TKP 1920 tarafından “Faşizme karşı omuz omuza”, “ Gün gelecek devran dönecek faşistler halka hesap verecek” sloganlarıyla protesto edildi. Protesto karşısında ne yapacağını şaşıran belediye başkanı çareyi stant gezisini sonlandırıp bölgeyi terk etekte buldu.
“Protesto eyleminin ardından kitle sloganlarla Kartal Meydana doğru alkış ve sloganlarla bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bölge halkı da eyleme alkışlarıyla destek verdi. Meydana yaklaşırken Partizan kitlesi tarafından HKP adlı faşist grubun standı dağıtıldı.
“Kartal meydanda sona eren yürüyüşün ardından Partizan adına burada bir açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada gerçekleşen saldırının sorumlularının cezasız kalmayacağı vurgulandı.
“Teşhir çalışmaları sürecek faşistler halka hesap verecek
“Bugün de yapılan saldırı Partizan tarafından kitlesel bildiri dağıtımı ile teşhir edildi.
“Yapılan saldırının esas sorumlularından olan CHP’li kartal belediyesi ve faşist güruh HKP bildiri dağıtımı ile Kartal halkına anlatıldı. Kartal halkının ilgiyle karşıladığı çalışma gün içinde çeşitli aralıklarla devam edecek.”
***
Biz, açıklamamızı yaptığımız zaman, onların resmi sitesinde bulunan bu satırları dikkate alarak konuyu sol ortamın ve halkımızın dikkatine sunmuştuk. Bunların, olay günü gecesi dağıttıkları bildiriyi görmemiştik. Sanmıştık ki orada da sitelerindekine benzer yalanlar bulunacak. Sonraki günlerde bir esnaf arkadaştan bildirilerini edindik. Tabiî orada da bir yığın yalan ve demagoji olmakla birlikte, olayın ana ekseni açısından, yukarıdaki açıklamalarından çok farklı, gerçeğin bir yönüyle de olsa itirafı biçiminde bir görüşle karşılaştık. Şimdi bunu herkesin görebilmesi için o bildirilerini, virgülüne dokunmadan aşağıda veriyoruz:
“Kartal Halkına,
“16 Haziran günü burada, 3. Kartal Kitap Fuarı’nda, kendine Halkın Kurtuluş Partisi diyen faşist ve sopalı bir grup tarafından Umut Yayımcılık-Partizan standına saldırı düzenlendi. Bu saldırıda 2 Partizan okuru yaralandı.
“Daha önce de ESP’li bir arkadaşımızı bıçaklayıp, 24 Nisan günü Ermeni soykırımını protesto eden aralarında Hrant Dink’in ailesinin de bulunduğu eyleme saldıran bu faşist grup; yaptığı saldırı ile “devrimci” maskesi takan halk düşmanı olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır.
“Bu yaşanan saldırının diğer sorumlusu da CHP’li Kartal Belediyesi’dir. Kitap fuarı için yapılan toplantılara, devrimcileri, ilericileri, yurtseverleri dahil etmemek için elinden gelen çabayı gösteren CHP’li Kartal Belediyesi; stand yeri için başvurmuş olmamıza rağmen Umut Yayımcılık’a ve birçok devrimci, ilerici kuruma yer vermemiştir.
“Yaklaşık 4 senedir süren bu festivalde her sene belediye devrimcilerin yer açmaması için çaba gösterdi. Biz de her seferinde ısrarcı olduk ve festivaldeki yerimizi aldık.
“Söz konusu devrimciler olduğunda “Yerimizi yok” şeklinde açıklama yapan belediyenin, bazı kesimlere 4 stant, bazı kesimlere 2 stant yeri verdiği ve tüm bunlar için de çeşitli rant oyunları çevirdiği bilinmektedir. Bu küçük ve mide bulandırıcı pazarlıkları bir yana; belediye “biz festivalde yer almak istiyoruz” diyen devrimcilere “biz yayınevlerine yer veriyoruz. Siz siyasi örgütsüzünüz” diye açıkça söylemiş ve ayrımcılık yapmıştır.
“Cuma günü başlayan kitap fuarında defalarca belediye ile görüşerek bize neden yer verilmediğini açıklamalarını ve bu sorunu çözmelerini istedik. Soruna çözüm üretmeyen belediye, üstüne üstlük standımızı açtığımız yerlerde zabıta aracılığıyla eşyalarımızı toplamaya çalıştı.
“Biz de belediyenin durumu çözmesi için fiili olarak onları zorlamaya karar verdik. Bu yüzden de bu faşist grubun, Halkın Kurtuluş Partisi’nin yerleşmiş olduğu; belediyenin “devrimciler için ayırdığını” söylediği standa kitaplarımızı yerleştirdik. Bu faşist gruptan gelenlere de çözüm için belediye ile görüşmelerini söyledik.
“Ancak stantta 3 kişinin bulunduğu bir zamanda yaklaşık 20-25 kişilik sopalı bir grupla gelen Halkın Kurtuluş Partisi; arkadaşlarımıza saldırmış ve yaralamışlardır. HKP’nin bu faşist saldırısını protesto eden fuara katılan yayımcılar da stantlarını kapatmışlardır. Ellerinde yoldaşlarımızın kanıyla standa yerleşen bu faşist grup festivalin şenlik havasını yok etmiştir.
“Aynı gün akşam belediye ve tüm yayınevleri ile birlikte yapılan toplantıda Halkın Kurtuluş Partisi’nin festivalin kurallarını ihlal ettiği için festivalden ayrılmasına karar verildi. Biz de Umut Yayımcılık olarak stand açmaya devam edeceğimiz festivalde Halkın Kurtuluş Partisi’nin yer almasını istemediğimizi belirttik. Ancak toplantının ardından belediye bu konuda görevini yerine getirmedi.
“Bundan sonraki süreçte yaşananların sorumluluğu festivali seçim yatırıma çeviren, ayrımcılık yapan, halkla devrimcilerin buluşmasını engelleyen CHP’li Kartal Belediyesi’ne aittir.
“UMUT YAYIMCILIK-PARTİZAN”
***
İşgalci vatandaşların açıklamaları işte bunlar… Olayın Belediyeyle ilgili olan tarafında da binbir yalan var. Festival öncesinde, Belediye ile fuarda yer almak isteyen kuruluşlar arasında aralıklarla 3 toplantı gerçekleştirilmiştir. Fuarda yer alan diğer sol grupların da tanık olduğu üzre; bu toplantılarda Belediye yetkilileri başvuruda bulunan her kuruluşa kesinlikle yer verileceğini defaten belirtmişlerdir. Sözlerini de tutmuşlardır. O toplantılara bunlar katılmamıştı. Belediyeyle aralarında bir sorun çıkmışsa bu nedenden kaynaklanmıştır.
Geçen yıl da biz zamanında başvuruda bulunmamış, toplantılara katılmamıştık. Fuar açılınca olaydan haberimiz olmuş; başvuruda bulunmuş, ancak Belediye yetkilileri artık boş yer kalmadığını, o nedenle bize yer veremeyeceklerini söylemişlerdi. Biz de hatanın kendimizde olduğunu kabullenmiş, ısrarcı olmamıştık.
Kaldı ki, fuarın açıldığı gün yani olaydan bir gün önce, fuarda bunların da bir yeri var idi. Ve geceye, yani kapanış saatine kadar orada standlarını açmışlardı. Bunların derdi, yersizlikten kaynaklanmıyordu.
Belediye yetkilileri Fuar öncesi yapılan son toplantıda; siz dört sol gruba Fuarın bir ucunda yan yana yer verelim, demişti. Bunlar da şunlardı: Halk Cephesi, Kaldıraç, TKP-Yazılama ve bizdik. Bizden sonrasında ise yalnızca O2 Yayınları diye bir yayınevi vardı. Bu blokla diğer yayınevlerinin arasında da bir boşluk vardı. Bunlara ilk gün verilen yer, diğer yayınevlerinin arasındaydı. Bunlar, oradan çıkarak bizlerin olduğu bloka gelmek derdindeymişler.
Nasıl gelecekler?
Bizim yerimizi işgal ederek. İşte işgallerinin sebebi buydu…
Biz olayı ilk öğrendiğimizde yani yerimizin işgal edildiğini duyduğumuzda, bunların yerel görevlilerinin bir terbiyesizliği, haksızlığı, çirkefliği olarak değerlendirmiş; siyasetlerine mal etmemiştik. Bu nedenle de kolayca işi düzeltiriz, diye düşünmüştük.
Fakat bildirilerini okuyunca yaptıkları haksızlığın ve saldırganlığın-işgalciliğin merkezi bir kararla yapılmış olduğunu kendi anlatımlarından gördük. Demek ki hazretler, bize saldırma kararı almışlar. Bugüne kadar bu çerçevede bize yapılan saldırılarda bu siyaset pek ön planda yer almamıştı. O nedenle biz bunları biraz daha iyi niyetli değerlendirmiştik. Demek ki, hazretler kendilerine rol verilmesini bekliyorlarmış. Yani sıralarını bekliyorlarmış. Bugüne kadar bize yapılan saldırılarda başı çeken, bilinen siyaset artık yıpranıp iyice ipliği pazara çıkınca, efendileri, onu geri plana çekmiş. Bunları yeni “Mission İmpossible” (çok zor ve tehlikeli görev, Türkçede bilinen karşılığıyla “Görevimiz Tehlike”) ekibi olarak sahneye sürmüşlerdi. Bunlara biz, bugüne dek genelde Sevrci Soytarı Sahte Sol adını vermiştik. Fakat artık geldikleri aşamada bu tanım bile onların içyüzünü-siyasi kimliklerinin içeriğini aktarmakta yetersiz kalır. Bunları tam olarak dile getiren deyim ya da ad “CIA Solu”dur.
Adamlar gelip, alenen yerimizi işgal ediyorlar: stand komşularımızın ve yakın esnafın anlattıklarına göre: standımızda bulunan Marks, Engels, Lenin, Kıvılcımlı, Che, Mahir, Deniz, Fidel, Raul, Camilo ve Chavez Yoldaşların süslediği resim ve adları bulunan afişlerimizi yırtıp parçalıyorlar. Bu, bırakalım devrimciliği, insanlıkla da uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan saldırganlıklarına, hakaretlerine, herhalde bizim sessiz kalacağımızı düşünmemişlerdir… Böyle bir davranışa bırakalım devrimci değerlere sahip olan devrimcileri, halkımızdan sıradan bir kişi bile kendi değerlerine açıktan bir saldırıda bulunulduğunu kabul ederek sessiz kalmaz. Bu durumu sineye çekmez. Gücünün yettiğince karşı çıkar, tepki gösterir.
Demek istediğimiz, adamlar, misyon yüklenmişler. Onu yerine getirmek için de bize saldırı başlatıyorlar. Yani resmen bela çıkarıyorlar.
Peki CIA, bunlara neden böyle bir görev veriyor?
Şundan: Bunlar, görevleri gereği, sol ortamda psikolojik harekât uyguluyorlar. Kendilerinin ihanetlerini yani savundukları tezlerin tamamının Pentagon’un, CIA’nın ve ABD Dışişleri Bakanlığının tezleri olduğunu gizlemek ve kitleleri kandırmak için üzerlerini sol ambalajla ya da sosla örtüyorlar.
Bunu nasıl yapıyorlar?
Marks’ın, Engels’in, Lenin’in, Mustafa Suphi’lerin, Kıvılcımlı’nın, Che’nin, Denizler’in ve Mahirler’in içini tümüyle boşaltıyorlar. Onların Türkiye’nin Tarihine, devrimlerine, bugününe, sınıf ilişki ve çelişkilerine ilişkin tezlerini (ki o tezleri tümüyle bugün biz savunuyoruz) bütünüyle reddediyorlar. Keşke bununla yetinseler!.. Ama yetinmiyorlar. İçlerini boşalttıktan sonra, önderlerimize ve kahramanlarımıza sahip çıkar görünüyorlar. İşte bu durum gerçekten mide bulandırıcıdır.
Che ne diyor?
“İnsan soyunun başdüşmanı ABD Emperyalistleridir. Bunlara karşı iki, üç, daha fazla Vietnam’lar yaratmalıyız. Ve dünyanın dört bir yanında bunlara karşı savaşmalıyız.”
İşte Che, bu sözünü bizzat siyasi hayatının her döneminde uyguladığı için Bolivya’da CIA’nın yönettiği faşist diktatör Barrientos’un ordusu tarafından 1967 Ekiminde pusuya düşürülmüş, yaralı olarak tutsak edilmiştir. Bir gün sonrasındaysa Washington’dan gelen emir doğrultusunda CIA şefleri tarafından infaz emri verilmiş ve tetik yerel bir sefil çavuşa çektirilmiştir. Yani Che, siyasi hayatının tamamında ABD Emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçilerine karşı savaşmış; bu uğurda canının vermiştir.
Bugün bize karşı olanlar ne yapıyor?
ABD’nin bölgemize ve ülkemize ilişkin bütün tezlerini hararetle savunuyor. Bu başarılı görev icralarından dolayı da ABD’nin, CIA’nın üst düzey yetkilileri tarafından “Demokrasi Güçleri, Umut Kaynağı” ilan ediliyorlar. Buna rağmen, yahu biz ne hallere düşmüşüz, biz ne yapar hale gelmişiz? diye bir durup düşünmüyorlar. “Durmak yok, yola devam” diyorlar. Biz düştükleri durumu kendilerine gösterip; “Yahu yapmayın, bu yaptığınız devrimcilik değil, savunduğunuz tüm tezler CIA’nın “Project Democracy” çerçevesi içinde ortaya koyduğu tezlerden ibarettir. Kendinize gelin. Devrimcilik şudur: Bir özeleştiri yapıp yeniden koptuğunuz hatta dönün.” diye uyarı ve eleştiride bulununca da bizi dikkate alıp kendilerini düzeltmedikleri gibi, tam tersi bir tutumla bize saldırıya geçiyorlar. “Vay faşist, ırkçı, Kemalist, Darbeci, Ergenekoncu, kafatasçı, İP’çi, sapçı” gibisinden ne kadar pejoratif (kötüleyici) kavram varsa hepsini demagojik bir biçimde kullanarak, bizi karalamaya, mahkum etmeye çalışıyorlar. Üstelik bunu sözle yapmakla da yetinmiyorlar. Bize fiziki saldırılarda bulunuyorlar. Onlarca arkadaşımız, bu saldırılarda yaralandı. Tabiî biz de karşılık verdik. Onlardan da bir sürü genç yaralandı.
Biz devrimci anlayış gereği, sadece teorik eleştiride bulunduk onlara. Bu, bizim devrimci görev ve sorumluluğumuzdur. Yoldaşımız olsun olmasın, kendini devrimci olarak adlandıran herkese karşı bu görevimizi yerine getirmek ve gerçek devrimci hattın ne olduğunu onlara göstermek, ortaya koymak durumundayız. Bunu yapmazsak, devrimci görevlerimizden önemli bir bölümünü yapmamış oluruz.
Fakat bu görev, adı üstünde, teorik bir eleştiri olarak yerine getirilir. Biz de sadece bunu yaptık. Fiziki saldırı ise bunun 180 derece karşıtıdır. O, devrimci bir iş değil, karşıdevrimci bir işitir. Bir anlamda faşistlere özgü bir iştir. Yani düşünce yasakçılığıdır. 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Diktatörlüklerinin ve bu anlayışta olan Ceza Kanunu hükümlerinin yaptığı bir işitir. Yani bunlar, bizi faşistlikle suçlarken de psikolojideki projeksiyon mekanizmasını kullanıyorlar. Yani kendilerinin yaptığını bize mal ediyorlar.
Biz bir eleştiri yaptık. Dikkate alırsın ya da almazsın. Ne diye saldırganlaşıyorsun? Biz neredeyse 1000 sayfaya yaklaşan eleştiri ve uyarılarda bulunduk, size karşı bugüne kadar. Bir tek satırına, cümlesine olsun cevap verebildiniz mi? Hayır. Veremezsiniz de… Çünkü haklı olan biziz. Devrimci teori ve ona uygun pratik hattı, çözümleri, sadece biz gösteriyoruz, biz savunuyoruz, biz uyguluyoruz. Siz ise tümüyle CIA’nın hattındasınız. İşte korkunuz ve saldırganlığınız buradan kaynaklanıyor. CIA diyor ki, kendi kendine: ulan tüm solu kandırıp kündeledik, sarıp sarmaladık götürüp gidiyoruz. Hepsi kafesteki muhabbet kuşu misali durmadan bizim tezleri tekrarlayıp duruyorlar. Şimdi ise başbelası Kıvılcımlı’nın, “Deli Hikmet’in” devamcıları ortaya çıkmış, bizim kafeslediğimiz ahmakları uyandırmaya uğraşıyorlar. Bunların tez elden işlerini bitirmemiz lazım. Seslerini soluklarını kesmemiz lazım. Eğer önlem almakta gecikirsek, bizimkiler uyanabilir. O zaman da Türkiye’ye ilişkin planlarımız havada kalır. Uygulanamaz. Vakit geç olmadan bunların işini bitirmemiz lazım. İşte bu nedenle size saldırı emri verdi patronunuz. Ve bize on parmağınızda on kara ile birlikte fiziki saldırı başlattınız.
Biz, bu saldırıları; devrimci onurumuza, değerlerimize, önderlerimize ve kahramanlarımıza yaraşır bir şekilde karşılayacağız. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Fakat bir yandan da tabanınızda bulunan kandırılmış, bilinçsiz halk çocuklarını uyandırmak ve devrimci saflara çekmek için ikna yöntemimizi kullanmaktan da hiç geri durmayacağız. Yani hattınızın CIA hattı olduğunu göstermekle birlikte, devrimci hattın ne olduğunu göstermekten de bıkıp usanmayacağız. Nitekim uyanıp söylediklerimizin doğruluğunu anlayıp Partimize gelen gençler var. Bu artarak sürecektir. Bundan da eminiz.
Bildirinizde diyorsunuz ki:
“(…) 24 Nisan günü Ermeni soykırımını protesto eden aralarında Hrant Dink’in ailesinin de bulunduğu eyleme saldıran bu faşist grup; yaptığı saldırı ile “devrimci” maskesi takan halk düşmanı olduklarını bir kez daha kanıtlamıştır.”
Utanmadan böyle yalanları, durup dinlenmeden, tekrarlayıp duruyorsunuz.
Biz şu kanaatteyiz ki, bu tür sözlerin aşağılık birer yalan olduğunu hepiniz bilmektesiniz. Biz, 45 yıllık siyasi yaşamımızda kendisini devrimci olarak adlandıran hiç kimseye bir saldırıda bulunmadık. Tarihimizde de, bugünümüzde de yok böyle bir şey.
Biz sadece, özellikle 12 Mart, 12 Eylül öncesinde bizleri katletmekle görevlendirilmiş, CIA patentli ve yönetimli Kontrgerilla’nın Türkiye’deki özel örgütü-partisi MHP’li faşist paramiliter güçlerle savaştık. Öldük, öldürdük. Bunların işgali altında olan ve hiçbir sol grubun buralara girmeye, mücadele etmeye cesaret edemediği bölgelerde savaştık. Bir sürü bölgeden bu faşist grubun işgalini söküp attık. Oraları devrimci alanlar haline getirdik. O günleri yaşayan kıdemli devrimciler bilir bunları.
Ha, bir de biz İşçi Sınıfımızı örgütlerken, tabiî onun hak ve çıkarlarını karalılıkla savunurken, karşımıza çıkan patron köpeklerine ve işbirlikçilerine saldırdık, onları cezalandırdık.
Tekrarlarsak, sosyalistlik ve devrimcilik iddiasındaki hiçbir grup ve kişiye karşı bırakalım bir saldırıda bulunmayı, öyle bir şeyi düşünmedik bile. Çünkü gerçek devrimcilikte böyle bir yol, yöntem asla yoktur. Bu, egemen sınıfların temsilcilerinin işidir. Faşistlerin işidir. İşbirlikçi hainlerin işidir. Halkımızın diliyle konuşursak; bu, puşt işidir, kahpe işidir.
Biz en yüce devrimci değerlere sahibiz. Bizim ne bir tek sözümüzde ne de bir tek satırımızda yalan olmaz. Biz yiğidiz, merdiz, dürüstüz, fedakârız. En yüce ahlâkî değerlere sahibiz. Şövalyeyiz biz bir yönümüzle de…
Sonra biz, kişi kişi sizi düşman görmüyoruz ki… Tam tersine içtenliğiniz ölçüsünde, sizleri potansiyel taraftarımız olarak görüyoruz. Kazanacağımız insanlar olarak görüyoruz.
Ne diye size fiziki saldırıda bulunalım? Böyle bir şeyle ne kazanabiliriz? Elimize ne geçer?
Hiçbir şey.
O yüzden böyle bir saldırı bizim için, ahlâkî ve devrimci değerlere, prensiplere ters düşmekle kalmaz, aynı zamanda ahmakça da olur.
Tabiî içinizde CIA’ca devşirilmiş şefleriniz var. Zaten bize karşı bu saldırıları kışkırtan da onlardır. Ama onlar bir avuç azınlık. Büyük çoğunluğunuz kandırılmış, yaptığının devrimcilik olduğunu sanan, bilinçsiz insanlardır. Biz onları eninde sonunda uyandıracağız ve devrimci saflara çekeceğiz. İşte böyle uzun açıklamalarda bulunmamızın bir nedeni de budur.
24 Nisan’a gelirsek:
Diyor ki hazretler, biz 24 Nisan’da Taksim’de “Ermeni Soykırımı” yalanını savunan, aralarında Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in de bulunduğu gruba saldırmışız.
Bunlarda da CIA Solu bayrağını devraldıkları yandaşları gibi, Göbbels Birimi hayli yüksek. Bilindiği gibi, yalan ve demagojinin en İblisçe kullanımını yapan Alman Nazilerinden ve onların bu aşağılık işle ilgili bakanları Göbbels’ten bu işi, ABD Emperyalistleri ve onların casus örgütleri CIA devraldı. Nazilerin bu konudaki tüm birikimlerini olduğu gibi kullanmakla yetinmedi. Onu sürekli geliştirdi. İşte şimdi de yukarıdaki hazretler gibi bölgesel uşaklarına öğretip kullandırtıyor.
24 Nisan’a yeniden dönersek:
O gün, bu emperyalist yalanı ve emperyalist savaş propagandası ürününü savunan kalabalığın büyük çoğunluğu cehaleti nedeniyle kandırılmış zavallı kişilerden oluşuyordu. İşi yönlendiren çok azı ise CIA’ca devşirilmişti. Görev yapıyordu.
Biz, bilinçsiz, kandırılmış kalabalığı uyarmak ve uyandırmak için 24 Nisan 1915’e ilişkin, olayın gerçeklikte nasılsa öylece görülmesini ve kavranmasını sağlayacak, tam 9 sayfalık bildiri dağıttık. Bu bildirimiz internet ortamından da okunabilir. İstedik ki, kandırılmış insanlar, önyargılarından, gözbağlarından kurtulsunlar. Olayın aslını öğrensinler. Böylece de emperyalistlerin oyuncağı, maşası olmasınlar. AB-D Emperyalistlerinin amacı Yeni Sevr’dir, bildiğimiz gibi. Onlar, Ermeni Meselesi’ni de bu aşağılık amaçları için kullanma derdindeler. O yüzden bunların parlamentolarında art arda bu yalanı savunan kararlar çıkıyor. Sarkozy’den Carter’a, Reagan’a, Bush ve Obama’ya kadar tüm emperyalist devlet başkanları habire bu yalanı tekrarlıyor.
24 Nisan’da Taksim’deki o az sayıdaki devşirilmiş AB-D uşağı kişilere ise yapılabilecek bir şey yoktu. Çünkü onların derdi, gerçeği arayıp bulmak değildir. Onlar, aldıkları rolün gereğini yapıyorlardı.
9 sayfalık bildirimizin son satırları şu uyarı ve taleple biter:
“İşte söz konusu emperyalist yalanlar ve sizlerin çoğunluğunu oluşturan insanlar gibi kandırılmışların bu yalanları tekrarlaması böyle sonuçlar yaratıyor. Hocalı Katliamı’nı yapan bu Ermeniler işte bu yalanlar yüzünden bu hale geldi, insanlıktan çıktı. Dolayısıyla yaptığınız, insanlığa da, halkların kardeşliğine de, barışa da hizmet etmiyor. Tam tersine hizmet ediyor.
“Yapmayın!.. Yazıktır!.. Ayıptır!.. Yakışmıyor!.. Yapmayın!..”
Demek ki, bir saldırı filan kesinlikle söz konusu değil, yapılan sadece olayın aslını, esasını nakletmekten ve ona dikkat çekmekten ibaret bir uyarıdır. Dilektir. Bir “Soykırım” olmadığını matematiksel bir kesinlikle, olaycıl kanıtlarla ortaya koyduktan sonra; olay işte budur, sizin yaptığınız, olaylara asla uymaz. Böyle yapmayın, gerçeğe saygılı olun. Emperyalist savaş propagandasını savunmak, barışa da, halkların kardeşliğine de hizmet etmez, demişiz.
Bunun neresi saldırı?
Ama yukarıda söylediğimiz gibi, bu hareketi yönetenler de gerçeğin peşinde değil. Bunlar da görev yapmanın derdinde. O nedenle de söylediklerinin yalan olduğunu herkesin bilmesine rağmen ondan geri durmuyorlar.
Gelirler, standımızı işgal ederler. Ondan sonra “HKP adlı faşist grup Partizan standını işgal etti” diye, sitelerinde açıklama yaparlar. Dağıttıkları bildiride, “biz onların standını işgal ettik” derler, yukarıda görüldüğü gibi. Sitelerindeki açıklamalarında bunun tersini söylerler.
24 Nisan meselesinde de aynı şekilde yalana başvururlar. Yalan, bunların kişiliğinin bir parçası olmuş artık. Bunlar, psikolojide “kişilik dağılması” denen bir durum içindeler. Değerler sistemi çökmüş bunlarda. İnsan böyleleriyle muhatap olunca içi kakıyor. Biz isteriz ki, bizi düşman belleyen de hiç değilse birazcık mert olsun, dürüst olsun. Ama ne gezer?..
Ermeni Meselesi’ni, bugüne dek ortaya koyduğumuz onlarca kesin kanıtla, nasıl olmuşsa öylece, gerçeğin peşinde olan herkesin anlayabileceği şekilde gün ışığına çıkardık. Burada madem konu açıldı, bir belge-kanıt daha ortaya koyalım. Konunun açılmış olması, hiç değilse böyle olumlu bir işe yaramış olsun:
Şevket Süreyya Aydemir, 1915 Sarıkamış Faciasında şehit düşen ağabeyinin yerini doldurmak için gönüllü olarak asker olmak ve o cepheye gitmek ister. İstediği de olur. 1918 Şubatında cepheye, birliğine ulaşmak üzeredir. Ağır kış şartları, 1915 Kışındaki gibi yine aynen sürmektedir.
1917 Büyük Ekim Devrimi zafere ulaşmış, Lenin’in ve Bolşeviklerin aldığı karar üzerine Rus Ordusu emperyalist savaş ve işgallerine son vermiştir. Hızla doğal sınırlarına çekilmektedir.
İşte bu arada Osmanlı Ordusu da o cephede ileri harekâta geçerek boşaltılan toprakları yeniden ele geçirmek ister. Burada sözü Ş. S. Aydemir’e bırakalım:
“Bütün ölümlerde, hele donma hikâyelerinde ilk çocukluk anılarının, hatırlanabilen en son sahneler ve ölüme en yakın nokta olduğunu çok dinlemiştim. Fakat bu ölümlerden kurtulanlardan, bunun biraz daha ilerisini hatırlayan ve anlatan yoktu. Ondan sonrası, belki daha derin bir rüya, belki bir karanlık, fakat muhakkak ki, ebedi bir uykuydu…
“Askerler beni bu safhada buldular. Sonra yıkık bir han damına girdiğimizi, yere bir yamçının serildiğini, birtakım ellerin elbiselerimi açmaya, çizmelerimi çıkarmaya çalıştıklarını hatırlıyorum. Şişen ayaklarımdan bu çizmelerin bir türlü çıkarılamadığını ve sonra galiba doktorun emriyle, konçlarının arka dikiş yerlerinden kesilerek alındığını da şöyle böyle biliyorum. Sonra herhalde kanımı hareket ettirmek için vücudumu, ellerimi ayaklarımı karlarla ovmuş olacaklardı. Ama ben bunları pek hatırlamıyorum. Derin bir uykuya dalmışım…
“İleri hareket geliştikçe, karşılaştığımız görüntüler, tabiatın kahrını arka plana attı. Savaş bir kan sarhoşluğu halini aldı. Bu sarhoşluk bir an geldi ki, en vahşî haddine vardı.
“Ermeni ordusuna Taşnak komitacıları hâkimdi. Bu komitanın büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üzerindeki Cinis köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kollar, bacaklar, kafalar, kasap dükkânlarındaki etler gibi, duvarlara, çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse, mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmıştı. Yerlere serilmişti. Cinis’te ise bütün köy halkını ayakta ve köyün ağzında bekliyor gördük. Fakat bunlar, bir ölü kafilesiydi. Köyden çıkarılan, köye gireceğimiz yol üstünde süngülenirken birbirlerine sokulan ve yapışan kadın, erkek, çocuk bu insanlar, dayanılmaz bir soğuk altında kaskatı donmuşlar ve öylece kalmışlardı.
“Bunlara meydan bırakmamak, Erzurum’a bir an önce ulaşmak için yapılan gayretlerse, tabiatın engelleyişi karşısında, daima geç kalıyordu. Bu dayatışı ezmek ve bilinen yollar dışından dağları aşarak, ilerilere daha önce ulaşmak isteyen bir kumandanın (Halit Bey-Paşa) yaptığı atak, Cinis civarına vardığı zaman, Halit Beyin emrindeki hemen bütün birlik, dağlarda erimiş, mahvolmuştu.
“Erzurum’da kan çılgınlığı son haddini bulmuştu. Şehrin galiba yarı nüfusu öldürülmüştü. Yalnız Gürcükkapı istasyonunda üç bin kadar ölü, bir odun veya kereste deposunda olduğu gibi, intizamla, adeta zevkle, dizi dizi, yığın yığın sıralanmış istiflenmişti. Bunlar, Erzurum şehrinin kadın, erkek, çocuk Türk halkındandı. Sıraların, istiflerin bozulmaması, yıkılmaması için; boylarına, cüsselerine göre dizilen ölü sıralarının aralarına, yerine göre ayrı ayrı boylarda çocuk yahut yaşlı ölü vücutları sıkıştırılmıştı. Bütün bunları yapanlar, belliydi ki, yaptıklarından zevk alıyorlardı. Bu zevki mümkün olduğu kadar uzatmak, daha fazla tatmak istiyorlardı. Sonunda bu yığınları belki gazlayıp, benzinleyip ateşe vereceklerdi. Bu yanan insanların, buram buram göklere yükselecek dumanları karşısında belki de sarhoş olup tepineceklerdi…
“Birinci Dünya Harbi içindeki karşılıklı Türk-Ermeni boğuşması ve hesaplaşması, öyle sanıyorum ki, insanlık tarihinin unutulması daha iyi olacak bir sayfasıdır. Bunun ilk veya asıl sorumlusu hangi taraftı? Kimlerdi? Gene sanıyorum ki, bu suallerin cevaplarını araştırmamak ve hikâyeyi ebediyen unutmak daha doğrudur.
“Fakat şu da var ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda bütün Hıristiyan azınlıklar gibi, Ermeniler de rahat bir hayat yaşıyorlardı. Ticareti, sanatı ellerinde tutuyor, asker vermiyorlardı. Memleketin zengin ve bu bakımdan imtiyazlı bir tabakasını teşkil ediyorlardı.
“Bütün kasaba ve şehirlerde Rum mahalleleri gibi, Ermeni mahalleleri de, o kasaba ve şehrin en mamur kısımları idiler. Bağların, bahçelerin en güzelleri onlarındı. İç ticaret gibi, dış ticaret de onların ellerindeydi. En güzel mektepler de onlarındı. Memleketin hiçbir vilayetinde ise çoğunluk teşkil etmiyorlardı.
“Yarı- aydın Ermeni liderleri ve ihtilâlci Ermeni partileri işte bu şartlar içinde Ermenileri istiklale teşvik ettiler. Duygulu olmaktan ziyade, hayalci, heyecanlı Ermeni gençliği bu daveti pek çabuk kabul etti.
“Tarihte kısa süreli bir Ermeni devleti izlenebilmektedir. Ama daha ziyade Asurîler, İranlılar, Romalılar arasında bocalayan, şu veya bu devlete haraç veren birtakım beyliklerin hikâyeleri, yarı-aydın bir kısım Ermenilerin elinde bir ihtilal edebiyatına daima konu olabilmiştir. Birinci Dünya Harbi ile beraber Anadolu’nun öyle yerlerinde Ermeni isyanları olmuştu ki, etrafları Türk halkıyla çevrilen, hiçbir yabancı memleketle bitişiği olmayan bu iç bölgelerde, orduya isyan edebilmek için bir cemaatin, düşünce ve mantıktan ne derece uzaklaşması lazım geldiğine insan hakikaten şaşardı.
“Erzurum’dan sonra, kana, ölüye yahut çürüyen, yanan insan eti kokusuna karşı, hepimize bir iç tıkanıklığı gelmişti. Fakat ne çare ki, nice uzun yolları hep bu kokular içinde aşmak gerekiyordu.” (Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitapevi, 1987, s. 120-122)
Tabiî Şevket Süreyya’nın bu anlattıkları ve bizim daha önce anlattığımız, hatta birçoğu o dönemin Ermeni önderlerin uluslararası toplantılardaki kendi anlatımları olan şeyler, sadece gerçeklere önem veren ve onları arayıp bulmaya çalışan, tarafsız, dürüst, hakkaniyetli, vicdan ve mantık sahibi insanlar için bir önem taşır.
24 Nisan Taksim’deki devşirilmişler ve Partizan gibi Sevrci CIA Solunun devşirilmiş önderleri için hiçbir önem taşımaz. Onlar, gerçeğin peşinde olmadıkları gibi, gerçeklerden de nefret ederler. Onların derdi, emperyalist savaş propagandasını savunarak, efendilerinin verdiği görevi yerine getirmektir. Dedik ya onlar, halkların kardeşliğinden yana değildir. Onlar, efendileri olan AB-D Emperyalistleriyle birlikte Kürt, Türk ve Ermeni Halklarının birbirlerini boğazlamasından yanadır. Bunun peşinde koşmaktadırlar. Böylece Türkiye Yeni Sevr’e götürülebilecektir, onlara göre.
Bizse yeryüzündeki tüm halkları olduğu gibi, Ermeni Halkını da kardeş sayarız. Dost sayarız. Ve de tüm halkları eşit sayarız. İçtenlikle severiz. Pratikte de kardeşleşmelerini isteriz, savunuruz.
Bizim düşmanlığımız, emperyalistlerin aşağılık, iğrenç, kanlı oyunlarına, halkları birbirine düşürme, kırdırma planlarınadır. Emperyalistlerin el attığı hiçbir sorun halkların yararına çözülmez. Onlar yeryüzündeki tüm halkların düşmanıdır. Bu nedenle de onlar, her sorunu kendi Emperyalist çıkarlarına uygun olacak biçimde çözmek isterler. Bunun için de halkları birbirine düşürüp boğazlatırlar. Tarih bu aşağılık işlerinin yüzlercesinin tanığıdır. Onlar nereye gitmişse ölüm, kan ve gözyaşı da beraberlerinde gitmiştir.
Biz her olayda, olay gerçekte nasıl olmuşsa öylece, onu görmek, kavramak için çabalarız. Çünkü bizim için en önemli şey olaylardır. Biz işte 1915 Ermeni Meselesi denen olaya da aynı anlayışla bakmışızdır. Yani her türlü önyargı ve yanlı tutumdan uzak olarak bakmışızdır. Sadece gerçeği görmek, bulmak ve ortaya koymak için bakmışızdır. Zaten Bilimsel Sosyalizm de olayların bilimidir.
Bu konudaki görüşlerimiz çok ayrıntılı olarak defaten ortaya koyduğumuz için burada bir kez daha tekrarlamayacağız. İlgi duyan arkadaşlar internet ortamında da bunlara ulaşıp okuyabilirler.
Yeniden Kartal’da yaşanan olaya dönersek:
Biz hep söylediğimiz gibi, bu tür olayların olmasını asla istemeyiz. O yaralanan genç için de –içtenlikle belirtiyoruz ki- onların vicdan, ahlâk ve his yoksunu şeflerinden daha fazla üzülüyoruz. Bugüne kadar bu tür kavgalarda yaralanan her iki taraftan gençler için de aynı üzüntüyü yaşadık. Biz halk çocuklarının böyle birbirine kırdırılmasını asla devrimcilik de, insanlık da saymayız. Bunlar sadece AB-D Emperyalistlerinin çıkarlarına hizmet eder. O yüzden böyle saldırılar peşinde koşanlar, açıkça puştluk, kahpelik peşindedirler. Böylelerine de içinizde zerre insanlık, namus, ahlâk kalmışsa yapmayın, diyoruz. Başka ne diyebiliriz?..
Bilindiği gibi, Festival kapsamındaki Kitap Fuarı 5 Temmuz gecesi sona erdi.
Partizan adlı grubun standımızı işgaliyle başlayan olaysa 16 Haziran’da olmuştu. Yoldaşlarımızın önemli bir bölümü de o günlerde Borusan Direnişçisi kardeşlerimizle yan yana omuz omuza mücadele etmekteydi. Sonraki günlerde, Direniş’i zaferle sonlandırdık. Direnişçi işçilerin talep ve beklentilerinin üzerinde bir kazanımla işi sonuçlandırdık. Borusan patronu yola, hizaya geldi. İşçilerin de insan ve dolayısıyla da hakları olduğunu kabule mecbur kaldı. Taleplerimizin tamamını kabul etti. Tabiî Direniş’in gücü sayesinde… Direniş sürecinde ve sonrasında Borusan Direnişçi İşçileri, İşçi Sınıfına yaraşır bir kadirşinaslık örneği göstererek, Partimizle dayanışmaya girdiler. Bizi tanıyıp öğrendiler, kavradılar, benimsediler. Ve kendiliklerinden, Festival süresince Fuarda standımızda yoldaşlarımızla birlikte görev yaptılar, nöbet tuttular. Tabiî bu birliktelik aramızdaki anlayış ve yakınlaşmayı daha da pekiştirdi. Yani “Partizan”ın yaratmış olduğu olumsuzluk, böylesi bir olumlu gelişmeye vesile oldu. Hayat, böyle iç içeliklerle, zıtlıklarla doludur. Ve hayatın kendisi muhakkak ki devrimcidir. Sonunda mutlaka devrimciler kazanacak, devrime varılacaktır.
Bu tür tatsız olayların yarattığı bir diğer olumlu gelişme de şudur:
Bu Sevrci grupların kandırmış olduğu gençler, bu olaylar nedeniyle bizim sitemizi de yayınlarımızı da izlemekte, öğrenmektedir. Tabiî bu arada Marks’ın, Engels’in, Lenin’in, Mustafa Suphi’lerin, Kıvılcımlı’nın, Denizler’in, Mahirler’in ve Che’nin de gerçek görüşlerini ilk defa olarak görmekte, öğrenmektedir. Ve şaşırmaktadırlar… Çünkü bunlar, meşreplerine uygun biçimde yaptıkları madrabazlıklarla önderlerimizin ve kahramanlarımızın içlerini boşaltarak, onları olduklarının tam tersi biçimde gençlere tanıtmışlardı. Bu süreçte önderlerin ve kahramanların ana düşünceleriyle yüz yüze gelen gençler sarsılmakta, bu grupların şeflerinin kendilerini nasıl aşağılık bir biçimde kandırdığını görmektedir. Tabiî bizim de önderlerimiz ve kahramanlarımızla tam bir uyum içinde olduğumuzu ve onların gerçek meşru mirasçısı ve devamcısı olduğumuzu da görmekte, anlamaktadır. Bu gençlerden bir kısmı Sevrci hareketlerden kopmakta, yeni bir arayış içine girmektedir. Bunların bir bölümü de bize gelmektedir. Yani Sevrcilerin yarattığı olumsuzluk, böylesi bir olumluluğa da yol açmaktadır. Dedik ya, hayatın akışı devrimcidir, diye…
(08 Temmuz 2012)
***
Bu olaya ilişkin Kartal Belediye Başkanı Op. Dr. Altınok Öz de kendi internet sitesinde (olayın kendisini ilgilendiren yönüne dair) bir açıklama yapmıştır. Onu da aynen aşağıya alıyoruz. Böylece de sözlerimizi noktalamış oluyoruz:
“Kartal Kamuoyuna
“16 Haziran Cumartesi günü Kartal festival alanında dağıtılan bir bildiride Kartal Belediyesi’ne ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne gerçeklerden uzak ve çirkin suçlamalarda bulunulmuştur.
“Söz konusu bildiride Belediyenin ayrımcılık yaptığı ve faşizanca bir tutum içinde bulunduğu gibi asılsız iddialarda bulunulmuş daha sonra alana gelen Belediye Başkanımız alkışlarla protesto edilmiştir. Devamında Kartal dışından gelenlerin çoğunlukta olduğu bu grup yürüyüşe geçerek sloganlar atmıştır.
“Atılan sloganların içinde ” Kahrolsun Kemalist Diktatörlük” oldukça ilgi çekicidir. AB temsilcilerinin Devlet dairelerinden Atatürk resimlerinin kaldırılmasını isteği, ABD’nin Ortadoğu planlarında ulus devletten ılımlı İslam Devletine geçmemizi telkin ettiği bir dönemde siyasal İslamcıların dilinden düşürmediği “Kemalist Devlet yıkılacak elbet” sloganının sözde devrimci gruplar tarafından atılıyor olması devletimize ve O’nu kuran partimiz CHP’ye karşı kimlerin işbirliği içinde olduğunun açıkça kanıtıdır.
“Uluslararası emperyalizmin 20. YY’ın başında yeryüzü kaynaklarını yağmalamak ve sömürmek için ülkemizi işgal ettiği dönemde bütün mazlum halklar adına direnen ve emperyalistlerin yağma planlarını bozan Kuvvayı Milliye’nin devamı olan CHP, Anadolu aydınlanma devrimini gerçekleştirmiş ülke insanını kulluktan yurttaşlığa – ümmetten ulusa taşımış, hurafenin yerine bilimi mecellenin yerine çağdaş hukuku, medresenin yerine bilimsel eğitimi, şeriat devleti yerine Laikliği ve sömürge olmanın yerine tam bağımsızlığı gerçekleştirmiştir.
“Ülkemizde gerçekleşen Kemalist Devrimin etkileri 20. YY’ın 2. yarısına kadar devam eden emperyalizme karşı bağımsızlık savaşlarının ateşleyicisi ve mazlum halkların direnme gücü olmuştur. Dünya’nın her tarafında antiemperyalist ve tam bağımsızlık mücadelesi veren bütün mazlum uluslar Kemalizm’in ışığıyla aydınlanırken kendilerini devrimci olarak tanıtanların emperyalistlerin ve gericilerin söylemleriyle CHP’ye ve Belediyemize saldırmaları bu grupların kimlerle “işbirlikçi” olduğunun açık göstergesidir.
“Büyük devrimci önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Benim iki büyük eserim var: Biri Cumhuriyet, Diğeri Cumhuriyet Halk Partisi’dir” diyerek bizlere emanet ettiği Cumhuriyetimizi ve partimizi yıkmaya ne emperyalistlerin ne de onların yerli işbirlikçilerinin gücü yetmeyecektir.”