Para söz konusu olduğunda herkesin siyaseti, siyasi partisi aynıdır…
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Defalarca söylediğim gibi, bu Tayyipgiller sadece hukuku, kanunu, yargıyı bitirmediler. Ahlâkı da bitirdiler, namusu da bitirdiler, utanmayı arlanmayı da bitirdiler velhasıl insana dair bütün değerleri sıfırladılar, arındırdılar kendilerini bütün bu değerlerden.
Tabiî kanun bitince ne olur?
Devlet bir çeteye dönüşür.
Çünkü, çeteyle devleti ayıran en önemli ölçüt nedir?
Devletin kanunlarla yönetiliyor olması, çeteninse çete reisinin iki dudağı arasından çıkacak buyruklarla yönetiliyor olmasıdır.
Anayasa, kanun bitince ortada ne kaldı?
Tayyipgiller adlı mafyatik, çıkar amaçlı, bir suç örgütü, bir çete kaldı. Amerikan yapımı, Amerikan kuklası bu çete.
Ahlâk bitince de vicdan biter, merhamet biter, insana dair ne varsa biter. İnsan görünümlü yaratıklar kalır geriye. Biz bunlara, dördüncü tür, diyoruz. Çünkü insan değil, hayvan değil, bitki değil, dördüncü tür bir canlı yaratıklar sürüsüdür bunlar. İnanın ben bunları yakından görsem içim kalkar, midem bulanır. Seslerini duysam yine aynı şekilde iğrenirim. Hele hele bunlarla bir kez bile şaşıp yanılıp, bilmezliğe bir el sıkışmış olsam o elimin hiç temizlenmemiş olduğu kuşkusunu taşırım hep. Öylesine kirlenmiştir ki temizlenmesi neredeyse olanaksız hale gelmiştir gibi bir hisse kapılırım. Bunlar böylesine iğrenç canlı türü.
Tayyip’in, şu sanki pazardan canlı mal almış onları teşhir eder gibi kürsüde ellerini birbiriyle kavuşturup, havaya kaldırdıkları şu resimlerini bir izleyelim.
Tayyip’in ampul simgesi önünde. Hepsi sırıtıyorlar değil mi?
Tayyip ne diyor?
“İşte bunların hepsini satın aldım ben”, diyor, “Yörüngeme çektim, emrim altına aldım”, diyor. “Artık onlar benim kullarım”, diyor.
Daha önce de Meral Akşener’in, Müsavat’ın İYİ Partisinin sözcülerinden Kürşat Zorlu adlı bir Hafızı satın almıştı Tayyip değil mi?
Ne demişti bu Kürşad Zorlu adlı Hafız?
“İktidar yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı talan ediyor.”
Evet, şimdi herhalde Tayyip’in teklifi üzerine; ulen bu talandan biz de payımızı alalım, niye boş duruyoruz, demiş ve Tayyip’in kucağına atlayıp gitmiş, o talandan pay kapmak için.
Yine Tayyip’in ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için de aynen şöyle diyor:
“Getirdikleri ucube sistemin içinde bile yer almayan bir ilkesizlik. Cumhurbaşkanının adaylığına da itiraz edeceğiz.”
Yine Kaçak ve Haram Saray’ın kaset tutsağı, arkadan Bohçalı’nın, Tayyip’in emri üzerine, onun ulağı olarak Abdullah Öcalan’dan medet çağrısı yapması ile ilgili olarak yani “kurtar bizi Öcalan” demek anlamına gelen; “Öcalan Meclise gelsin açıklama yapsın”, teklifinde bulunmuştu ya Bohçalı, işte onun için de şöyle diyor:
“Devlet terör örgütüyle, teröristle anlaşma yapmaz, masaya oturmaz. Türk milletinin vicdanında kabul görmeyecek yollarla varılacak yer daha fazla ayrışma ve daha fazla hayal kırıklığı olacaktır.”
Bütün bu sözleri, bu da ne yapıyor?
Yalayıp yutuyor. Şimdi Tayyip’in ikili-üçlü oynayışını net bir şekilde idiotların bile anlayacağı şekilde ortaya koyan şu videolarını bir izleyelim:
***
Videonun çözümü
Recep Tayyip Erdoğan 2009 videosu: Arkadaşlar, biz bugün varız yarın yokuz. Biz bu makamlarda kalıcı değiliz. Kimler geldi kimler geçti bu makamlardan. Biz de gelip geçeceğiz. Bakın ben açıkladım; 2011’de Allah ömür verirse benim son vekil adaylığımdır, dedim. Ben tükürdüğümü yalamam, onu da söyleyeyim. Son milletvekilliği adaylığımdır. Ve partimin tüzüğünde de bu böyledir ve gereğini yaparım. Birileri gibi oralara çakılıp kalmam. Eğer millete hizmet etmekse hizmet sadece politikada olmuyor. Gidersiniz bir vakfın başına geçersiniz oradan da hizmet edersiniz.
2012 videosu: Dördüncü ve son kez Genel Başkanlığa aday olacağım.
Haberi Eskişehir’de verdi. Genel Başkanlığa dördüncü ve son kez aday olacağım, dedi.
2022 videosu: İnşallah 2023’te milletimizden kendi adımıza son defa istediğimiz destekten alacağımız güçle, Türkiye Yüzyılı’nın inşasını başlatıp bu kutlu bayrağı gençlerimize teslim edeceğiz.
Şimdi gönül şunu arzu eder yani bir insan eğer bir partinin bayrağı altında seçime giriyorsa değil mi?
Ondan sonra o partiyle beraber hareket eder. Ayrılıyorsa da sadece partiden ayrılmaz. Eğer dürüstse o zaman parlamentodan ayrılır, milletvekilliğinden ayrılır. Çünkü bağımsız olarak parlamentoya gelmiş birisi değilsin. Olması gereken şey aslında işin ahlâki yönü bunu gerektirir. Ama tabiî bunun herkese nasip olan bir şey…
***
Evet, işte bütün bunları söyleyen Tayyip ne yapıyor şimdi?
Pazardan mal alır gibi ya da antika mezadından antika objeler alır gibi, aldığı malları böyle teşhir ediyor işte.
Ne yapmış oluyor?
Kendi sözleriyle bile ahlâkı da, vicdanı da, insanlığı da terk etmiş oluyor. Tabiî tek taraflı değil, her iki taraf da insanlığı terk etmiş oluyor.
Bir de ne demiştik biz?
Bu Tayyipgiller safında yer alan kadınlar, kadınlıklarından kendilerini arındırırlar. Onlar kadın olmaktan çıkarlar. Ve onların göğüslerindeki süt zehre keser. İşte bir de kadın satın aldı Tayyip değil mi?
Neymiş bu kadın suretindeki canlının adı?
Serap Yazıcı Özbudun. Bir de Anayasa Hukukçusu ve Prof. sıfatı taşıyor bu canlı. Bir de bunun daha önce Tayyipgiller iktidarına karşı Davidson Ahmet’in saflarındayken söylediği şu sözleri içeren videoyu izleyelim bir:
***
Videonun metni
Serap Yazıcı Özbudun: İhraç edilmişlerdir, unvan ve pasaportları da iptal edilmiştir. Böylece bu on binlerce yurttaşımız ve aileleri adeta sivil ölüme mahkûm edilmiştir. Bu Kanun Hükmünde Kararnameleri incelediğimizde bunların pek çok hukuka aykırılık sorunu içerdiği görülmektedir. Her şeyden önce bu kararnameler, Anayasamızın, Cumhuriyet’in niteliklerini düzenleyen ve değiştirilmesi yasaklanan ikinci maddesinin içerdiği Hukuk Devleti İlkesini ihlal etmektedir.
Hukuk Devleti, devletin bütün organ ve makamlarının, her tür eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmakla yükümlü olduğunu ifade etmektedir. Bu ilkenin amacı, bütün bireyleri devlet otoritesi karşında bu otoritenin keyfi tezahürlerine karşı koruyabilmektir. Oysa bu kararnameler Hukuk Devleti İlkesini açıkça ihlal etmiştir.
Mesela bu kararnameler; Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz İlkesini, Sanığın Masumiyeti Karinesini, Ceza Normlarının Geçmişe Yürümezliği İlkesini, Yargılamasız Ceza Olmaz İlkesini ihlal etmiş; bu yönüyle Devlete ve Hukuka Güven İlkesi ayaklar altına alınmıştır.
Öte yandan Anayasamız 7, 8 ve 9’uncu Maddelerinde; yasama yürütme ve yargı fonksiyonlarını farklı organlara tebliğ etmek suretiyle Kuvvetler Ayrılığı İlkesini kabul etmiştir.
Oysa bu kararnameleri incelediğimizde, kararnamelerin suç ve ceza yaratan yönü, yasama fonksiyonun gaspı, cezaya hükmeden yönü ise yargı fonksiyonun gaspı anlamına gelmektedir. Böylece Anayasamızın; “Hiç kimse veya bir organ kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanamaz”, şeklindeki 6’ncı Maddesini ihlal etmiştir. Bu ihlal, aynı zamanda, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı maddesini içeren 11’inci Maddenin de çiğnenmesi anlamına gelmektedir.
Bu madde bence geçmişe yürüyen bir hüküm düzenliyor. Bugün 12 Temmuz. Bu hükmün Genel Kurulda kabul edilip yürürlüğe girmesi en az bir haftayı gerektiriyor. Oysa hükmü dikkate aldığımızda, 29 Haziran itibariyle yürürlüğe gireceği ifade ediliyor. Kanunlar geçmişi düzenleyemezler ancak geleceğe yönelik düzenleme içerebilirler. Bu doğası gereği böyledir çünkü vatandaşların, hayatlarını ancak yürürlükteki kanunlara göre planlamaları mümkündür. Böyle bir düzenlemenin getirilmesi kabul edilebilir değildir. Bu üçüncü kez yapılan bir yöntem, izlenen bir yöntem; bu şekilde aslında hukukun temel ilkelerini, anayasa hükümlerini ihlal etmeye bizleri alıştırıyorsunuz. Bu kabul edilebilir bir husus değil. Anayasaya uygun, hukukun temel ilkelerine uygun kanun yapmak da mümkün. Bunu anlamamız mümkün değil. Ben bu düzenlemenin değiştirilmesini, geleceğe yönelik bir yürürlük maddesine dönüştürülmesini talep ediyorum. Teşekkürler.
***
Biliyorsunuz, Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlıktan istifası ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nden ayrılması çeşitli sebeplere dayanıyor. Bir kez, bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçişe ilişkin anayasa değişikliğine itiraz ediyor, kendisine bir rapor sunuyor.
Burada net itiraz var değil mi?
Tabiî, tabiî. Ve o raporunda, böyle bir sisteme geçişin yol açması muhtemel sakıncalara işaret ediyor. Ve hatta şunu söylüyor; isterseniz diyor, ben başbakanlıktan istifa ederim, siz tekrar başbakan olursunuz, hükümetin başı olursunuz. Bir anayasa değişikliği yapılacaksa cumhurbaşkanı yetkilerinin sınırlandığı asıl hükümet etme rolünün Bakanlar Kurulunda olup, hükümetin başı sıfatının başbakanda olduğu bir sistemin inşası için uğraşalım. Ve ben burada size hiçbir şekilde engel oluşturmam, başbakanlıktan istifa ederim, siz bu makama tekrar gelebilirsiniz.
Ama Sayın Erdoğan bunu kabul etmiyor. Zaten biliyorsunuz 2005’ten itibaren çeşitli vesilelerle Başkanlık Sistemine geçiş gibi bir iddiası vardı. Neyse… Bu siyasi içinde etik yasasıyla ilgili birtakım düzenlemeleri hazırlıyor Sayın Davutoğlu. Tabiî bu bir ülkede demokrasinin inşası için olmazlardan olmazı bu.
Nedir bu?
Bütün kamu otoritesini kullanan makamlar ve organlar, kullandıkları yetkilerden dolayı hem yargıya karşı hesap vermeliler hem de halka karşı seçimler aracılığıyla hesap vermeliler.
Keza aynı çerçevede, her kamu makamı, kendisine tahsis edilmiş olan ekonomik değerleri nerede, ne şekilde kullandığını, bir şekilde şeffaf olarak kamuya açıklamalı ve bu süreç üzerinde bir yargı denetimi olabilmeli.
Neden?
Çünkü bugün kamu makamlarının harcadıkları paralar aslında bizlerin paraları. Bizler çeşitli şekillerde vergi veriyoruz. En fazla vergiyi Gelir Vergisi olarak veriyoruz.
Kamu bankaları yardım yapabilir mi deprem ya da başka konularla ilgili?
Bu, ona sonra gelelim şuranın insicamını bozmayalım isterseniz.
Şimdi dolayısıyla bu neyi sağlayacaktı Türkiye’de?
Ekonomik bakımdan attığı adımların hesabını verdiği bir yönetim yaratmış olacaktı. Bu çok gerekli. Yani demokrasi şeffaflığı gerektiriyor, demokrasi hesap vermeyi gerektiriyor. Bakınız yerleşik demokrasilerde seçmenler partilerin seçim vaatlerini incelerlerken en çok şuna itina ederler; benim kazancım nasıl vergilendirilecek, benim kazancımda nasıl bir vergi oranı uygulanacak ve bana hangi hizmetler sunulacak? Çok doğal. Hepimiz alınteri döküyoruz, bir gelir temin ediyoruz ve o gelir üzerinden gelir vergisi ve tükettiğimiz bütün mal ve hizmetler aracılığıyla dolaylı vergiler veriyoruz.
Bu vergiler nerede toplanıyor?
Devletin hazinesinde toplanıyor ve sonuç olarak o vergilerin bizler için hizmete dönüştürülmesi gerekiyor. Bu hizmetlere dönüştürüp dönüştürülmediğini, toplanan verginin oranının ne olduğunu ancak siz şeffaf bir yönetimle anlayabilirsiniz.
İşte Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, o Siyasi Etik Yasasıyla ilgili hazırladığı metnin geri dönmesi, zaten Sayın Davutoğlu’yla Erdoğan arasındaki ihtilafın derinleşmesine sebep oluyor.
Biliyorsunuz başka bir ihtilaf konusu da bu dört Bakanın Yüce Divana sevkine ilişkin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylamalarla ilgili.
Sayın Davutoğlu, bu yargılamaların yapılması gerektiğini, eğer gerçekten iddia edildiği gibi bir yolsuzluk, hukuksuzluk varsa o aktörlerin bunun hesabını yargıda vermeleri gerektiğini, yoksa da böyle bir yolsuzluk, o zaman da bu vesileyle aklanarak rahatlayacaklarını iddia ediyor.
Bunlar hep ihtilafların birikmesine sebep oluyor ve neticeyi hepimiz biliyoruz; böylece partiden ayrılış, Gelecek Partisi’nin kuruluş süreci…
***
Evet, şimdi bu kadın suretindeki canlı varlık da ne yaptı?
Bütün o sözlerini yalayıp yuttu.
Sadece o değil, onun şefi Davidson Ahmet de yalayıp yuttu değil mi? O da Tayyip’in kucağına atlamak için kuyruk titretip duruyor.
Ama Tayyip ne diyor?
Yok sen yaramazsın, diyor. Seni şimdi almam, altındakileri boşaltayım da sen git ne yaparsan yap, diyor.
İşte bunlar böyle…
Hepsi sermaye siyasetçisi, burjuva siyasetçisi, Parababaları siyasetçisi bunların tamamı ve Amerikan uydusu, Amerikan kuklası. Bunların alayı Amerikan muhibbi, Amerika dostu, Emperyalist İngiltere dostu, Siyonist İsrail dostu ve onların hizmetkârı bunlar. Öyle olunca da bunların aralarındaki ayrılıklar, parti farklılıkları ABD Emperyalist Haydudunun yazmış olduğu, belirlemiş olduğu senaryo gereğidir. Yani bir demokrasicilik adlı ihanet tiyatrosu oynatıyor Türkiye’de. İşte bunlara değişik roller veriyor o Haydut. Yoksa bunların hepsi çevrimiçi oynuyor. Amerikan uşaklığı, NATO uşaklığı ortak paydasında hepsi aynıdır, özdeştir bunların.
Ve evet, bunların vatan diye, millet diye, halk diye asla bir dertleri olmamıştır. Bunların işi gücü küp doldurmak. Altın, para, pul, avro, dolar, koltuk, makam, ün, poz… başka hiçbir şey umurlarında olmaz bunların.
Ve 18’inci Yüzyıl’ın ünlü Fransız düşünürü Voltaire ne diyor?
“Para söz konusu olduğunda herkesin dini aynıdır”, diyor.
Ve biz de bugün ne diyoruz buradan hareketle?
Para söz konusu olduğunda herkesin siyaseti, partisi aynıdır.
Ve hep işte bunun için diyoruz biz; biz böyleleriyle aynı varlık âleminden değiliz, diye. Biz bunlar için onlarca kitap yazdık. İşte bunların bir çete olduğunu ortaya koyan, Amerikan uşağı, hain olduğunu ortaya koyan üç ciltlik kitabımızı size bir kez daha gösterelim. Birinci cildi 2016’da yayımlanmış. “Kanunsuzlar” adını taşıyor. Anayasa, kanun manun umurlarında olmaz bunların. Bunlar tek Amerika’ya hesap verirler. O Emperyalist Hayduda karşı sorumluluk hissederler. Yoksa başka hiçbir şeyi takmazlar.
Bunlar eninde sonunda hesaba çekilecekler ama. Bugüne kadar yaptıkları tahribat, ülkemize, vatanımıza, halkımıza dair işledikleri binbir suç yanlarına kalmayacak, cezasız kalmayacak. Bunların alayı İlçe Başkanlarından, İlçe Yönetim Kurullarından, İl Yönetim Kurullarından, belediyelerden başlamak üzere tüm üst düzey kamu görevlileri, Vekilleri, Bakanları, alayı eninde sonunda bağımsız ve tarafsız yargının önüne çıkacaklar. İşledikleri suçların, ülkemize halkımıza yaptıkları kötülüklerin hepsinin hesabını verecekler. Kaçışları, kurtuluşları olmayacak!
Siz bakmayın İmamın Oğlu Ekrem’le Özgür Özel yumuşakçasının bunlarla devri sabık yaratmadan iktidar değiş tokuşu yapmak için çabalamalarına. Onlar da aynı yolun yolcusu çünkü. Onlar da Amerikan projesi, onlar da Amerikan kuklası ve onları da Amerikan Emperyalist Haydudu oynatıyor. Biz bunların alayını hesaba çekeceğiz.
Halka karşı işlenen suç, vatana karşı işlenen suç bizde asla cezasız kalmaz. Bunu hiç unutmasınlar! Halkımıza sözümüzdür bu.
Kalın sağlıcakla…
25 Şubat 2025