MHP ve Türevleri Milliyetçiliği ve de Gerçek Milliyetçilik olan Sosyalistlik…
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Dünkü paylaşımımızda, Türkiye’nin en önde gelen siyasi sorunu olan Kürt Sorunu’nun Devrimci Çözümünü anlatmıştık.
Fakat bazı milliyetçi hassasiyeti yüksek olan genç arkadaşlardan tepkiler geldi. Ve bize kırıldıklarını, bizi takip etmeyi bırakacaklarını söylediler. Bazıları da aktarıldığına göre, hakaret içeren yorumlarda bulunmuş hakkımızda. Onları insani kalitelerinin yetersizliğine bağlıyorum. Yoksa bir delikanlı adam, siyasi bir tartışmada, asla beğenmediği bir düşüncenin, katılmadığı bir düşüncenin sahibine hakarette bulunmaz. Bu delikanlılığın birincil şartıdır. Şövalye, Gazi, Alp; ölümüne kavgaya girdiği rakibine bile haksızlık etmez, onu aşağılayıcı bir söz söylemez. Çünkü onu aşağılarsa kendisi aşağılık bir insanla uğraşmış duruma düşmüş, kendisi de o çerçevede bir insan durumuna düşmüş gibi bir algı oluşur. Bu bakımdan biz asla siyasi tartışmalarda böyle bir üslup kullanmayız. Ama ne zamanki bize kabalık yapar, hakarette bulunur, önce uyarır özür dilemesini isteriz, reddederse anında davranış koyarız. Evet, sözle yetinmeyiz. Neyse orayı geçelim…
Bazı arkadaşlar, bizim Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti, Edirne’den Çin sınırına, Yakutistan’ı da kapsayarak Arktik Okyanusu’na kadar uzanan 8 milyon kilometrekareyi kapsayan coğrafyadaki çözümümüze itiraz ediyorlar.
Bir kısmı, bizim yaşlılığımızdan, artık bunadığımızdan söz ediyorlar. Evet, fizik gücümün gençliğimdekinin ancak üçte birini taşıyorum ama yine de bu yeke yek kavgada karşıma çıkanları alt etmeye yetiyor. Zihnim de yerinde, her ne kadar belleğim geçmişe göre zayıflamış olsa da işleyişinden memnunum.
Biz, Kürt Meselesi’ni, bu meselenin Devrimci Çözümünü sadece bugün savunmadık. 1967’de kavgaya girdiğimiz günden bu yana, Kürt Meselesi’nin Devrimci Çözümünü savunuyoruz biz.
1991’den bu yana da bu çözümü yeni oluşan dünya şartlarına uyarlı hale getirerek; “Edirne’den Çin sınırına kadar Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti” diye formüle ettik.
Çünkü devrimci diyalektik, mantık ve metodumuz, değişen olayları anında kavramayı ve onlara uygun çözüm üretmeyi, tutum belirlemeyi, yol ortaya koymayı emreder bize. Şimdi örnekleyelim isterseniz;
İstanbul Üniversitesinde yan yana mücadele ettiğimiz Deniz Gezmiş Yoldaş… Biz Edebiyat Fakültesindeydik, Deniz Hukuk Fakültesindeydi, her gün hemen hemen öğle yemeklerimizi Hukukun arka tarafındaki Turan Emeksiz Lokantası’nda yerdik. Kuyruğa girer, self servis yöntemiyle çelik tepsilerdeki yemeklerimizi alır, yerdik. Fakülteye girdiğimizde 1 liraydı dört kap mükemmel yemek, mezun olduğumuzda 2 liraya çıkarıldı.
Evet, Deniz’in idam sehpasındaki son sözlerini, son sloganlarını okuyorum;
“Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!”,
“Yaşasın Marksizmin-Leninizm’in Yüce İdeolojisi!”
Evet, biz de Marksist-Leninist olduğumuzu söyledik hep.
Neden?
Nasıl biyoloji biliminde Darwin’i atlarsak, o bilime dair gerçeğin kendisini göremezsek, psikoloji biliminde Freud’u atlarsak psikanalizin ve psikoterapinin ne olduğunu bilemeyiz. Dolayısıyla da insanı gerçek anlamda anlayamayız, insan davranışlarını ve insan ruhiyatını. Karl Marks’ı atlarsak da toplum bilimini, felsefeyi kavrayamayız. Bir bilim insanıdır Marks. Engels, onun can yoldaşıdır.
Ve Leninistiz, diyoruz. Lenin, bizim Oğuz Türklerinin yani Oğuz Atalarımızın Kınık ve Kayı Boyunun dahil olduğu Oğuz Türkleri Atalarımızın, Orta Asya’daki vatanı olan Kuzey Hazar bölgesinde yer alan, Tataristan sınırları içinde yer alan Kazanlıdır baba tarafından. Ya Tatar Türküdür ya da Karlık Türküdür Lenin’in babası. Zaten yüz hatları bire bir bu gerçeği ortaya koyar.
Ne demişiz burada?
“Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşımızın önderi ve en büyük müttefiki Mustafa Kemal-Lenin”
İlber Ortaylı; “tek müttefiki”, diyor Lenin için.
Evet, Lenin budur.
Peki, Mustafa Kemal nasıl anlatır Lenin’in ve onun liderliğindeki Sovyet Rusya’nın ne olduğunu?
Bakın, aynen cümlelerinden okuyorum;
“Eğer Rusya’nın yardımı olmasaydı yeni Türkiye’nin İngiliz-Fransız ve Yunan Müdahalecilere karşı zaferi ya bugünküyle karşılaştırılamaz ölçüde büyük kurbanlar pahasına elde edilirdi ya da hatta büsbütün olanaksız olurdu. Rusya Türkiye’ye hem manevi hem maddi bakımdan yardım etti. Ulusumuzun bu yardımı unutması bir suç olur.” (Yeni Rusya ve Yeni Türkiye İşbirliğinin İlk Adımları, Rusya Federasyonu’nun Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği tarafından yayımlanan broşür s. 3’te aktarılıyor bu.)
Ve yine okuyalım Mustafa Kemal’den;
“Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve samimi şekilde ilk önce kabul ederek, bize barışma elini uzatan Rus Şuralar Cumhuriyeti (yani Sovyetler Cumhuriyeti – N. Efe) ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış politikamızın temelidir.” (M. Kemal’in TBMM 1. dönem 3. yasama yılı açılış konuşması, 1 Mart 1922)
İşte Lenin ve onun Rusya’sı bu denli önemli rol oynamıştır bizim Türkiye Cumhuriyeti’mizin ve Kuvayimilliye zaferimizin inşasında.
Peki, düşmanlar kimdi?
Onu da yine Mustafa Kemal söylüyor:
“Fakat varlığımızı sataşan (Mustafa Kemal’in sözcüğüyle “tasallut eden. – N. Efe) bütün Batı Dünyası Amerika’da içinde olduğu halde tabiatıyla büyük bir kuvvet teşkil ediyor.” (M. Kemal’in 8 Temmuz 1920’de TBMM’de yaptığı konuşma.)
Evet, Mustafa Kemal dostu da, düşmanı da böyle netçe, aynen bizim her meseleyi ortaya koyuşumuz gibi açık ve kesin ibarelerle ortaya koyuyor.
Deniz’in idam sehpasındaki sloganlarını okumaya devam ediyorum;
“Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Bağımsızlık Mücadelesi!”,
“Kahrolsun Emperyalizm!”,
“Yaşasın İşçiler Köylüler!”
İşte biz de 1967’den beri aynı sloganları attık, aynı ideolojiyi, aynı teoriyi benimsedik. Bu sebeple bizim bu tespitimiz öyle ayaküstü söylenmiş bir söz değil. En can alıcı sorunumuzu çözümleyen, devrimci tarzda çözümleyen açık, kesin, net bir formülasyondur. Bunu böyle kavramamız, belleğimize yazmamız gerekir. Bize başkalarının dayattığı sözüm ona sahte ezberleri, sahte çözümleri bilince çıkarmamız gerekir.
Deniz, Samsun’dan Ankara’ya kadar, elinde Türk bayrağıyla en öne düşüp, “Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü bizim öğrencilik yıllarımızda devrimci gençlerle yapan liderdir.
Biz de ne diyoruz?
Mustafa Kemal’i gerçekten anlayan varsa onlar da sadece biziz, diyoruz, bugün. Bizim dışımızdaki bütün sol, Mustafa Kemal’i reddetti. Onlar Türk milletinden söz etmedikleri gibi, “Türk” sözcüğünü bile ağızlarına almazlar. Onların alayı Amerikancı Burjuva Kürt Hareketi; PKK’nin, PYD’nin, DEM’in, DAM’ın, YPG’nin yörüngesi etrafında dönerler. O yüzden bağımsız bir düşünceleri yok onların.
İşte o yüzden biz onları ne şekilde adlandırdık?
“Sevrci Soytarı Sahte Sol”.
Bunun kitabını da yazdık.
Onlar, Türkiye’yi, Ermeni Soykırımı yapmakla da suçlarlar. Onlar Sevrci olduğu için, PKK’yle, DEM’le aynı çizgide oldukları için Türkiye’nin de, Kuvayimilliye’nin de düşmanıdırlar. Ve biz bunu net, açık, kanıtlarıyla ortaya koymuşuz. Ve yine ders kitabı ebadında büyük boy 301 sayfalık kitabımızla belgelemişiz, anlamak isteyen herkese bir veri olarak, kaynak olarak hizmette bulunmuşuz.
Ne demişiz?
“Sevrci Soytarı Sahte Sol ve Ermeni Sorunu”.
16 yıl geçmiş yayımlanışının üzerinden.
Şimdi gelelim bizi suçlayan arkadaşların, bize kırılan arkadaşların bulundukları yere…
1969 yılında, İstanbul Cağaloğlu’nda, Milli Türk Talebe Birliği’nde, Alparslan Türkeş bir konferans verdi. Bu arkadaşların o dönemi yaşayanları varsa sorsunlar hatırlayabilirler. Belki de mesela; Ümit Özdağ’a, Müsavat’ta sorsunlar.
Aynen cümlesi şu:
“200 yıldır Türkiye’ye lider gelmedi”.
Ne yapmış oluyor?
Mustafa Kemal’i de gömmüş oluyor, lider saymamış oluyor. Kuvayimilliye’yi de Kurtuluş Savaşımızı da görmezlikten gelmiş oluyor.
Ben o anda anladım, dedim ki; bu adamın Mustafa Kemal’le, İnönü’yle, bizim Kurtuluş Savaşı’mızla bir ilgisi yok!
Çünkü bizim dedemiz, daha önce defalarca söylediğimiz gibi, seferberlikte askere gidiyor, alınıyor, Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi sonrasında eve dönüyor. Gittiğinde, babam, ninemin karnında üç aylık… Ve ben ninemin dizinin dibinde Kuvayimilliye türküleri dinleyerek büyüdüm. Dedem eve dönüp geldiğinde, babam 7 yaşında ve o güne kadar babasını hiç görmemiş, bir çocuk.
O yüzden her kim ki Mustafa Kemal’e, Kuvayimilliye’ye, Silah Arkadaşlarına laf eder, bizim can düşmanımızdır.
Ve bizim Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı, 17 yaşında elde silah Ege’de Yörük Ali Efe Çetesi’ne Kızan yazılır ve işgalci Yunan’a karşı savaşa girer. Savaştaki ustalığı sonucunda, Köyceğiz Kuvayimilliye Askeri Komutanlığı’na atanır.
Ve Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı der ki;
“Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek yeğdir.”
Biz bugün ne diyoruz;
“Vatan aşkını söylemekten ve o uğurda savaşmaktan korkar hale gelmektense ölmek yeğdir.”
Evet, yani Alparslan Türkeş, bir Ruzi Nazar Milliyetçisidir, bir CIA Milliyetçisidir. O yüzden 1960’lı yıllarda, 1970’li yıllarda, yakasında Mustafa Kemal rozeti taşıyan binlerce genci katlettirmiştir, aydınımızı katlettirmiştir. Kahramanmaraş’ta, sadece Alevi inancına sahip olduğu için, 111 insanımızı kadın, yaşlı, çoluk çocuk demeden katlettirmiştir. Kaçak ve de Haram Saray’ın Arkadan Bohçalı’sı da onun çömezidir.
Bugün nerede?
PKK’nin, PYD’nin, DEM’in, DAM’ın, YPG’nin yörüngesinde ve Kaçak Saray’ın yörüngesinde. Aynen Sinan Oğlan gibi, Testici-Çömlekçi gibi, Teğmen Çelebi gibi, Meral Akşener gibi.
O yüzden bunlara biz CIA Milliyetçiliği diyoruz.
Bunların bir gerçekliği yok, kandırmaca, aldatmaca bunlar. Nasıl Tayyipgiller insanlarımızı din, Allah, kitap, namaz vb. sloganlarla kandırıyorlarsa bunlar da aynen milliyetçilik sloganıyla kandırıyorlar, Türkçülük sloganıyla kandırıyorlar.
Sovyetler 1991’de yıkıldı.
34 yıldır ne yapmış bunlar?
Sıfır!..
Dün de anlattım işte; Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kıbrıs Rum Kesimi’ne Büyükelçilikler açıyorlar.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyorlar mı?
Tanımıyorlar.
İşte bizdeki hain kere hain Parababaları siyasileri, o kardeşlerimizden bu kadar uzak durmuşlardır.
Kürk Meselesi; bir Milliyet Meselesidir. Yoksa Laz, Ermeni, Boşnak, Yahudi, Çerkes vs. benzeri Azınlık Meselesi değildir.
Dünyada saf ulus, ancak Okyanus Adalarındaki tecrit, küçük yerleşim yerlerinde bulunur. Onun dışındaki bütün uluslarda böylesi azınlıklar olur. Ama milliyet ayrı bir şeydir. Türkiye’de iki milliyet vardır, iki millet; Türk milleti, Kürt Milleti. Bunu netçe böyle görmek gerekir. Bunu görmeyip, yok sayarsak doğrudan Amerika’nın çıkarlarına hizmet ederiz.
Amerika’nın kendi emperyalist çıkarlarına uygun ikinci bir Müslüman İsrail Devleti yaratma, Ortadoğu’da yeni bir petrol bekçisi yaratma amacıyla ortaya çıkardı Barzanistan’ı, Pekekistan’ı. Ve İran’a da saldıracak şimdi, oradan da bir parça koparacak, sonunda Türkiye’ye gelecek.
Nihai amaç nedir?
Ortadoğu’da dört parçadan kopardığı bölgelerle yeni bir İsrail yaratmak, Ortadoğu’da yeni bir petrol bekçisi yaratmak, ileri karakol yaratmak.
Biz Kürt Meselesini devrimci yönden ele alıp, kardeşçe çözmezsek Amerika zaten, “gelin ben çözeyim” diyor, öyle mi?
Öyle!
İşte biz bunu yok sayarsak ve Kürtleri ezelim, keselim, biçelim, kıralım, beğenmeyen terk etsin dersek, Amerika’nın tam da istediğini yapmış oluruz. O zaten halkları etnik ve dini, mezhepsel temelde bölmek, parçalamak istiyor. Küçük parçalara bölecek ki, hepsini çerez gibi avucunda çıtırdatsın. Biz de ona hizmet etmiş oluruz. O yüzden sorgulayan bir akılla bu meseleyi ele almak, her tarafını düşünüp taşınmak zorundayız.
Bizim dışımızda 1967’den bu yana, Ortadoğu’da ABD Emperyalist Hayduduna ve onun NATO’suna, doğrudan karşı çıkan var mı?
Yok.
Biz ne dedik?
“Katil Amerika Ortadoğu’dan defol!” diyemeyen her siyasi, her akademisyen, her aydın ya korkaktır ya gafildir ya haindir! dedik.
Çünkü dünya halklarının başdüşmanıdır; Dünyayı bin ülkeli hale getirmek istiyor Amerika. Bu kayıtlarında var, ortaya koyduk bunu.
Şimdi bizi eleştiren, bize kırılan gençlere söylüyorum; savunduğunuz hareketlerde, partilerde Amerika’yla dost olmayan var mı?
Yok!
NATO’yu savunmayan var mı?
Yok!
Avrupa Birliğini savunmayan var mı?
Yok!
O zaman bu nasıl milliyetçilik?
Mustafa Kemal netçe ortaya koymuş; “Varlığımıza tasallut eden düşmanlar Amerika’da içinde dahil olmak üzere tüm Batı Alemidir”, demiş.
Sen onu, Amerika’yı, onun NATO’sunu savunacaksın, Türkiye’yi onların eline teslim etmeyi savunacaksın, ordunu onların yarı sapık, yarı sarhoş komutanlarının komutası altına sokmayı savunacaksın, sonra da “ben milliyetçiyim”, diyeceksin.
Bu, sahtekârlıktan başka bir şey olmaz ve biz buna CIA Milliyetçiliği, deriz.
Programlarına kadar sokmuşlar bunlar Amerikancılığı, NATO’culuğu.
Geçen dönem, Finlandiya’nın NATO’yu da içine alarak genişletilmesine yönelik Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylamada bir tek “Hayır” oyu çıktı mı?
Hayır çıkmadı.
O Mecliste Ümit Özdağ da vardı, Sevrci Soytarı Sol’un temsilcileri de vardı; TİP’i, SODAP’ı, EMEP’i, bilmem nesi, DEM’i, DAM’ı, çıkmadı.
NATO Milliyetçiliği, CIA Milliyetçiliğidir. Avrupa Birliği Milliyetçiliğidir; doğrudan Avrupa Emperyalistlerinin çıkarlarını savunan milletçiliktir.
Bakın daha bugünün haberi;
Avrupa Komisyonu Başkanı Bayan Ursula von der Leyen ne diyor?
Bugünün haberleri:
“Avrupa Talmud değerlerine sahiptir”, diyor.
Talmud Nedir?
Okuyayım:
“Yahudi Medeni Kanunu, tören kuralları ve efsanelerini kapsayan dini metinlerdir.”
Evet, sen bu değerleri savunan Avrupa’ya, Türkiye’yi atmayı savunacaksın, ondan sonra da “ben milliyetçiyim”, diyeceksin.
Hadi be! Bu düzenbazlıktır.
Hiç kimse bizim Kuvayimilliyeciliğimizi, vatanseverliğimizi bugüne kadar test edememiştir, laf söyleyememiştir. Laf söyleyen, kalitesizlik, düzenbazlık yapmıştır, ahlâksızlık yapmıştır, namussuzluk yapmıştır.
Babası Kerkük Türkü, anası Diyarbakır Kürdü olan Ahmet Arif, yiğit şairimiz, komünist şair ne diyor?
Biz ki ustasıyız vatan sevmenin.
Evet, biz ki ustasıyız vatan sevmenin.
Kürt Meselesi’ni de Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti formülasyonuyla çözeceğiz; Edirne’den Çin sınırına ve Yakutistan’a kadar geniş bir coğrafyayı kapsayan ülkede.
Bizim idealimiz bu, bizim teorimiz bu, bizim ülkümüz bu!
Biz, Turancı Atalarımız; Mollanur Vahidov’un, Sultan Galiyev’in, Turar Rıskulov’un meşru devamcılarıyız, mirasçılarıyız.
Mollanur Vahidov, Kazan’da Çar’ın Beyaz Ordularına karşı savaşırken şehit düşmüştür, Müslüman Kızıl Ordu’nun Komutanı olarak, en ön safta savaşırken.
Turar Rıskulov ve Sultan Galiyev, sonradan Stalin tarafından tutuklanırlar ve zindanda hayatlarını kaybederler. Türk dünyasının, Turan’ın savunucusu bu iki büyük sosyalist ve Leninist önder, Stalin’in kurbanları listesine eklenmiş olur böylece.
Turar Rıskulov, 1-7 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı’na Türkistan delegesi olarak katılmıştır ve linkini vereceğimiz şu metni sunmuştur. (https://www.hkp.org.tr/saygideger-arkadaslar/#:text=Bug%C3%BCn%20burada%20tart%C4%B1%C5%9Fmakta,s.%20121%2D125)
Bugün de aynen bizim düşüncelerimizi ifade eder o metin.
Yoldaşlarımdan ve bizi izleme, dinleme zahmetinde bulunan genç kardeşlerimden işleyen bir zihinle, bizim tespitlerimizi değerlendirmelerini istiyoruz. Felsefe de zaten sorgulayan akıl demektir. Eğitimin birincil amacı; zihni işletmektir. Biz de bunları talep ediyoruz kardeşlerimizden, yoldaşlarımızdan, arkadaşlarımızdan.
Kalın sağlıcakla…
09 Nisan 2025