Halkın Kurtuluş Partisi Seçim Bildirgesi (2)
Parababalarının seçim oyunu sürüyor
ülkemiz Yeni Sevr bataklığına sürükleniyor
Saygıdeğer Halkımız;
Türkiye, bugünlerde yeni bir Genel Seçim süreci yaşıyor. Fakat şu an Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun vahameti göz önüne alındığında, seçimlerin filan hiçbir önem taşımadığı hemen anlaşılacaktır.
Türkiye, aslında bir Yeni Sevr süreci yaşıyor. Sevr bataklığına çekilip orada boğulma, yok olma süreci yaşıyor. Ve her geçen gün de adım adım oraya çekilip götürülüyor Türkiye.
Kim tarafından mı?
Amerikan Emperyalistleri, Avrupa Birliği Emperyalistleri ve onların Türkiye’deki hain, işbirlikçi güçleri tarafından.
Kim mi bu yerli işbirlikçiler?
Başta Parababaları dediğimiz Finans-Kapitalistler. TÜSİAD’cılar, MÜSİAD’cılar, TİSK’çiler, ve TOBB yöneticileriyle Tefeciler, Bezirgânlar, Ağalar, Eşraflardır.
Sonra da bunların siyasi plandaki temsilcisi olan sermaye partileridir. İktidarıyla, muhalefetiyle Meclisteki dört burjuva partisidir.
Meclis’teki dört parti Amerikancılık ortak paydasında buluştu
Bunların ortak paydaları Amerikancılıktır, AB’ciliktir. O sebepten de bunların dördü de NATO’cudur, Avrupa Birlikçisidir, IMF’cidir, DTÖ’cüdür, özelleştirmecidir, kamu malı düşmanıdır, dolayısıyla da kamuya, halkımıza, ülkemize, vatanımıza düşmandır. İşçimize, köylümüze ve Mustafa Kemal gelenekli, Birinci Kuvayimilliye gelenekli antiemperyalist, laik, yurtsever aydınımıza, bilim insanımıza, kamu emekçilerine, sanatçımıza ve Ordu Gençliği’mize düşmandır.
İşte bu düşmanlıklarından dolayı onların tamamı ABD Emperyalistlerinin Afrika, Ortadoğu ve Asya’daki 24 Müslüman ülkeyi parça parça bölerek sınırlarının yeniden belirlenmesi demek olan “Büyük Ortadoğu ve Genişletilmiş Afrika Projesi”nin-BOP’unun yandaşıdır, destekleyicisidir. Velhasıl onların tamamı Batılı Emperyalistlerin Mütareke Dönemindeki İstanbul Hükümetlerinin yaptıklarının aynısını yani ihanetlerinin aynısını bugünlerde yapmakla görevlendirilen işbirlikçileridir, hizmetkârlarıdır.
Bunlardan;
1- AKP zaten onlarca namuslu araştırmacının yazdığı kitaplarda, somut, elle tutulur, kesin belgelerle ortaya koyduğu gibi bir Amerikan-İsrail projesidir. Bunlara verilen görev, BOP’un Türkiye ve Ortadoğu ayağının hayata geçirilmesinde aktif rol üstlenmeleridir. Zaten bunun kurucu genel başkanı, başbakanı ve devlet başkanı Tayyip, kendisinin BOP’un eşbaşkanlarından bir tanesi olduğunu ve o görevi yapmakta olduğunu defalarca kürsülerde, TV programlarında söylemiştir. BOP haritası meydandadır. Orada Türkiye üçe bölünmektedir: Türklere bırakılacak kısım, “Free Kurdistan” denen kısım ve “Batı Ermenistan” olarak adlandırdıkları kısım biçiminde.
Bu ihanetleri karşılığında, Tayyipgiller’e küplerini doldurmaları, ayrıca da makam, ün, poz, koltuk sahibi olmaları vaat edilmiştir. Bu vaatler de gerçekleşmiştir, bilindiği gibi.
Tayyipgiller, 13 yıldan bu yana iki trilyon dolarlık vurgun yapmıştır, kamu malı hırsızlığı yapmıştır. AKP kurucularından, AKP’nin şu an kullanmakta olduğu programı da yazan ekonomi profesörü Abdüllatif Şener’in tespit ve iddiasına göre, sadece Tayyip ve ailesinin mal varlığı yani çaldığı kamu malı miktarı 100-120 milyar dolar arasındadır. Her halükârda bu miktar, 80 milyar doların altına düşmez. Ortalama olarak 100 milyar dolar diyebiliriz buna.
Tayyipgiller’in bildiğimiz gibi, kullandığı en önemli ve etkili siyasi enstrüman-araç din sömürüsüdür. Yani saf, masum, temiz insanlarımızın dini inançlarını; şeytanın bile aklına gelmeyecek metot ve biçimlerle, onları kandırarak sömürmektir. Halkımızın deyişiyle “din alıp satmak”tır. Din onlar için insanlarla inandıkları kutsal varlık arasında kurdukları ilişkiler manzumesi değil de bir ticari metadır. Siyasette en çok rant getiren bir maldır. Onlar, kürsülerde, meydanlarda, ekranlarda dini, imanı, Allah’ı, Kur’an’ı dillerinden düşürmezler. Ama bakanları kendi aralarındaki konuşmalarında “Bakara Makara”, diyerek Kur’an sureleriyle dalga geçerler-alay ederler, eğlenceye alırlar onları.
Çünkü bunların dini Hz. Muhammed’in ve Dört Halife’nin savunduğu ve inandığı Kur’an’ın ayet ayet ortaya koyduğu din değildir. Bunlarınki Muaviye’nin, Yezid’in dinidir.
Namuslu İlahiyatçımız Yaşar Nuri Öztürk’ün de çok haklı olarak belirttiği gibi kamu malı hırsızı oldukları için bunların cenaze namazları bile kılınmaz.
Bunların seçim meydanlarında elde Kur’an’la dolaşması aynen Muaviye askerlerinin Sıffin Savaşı’nda düşman olarak karşısına aldığı Hz. Ali Ordularını şaşkına uğratıp hareketsiz kılabilmek için mızraklarının ucuna Kuran sayfaları takmalarına benzer. O amaca yöneliktir.
2- Ana muhalefet Partisi denen CHP ise, son iki genel başkan Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu dönemlerinde Mustafa Kemal’in ve silah arkadaşlarının kurduğu gerçek CHP ile hiçbir ilgisi, benzerliği, bağı kalmayacak ölçüde değiştirilmiş, dönüştürülmüş ve bir proje partisi haline getirilmiştir. O bakımdan, bu partinin şu anki yöneticileri de Amerikan Emperyalistlerinin, Avrupa Emperyalistlerinin bir dediğini iki etmeyecek kadar sadık hizmetkârlarından oluşmaktadır. Bunlar da BOP’cudur, Yeni Sevr’cidir.
3- MHP ise zaten Kontrgerilla’nın, Süper NATO’nun, Gladyo’nun paramiliter güçlerini örgütlemek ve yurtseverlere karşı bunları savaştırmak amacıyla kurdurulmuş olan Amerika’nın özel bir partisidir. Onun görevi de milliyetçi duyguları ve hassasiyetleri güçlü olan saf insanlarımızı kandırarak, avlayarak peşine takmak ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda onları savaştırmaktır. Dikkat edersek, Tayyipgiller’in AKP’si ne zaman sıkışık bir duruma düşse onun yardımına ilk koşan ve sınırsız desteğini sunan hep bu parti olmuştur.
Bu parti sözcüleri kürsülerde milliyetçi söylemlerde bulunurlar. Ama bu tamamen saf, bilinçsiz insanlarımızı kandırmaya yöneliktir. Onların milliyetçiliği de yurtseverliği de yalandan ibarettir, aldatmacadır.
4- BDP-HDP de 1991’de Sosyalist Kamp’ın çökmesiyle birlikte dümeni Atlantik’e ve Amerika’ya kıran, onunla kaynaşıp eklemlenen PKK’nin legal örgütleridir. Bu partiler de 1991’den bu yana Amerika’yla el ele, omuz omuza Amerika’nın Ortadoğu’daki çıkarlarının gerçekleştirilmesi için mücadele etmektedir. Dolayısıyla da bu parti Kürt Meselesi’nin Amerikancı çözümünün peşindedir ve onun için çalışmaktadır. Başarılı olduklarında Amerika’nın Ortadoğu’da “İkinci Bir Petrol Bekçisi” yani “İkinci Bir İsrail” veya yeni bir “Müslüman İsrail” ortaya çıkacaktır. Bu Yeni İsrail-Amerikancı Kürt Devleti bölge halklarına düşman, Amerika’ya ve Avrupa Birliği’ne sadık dost olacaktır. Tıpkı Siyonist İsrail gibi…
ABD’nin “Yeni İsrail” projesine ve “Ermeni Soykırımı” Yalanına
AKP, CHP, HDP’den açıktan, MHP’den örtülü destek
Bu Yeni İsrail’in oluşturulmasında bugün Meclisteki üç parti hemfikir olduklarını açıktan itiraf etmektedir. Sadece MHP açıktan değil de dolaylı desteklemektedir, bu Amerikan projesini. Kandırdığı bilinçsiz kitleleri çatısı altında tutabilmesi için öyle oynaması gerekmektedir çünkü. Sözde, görünüşte karşı çıkar gibi görünecek ama gerçeklikte aynen öbürleri gibi destekleyecektir bu projeyi. Zaten öyle de yapmaktadır. Bugüne kadar öyle yapmıştır, bundan sonra da aynısını yapacaktır.
Meclisteki bu dört partinin üçü açıktan “Ermenicidir”. Yani emperyalist bir yalan olan “Ermeni Soykırımı Yalanı”nın savunucusudur.
Hatırlanacağı gibi Tayyip geçen yıl 24 Nisan öncesi bir taziye, özür bildirisi yayımladı bu konuda.
Özetçe ne dedi?
“Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır.”
“(…)
“Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır.”
“(…)
“Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz.”
Tehcire, bir savaş propagandası olan “Mavi Kitap”ın iki yazarından biri olan İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın görevli tarihçisi Arnold Tonybee bile; “Benzer şartlarda Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere birçok devletin başvurduğu bir savunma tedbiriydi”, diyor; Tayyip’se o tedbire “gayri insani sonuçlar doğuran bir uygulama” diyor. Böylece de tevil yoluyla da olsa Burjuva Ermenistan’a, Diaspora Ermenilerine göz kırpıyor. Onlara destek atıyor. Tabiî asıl mesajı da ABD’li ve AB’li efendilerine vermiş oluyor.
Kaçak Saray’ın Sultanı Tayyip’in emanetçisi Başbakan Ahmet Davutoğlu ise tehcir adlı savunma tedbirini ve onun uygulanışını “insanlık suçu”dur, diyerek kendince en ağır biçimde mahkûm ediyor. Davutoğlu’nun bu “tehcir insanlık suçudur” ibaresi açıkça Ermeni Soykırım Yalanının farklı sözcüklerle kabulünden ve dile getirilişinden başka hiçbir şey değildir. Dikkat edersek, ABD’li ve AB’li efendilerine sadakat ve hizmetkârlık yarışında Ahmet Davutoğlu, patronu Tayyip’i boynuzun kulağı geçmesi gibi geçmiş oluyor.
Burada her ikisine karşı da bağırıyoruz:
Sizin atalarınızın kim olduğunu ve onların ne yaptığını biz bilmiyoruz, ilgilenmiyoruz da sizinle. Ama bizim Türk ve Kürt atalarımız tarihlerinin hiçbir döneminde insanlık suçu işlemediler. Asla soykırımcı olmadılar. Atalarımıza Amerikan ve Avrupa Emperyalistlerinin ağzıyla çamur atmayın! Ayıptır, yazıktır, günahtır.
CHP’nin yeni pusulası:
Mustafa Kemal’e soykırımcı diyenler milletvekili adayı
Gelelim CHP’ye. Bizim kanaatimize göre, Yeni CHP’nin bir CIA-MOSSAD-Fethullah kaset operasyonuyla yönetimine taşıdığı “Dersimli Kemal” de bu Soykırım Yalanına inanıyor. Çünkü, Türkiye’yi Dersim Soykırımcısı olmakla da suçlayan, Hrant Dink anmasında “Yüzleşin, Hrant’la, Soykırım’la” pankartı arkasında yine CIA devşirmesi CHP milletvekili Şafak Pavey’le yan yana yürüyen “TR 705” Sezgin Tanrıkulu, CHP’nin Genel Başkan Yardımcısıdır şu an. Yine Türkiye’yi Pontus dahil bir yığın soykırımcılıkla itham eden Mustafa Kemal düşmanı Mehmet Bekaroğlu’nu son CHP Kurultayı’nda bir hilebazlıkla yönetime taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Üstelik de bunlarla yetinmiyor. Ermeni Soykırım Yalanını ve Türk düşmanlığını eşi Erdal Doğan’la birlikte takıntı haline getiren, kendi deyişiyle “Türkiyeli Ermeni” Selina Doğan’ı İstanbul 2. Bölge 1. sıradan milletvekili adayı gösteriyor. Bunlar Mustafa Kemal’i de “soykırımcı ve katliamcı” olarak gösteriyorlar, suçluyorlar. Tabiî Türkiye’yi de suçluyorlar aynı zamanda.
“Dersimli Kemal” bütün bu kişileri laf olsun diye Parti yönetimine, Meclise taşımıyor. Aldığı emri uyguluyor. Kendisini o makama getirenlere hizmette bulunuyor…
Meclisteki üçüncü açıktan oynayan partiye gelirsek; bu BDP-HDP’dir. Bunlar Türkleri; Ermeni, Süryani, Pontus ve Dersim Soykırımcısı olmakla suçlamaktadır on yıllardan beri. Hep diyoruz ya bu parti de siyasi kimliğini Türk düşmanlığı üzerine inşa etmiştir. Ermenistan ve Yunanistan ulusal kimliklerini nasıl Türk düşmanlığı üzerine inşa etmişlerse bu parti de siyasi kimliğini Türk düşmanlığı üzerine inşa etmiştir. Her 24 Nisan’da bu partinin milletvekilleri Taksim’de “soykırım mağdurları”na sözde yas tutan ABD işbirlikçilerinin, devşirmelerinin yanı başında onlarla birlikte yer alırlar.
Süper “demokrat” Demirtaş çıkarı için Tayyip gibi kırk takla atıyor
Bu partinin, aylardan beri ABD’nin ve CIA’nın solcuyu ve demokratı oynattığı eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, 18 Ocak’ta katıldığı bir televizyon programında aynen şunları söylüyor:
“Hakan Çelik: Siz soykırım olarak değerlendiriyor musunuz bunu?
“Selahattin Demirtaş: Elbette, hiç tereddüt etmeden! Milletvekili olduğumdan beri, ondan önce insan hakları avukatlığı yaptım. Bu konudaki yaklaşımım hiç değişmedi. Kimse kusura bakmasın. Çok acı tarihi bir olayı birileri resmi tarihi örttü diye ben de buna boyun eğecek değilim.”
Zaten HDP Avanesinin tamamı aynı şekilde düşünür ve konuşur.
İşin enteresanı, aynı Selahattin Demirtaş seçimler yaklaştığında CHP tabanından ve Kemalist kesimden de oy koparabilmek için bu kez çalkalamaya başlar. Yine CNN Türk’te 30 Nisan’da katıldığı TV programında şöyle demeye başlar:
Biz soykırımı;
“(…) peşinen kabul etmedik aslında. Bizler hakikat ve geçmişle yüzleşme komisyonu kuracağız, bu komisyonun çalışmasını destekleyeceğiz. Ve bu komisyonun yapacağı araştırmalar, incelemeler, özgürce yapacağı tartışmalar sonucunda tarihimizde yaşanmış soykırım, katliam ve benzeri uygulamalarla yüzleşme konusunda biz cesur olacağız, dedik. Yani şuna soykırım diyoruz buna soykırım diyoruz diye bir tanım koymadık. Hakikatle yüzleşme komisyonunu biz destekleyeceğiz ve oradan hakikatli bir çalışma çıktıktan sonra toplum eğer bununla yüzleşmeyi kabul ediyorsa siyasetçiler olarak bize düşen şey bunun gereğini yapmaktır.”
İşte böyle bunlar, kardeşler. Amerikancı burjuva partilerinin siyasilerinde siyasi ahlâk ve namus ararsanız, sonuç hüsrandır. Şeytanda iman arasanız daha akıllıca bir şey yapmış olursunuz…
Burada PKK’nin, BDP’nin, HDP’nin yöneticilerine soruyoruz:
Söyleyin bakalım Ermenistan Anayasa Mahkemesinin şu kararları hakkında ne diyorsunuz?
“Ermenistan Anayasa Mahkemesi (EAM), Türkiye ile Ermenistan arasında 10 Ekim 2009’da Zürich’te imzalanan protokolleri uluslararası hukuk, Ermenistan Anayasası ve iç hukuku ışığında yorumlamak suretiyle, şu ön şartların Türkiye’ye dayatılmasını öngörüyor:
“(1) Kars ve Moskova antlaşmaları geçersizdir.
“(2) Ermenistan’ın Doğu Anadolu toprakları üzerindeki hakları meşru ve geçerlidir.
“(3) 1915 soykırımı bir gerçektir ve Ermenistan bu gerçeğin dünyaya tanıtılması misyonundan vazgeçmeyeceği gibi, bir tarih komisyonunda da bu gerçeğin tartışılmasını kabul etmez.” (Şükrü Elekdağ, Tarihsel Gerçekler ve Uluslararası Hukuk Işığında Ermeni Soykırımı İddiası, s. 2-3)
Bu kararları da aynen kabul ediyor musunuz?
Ediyorsanız mert olun. Evet, haklıdır, yerine getirilmelidir bu talepler, deyin.
Yok eğer etmiyorsanız da dürüst olun. Osmanlı’nın ve Türklerin sırtından demokratı oynamaya kalkmayın. Türk düşmanlığı yaparak kendinizi ABD’li, AB’li efendilerinize şirin göstermeye kalkmayın. Ayıptır ya, yazıktır.
Sadece bugünkü Kürt Halkına değil, Kürt atalarınıza da ihanet ediyorsunuz, emperyalistlerin soykırım yalanını savunmakla…
Sadece HDP değil, Meclisteki AKP de CHP de savunmaktadır bu yalanı, yukarıda aktardığımız metinlerde görüldüğü gibi.
MHP ise sözde karşı çıkmaktadır. Fiiliyattaysa öbürleriyle aynı yolun yolcusudur.
Ne yapsınlar… Hepsinin patronu ABD-AB Emperyalistleri. Onların verdiği görevi yapıyor bunlar.
Bu emperyalist haydutlarsa yakın gelecekte hainane projelerini hayata geçirerek Türk, Kürt ve Ermeni Halklarını birbirlerine kırdırmayı planlamaktadır. Bu halkları kanlı bir boğazlaşmanın içine sürüklemeyi planlamaktadır. Türkiye’yi bir kan gölüne döndürmeyi amaçlamaktadır.
Halkın Kurtuluş Partisi
Kürt Sorunu’nun Devrimci Çözümünden yanadır
Saygıdeğer Halkımız;
İşte Halkın Kurtuluş Partisi, Batılı Emperyalistlerin önderlik ettiği bu hayâsızca gidişi durdurmak için mücadele ediyor. ABD ve AB Emperyalistlerini bölgemizden kovmak ve kardeş Müslüman Halkları ve ülkeleri bu haydutların şerrinden, işgal ve katliamlarından kurtarmak için mücadele ediyor. Yani Yeni Sevr haritasını tıpkı Birinci Kuvayimilliyeci atalarımızın parçalayıp bu haydutların yüzüne fırlattıkları gibi parçalamak ve Tarihin çöplüğüne atmak için mücadele ediyor. Kavgamız ve feryadımız budur. Çağrımız buna yöneliktir. Biz her şeyden önce anlaşılmak istiyoruz.
Halklar hep kardeş olsun istiyoruz. Kürt Sorunu gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde iki halk arasında adaletlice, hakkaniyetlice çözülsün istiyoruz. Emperyalistlerin yalanlarına kanılmamasını ve onların peşinden gidilmemesini istiyoruz. O emperyalist haydutlar tüm mazlum dünya halklarının olduğu gibi Türk ve Kürt Halkının da düşmanıdırlar. Bu hiç akıldan çıkarılmasın istiyoruz.
Bu haydutlar 1990’dan bu yana bölgemiz Ortadoğu’da 6 milyon masum Müslüman insanın canına kıymış, kanını akıtmış cellatlardır, diyoruz. Bunların işi gücü halkları birbirine kırdırmaktır. Kendileri de bölgenin doğal kaynaklarını ve halkların yarattığı değeri sömürmekten başka bir şey amaçlamaz, diyoruz. Yukarıda söylediğimiz gibi bir de BOP haritası çıkardılar ortaya. Bu haritayı pratiğe uyguladıkları zaman bölge artık kendileri için dikensiz gül bahçesi haline gelecek. Kendi zalimane sömürü ve vurgunlarına gık diyebilecek tek devlet kalmayacak bölgede. Başta Türkiye gelmek üzere, tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Asya ülkelerini parçalayıp küçük devletçikler haline getirecekler. Tabiî bu minik devletçikler de kendilerine ne yapılırsa yapılsın hiç itirazda bulunamayacaklar.
12 Eylül 1980’deki Faşist Darbe bu amaçla yapıldı. Türkiye’de sol, sosyalist, ilerici, Mustafa Kemalci, laik, antiemperyalist, namuslu insanların neslini kurutmak için yapıldı. 12 Eylül’ün sivil hükümetleri Turgut Özal, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Necmeddin Erbakan, Bülent Ecevit ve en sonuncusu olan Tayyipgiller hükümetleri hep kesintisiz biçimde ABD Emperyalistlerinin bu çıkarları doğrultusunda hareket ettiler. Onlara hizmet ettiler. Tabiî Türkiye Halkına da ihanet ettiler. Türkiye ekonomisini bütünüyle onların ellerine teslim ettiler. Böylece tarımın, hayvancılığın kökünü kuruttular. Sanayileşme hiç olmadı. Var olan sanayi şirketi görünümündeki kuruluşların tamamı emperyalist tekellerin yerli şubelerinden ibarettir.
Batılı Emperyalistler
ekonomice ve siyasetçe kendilerine bağımlı bir Türkiye yarattı
Türkiye, bırakalım uçağı, füzeyi, daha kaba bir teknoloji gerektiren otomobili bile yapamamaktadır. Bir yerli markası yoktur otomotivde. Sanayici geçinen emperyalist uşakları bu durumdan hiç utanç duymuyorlar. Finlandiya gibi, Tayvan gibi, Emperyalist Kore gibi küçücük ülkeler bile teknolojinin son sözü bilgisayarları, telefonları üretirken Türkiye, bir cep telefonunu bile üretemez durumdadır.
Batılı Emperyalistler Türkiye’nin sanayice gelişmesine, güçlü bir ekonomisi olmasına asla izin vermezler. Bu hiç aklımızdan çıkarmamamız gereken temel bir gerçektir.
Batılı Emperyalistler, Türkiye’nin üniversitelerini ele geçirdiler. Medyasını ele geçirdiler. Eğitimini ele geçirdiler. Yani bilim, kültür üretecek tüm kurumlarını denetimlerine aldılar. Onlar da kendi çıkarları doğrultusunda görev yapmaktadır.
İşte bu hayâsızca gidiş sürsün diye Türkiye Halkı hiç uyanmasın, Ortaçağ karanlığından kurtulamasın diye bu emperyalistlerin yönetimindeki bilim ve kültür kurumları, televizyonlar, gazeteler, Parababalarının emrindeki Meclisi doldurmuş olan burjuva partilerinin sözcüleri durup dinlenmeden halka yalanlar söylüyorlar. Bunların bir teki bile içtenlikli değil, vicdanlı değil, insani ve siyasi ahlâka sahip değil. İnsan olarak çürümüş, içleri boşalmış, zombileşmiş yaratıklar konumundadır. Hiçbiriyle herhangi bir konuda konuşup anlaşamazsınız. Çünkü bunların kendi samimi hiçbir düşünceleri yoktur. Kendi kişilikleri yoktur. Bunlar efendileri olan Batılı Emperyalistlerin kendilerine ezberlettiğini tekrarlarlar.
Mecliste, televizyonlarda, gazete sayfalarında bunların birbirlerine karşı söyledikleri tartışma filan değildir. Onlar bir oyun oynamaktadırlar. Hepsi aynı amaç içindedir. Tıpkı bir tiyatro oyununda olduğu gibi hepsi kendilerine senaryoda verilen sözleri tekrarlarlar. Amaç milleti kandırmaktır. Bakın bizde demokrasi var. Siyasi partiler var. Özgür medya var. Herkes düşüncesini açıkça ifade edebiliyor. Hür seçimler var. İstediği partiyi sandığa gidip oy vererek seçebiliyor. Daha ne olsun? Demokrasi budur işte, diyerek insanları yanıltmak, aldatmak ve hiç uyandırmamak istiyorlar.
Oysa bunların bir ayrılıkları gayrılıkları yok aslında. Hepsi ABD’li ve AB’li efendilerinden memnun. Onların saldırı ve katliamlarını onaylıyor. Hatta destek veriyor onlara. Onların soygun düzenine tamam diyor. Bir itirazı yok.
Ve en acısı, Türkiye’nin adım adım Yeni Sevr cehennemine sürüklenip götürülmesine hiç itirazları yok.
İnanın, Türkiye Cumhuriyeti yok olsa, ülkemiz parça parça edilse Meclisteki siyasi partilerin tamamının yöneticileri, Parababaları medyasının vicdanlarını emperyalistlere satmış yazarçizerleri ve Türkiye’nin TÜSİAD’cıları, MÜSİAD’cıları hiç eyvah demezler. Hiç rahatsız olmazlar. Tersine, sevinirler bile.
Silivri’de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a soruyor bir muhabir: “Fenerbahçe hakkında açılan dava nasıl gelişecek?”, diye.
Verdiği cevap aynen şu: “Memleket elden gidiyor diye açıklamalar yapmıştım. Siz hâlâ basında şikeden bahsediyorsunuz. Ne şikesi, ne şike davası; memleket elden gidiyor. Korkmayın, biz korkmuyoruz.”
Demek ki kardeşler, Meclisteki dört siyasi partinin de yöneticilerinde, bunların yandaşları olan medya yazarçizerlerinde ve Türkiye Parababalarında, Aziz Yıldırım’ın yüzde biri kadar olsun memleket sevgisi, vatan sevgisi yok. Dikkat edersek; bu burjuva meddahları aynen Tuluat tiyatrosunun aktörleri gibi birbirleriyle laf yarıştırmaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar. Biri birine laf çakmış da, öbürü ona sert cevap vermiş de, bir başkası onu akıllıca alaya almış da diye gidiyor bunların medyaya yansıyan soytarılıkları. Satılmışlar medyasının yazarçizer ve konuşurları da “aa, bilmem kim ne güzel cevap verdi, ama öbürü anında çok sert karşılık verdi”, diye methiyeler düzüyor bu ABD uşağı soytarıların ortaoyununa.
Tüm bu namussuzluklar, kandırmacalar, ülkemizin ve halkımızın gerçeklerini yakıcı, can alıcı sorunlarını örtbas etmek, gözlerden uzak tutmak için yapılmaktadır. Türkiye’nin Yeni Sevr’e götürülüşünün halktan hiç kimse farkına varamasın, koyun sürüsünün mezbahaya götürülüşü gibi halkımız o cehenneme sürüklensin diye yapılmaktadır.
Kurtuluş Partisi
Batılı Emperyalistlerin
Yeni Sevr planlarına isyan eden yegâne partidir
İşte Kurtuluş Partisi kardeşler, bu alçakça, bu namussuzca oyuna isyan ediyor. Ve bunun yerli ve yabancı aktörlerine “ey hainler, zalimler, vurguncular, cellâtlar”, diye meydan okuyor. “Biz buradayız işte”, diyor. “Bu son kaleyi düşüremediniz ve asla düşüremeyeceksiniz. Tıpkı Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi biz de halkımızı eninde sonunda uyandıracağız, örgütleyeceğiz ve sizin satılmışlar ordusunun karşısına yenilmez, önünde durulmaz bir güç olarak çıkaracağız”, diyoruz. “Erken bayram etmeyin”, diyoruz. “Sizler eninde sonunda yenileceksiniz, ülkemizden ve bölgemizden def olup gideceksiniz”, diyoruz. “Hem de yerli işbirlikçi hainlerinizle birlikte. Tıpkı Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi ve 1974’te uğradığınız Vietnam hezimeti sonrasında olduğu gibi yine rezil rüsva olacaksınız. Yine insanlığın yüz karası olarak lanetle anılacaksınız, mazlum halklar tarafından”, diyoruz.
HKP
NATO, IMF gibi emperyalist örgütlere
ve vurguncu, hain Parababalarına karşıdır
Halkın Kurtuluş Partisi, Demokratik Halk Devrimi’ni zafere ulaştırıp Halkın Demokratik İktidarını kurunca, ilk iş olarak emperyalistlerin bütün askeri, siyasi, ekonomik örgütlerinden ayrılınacak. Kovulacak bu alçaklar ülkemizden. Tabiî bunların başında NATO gelir, Avrupa Birliği gelir, IMF gelir, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gelir vb… Bu örgütlerin tamamı Batılı Emperyalistlerin yönetimi, denetimi altındadır ve onların emperyalist çıkarları doğrultusunda hareket eder.
Partimizin önderliğindeki Demokratik Halk İktidarı Batılı Emperyalist çakalların yerli ortağı konumundaki hain Parababalarının, TÜSİAD’cıların, MÜSİAD’cıların, TİSK’çilerin ve benzerlerinin ekonomik varlıklarına da son verecektir. Emperyalist uşağı bu hain vurguncular, halkımızdan vurdukları varlıkların tümünü halka geri vermek zorunda kalacaklardır. Bunların işletmeleri kamulaştırılacaktır. Demek ki Kurtuluş Partisi özelleştirme değil, tam tersine Parababalarına peşkeş çekilen eski kamu kuruluşları da dahil olmak üzere Finans-Kapitalistlerin ve Tefeci-Bezirgânların ekonomik kuruluşlarını ellerinden alıp kamu malı haline getirecektir ve halkımızın hizmetine sunacaktır.
Burada şöyle bir soru akla gelebilir:
İyi de eskiden bu kamu kuruluşları verimli işletmeler değildi. Şimdi neden aynı anlayışa geri dönülüyor?
Burada da namussuzca bir yalan ve kandırmaca vardır. Başlangıçta çok verimli işletmelerdi bunlar. Ülkemizde Birinci Ulusal Kurtuluş sonrasında sanayinin temellerini atan işletmelerdi bunlar. Halkımıza büyük faydalar sağladılar. Fakat giderek emperyalist uşağı Parababaları siyasilerinin iktidar mevkiini ele geçirmesiyle birlikte bu kuruluşların başına da halk düşmanı, emperyalizm yandaşı kişiler getirildi. O yöneticiler, üvey evlat gözüyle baktı bu işletmelere. Hiçbir teknolojik ilerleme yaptırmadığı gibi siyasi parti yandaşlarını da asalaklar konumunda yaşamaları için bu kuruluşlara sözde personel adı altında doldurdular. Mahsus zarar ettirildi bu işletmeler, bu ihanetler sonucunda.
HKP iktidarında, devletin en tepesinden en alt birimine kadar hep halk temsilcileri yer alacağı için o gerçek anlamda bir halk iktidarı olacaktır. Kamu işletmelerine de gözü gibi bakacaktır. Böylece de kamu işletmeleri, teknolojik ilerlemenin, gelişmenin, sanayileşmenin yeniden öncü gücü ve motoru haline gelecektir. Tekniğin son sözü olan teknolojiyle üretim yapacaktır bu işletmeler. Emperyalist Batı’nın en ünlü tekelci işletmeleriyle, markalarıyla yarışacak, orada üretilenlerin daha iyisini en azından aynı kalitedekini çok daha ucuza mal ederek üretecektir.
HKP’nin Demokratik Halk İktidarında
hem köylümüz, hem esnafımız, hem tüketici kazanacak
Bugün ocağı söndürülen köylümüze faizsiz ve çok uzun vadeli geri ödeme şeklinde kredi verilecektir. Teknoloji desteği verilecektir. Şu anda işsiz konumda olan 20 bin ziraat mühendisi ve 25 bin gıda mühendisi köylerimize, kasabalarımıza, şehirlerimize devlet eliyle istihdam edilerek gönderilecek, buralardaki iklim ve arazi yapısını bilimin tüm imkânlarını kullanarak tahlil edecek ve oralarda hangi ürünün en verimli şekilde yetişeceğini ve nasıl yetiştirileceğini ortaya koyarak Türkiye’nin tarımda ve tarımsal ürünlerin işlenmesinde dünyanın öncü ülkeleri arasına girmesini sağlayacaktır.
Köylümüzün ürünleri üretici ve tüketici kooperatiflerinin koordineli çalışmasıyla, sürece dışarıdan hiçbir aracının girmesine imkân verilmeden tüketiciye ulaştırılacak, böylece üretmenlerimiz, ürününün gerçek karşılığını alabilecektir. Tüketicilerimiz de, mesela bugün olduğu gibi köylünün elinden vurguncu bezirgânlar tarafından 1 liraya alınan patatesi 4-5 liraya alıp yemek zorunda kalmayacaktır. Yani ne üreticiler aldatılacaktır ne de tüketiciler. Bu da tabiî üreticilerin de tüketicilerin de kendilerinin yönettiği halk kooperatiflerinde örgütlenmeleriyle mümkün olacaktır.
Küçük esnafımız teşvik edilecek, bankaların ve tefecilerin eline düşürülmeyecektir. Kendi emeğiyle, insanca yaşayabilmesi ve üreterek topluma yararlı olabilmesinin tüm yolları açılacaktır.
HKP İktidarında
Sigortasız ve sendikasız işçi çalıştırmak yasaklanacak
İşçi Sınıfımız on yıllardan bu yana olduğu gibi işverenler elinde canı çıkıncaya kadar güvencesiz çalıştırılıp sefalet ücretine, dolayısıyla da sürünerek yaşamaya mahkûm edilmekten kurtarılacaktır.
Sigortasız ve sendikasız işçi çalıştırmak yasaklanacaktır. Sendikalar da bugün olduğu gibi sarı sendikacılar yönetimindeki sahte sendikalar olmaktan çıkarılacaktır. İşçi Sınıfımızın gerçek temsilcilerinin yönettiği, işçi hak ve menfaatlerini en önde tutan namuslu işçi önderlerinin eline verilecektir.
İşçi Sınıfımız hiçbir kanunsuzlukla karşılaşmayacak şekilde iş güvencesine sahip olacaktır. Bugün olduğu gibi işveren, hak arayan işçiyi diğer işçilere kötü örnek oluyor, benim onları sağmal sürü gibi kullanmamı engelliyor, diyerek işten atamayacaktır. Böylece de işverenler İşçi Sınıfımızı aşırıca sömüremeyecekleri için mecburen tekniği geliştirmek ve modern teknolojiyle üretim yapmak zorunda kalacaklardır, böylece de üretimin kalitesi ve verimliliği artacaktır. Demek ki işçinin hak araması ve insanca yaşama koşullarına kavuşturulması ülkemizin tümü için faydalıdır. Üretimin kaliteli olması ve miktarının artması için faydalıdır.
HKP’nin Demokratik Halk İktidarında
Asgari Ücret, Asgari Geçim Endeksinden aşağı olmayacak
Dolayısıyla da asgari ücret, 2005 yılında Programımızda da belirttiğimiz gibi 4 kişilik bir ailenin asgari geçim endeksine en azından denk olacaktır. 2005 yılında bu rakam 1500 lira idi. O yıl bu nedenle de 1500 rakamını yazmıştık Programımıza. Bugünse 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 4343 lira olarak belirlenmektedir. Demek ki asgari ücret bundan düşük olamaz. Tabiî memur maaşları da.
Yerli yabancı Parababalarının tüm sömürü ve vurgunları ortadan kaldırılacağı için, aslında HKP’nin önderlik ettiği Demokratik Halk İktidarında halk kitlelerine bu rakamların daha üstünde ücretler verilebilecektir.
HKP’nin Halk İktidarında
İşsiz insan olmayacak
Ha, şunu da açıkça belirtelim: Ülkemizde tek bir kişinin bile işsiz kalmasına göz yumulmayacaktır. Halk İktidarı bu işsiz kardeşimizin evine İtfaiye Kurumunun bir yangın mahalline koştuğu gibi hızla ulaşacak ve onun dertlerine anında derman olacaktır. Tabiî yeniden iş sahibi yapacaktır o kardeşimizi hızla.
HKP İktidarında
Öğretmenler işsiz, öğrenciler öğretmensiz kalmayacak
Eğitim ve sağlık ücretsiz olacak
Tabiî bugün sayıları 350 bini geçen ataması yapılmayan öğretmenlerimiz hemen okullarına ve öğrencilerine kavuşturulacaktır. Sonrasında da bir tek öğretmenimiz bile tayin beklemeyecektir.
Eğitim ve sağlık herkesin en temel insan hakkı olduğundan, tümüyle ücretsiz olacaktır.
Çocuklarımız, temel eğitimin ilk sınıfından itibaren üniversitenin son sınıfına kadar hiçbir ücret ödemeden kamu okullarında; bilimsel, laik, demokratik, anadilinde eğitimlerini yapabileceklerdir.
Üniversitelerimiz, bugün olduğu gibi siyasilerin elinde oyuncak olmaktan çıkarılacak, dünya standartlarında kaliteye sahip bilim insanlarının hocalık ettiği dünyanın alanında en önde gelen üniversiteleriyle yarışır haldeki bilim yuvaları haline getirilecektir.
Böylece de doğa ve toplum bilimlerinde ülkemiz en gelişkin Batı ülkeleriyle devamlı yarışır halde olacaktır. Yani en üst seviyede bilim üreten kurumlar olacaktır.
Sağlık da her insanın en doğal hakkı olduğu için parasız olacaktır. Hastalanan her yurttaşımız sadece kimliğini göstererek istediği sağlık kuruluşundan derdine deva olacak sağlık hizmetini alabilecektir.
Zaten halk sağlığını korumak, Halk İktidarının en önemli görevlerinden biri olacağı için hastalık durumları çok önemli oranda azalacaktır. Dolayısıyla da insanlarımız daha sağlıklı hale getirilecektir.
Çocuklarımızın ana karnından itibaren en sağlıklı bedene ve ruha sahip olmaları için gereken tıbbi ve gıda yardımları hiç aksatılmadan yapılacak, sağlıklı nesillerin yetiştirilmesi gerçekleştirilecektir.
Çocuk işçiler, sokaklarda yaşayan çocuklar, istismara uğrayan çocuklar asla olmayacaktır Halk İktidarında. Her çocuk, her insan, toplumun eşit bir değeri olarak kabul edilecek, onun korunması, geliştirilmesi, sağlıklı ve mutlu yaşaması için gerekli her şey yapılacaktır.
HKP İktidarında
Kadın ezilen cinsiyet olmaktan kurtulacaktır
Toplumda ezilen cinsiyet olarak var olan kadın, bu durumdan kurtarılacaktır. Tüm eğitim ve iş imkânları kadınlarımıza da eksiksiz bir şekilde ulaştırılacaktır. Ailede, işyerinde kadının ezilmesine, ikinci kalitede insan olarak görülmesine asla izin verilmeyecektir. Bunun hem maddi şartları sağlanacak, hem de kadını aşağı gören geleneksel ataerkil-erkek egemen kültür tümden yok edilinceye kadar onunla mücadele edilecektir.
Toplumun her alanında kadın, insanın tam ve eşit yarısı olarak kabul edilecek, tüm hukuki ve maddi düzenlemeler ona göre oluşturulacaktır. Böylece de kadın, her girişimde, her onurlu harekette, toplumu ileriye taşıyan ve koruyan her harekette ön safta yer alacaktır.
Tabiî kadının tacize uğramasının her yer ve ortamdaki şartları ortadan kaldırılacaktır. Ayrıca da insanımıza bu yönde eğitim ve kültür verilecektir. Yani kadını aşağı gören düşünce, inanç ve kanaatler yok edilecektir. Bu, belli bir zaman alacaktır muhakkak. Ama mutlaka halledilecektir.
O zamana kadar da kadına yönelik her boyuttaki saldırının ve istenmeyen davranışın önlenmesi için ne gerekiyorsa yapılacaktır.
Kadın örgütleri de bu çalışmada ön safta yer alıp belirleyici rol oynayacaklardır.
HKP İktidarında
Adalet, hukuk insanlarının özgür iradesiyle güvence altına alınacaktır
Adalet mekanizması bugün olduğu gibi siyasilerin o alandaki ağırlıklarını, etkinliklerini temsil eden kurumlar olmaktan, dolayısıyla da onların oyuncağı olmaktan kurtarılıp hukuk insanlarının sadece hukuka ve vicdanlarına dayanarak özgürce, hiçbir endişeye kapılmaksızın kararlar vermesi sağlanacaktır. Böylece de adalet mekanizması bugün olduğu gibi acıklı durumlara asla düşürülmeyecektir.
Bugün bilindiği gibi bağımsız bir yargı yoktur. Dün Pensilvanyalı İmam’ın tarikatının elindeydi yargı kurumu, bugünse Tayyipgiller İktidarının. Tabiî ağırlıklı olarak. Tabiî köşede bucakta vicdanına ve hukuka dayanarak kararlar veren yargıçlar da kalmıştır.
Ama siyasi davalarda ne yazık ki hukuki, vicdani kararlar çoktan tarih olmuştur. Eğer hukuk bu hallerde olmasaydı adına “Ergenekon Davası” denen CIA Operasyonu başta Ordu Gençliği’miz olmak üzere Mustafa Kemalci, laik, antiemperyalist, yurtsever güçleri Silivri, Hasdal Zindanları’na dolduramazdı. Bu namuslu yurtsever güçlere böyle aşağılık, namussuzca ve alçakça saldırılarda bulunamazdı, darbeler vuramazdı.
Ve eğer bugün bağımsız bir yargı olsa, Tayyipgiller’in tamamı da yüz kızartıcı, akçeli suçlardan olmak üzere, miktarı yüzlerce yılı bulan ağır cezalara mahkûm edilip tüm mal varlıkları müsadere edilerek hak ettikleri cezayı çekmeleri için hapishanelere tıkılmaları gerekirdi. Ama ne acıdır ki, onlar bugün devletin tepesindedirler hâlâ. Bu durum da Türkiye’de hukukun artık iflas noktasında olduğunu göstermektedir.
HKP İktidarında
Emeklilerimiz ve Engelli yurttaşlarımız
insanca yaşam koşullarına kavuşacaklardır
Halk İktidarında engelli insanlarımızın üretime katılmaları için gereken her şey yapılacaktır. Böylece o insanlarımız da toplumun mutlu bireyleri olarak yaşamlarını sürdürebileceklerdir herkes gibi.
Emeklilerimiz bugün olduğu gibi süründürülerek ve ömürlerinin son dönemini ah vah ederek, tarifsiz sıkıntılar çekerek geçirmeyecekler, ortalama geçim endeksinden aşağı düşmeyen bir aylık gelire sahip olacaklardır.
HKP İktidarında
Dünyamızı paylaştığımız bitki ve hayvanları gözümüz gibi koruyacağız
Canlılar âlemini oluşturan biz insanlardan başka hayvanlarla bitkiler de vardır bu dünyada. Ve onlar olmadan biz var olamayız. Üçümüz bir bütünüz. O bakımdan, hayvanların hiçbir şekilde acı çekmesine, sokaklarda itilip kakılarak, açlık çekerek yaşamasına, araçların altında kalıp ezilmesine izin verilmeyecektir. Sokak hayvanları barınaklarda korumaya alınıp ya da kısırlaştırılarak eski yaşadıkları alanlara bırakılacaklar, böylece de 10-15 sene sonra sokaklarda sahipsiz yaşayan hayvanlar görülmeyecektir. Hayvanseverlerimiz evlerinde bakabilecekleri oranda hayvanı sağlıklı bir şekilde tutarak yaşatabileceklerdir.
Yaban hayvanlarının pompalı tüfeklerle acımasızca avlanarak nesilleri kurutulmayacaktır. Onlar doğamızın zenginliği ve süsüdür. Onların neslinin kazınması bugün olduğu gibi buğday, arpa, bitki zararlılarının çoğalmasına, başta ekmeklik buğday gelmek üzere gıda maddelerimizi üretemez duruma gelmemize sebep olmaktadır. Ayrıca da Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi denen ölümcül virüsü taşıyan kenelerin doğamızda çoğalmalarına, birçok insanımızın yok yere hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Oysa keklik, bıldırcın vb. yaban kuşları yeterli sayıda olsaydı bu keneleri hemen bulup tüketecekleri için bu hastalıktan ölen insanlarımız olmayacaktı. Yani doğanın dengesiyle oynandığı anda en çok zararı o dengeyi bozan insanlar çekmektedir.
Doğada milyonlarca yılda oluşmuş olan bu dengeyi korumak için denizlerimize, göllerimize, nehirlerimize, çaylarımıza, dağlarımıza, ovalarımıza, ormanlarımıza, yeşil alanlarımıza olağanüstü ihtimam göstermemiz gerekmektedir. Onları gözümüz gibi korumamız gerekmektedir. İşte insanlarımız bu insani ruhiyata sahip olabilmeleri için yoğun bir eğitimden geçirilecektir. İnsan, hayvan, doğa sevgisi öğretilecektir insanımıza. Ondan sonra, bir ağaç kesildiği zaman elimiz kolumuz kesilmiş gibi acı duyar hale gelmiş olacağız. Amaç, böyle bir vicdanın oluşmasını sağlamaktır.
Özetçe; insan, hayvan, bitki ve doğa sevgisi ile dopdolu hale getirilecektir insanlarımız.
Tabiî bu hale getirilen, insani değerler açısından böylesine doruklara yükseltilen insanlarımız; artık kent yağması gibi, Tayyipgiller’in bugün yapmakta oldukları “kentsel dönüşüm” adı altında “rantsal dönüşüm” gerçekleştirerek kentleri taş ve betonla doldurup harabeye uğratmaları gibi aşağılık, utanç verici işleri, bırakalım yapmayı hayal dahi etmeyecektir. Kentlere de evlatlarımız gibi bakar hale geleceğiz o zaman. Kentlerin gelişimi sadece kent plancıları benzeri bilim insanlarının yönetiminde olacaktır.
HKP İktidarında
Tarihi ve Doğayı koruyacağız
Tabiî Tarihe de aynı sevecenlikle, koruyuculukla yaklaşacağız. Tarih varlıklarının, değerlerinin orijinal halleriyle korunması için gereken her şeyi yapacağız. Çünkü onların bir benzeri daha yapılamaz artık. Onları kaybettik mi yerlerine yenilerini koyamayız. Onlar, bizim geçmişimizin yani Tarihimizin birer parçasıdırlar. Geçmişimizi anlamamız, öğrenmemiz için onları tanımamız, çözmemiz gerekmektedir.
Hatırlanacaktır, Tayyipgiller’in yaptığı en büyük katliamlardan ikisi de Tarih ve doğa katliamıdır. Doğamız kurutulmakta, talan edilmekte, şehirlerimiz yağmalanmakta, tarihi dokuları hızla ortadan kaldırılmaktadır. Böylece de tanınmaz hale getirilmektedir şehirlerimiz.
İstanbul başta gelmek üzere, Türkiye nüfusu büyükşehirlere toplanmakta, böylece de bu büyük şehirlerin rantı altın değerine ulaştırılmış olmaktadır. Bunun sonucunda da Tayyipgiller’in mensubu vurguncular bu rantı küplerine, kasalarına aktararak milyon hatta milyar dolarlarca servet edinebilmektedirler.
Halk İktidarında tarım yeniden en önemli iki ekonomi alanından biri haline getirilerek değer kazanacak, üretmen köylümüz de ürününün ve emeğinin karşılığını alabilecektir. Eğitim, sağlık vb. imkânlar ayağına da götürülmüş olduğundan köyünde mutlu ve sağlıklı yaşayıp büyükşehirlerin karmaşası içinde yaşamak istemeyecektir. Böylece de başta İstanbul gelmek üzere büyükşehirlerin nüfusları artmayacak, tersine azalacaktır. Büyükşehirlerde yaşamak kuşkusuz insanlara ek külfetler getirir, zorluklar verir. Ayrıca da insanı doğadan koparır. Taş ve beton yığınları arasına hapseder.
İşte bu olumsuzluk da Halk İktidarında asgariye indirilecektir, kent planlamasıyla. Köyden şehre göç de tersine çevrileceği için insanlarımız her alanda rahat bir nefes alma imkânına kavuşacaktır.
HKP’nin Demokratik Halk İktidarında
Kıbrıs Meselesi Taksim’le çözülecek
Biz, Kıbrıs Meselesi’nin de emperyalistlerin elinden alınarak Yunanistan’la Türkiye arasında nüfusa orantılı taksim edilerek çözülmesinden yanayız. Bunu savunuyoruz. Neden ve nasılı Programımızda ayrıntılıca anlatılmaktadır.
HKP İktidarında
Devlet yöneticileri rant için değil halka hizmet için yarışacak
Demokratik Halk İktidarında tüm devlet yöneticileri ortalama işçi ücretine denk gelen bir ücret alacaklardır. Böylece de devlet yöneticiliği, milletvekilliği vesaire gibi unvanlar, bir ün, poz ve bol gelirli ayrıcalıklar sağlayan alan olmaktan çıkarılacaktır. Oralara gerçekten de halka fedakârca ve içtenlikle yani dürüstçe, namusluca hizmet etmek isteyen insanlar seçilip gelecektir.
Bu insanların ortalama işçi ücreti oranında ücretlendirilmesiyle de onların halkı anlamaları, halkın her sorununu empati yaparak kolayca kavramaları imkânı sağlanacaktır.
Sözü uzatmayalım kardeşler;
Biz bu yalanlar, düzenler, ihanetler ve zalimlikler dünyasında insani olan en yüce değerleri-erdemleri temsil etmekteyiz.
Halkımızdan da bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak… 10 Mayıs 2015