Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’tan Öğretmenler Günü açıklaması
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Dün, 24 Kasım Öğretmenler Günü’ydü.
Öğretmenler Günü’nü kutluyoruz ama öğretmenlerimizin binbir çilesini, sıkıntısını, derdini ne yazık ki saymakla bitiremeyiz. Aldıkları ücretler şu anki şartlarda ev kirasını bile karşılamaya belki ancak yeter, belki yetmez bile. Pek çok öğretmen genç, evlenemiyor. Aldığım para ev kirasına ancak yeter nasıl geçineceğiz, diye. Bunlardan biri de benim üçüncü oğlum.
80 bin ücretli öğretmen var kölelik şartlarında çalıştırılıyorlar. Asgari ücretin bile altında bir ücrete çalışmaya mahkûm ediliyorlar. Ve işin en acı tarafı, bir milyon gencimiz, genç öğretmenimiz; Ataması Yapılmamış Öğretmenler kategorisi içinde yer alıyor. Böyle bir terim oluştu arkadaşlar. “Atamasa Yapılmayan Öğretmenler” diye.
Acılar içinde, bunalımlar içinde bu gençlerimiz. Bir kısmı başka meslekleri tercih ediyor, bir kısmı polis oluyor, hatta temizlik görevlisi olmayı bile kabul eden gençlerimiz var.
Ne yapsınlar?
Canlı kaldığın sürece ihtiyaçların var, onları gidermek zorundasın. Barınmak, yemek, içmek zorundasın asgari şartlarda. Saymakla bitmez öğretmenlerimizin, Eğitim Emekçilerimizin dertleri.
Benim de mesleğim öğretmenlik biliyorsunuz. Eğer devrimci görevler beni kavganın ön safına çekip almasaydı hep, bir ömür öğretmenlik yapmak isterdim. Tertemiz, pırıl pırıl insanları yetiştiriyorsunuz. Bundan daha güzel hangi meslek olabilir?
Onlara zihnin işleyişini öğretiyordum. Aydınlık bir düşünceye sahip olmalarını öğretiyordum. Sorgulayan bir akla sahip olmalarını öğretiyordum. Ve eğitimin birincil görevi budur demişimdir defalarca. İşleyen bir zihne sahip olmasını sağlamak öğrencilerin…
Ve ikinci görevi de; vicdani, ahlâki, insani, değerler, erdemler yüklemektir.
Bu iki temel görevi var eğitimin. Gerisi yapılır, öğrenilir, edinilir her zaman. Ama bu ikisi asli görevlerdir ve öğretmenlerin en temel görevi olmalıdır bence.
Bu işin, dertlerle dolu derin bir mevzusu…
Biz öğretmenlik yaptığımız yıllarda, Öğretmenler Günü’nü 17 Nisan olarak kutlardık. 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitülerinin Kuruluş Kanunu kabul edildi. İşte o günü kutlardık biz.
Kapalı salonlarda şölenler biçiminde kutlamalar yapardık. Tabiî okullarda da kutlardık. Ama Öğretmen Örgütü olarak, TÖB-DER olarak, kapalı salonlarda gece şölen biçiminde kutlardık. Mesela Konya’da, Konya Kapalı Spor Salonunu tutar orada yapardık kutlama şölenimizi.
Fakat 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü, tüm gerici sınıf ve tabakalar gibi, Köy Enstitülerine de düşman olduğu için o günü kaldırdı. Onun yerine 24 Kasım’ı koydu, ikame etti.
24 Kasım, biliyorsunuz Mustafa Kemal’in 1928’de Millet Mektepleri’nin kendisine verdiği “Başöğretmen” sıfatını kabul ettiği gündür. O günü, Öğretmenler Günü olarak belirledi, 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünün Millî Eğitim Bakanlığı.
Köy Enstitüleri yarı derebeyi Türkiye’nin köylerinde, kasabalarında bir ışıktı, bir fenerdi. Yoksul köylü çocuklarını getirir, onları giydirir, doyurur, çağdaş bilimin son sözüyle donatır; sadece bilimi, tekniği öğretmez, sanatı yani edebiyatı, müziği, tiyatroyu da öğretirdi. Ve uygulamalı biçimde öğretirdi. Köy Enstitülerinde öğrenciler okullarını kendileri yapar, yatakhanelerini kendileri yapar, yiyip içecekleri tarımsal ürünleri, hayvansal ürünleri kendileri yetiştirirdi. Yani köylerimize döndüğü zaman Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerimiz, köylüye modern tarımın nasıl yapılacağını dünyadaki bütün uygulamalarından örneklerle anlatır, öğretir; sadece teorik değil, pratikte onlara önderlik ederek hayatta bu işin nasıl olacağını açıkça, kesince, yüzde yüzlük bir kapsam içinde, bütünlük içinde öğretirdi.
İşte bundan korktu. Finans-Kapitalist Parababaları ve Tefeci-Bezirgânlığın derebeyleşmiş ağaları, aşiretleri. Köy Enstitülerinin köylerimize, kasabalarımıza yayacağı ışıktan, aydınlanmadan korktular. Yarasaların güneşten korktukları gibi…
Bir örnek vereyim, Doğu’da, Van’da anımsadığım kadarıyla Kinyas Kartal adında yanlış hatırlamıyorsam 128 köye sahip bir ağa vardı. O ağa, uzun yıllar Mecliste kaldı. 60’lı, 70’li yıllarda da Meclisteydi. İşte 40’lı yıllarda geliyor İsmet Paşa’ya:
“Paşam bu Enstitüler kapatılmazsa bizim köylerden partiye oy çıkmaz”, diyor. “Buradan gelen öğrenciler benim ağalığımı tartışmaya açıyor, benim ağalığımı sorguluyor, buna izin veremem ben”, diyor.
Yine arkadaşlar Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak geliyorlar İsmet Paşa’ya:
“Paşam bu komünist yuvalarına daha ne kadar göz yumacağız, tahammül edeceğiz”, diyorlar.
Yoğun baskılar karşısında ve Amerika’nın da 45 sonrası Türkiye’yi hâkimiyeti altına almaya başlamasının ağır şartları altında, İsmet Paşa kendi elleriyle açtığı Köy Enstitülerinin ve yükseköğrenim veren, öğretim veren yani Yüksek Okul seviyesindeki Hasanoğlan Köy Enstitüsünü kapatıyor.
Ve bunların kapatılmasını hazmetmeyen, sineye çekmeyen Köy Enstitülerinin en önde gelen mimarı, tüm aydınlık, devrimci öğretmenleri yetiştiren Tonguç Baba, İsmail Hakkı Tonguç sosyalist düşünceye sahiptir. İsmet Paşa’yla bir ömür görüşmeyi reddediyor. Hiç karşılaşmıyor ve konuşmuyor.
Yine dürüst, namuslu Milli Eğitim Bakanımız Hasan Ali Yücel, Can Baba’nın babası, İsmet Paşa’ya kırgın. Bu Bakanımızı komünistlikle bile yargılamaya kalkıyor Parababalarının mahkemeleri.
Bu konuya, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın bir anma toplantısında ayrıntılıca girmiştik. Şimdi orada yaptığımız konuşmayı, yoldaşlarımız linkini vererek önünüze getirirler ve okumanızı sağlarlarsa ilgi duyan arkadaşlar okuyabilirler.
Bu Linki girelim.
Yani demek istediğim, biz de her 17 Nisan’da yani bu ışık kaynaklarının ortaya konmasının, halkımızı aydınlatmasının yasasının çıkarıldığı tarihte, yüreğimiz yanarak Köy Enstitülerini anarız. O ışık yuvalarının, halkımızı aydınlatacak ve derebeyliğin karanlıklarından kurtaracak o bilim yuvalarının nasıl heder edildiğini, heba edildiğini, yerli yabancı Parababalarının tahakkümüyle nasıl tarumar edildiğini düşünür acı duyarız.
Kalın sağlıcakla.
25 Kasım 2023