Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut: Öyle görülüyor ki; Demirtaş’la Tayyip işi bağlamışlar…

06.02.2024
67
A+
A-

Saygıdeğer Arkadaşlarım;

Öyle görülüyor ki; Demirtaş, Tayyip’le işi bağladı…

“Ben, sana İstanbul’da kazandırmak için elimden gelen gayreti göstereceğim. Sen de bizi, seçimden sonra uygun bir durumda serbest bırakacaksın, ondan sonra da yeni bir çözüm süreci başlatacağız.”

Bu çerçevede bir anlaşmaya vardılar. Çünkü DEM Parti Merkez Yönetimi aday çıkarma konusunda karar vermiş. Başak Demirtaş da bu aday listesinin içinde, diyor:

“Merkez Yönetimi sonrasında DEM’in sözcüsü Ayşegül Doğan Yerel Seçimlerde İstanbul’da kendi adaylarını çıkaracaklarını ve adayın 9 Şubat’a kadar açıklanacağını duyurdu. Genel Merkezde basın toplantısı düzenleyen Doğan, şunları söyledi; kaybettirmek ya da kazandırmak için değil, DEM Parti olarak kazanmak için İstanbul seçimlerine kendi adayımızla girmeye karar verdik.”

Dikkat ederseniz, Başak Demirtaş da Selahattin’le görüşmesi çıkışında yaptığı konuşmada aynı şeyi söylemişti.

Şimdi, bütün psikologlar ve psikiyatrlar bu söylemden açıkça ve net bir şekilde bunların içtenlikten yoksun olduğunu görür. Çünkü sorulmuyor böyle bir şey. Kaybettirmek ya da kazandırmak için mi çıkıyorsunuz, diye sorulmuyor. Ama hani, bilinçaltı püskürmesi şeklinde ortaya konan söylem bu.

İnsan zayıf yönlerini gizler. Hani çirkin yerler makyajla kapatılır ya, hani insanın fiziki olarak parmağı kırılır, kolu kırılır onu devamlı sakınır yolculukta, kitle ulaşımında devamlı korumaya alır. Mental durumlarda da aynı durum söz konusudur.

Biliyorlar Tayyip’le açıkça anlaştıklarını, onun kamuflajı olarak; “böyle bir amaçla çıkmıyoruz, kazanmak için çıkıyoruz”, diyorlar. Ama daha önce de söyledik, bebeler de bilir, ilkokul çağındaki bebelere sorsanız, DEM Parti İstanbul’da kazanabilir mi belediye başkanlığını diye; hayır, der. Yani halkımızın deyişiyle, eşekler bile bilir DEM Partinin İstanbul’da belediye başkanlığını kazanamayacağını.

Burada belediye başkanlığı bıçak sırtı durumda: İki partiden birine gidecek, biri kazanacak. Ya Tayyip’in adayı kazanacak, ya İmamoğlu kazanacak. Bize kalırsa Başak Demirtaş aday gösterilecek. Ama ayın 9’unda açıklayacağız demeleri yani uzun tartışmalar yapacağız, görüşmeler, değerlendirme yapacağız filan kamuflaja yönelik bir söylem. Yani Demirtaş emir verdi biz de aynen onu, tamam emrin olur, diyerek uyguluyoruz, dememiş oluyorlar böylece. Çünkü en çok CHP’den, İmamoğlu’ndan oy bölecek olan aday, Başak Demirtaş’tır. Başak Demirtaş demek, Selahattin Demirtaş demektir.

Şimdi durum bu…

Daha önce de dediğimiz gibi bunların, Tayyip kazanmış, CHP kazanmış, başka biri kazanmış, Türkiye BOP çerçevesinde bölünmüş, parçalanmış, yok olmuş zerre umurlarında olmaz, tersine sevinirler. Bunların bütün hesabı, bütün söylemleri, Ciharü penc.  Yani ne vereceksin, ne alacağım? Ben ne vereceğim, sen ne vereceksin? Yani bütün pazarlık bunun üzerine kurulu. Bunlar için ilke tilke, değer, onur, yok, böyle bir şey yok yani. Bu insanlar böyle, bunların hepsi böyle…

Burjuva siyasetinde zaten içtenlik aramayacaksınız. Burjuva siyaseti Kürtçüsü olsun, Türkçüsü olsun, dincisi olsun, milliyetçisi olsun, sağı olsun, sosyal demokratı olsun; hepsi yalana, dolana, hileye, dümene, kandırmacaya, kolpaya dayanır. Çünkü hiçbiri halkın çıkarlarını savunmaz; amaçları o değildir. Öyle olunca halkı kandırmak için mecburen bu aşağılık yollara başvurmak durumunda kalıyorlar.

Halkı gerçek anlamda savunan kimdir, hep söyleyegeldiğimiz gibi?

Biz Gerçek Komünistler… Komünistler, dünyanın hiçbir ülkesinde ve Tarihin hiçbir döneminde vatanlarına sırtlarını dönmemişlerdir. Ahmed Arif Usta’nın deyişiyle: “Biz ki ustasıyız vatan sevmenin.”

Bu işin bir yönü…

Bir diğer yönü, 6 Şubat deprem felaketinin, facianın, 11 ilimizi vuran, 14 milyonumuzu vuran bu felaketin Tayyip’le birlikte ve ikincil derecede sorumlusu, suçlusu Murat Kurum’dur, değil mi?

Onca imar affını çıkaran, beşli, yedili, onlu çetelerle, hırsız müteahhitlerle hep içli dışlı olan, kaynaşık olan, yaratılan rantı onlarla paylaşan hep bunlar. Buna rağmen bu adam İstanbul’da neredeyse Ekrem İmamoğlu’yla kafa kafaya bir durum ortaya koyuyor kamuoyu yoklamalarında.

İşte bu nereden kaynaklanıyor?

Dediğimiz gibi bu, Tayyipgiller için İslamiyet bir ideolojidir. Bir din değil, siyasi ideoloji ve siyasette rantı en yüksek olan ideolojidir. Sadece bu amaçla bakarlar dine. Ve insanlarımızı durup dinlenmeden Allah’la aldatırlar. O yüzden her gün din alıp satar bunlar. Hırsızlık yaparlar, Amerikan hizmetkârlığı yaparlar ve din alıp satarlar. Ve daha önce de söylediğimiz gibi İmam Hatipler, Kur’an Kursları, tekkeler, cemaatler, tarikatlar, İlahiyat Fakülteleri, İlahiyat Akademileri, 211 bin kişilik Diyanet kadrosu hep bunların hizmetinde ve bunların propaganda ekibi gibi profesyonel olarak bunlara hizmet ederler. Öyle olunca zavallı halkımızda sorgulayan bir akıl, aydınlık bir düşünce kalmaz.

Biz hep ne diyoruz?

Bilimin ortaya konabilmesi için, bilimsel bir görüşün, bir değerlendirmenin ortaya çıkabilmesi için her türlü önyargıdan, bönyargıdan kurtulmuş olarak sadece nedensellik yasasına uyarak yani olayı olduğu gibi görüp kavrayarak, süreç içinde kavrayarak sebep-sonuç ilişkileriyle ve bütün bağlantılarıyla kavrayarak değerlendirebilmek için sorgulayan bir akla ihtiyaç var. Zaten bilim de doğal ve toplumsal gerçeklerle sorgulayan bir aklın arasındaki iletişimden, etki-tepkiden ortaya çıkar. Uğraştan ortaya çıkar, başka türlü bilim ortaya çıkmaz.

Batı dünyası, kafasını Katolikliğin prangalarından kurtaramasaydı Rönesans’ı yapabilir miydi?

Yapamazdı.

O prangayı zihninden çıkarıp attı. Protestanlığı, Deizmi, Ateizmi ortaya koydu, ona yöneldi. Böylece sorgulayan bir akıl ortaya çıktı, kullanılmaya başlandı. Bu da burjuvazinin sınıf çıkarları gereği oldu, o gereklilikle ortaya çıktı. Ama bizim Doğu dünyasında Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye öylesine kökleşmiş ki, Batı’da olduğu gibi Modern bir burjuvazinin ortaya çıkmasına izin vermedi. İnsanları öylesine çamurlara buladı ki, insanlar birbirlerini kandırmaktan, birbirlerine hile, dümen yapmaktan, birbirlerini ezip, sömürmekten başka bir şeye kafa yormaz oldular. Hile, tuzak, yalan, dümen bütün hesapları… Maddi hayatlarını bunun üzerine kurguladılar. İşte o yüzden İslam’da, Hıristiyanlıkta olduğu gibi bir reform gerçekleşemedi.

Mustafa Öztürk Profesör bildiğimiz gibi, İlahiyatçı, bunu yapmak istedi. Ama aforoz edildi, kendi deyimiyle, soluğu Hamburg’da aldı. Çünkü dayanacağı bir sosyal sınıf temeli yok, tabanı yoktu yani İslam’da Protestanlık gibi yeni bir mezhep ortaya koyabilmesi için. Buna izin vermedi Türkiye’deki etkin, köklü Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye. Ve onunla ittifaka girmiş olan Tekelci Finans-Kapitalistler, Parababaları.

İşte buradan kaynaklanıyor Murat Kurum’un oyu, Tayyip’in 21 yıldır diktatörlüğü, zulmü. Ve bütün ihanetlerine, bütün zulmüne, her gün durup dinlenmeden bütün avanesinin hırsızlık, yolsuzluk, kamu malı aşırıcılığı yapmasına rağmen hâlâ halkın yüzde ellisinin peşinden koşuyor olması.

O yüzden hep aynı öneride bulunacağım Saygıdeğer Arkadaşlar; aklımızı kullanalım, İslam’ı öğrenmek için de onun temel kitabına, Kur’an’a başvuralım. Başka türlü öğrenemezsiniz. İlahiyatçılardan, şuradan, buradan, onların yapacağı güzellemelerden, cilalamalardan asla İslam’a dair bir şey öğrenemezsiniz. Kendi kitabından, temel kitabından, Kur’an’ı Kerim’den  öğreneceksiniz.

Bakın size bugün bir sureden daha örnek vereceğim,  Nahl Suresi, 16’ncı Suredir bugün piyasada bulunan Kur’an meallerinde…

Nahl, bal arısı demek, arkadaşlar.

Adını da nereden alıyor?

“Rabbim bal arısına şöyle vahyetti: Dağlardan evler edin,  ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da. Sonra meyvelerin her türlüsünden ye de boyun bükerek rabbinin yollarına koyul. Onun karıncıklarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki insanlar için onda şifa vardır. Derin derin düşünen bir topluluk için bunda kesin bir mucize vardır.”

Yani buradan alıyor Sure, adını. Burada mucize vardır, diyor. Bunlar 68 ve 69’uncu ayetlerdi. Bir önceki ayet, 67’nci ayet, dikkat edelim, arkadaşlar aynı şekilde:

“Hurmalıkların meyvelerinden, üzümlerden de sarhoş eden bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.”

Yani hurma ve üzüm çok faydalı bir rızık, diyor ama ondan elde edeceğiniz, sarhoş eden içecek de elde edersiniz, diyor.

Yani burada hurma şarabına, üzüm şarabına dair olumsuz bir anlam var mı?

Kesinlikle yok… Tam tersine olumluyor. Rabbiniz size bu nimetleri sundu, diyor.

“İşte bunda aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır. Rabbin sana bu mucizeleri gönderdi”, diyor. Böyle bol nimetler verdi, diyor. Yine bir önceki 66’ncı ayette:

“Hayvanlarda da sizin için kesin bir ibret vardır. Size onların karınlarından fışkıyla kan arasından halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından kayar gider.”

Yani bütün bunlar gayet olumlu nimetlerimiz diyor.

Mekke’de ortaya konan bir ayet bu. Burada içki açıkça olumlanıyor. Tabiî yoğun bir şekilde içiliyor o zaman hurma ve üzüm şarabı. Bu şarap meselesi daha sonra Hazreti Muhammed’i zorluyor. Çünkü bu şarap içme yüzünden olaylar çıkıyor. Hatta bazı durumlarda Müslüman sarhoşlar Mescitte bile olay çıkarıyorlar. Hazreti Ömer de tutkunu keskin hurma şarabının, üzüm şarabının ve bıçkın bir Mekke delikanlısıdır. İçip içip sarhoş oluyor ve sık sık olay çıkarıyor. Zaten iriyarı, güçlü kuvvetli, çok uzun boylu ve sert bir kişilik. Yine camide olaylar oluyor, bunun üzerine üç kademeli ayetle içki yasaklanıyor. Yani Kur’an’ın Allah’ı, Tanrısı da tıpkı insanlar gibi düşünce değiştiriyor, fikir değiştiriyor, kanaat değiştiriyor.

Bu ayetlerin sonuncusuyla içki tamamen yasaklanıyor. Ona kesin yaklaşmayın haramdır, şeytan işidir, deniyor. Yani Maide Suresi 90’ıncı Ayetle içki kesin olarak yasaklanıyor. Daha önce şarabı olumlayan Nahl Suresi 67’nci ayet Nesh edildi deniyor daha sonraki gelen ayetlerle, ilahiyatçılar böyle yorumluyorlar. Nesih; ortadan kaldırma, hükümsüz kılma anlamındadır. Yani sonradan gelen işte o üç kademeli ayetin en sonuncusu, üçüncüsü (Maide 90) kesin biçimde nesh ediyor, ortadan kaldırıyor ve hükümsüz kılıyor Nahl Suresi 67’nci ayeti. Yani aynı insan gibi yeni fikirler ediniyor, eski fikirlerini terk ediyor Tanrı da.

Yani buralardan hareket edince, açıkça görürsünüz ki ayetleri böyle tek tek inceleseniz, İslam’ın, Kur’an’ın Tanrısı da Hazreti Muhammed’in kendisidir. Bütün dinler gibi İslam da insan yapımı. Ve o çağın dünya görüşünü, doğayı ve toplumu yorumlayışını, kavrayışını, değerlendirişini, olayları çözümleyişini ve onlara çözüm getirişini, uyum sağlayışını ortaya koyar, bütün dinler gibi. Yani Marks’ın deyişiyle, Engels’in deyişiyle: Yaşanılan maddi dünyanın düşünce dünyasına yansımasından başka bir şey değildir.

Evet, arkadaşlar bugün de bunları anlatalım dedik size.

Bilmiyorum, biraz yararlı olabildik mi, zihninizi açabildik mi?

Kalın sağlıcakla…

6 Şubat 2024

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz