Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut: Erzincan İliç’teki maden faciası hakkında…

14.02.2024
61
A+
A-

Saygıdeğer Arkadaşlarım;

Dün Erzincan İliç’te Amerika ve Kanadalıların yüzde 80’inine sahip olduğu siyanürle maden çıkarma alanında, altın madeni çıkarma alanında, toprak kayması sonucu dokuz işçimiz zehirli toprağın altında can verdi değil mi?

Şirketin (Anagold) yüzde 80’i bu iki cellat devlete ait, yüzde 20’si de Tayyip’in beşli, yedili, onlu çetelerinden Çalık Holdinge ait. Onun da bir dönem Damat Berat CEO’luğunu yapmış, sonradan siyasete sokulup danışman, bakan filan yapılınca mecburen bırakmış CEO’luğu, görünürde.

Tabiî bu halkımıza ait olan kaynaklara musallat olan, onları gasp eden bu şirketlerin esas sahibi Tayyip’in kendisidir. Çünkü her türlü soygundan, vurgundan, hırsızlıktan elde edilen gelirin aslan payı, hep Tayyip’in boğazına ya da kasasına, küplerine akar. Onlar komisyonlarını alırlar sadece. Nasıl ki medyanın yüzde 95’inin sahibi Tayyip ve Kaçak Saray ise, bu vurgun şirketleri de aynen böyledir.

Bir sürüye kurdun dalıp beş, on koyunu parçalaması kadar ancak önem taşır bunlar için dokuz evladımızın, geçim derdinde olan insanımızın hayatını kaybetmesi; umurlarında olmaz ama bunların.

Siyanürle altın çıkarma dünyada terk edilmiş durumda. Bu metotla altın aranan yerlerde doğa, atom bombası atılmış cehennem çukurlarına dönüyor. Şu manzaraya bir bakın, bölgedeki şu manzaraya… Eskiden buralar yemyeşil, cennet gibi dağlar, ormanlar, tepelerdi. İşte böylesi hale getirdi bu şirket.

Bu siyanür denen zehir, toprağı eritiyor, bulgur gibi yapıyor. Sabah geliyor işçiler yarılmış toprak, kaymak üzere. Yani su gibi akacak 257 metrelik tepeden aşağıda çalışan işçilerin üzerine. Bir bölüm işçi, “biz buraya girmeyiz, burada çalışılmaz”, diyor ama zorlama sonucu, birtakım işçilerimiz o bölgede çalışmaya devam ediyor.

Bu Tayyip Soma’da da aynı şeyi yaptı biliyorsunuz. 301 canımız orada boğularak, yanarak yerin yüzlerce metre altında can verdi, umurlarında olmadı bunların. Tayyip’in avenesinden Yusuf Yerkel, ölen madenci yakınlarını tekmeledi. Şimdi Avrupalarda diplomat, ödüllendirildi. Tayyip’in kendisi madenci yakınını tokatladı…

Kaz Dağları’nda da aynı şeyi yaptı bu Tayyip ve avenesi biliyorsunuz. Orada da Kanada şirketi aynı böyle siyanürle zehirledi, kastı kavurdu ortalığı, talan etti. Orada da Tayyip, “devam”, dedi. Ama halkımızın örgütlü mücadelesiyle şirket o bölgede tutunamadı daha fazla.

Muğla-Milas Akbelen’de de aynı şeyi yaptı arkadaşlar. Santrale kömür madeni çıkarılacak diye ormanları katletti. Yüzbinlerce ağacı katletti arkadaşlar, bölgeyi harap etti, zehirledi.

Yine üçüncü köprü yapacağım diye 2 milyon 300 bin ağacı katletti İstanbul’un Kuzeyinde, Kuzey Ormanları’nda.

Türkiye’yi Suriye bataklığına soktu ABD’den, efendisinden aldığı buyruk üzerine. Bine yakın insanımız can verdi o felaket yüzünden. Hâlâ da vermeye devam ediyor. Ve 15 milyon sığınmacı adlı istilacı geldi ülkemizi işgal etti. Şimdi de toprak satıyor, vatandaşlık veriyor. Toprak satıyor, vatan topraklarını Suriyelilere…

Biliyorsunuz, geçen yıl 6 Şubat’ta Kahramanmaraş Pazarcık merkezli deprem felaketinde 48 saat askerimizin felaket bölgesine gitmesine izin vermeyerek on binlerce insanımızı katletti bu Tayyip ve avenesi. Bir de yalan söylüyorlar 53 bin kaybımız var diye. 200 binin üzerinde o deprem felaketindeki kaybımız. Ve o kayıpların önemli bir bölümü, Tayyip’in bu zalimliği yüzünden. Ordu sahaya inerse 99 Marmara Depremi’nde olduğu gibi ve başarılı bir şekilde arama kurtarma çalışmasını sürdürürse saygınlığı artar ve ben orduya eskisi gibi “Site Güvenlikçisi” muamelesi çekemem, dedi.

Bu Tayyip ve avenesi en az, en az diyorum, 100 bin insanımızın, masum insanımızın canına kıydı. Pandemi döneminde, Covid-19 denen dönemde aşı ithal etmedi. Hıfzıssıhha Enstitüsünü kapattı, sadece Mustafa Kemal’ler, İnönü’ler kurdu diye. Kuvayimilliye’ye ve Mustafa Kemal’e düşmanlığı yüzünden kapattı, harabe halinde şimdi. Yerli aşı üretemedik.

Burada da çeyrek milyon insanımız hayatını kaybetti, o pandemi sürecinde. Gerçek kayıpları açıklamıyorlar. Kendileri Almanya’dan Biontech Firmasından 2500 aşı ithal ettiler; Tayyip, yakın çevresi ve aveneleri kullandı. Bin Kalıplılar’a da vermişlerdi bir miktar aşı. Onlar da övündüler; “Bize de verdi Tayyip”, diye, Doğu Perinçek ve çevresindeki sefalet solu…

Halkımız umurunda değil bunun, vatanımız umurunda değil. Amerika tarafından Türkiye’yi mahv-u perişan edip BOP çerçevesinde en az üç parçaya bölerek Amerika’ya teslim etmekle görevli bu ekip. Ve bu görevi yapıyorlar 22 yıldan beri.

Ayrıca sırf bedensel olarak değil, mental olarak da sağlıklı değil Tayyip. Hemşerimiz Dr. Mustafa Altıoklar on küsur yıl önce net teşhisini koydu, ispatladı “Narsistik Kişilik Bozukluğu” hastası diye. Ben buna ilaveten “Mitomanik Kişilik Bozukluğu” hastası olduğunu tespit ettim. “Kriminal Psikopatik Kişilik Bozukluğu” hastası olduğunu teşhis ettim. Biz de İstanbul Üniversitesinde Tatbiki Psikoloji Bölümünü tüm sınavlardan 100 tam puan alarak bitirmiş bir kişiyiz, bir insanız. Bir tek gün bile kamu görevi yapmaması, yaptırılmaması gereken bir insan. Empati yapma diye bir özellik yok böyle insanlarda, böyle hastalarda. Kendi hırsları, çıkarları, saltanatları, koltukları için milyonlarca insanı gerektiğinde gözlerini kırpmadan öldürebilirler, ölüme atabilirler. Ve zerre miktarda üzüntü duymazlar.

Bu videolarla Tayyipgiller avenesinin yolsuzluklarını, hırsızlıklarını ifşa edenler arasında, daha önce de defalarca belirttiğim gibi, ki mahkemelerinde de söylüyorum bunu, Tayyipgiller’in beni yargılamaya yeltendiği mahkemelerinde, Ali Yeşildağ’dır favorim. O da aynen bizim yaptığımız tespiti yapıyor; “Tayyip Abi ve yakın çevresi dünyanın en büyük suç örgütüdür”, diyor. “Hırsızlık, yolsuzluk, soygun, vurgun örgütüdür”, diyor.

Bu tespiti biz 2006’den beri yapıyoruz. Ama başka yapan var mı arkadaşlar? Soruyorum. Yoklayın hafızanızı.

Biz hatırlamıyoruz. Hâlâ muhalifi oynayan kallavi aydınlar var, televizyoncular, gazeteciler var, akademisyenler var; “Sayın Cumhurbaşkanı”, diyorlar, “Cumhurbaşkanı” diyorlar, “Beştepe” diyorlar. Zavallı bunlar, acınacak durumdalar.

Neyse…

Evet arkadaşlar;

Bunca insanımızı, halkımızı, vatanımızı felakete uğratmış olmasına rağmen hâlâ kamuoyu yoklamalarında yüzde 50 civarında oya sahip Tayyipgiller. Onun en önemli suç ortaklarından biri olan Murat Kurum, hâlâ Ekrem İmamoğlu’yla kafa kafaya bir yarış içinde. Bunların aslında insan içine çıkamamaları, insan yüzüne bakamamaları gerekir.

Ama hep söyleyegeldiğimiz gibi, insanlarımız sorgulayan akıllarını, aydınlık düşüncelerini kaybettiler. Bakmayın insanların normal ayık gibi yürümelerine, konuşmalarına, dolaşmalarına yarı meczup şekilde yaşıyor insanlar, yarı sarhoş, yarı narkozlu şekilde yaşıyorlar; gerçeklerden öylesine kopuklar.

Soma felaketi sonrası biliyorsunuz yapılan ilk seçimde Soma’da yüzde 35 oy oranıyla Tayyipgiller birinci parti çıktı. 6 Şubat büyük deprem felaketi sonrasında, deprem bölgesinde yine Tayyipgiller birinci parti çıktı. Oy oranlarında bir azalma yok. Göreceksiniz 31 Mart seçimlerinde de İliç’te olsun, Erzincan’da olsun Tayyipgiller’in adayları yine yüksek oranda oy alarak seçimi kazanmış olacak.

Çünkü insanlarımız gerçeklerden koptu!,. Yarı narkozla insan ne kadar sağlıklı düşünebiliyor, görebiliyorsa en aydın geçinen insan da ancak o kadarını görebiliyor.

Neden kaynaklanıyor?

Birincil planda eğitimden… Bu Muaviye-Yezid dininin eğitimi, insanlarımızda korkunç bir zihin hasarı, zihin harabiyeti yaratıyor. Kafayı yakıyor halkımızın deyişiyle. Bunlar boşuna ÇEDES, bilmem ne, şu bu, tarikatlarla yapılan protokoller diye Anaokullarına kadar mollaları, şeyhleri, şıhları, imamları, sarıklarıyla, cübbeleriyle göndermiyorlar. Çocuklarımızı camilere götürüyorlar, oralarda boşuna afyonlamıyorlar. Bu yüz binlerce İmam Hatip öğrencisi hep bu amaç için; afyonlansınlar, kafaları yakılsın diye gönderiliyor o okullara. Tayyipgiller iktidarı, onların Bakanlıkları, Belediyeleri, bu Ortaçağcı Din Derebeyliklerine, bu Ensar’lara bilmem nelere boşuna yüz milyarlar aktarmıyor, boşuna beslemiyor bunları. İlahiyat Fakülteleri, tarikatlar, cemaatler, Kur’an Kursları, Diyanetleri, 211 bin diyanet kadrosu hep insanları kafadan gayrimüsellah hale getirmek için çalışıyor. Böyle bir ülkede demokrasiden, özgürlükten, aydınlıktan söz edilebilir mi arkadaşlar?

Edilemez… Bu yapılan seçim filan değil. Bu oynanan seçim tiyatrosunda, sandık bir put. Herkes varıyor onun önünde secde ediyor, çıkıyor. Başka bir şey yok! Medyanın tamamı, yüzde 95’i bakın Tayyipgiller’e çalışıyor. TRT diye bir kurum var. Sekiz bin insan çalışıyor orada. Tayyip’in profesyonel propagandistliğini yapıyor. Sürekli Tayyip ve avenesinin propagandası… Ana muhalefet partisine bile yer vermiyor. Kimse de buna; bu nasıl hukuk, nasıl adalet, nerede bu kanun, nerede Anayasa, nerede yargı demiyor arkadaşlar.

Bizi deseniz?..

Zaten her yerde düşman görünüyoruz, yasaklıyız. En muhalif geçinen televizyonlarda, gazetelerde bile yasaklıyız. Genel Yayın Yönetmenleri, “onların haberlerini koymayın”, diye buyruk veriyor medya emekçilerine. “HKP haberi yapmıyoruz”, diye buyruklar veriyorlar, en muhalif geçinen televizyonların sahipleri, yönetmenleri.

Niye?

Bu gerçeği, bu açık kahredici gerçeği en anlaşılır biçimde ortaya koyduğumuz için.

Ne diyoruz biz?

Bu Tayyip ve avenesi Türkiye’nin vatanıyla da, ülkesiyle de, halkıyla da zerre miktarda ilgilenmiyor ve umurunda da değil bunlar. Yerüstünde, yeraltında nesi varsa vatanımızın, satıp savurup nakde çevirip kaçacak bunlar sonunda. Boşuna özel uçaklarla, konteynerler içinde dolar, euro, altın kaçırmıyorlar bunlar, yurtdışındaki üslerine. Bunlar bunun hazırlığı içinde. Ne vurabilirsek, ne soyabilirsek soyalım, vuralım ve gidelim diyorlar. Bunların zerre miktarda ülkemizle, halkımızla bir aidiyet bağı yok.

Bu din afyonu insanlarımızda zihin hasarı, harabiyeti oluşturur dedik ya; bu sadece İslam dinine, Muaviye-Yezid dinine mahsus bir özellik değildir.

Geçen günlerde de size örnek göstermiştim bu kitabı; “Nagasaki’nin Çanları”. Yazarı Takaşi Nagai. Bu Takaşi Nagai, Nagazaki’ye atom bombası atıldığında, oradaki hastanenin radyoloji bölümünde görev yapıyor. Hem eğitim veriyor hem çekilen filmleri kontrol ediyor. İşte o anda yani saat gündüz 11.02’de atom bombası vuruyor Nagazaki’yi. Aşağı yukarı 75 bin, insanı katlediyor yakıp, yıkıp öldürüyor. Biliyorsunuz ondan üç gün önce de yani 6 Ağustos 1945’de de Hiroşima’ya atom bombası atılmıştı. 9 Ağustos’ta da Nagazaki’ye atılıyor.

Atomun, bildiğimiz gibi bir fizik etkisi var, basınç etkisi. Yani vurdu mu klasik bombalar gibi yıkar, göçürür, un ufak eder her şeyi, yerle bir eder. Bu, bombanın havaya yaptığı basınçtan dolayı oluşur. Hava basıncı öylesine şiddetle çarpar ki insanlara ve binalara, ağaçlara, doğaya, dümdüz eder orayı. Ayakta hiçbir şey bırakmaz.

İkincisi; sıcaklık etkisi var, değil mi?

Yani 4 bin 200 dereceye kadar sıcaklık oluşturduğu söyleniyor. Yani her şeyi kavuruyor, küle çeviriyor. Bir de radyoaktif etkisi var değil mi?

İnsanları delip geçiyor ama haberiniz olmuyor o anda. Ve arkasından kademeli olarak iç organlarınızı da mahvettiği için, uğradığınız radyasyon oranı ölçüsünde, bazen bir gün içerisinde, bazen üç gün içerisinde, bazen on gün içerisinde ölüyorsunuz. Bazen altı ay, bir sene içinde ölüyorsunuz, bazen üç-beş sene içinde ölüyorsunuz.

İşte Takaşi Nagai de bu cehennemcil felaketi tam anlamıyla yaşıyor. Kendi evi de yıkılıyor, eşi de hayatını kaybediyor o felakette, ancak iki gün sonra öğreniyor eşinin kaybedildiğini. Kendisi de başından, sağ tarafından ağır bir yara alıyor. Ama buna rağmen tıbbî ekipteki çalışmalarına devam ediyor. Ve sağ kalıyor. 1951 Mayıs’ında ölüyor genç yaşında. 1908 doğumlu arkadaşlar, yani 43 yaşında hayatını kaybediyor. Tabiî aldığı ağır radyasyondan dolayı.

Takaşi Nagai, Konfüçyüs öğretilerine inanarak yetiştirilmiş ve Şinto inancına, Japon ilkel dinine inanarak yetiştirilmiş. Fakat sonradan Hıristiyan olmuş. Ve Japonya’nın tek kilisesi de Nagazaki’deymiş. “Nagasaki’nin Çanları” demesi de oradan kaynaklanıyor kitabının adına. Bu kilisenin çanı da bağlantısından, zincirinden kopmuş, düşmüş. Fakat sonradan yıkılmış, yakılmış klişeyi tamir edip çanı yerine takmışlar.

Kitabın son bölümlerini okuyunca görüyorsunuz ki T. Nagai; “Bu bir lütuf. Bize bir lütuf”, diyor. “İnsanlar o denli kötüleşti ki, tıpkı nasıl İsa Mesih kendisini kurban ederek insanların günahlarının kefaretini ödeyerek, Tanrının katına yükselip insanları bir ölçüde günahlarından arındırdıysa, biz de böylesine kurbanlar vererek, Tanrının kuzusu olarak, kurban olarak insanlığın günahlarının kefaretini ödedik. Ne mutlu ölenlere. Biz geride kalanlar, asıl acınacak durumdayız. Biz çok kirli olduğumuz için Tanrı bizi cennetine kabul etmedi. O yüzden biz geride kaldık”, diyor.

Hani biliyorsunuz Nagazaki’ye atılan bomba, aslında Nagazaki’ye atılmak için planlanmamıştı; daha fazla insan öldürecek başka bir Japon şehrine atılmak üzere plan, program yapılmıştı. Ama o gün orada hava öylesine kapalı, bulutlu, puslu ki, yer görünmüyor, bombayı atacak cellat tarafından. Onun üzerine hemen planda değişiklik yapıp Nagazaki’ye yöneliyorlar. Nagazaki’de hava açık, günlük güneşlik, yaz ortası.

Diyor ki, “Tanrı bizi ödüllendirmek için, bombayı bize yöneltti. Bu bizim için büyük bir nimet. Ondan önce de diyor, savaşta birçok kez barış teklifleri oldu ama kabul edilmedi. Çünkü Tanrı yeterince kurban vermediniz diye, günahlarımızın kefaretini ödemediğimizi düşünerek savaşa son vermedi. Ancak bu Nagazaki’ye atılan bombayla günahlarımızı yeterince ödediğimiz sonucuna vardı ve imparatora vahiy gönderdi. Artık kayıtsız şartsız teslim ol, diye. Böylece savaş bitti, günahlarımızı ödedik. Ve ne mutlu kurbanlara!”

Üzülüyor sağ kalanlar için ve kendisi için…

Yahu ülkesi harap olmuş, mahvolmuş adam başka havada…

“Bundan önce, 400 yıl Tanrının dininin özgürce öğretilmesine izin vermedi Japonya. Bu yüzden büyük bir suç işledi ve Tanrı böyle cezalandırdı. Biz ilkel, sapkın dinlere saplanıp kaldık. O yüzden zaten cezalandırıldık. Tanrının gerçek dinini savunan ülkenin ordusu muhakkak ki bu yüzden galip geldi”, diyor.

Yani ülkesini yakıp, yıkıp, mahveden Amerikan Ordusu’nu kutsuyor… Böylesine kafayı yaktırıyor işte din. İnsanlıktan çıkarıyor, hiçbir şey göremez, düşünemez hale getiriyor.

Artık kayıtsız şartsız teslim oluyor Japonya bildiğimiz gibi. Tabiî Amerikalılar emrediyorlar; “Hıristiyanlığı serbest bırakacaksın”, diye ve serbest bırakılıyor.

Kore Savaşı sonrasında da aynı dayatmayı yapıyor. Güney Kore’nin emperyalistlerin güdümündeki, emrindeki uydusu konumundaki Kore’nin yüzde 40-45 oranındaki bir insanı Hıristiyan şu anda. Çünkü tıpkı Afrika’ya, Avusturalya’ya, Latin Amerika’ya, sömürgelerine giderken götürdükleri gibi, yanlarında İncil’leri ve Papazları da götürüyorlar. Rahiplerini de götürüyorlar ve emperyalist kültürlerini de götürüyorlar.

İşte o yüzden Nagazaki’deki kiliseyi onarıp ayin yapıyorlar. Ve en son ayindeki cümlesi; “Ey asli günahı olmayan, lekesiz Meryem! Sana gelen bizler için dua et.”

Kilisedeki ayinden sonra bir sürü dualar okuyorlar, son cümle bu. Ondan sonra da hep beraber istavroz çıkarıyorlar.

Demek ki, bu Semit dinleri, Yahudilik olsun yani Musevilik olsun, Hıristiyanlık olsun, İslamiyet olsun kafa yakıcı dinler.

İnsanlarda düşünen, sorgulayan bir akıl bırakmıyor. Akla düşman, bilime düşman. İnsanları 1400 yıl, 2000 yıl öncesinin karanlıklarına hapsedip orada tutmak istiyor. O insanların aklıyla, düşünce sistemiyle dünyayı ve olayları algılamasını istiyor. E, o zaman da hiçbir şey görüp anlayamazsınız. Ne bilimin verilerinden haberiniz olur, onları kabul edersiniz, ne toplumun gerçeklerinden. İşte yarı meczup şekilde dolaşırsınız.

Göreceksiniz bu deprem yaşanan bölgelerimizde de Tayyipgiller büyük olasılıkla önemli oranda bir oy kaybına uğramayacaklar…

Sokak röportajlarında görüyorsunuz; “12 bin lira emekli maaşı alıyorum. 6 bin lira ev kirası veriyorum, 6 bin lirayla fevkalade geçiniyorum”, diyor. Kafa yanmış çünkü. “Her şeyim var, hiçbir şeye ihtiyacım yok”, diyor.

İşte bu hale getirmek için insanları; bütün bu tarikatlar, cemaatler, İmam Hatipler, İlahiyat Fakülteleri, Kur’an Kursları, Ensar’lar, TÜRGEV’ler, TÜGVA’lar, İsmailağa’lar, İskender Paşa’lar, Menzil’ler, Uşşaki’ler…

Biliyorsunuz Bursa’daki Kırklari Tarikatı adlı tarikatın sapık şeyhi, insanların hem kendisine hem eşine hem anasına hem kardeşine hem kardeşinin eşine hem kızkardeşine, hem arkadan hem önden tecavüz ediyor. Bunlar mutlu. Mutlu arkadaş bunlar… Yargıtay aşamasında bir tek şikâyetçi kalmıyor. Şeyhimizden memnunuz, diyorlar.

İşte bu hale getirir insanları, bu Muaviye-Yezid dini, bu tarikatlar.

Ne diyorlar?

“Mürit yani gerçek dindar, onlara göre şeyhin karşında, gassalın önündeki meyyit gibi olacak.” Yani ölü yıkayıcının önündeki cenaze gibi olacak, diyor. Her şeyini sorgulamadan teslim edeceksin. Amaç bu işte!.. Bu hale getirmek insanları…

Yani şu patili minik dostlarımızdan bile daha aşağı düzeye düşürmek insanları.

Evet…

Kahredici gerçekliklerimizden biri de bu işte.

Neylersiniz…

Kalın sağlıcakla…

14 Şubat 2024

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz