Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut: Erzincan İliç Cinayetinin asıl sebepleri ve failleri
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Erzincan İliç’te, başta siyanür gelmek üzere zehirli kimyasallarla zehir kuyularına, ölüm araçlarına dönüşmüş toprağın kayması sonucu şu anki söylenenlere göre, açıklamalara göre 9 işçi kardeşimiz, 10 milyon ton toprağın, zehirli toprağın altında kalarak acılar içinde, binbir acı içinde can verdi.
Burada 25 ila 30 milyar dolar tutarında bir altın rezervi olduğu öngörülüyor, bu bölgede. Milyonlarca yıldır o altınlar orada duruyor ve o bölge, o doğa, o topraklar bize hep cömertçe davranmış. Ağaçlar vermiş, tarım bitkileri vermiş, hayvanlarımızı doyurmuş yani hep kucağını açmış bize. Şimdi o yerin altındaki madeni, başbelası madeni çıkarmak için cehenneme çevrilmiş o alan. Atom bombasıyla vurulan şehirlere dönmüş.
Bu altın madenini çıkarmak komplike bir teknoloji gerektirmiyor. Rezervi barındırdığı düşünülen toprağın tonuna uygulayacağınız siyanür başta olmak üzere, zehir miktarını belirliyor teknik adamlar, mühendisler; o alanda toprağa veriyorlar ve o zehir, o madenleri eritip topraktan ayrıştırıp çözelti haline getiriyor. Sonra da diğer metallerden ayrıştırılarak değişik kademelerden geçirilerek saf altın elde ediliyor.
Yahu bunu niye biz kendi şirketlerimizle yapmıyoruz da Amerikalı, Kanadalı şirketlere yaptırıyoruz ve o rezervin yüzde 80’ini onların götürmesine izin veren bir anlaşma yapıyoruz?
Varsayalım 30 milyar dolar, yüzde 80’ini bunlar götürünce ne kadarını götürüyorlar?
24 milyar dolarlık altını onlar götürüyorlar. Bize kalıyor 6 milyar dolarlık altın. Yani doğamızı sadece bunun için cehenneme çevirtiyoruz biz. Bunu siyasilerden kimse söylemiyor, kimse sorgulamıyor. Çünkü hepsi Amerikan yetiştirmesi, Amerikan devşirmesi, Amerikan kuklası.
Efendileri o, hiç laf edebilirler mi efendilerine?
Bu madenlerde altın olsun, kömür olsun ve hatta taş ocağı olsun her yıl yüzlerce işçi kardeşimiz can veriyor.
Benim öz yeğenim, 18 yaşındaki yeğenim de geçen yıl Muğla Milas’taki bir taş ocağında iş cinayetine kurban gitti. Yine Muğla Milas’ta 2019’da Mustafa Ali Kömürcüoğlu’nun taş ocağında 3 işçi aynı anda iş cinayetine kurban gitti, tonlarca kayanın üzerlerine düşmesi sonucunda. Türkiye’de iş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçi kardeşlerimizin sayısı bir yılda 1200’ün altına düşmüyor. Her yıl 1200, 1500, 1800 civarında işçimiz hayatını kaybediyor ekmek parasının peşinde koşarken. Avrupa’da bu konuda birinciyiz. En çok can veren evlatlarımız açısından birinciyiz, Avrupa birincisiyiz…
Deniyor ki; şu önlem alınmadı, bu önlem alınmadı, şöyle oldu, böyle oldu. Yahu emperyalist şirket önlem almaz. Onun umurunda olmaz bizim coğrafyamız, doğamız, insanlarımızın hayatı. Onlar için bizim ülkemiz, bizim canlarımız bir kemirgen yuvasından ve kemirgenlerden daha önemli, daha farklı bir değer taşımaz ve farklı bir gözle bakılmaz.
Bu tür maden işletmelerinde önlem almak, bilimin emrettiği kurallara göre üretim yapmak, tabiî büyük maliyet ister. Ama adamların tek amacı kâr olduğu için bunlar asla önlem falan düşünmezler. Bunlar tıpkı define avcıları gibidir. Define arayıcıları tarihi eserleri, mekânları nasıl define bulmak için yağmalayıp, yıkıp, yakıp, talan ediyorlarsa bunlar da aynı şekilde çalışırlar ve aynı mantığa ve ruhiyata sahiptirler. O yüzden hiçbir önlem düşünmezler bunlar. Bu sadece onların yöneticilerinin, devlet adamlarının iyi ya da kötü niyet taşıyor olmalarından kaynaklanmaz.
Sermaye, belli bir temerküze ulaştığı anda hangi işkolu, hangi alan olursa olsun artık ülke sınırlarının içine sığamaz olur. Ülke sınırlarını aşmak, dünyanın yeraltı ve yerüstü zenginlikleri açısından verimli olan, zengin olan, büyük rezervler barındıran coğrafyalarını ele geçirmek, oraların pazarlarını ele geçirmek ve oralarda o insanları yük hayvanları olarak kullanmak ister. Onların alınterlerini sömürmek ister. Bu kaçınılmaz, engellenemez bu. Dünya emperyalist sistemi var olduğu sürece bunun önüne geçemezsiniz.
Baba tarafından Kazan Tatarı yani Kazan Türkü olan Lenin, Ekim Devrimi’nin büyük Önderi ve Usta’sı 1916’da yazdığı, “Emperyalizm Kapitalizmin En Son Aşaması” kitabında netçe koyar bunu. Ama bizdeki tüm siyasiler Lenin’e düşman.
Niye?
Çünkü o, emperyalizmi dünyanın başdüşmanı olarak görür ve o sistemin yok edilmesi için gerekli yol, yöntem ve metotları ortaya koyar. Bizimkilerse tümüyle, başta söylediğim gibi Amerikan yetiştirmesi.
Yahu bu Amerikancı sermaye partilerinin programlarını açın bakın, hepsi Amerikan muhibbidir bunların. Tayyipgiller’inden, Kaçak Saray’ın Bahçelisi Bohçalısı’na, Akşener’in İYİ’sine, Ümit Özdağ’ın Zafer’ine, Yeni CHP’nin programına varıncaya kadar açın programlarına bakın. Amerikan muhibbiliklerini sergilerler, NATO’yu savunmayı sergilerler, NATO savunuculuğunu sergilerler. Ondan sonra da kalkarlar, yok Amerikan şirketi şu önlemi almamış da, bu önlemi almamış. Almaz ya almaz, alamaz…
Ne demektir bu?
Amerikan şirketleri kalsın, onun NATO’su kalsın, üsleri kalsın, ülkemizde depoladığı atom silahları kalsın, şirketleri kalsın ama önlem alsın, bilime uygun davransın.
Bu ne demektir?
Çok sevdiğim Hayyam’ın deyişiyle; “Kadehi ters tut ama dökme.”
Başka hiçbir anlama gelmez bu.
Bizim programı açın bakın. ABD ve AB Emperyalizmi net, kesin biçimde lanetlenir orada. Yabancı bir şirket eğer ülkemize gelmek isterse iki şartımızı yerine getirerek gelebilir.
Bir, dünyadaki en ileri ve en son teknolojiyi getirecek, o teknolojiyle bir üretim üssü kuracak.
İki, ülkemizde ancak on yıl kalabilecek. On yıl sonra, tümüyle kurduğu fabrikayı, üssü bize devredecek ve çekip gidecek.
Başka türlü hiçbir şekilde yabancı bir şirketin ülkemize gelmesine izin vermeyiz biz.
Ama şu anda ne yapılıyor?
Kargo şirketlerimizden AVM’lere kadar, süt, yoğurt, zeytin, zeytinyağı üreten firmalara kadar, bankalara, limanlara varıncaya kadar hep yabancı tekellere satılıyor.
Bunlar bir teknoloji mi getiriyor ülkemize?
Yoo. Geliyorlar, halkımızı soyup gidiyorlar. Biz, bu mevcut iktidarlar Amerikan Uşağı, hem siyasi hem ekonomik planda sadece ABD ve AB Emperyalist Haydutlarının çıkarlarını savunurlar, onlara çalışırlar, diyoruz ya işte bu sebepten diyoruz. Demek ki, farklı olan yalnız biziz.
İşte bizim Gerçek Devrimci, gerçek yurtsever, gerçek halksever olduğumuzu sadece TRT seçim konuşmalarımızı izleseniz bile buna yüzde yüz tanık olursunuz. O konuşmalarda ülkemizin başdüşmanı olarak, bölgemizin başdüşmanı olarak Amerikan Emperyalist Haydudunu, onun müttefiki Avrupa Birliği Emperyalist Haydutlarını ve onların Türkiye’deki yerli işbirlikçilerini, ortaklarını, kuklalarını koyduk, gösterdik.
Yoldaş’ımız, Çağdaşımız Denizler, Mahirler ne diyorlardı?
“Bizim düşmanımız Amerikan Emperyalizmi ve Türkiye’deki işbirlikçileridir”, diyorlardı.
Önderim Hikmet Kıvılcımlı da aynı tespitte bulunuyordu.
Ve biz de 1967’den bu yana aynı tespitte bulunup aynı doğrultuda savaşıyoruz bu alçaklara karşı.
Denizler’i astıran bu Emperyalist Haydut, Amerikan Çakalı, onun Faşist Diktatörlüğü. 12 Mart 1971’in Faşist Diktatörlüğüdür. Kontrgerillanın, CIA’nın yönettiği, Gladio’nun yaptırdığı bir Faşist Diktatörlüktü o. Yine Kızıldere’de Mahirler’i 10 Yoldaş’ıyla birlikte canavarca katleden yine aynı CIA’ydı.
Ne yapıyordu Mahirler?
Denizleri kurtarmak, idamlarını önlemek için Ünye Radar Üssü’nden ikisi İngiliz biri Kanadalı 3 teknisyeni rehin alıyorlar.
Sinan Cemgil ve Yoldaşları nereye gidiyordu?
Malatya Kürecik’teki Radar Üssünü vurmaya gidiyorlardı.
Demek ki bu Yoldaşlarımız, gerçek düşmanı çok doğru tespit etmişler ve ülkemiz için, vatanımız için, halkımız için canlarını vermişler. Onlar, ülkemizin tarihinin altın sayfalarındaki yerlerini aldılar. Ama onları katleden o Faşist Diktatörler, o cellatlar hep lanetle anılacaklardır tarihimizde.
Ve biz hep şu ölçütü ortaya koyuyoruz değil mi?
“Katil Amerika, ülkemizden ve bölgemizden defol!” diyemeyen her siyasi, her aydın, her akademisyen, her gazeteci ya gafildir, ya korkaktır, ya satılmıştır, ya haindir.
Bunu bizim dışımızda kim diyebilir?
Yoklayın belleğinizi.
Ve işte bu sebepten ne diyoruz biz?
En kahredici gerçekliğimiz, 1950’den bu yana Türkiye Amerika’nın yarısömürgesi durumuna düşürülmüştür. İktidarlara kimin geleceğini, orada ne kadar tutulacağını, onun yerine hangi siyasi parti görünümündeki ekibinin getirileceğini hep o Emperyalist Haydut, o Emperyalist Çakal belirliyor.
Bu ABD, Kanada Parababalarının malı olan yabancı şirketin, altının yüzde 80’ini yağmalayacak olan şirketin çıkaracağı altının, geri kalan yüzde 20’lik kısmını kim yağmalayacak?
Dün de söylediğimiz gibi, Tayyipgiller. Tayyip ve avanesi. Yani burada da vurgunun aslan payı bizzat Tayyip’in kasasına akacak. Tabiî geri kalanını Milyar Ali Yıldırım, Damat Berat ve diğer avane, Çalık Holding’in patronları paylaşacaklar.
Yani hep dediğimiz doğrulanıyor, kanıtlanıyor. Bu Tayyipgiller İktidarı, normal yasalarla çalışan bir burjuva iktidarı değil. Çıkar amaçlı mafyatik bir suç örgütü ki, bu suç örgütünün oluşturucusu, yapıcısı, yönlendiricisi ve patronu yine ABD Emperyalist Haydududur. Defalarca söyledik; Abdurrahim Karslı’nın, Merkez Parti Başkanı, profesör, hukuk profesörü Abdurrahim Karslı’nın, eski televizyoncu Cem Özer’le yaptığı bir programı izleyin. Yine Abdurrahim Karslı’nın TELE 1 patronu Merdan Yanardağ’la yaptığı programı bir izleyin. “AKP aslında nasıl kuruldu?”, diye arama motoruna yazıp tıkladığınız anda karşınıza çıkacak. Tayyipgiller’in her şeyiyle tepeden tırnağa, ABD Emperyalist Haydudu başta gelmek üzere, İngiliz Emperyalist Haydutları ve Siyonist İsrail tarafında kurulduğunu kanıtlarıyla, belgeleriyle kesin ve açık biçimde göreceksiniz. Yine, Abdurrahman Dilipak, Ali Bulaç o kuruluş anının canlı tanıklarındandır. Onlar da aynen ikrar ediyor, aynen Abdurrahim Karslı’nın anlattığı gibi kuruldu AKP, diyorlar.
E, böyle bir iktidar Türkiye’nin halkını düşünecek, vatanını düşünecek değil tabiî. Kendi yapımcısını, kendi iktidara taşıyıcısını ve 22 yıldan bu yana iktidarda tutucusunu düşünecek, ona hizmet edecek tabiî. Karşılığında da küp dolduracak, başka bir amaç yok bunlarda.
Kanada’nın bayrağında, ünlü Kanada akçaağacının yaprağı var değil mi?
Orada yaşayan kardeşlerimiz anlatıyor videolarında. Rastgele, o büyük yüzölçümü ormanlık olan ülkenin ağacının dalından incecik, kırk santimlik bir şıvgın koparınca ve o tespit edilince, santimetre başına 1 dolar olmak üzere 40 dolar ceza ödediğini anlatıyor. Yine Almanya’da, İsviçre’de, Avusturya’da yaşayan insanlarımız anlatıyor; komşunun bahçesindeki ağacın dalları uzayıp gelmiş ve yurttaşımızın ya da hâlâ yurttaşlığı devam ediyor mu bilemiyoruz ama yaşamı oralarda sürüyor, evinin balkonunu kapatmış ağacın dalları. “Bunu kendin kesemezsin. Kıramazsın, koparamazsın, büyük cezası var”, diyor. “Belediyeye, diğer ilgili devlet kurumlarına dilekçelerle başvurdum. Geldiler, baktılar, incelediler, süreç iki sene sürdü. En sonunda gelip dalların bahçeme ve balkonuma uzanan kısmını belirlediler, tespit ettiler. İlgili, yetkili bir ekip bulup onların tespitlerine göre o dalları ancak iki sene sonunda kestirebildim”, diyor. Ülkelerinde böyle hassas davranırlar, doğalarına karşı. Ama bizim gibi ülkeleri cehenneme çevirmek umurlarında bile olmaz.
Çünkü ulaştıkları ekonomik yoğunlaşma derecesi, onları öyle yapmaya zorlar, mecbur kılar. Dünyayı yağmalamak ister onlar en haşin, en acımasız biçimde. Onu yapmayan tekel zaten öbürleriyle rekabet edemez, geriler ve sonunda çöker.
Demek ki, Marks’ın ünlü tespitinde “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı eserinin Önsöz’ünde dediği gibi; “İnsanların zihinsel dünyalarını, düşünce dünyalarını oluşturan onların maddi hayatlarını kazanma biçimleridir.”
Yoksa insanların düşünce biçimi, maddi hayatlarını kazanma biçimini belirlemez. Tam tersine, düşüncelerini, zihin sistemlerini belirleyen maddi hayatlarını kazanış biçimidir. O yüzden emperyalistler böyle düşünmeye, böyle davranmaya mecburdurlar emperyalist tekel olarak kalmak istedikleri sürece. Zaten emperyalizmin en kısa, en özet tanımını yapıyor Lenin Usta; “Tekelci Kapitalizm”, diyor.
İşte buradaki o altın madeni şirketi de dünya çapındaki bir tekelci kapitalist şirket. Öyle davranmaya mecbur. Çıkarı, maddi hayatını kazanma biçimi öyle düşünmeye onu mecbur kılar, mahkûm kılar, belirler.
İşte biz bu yüzden diyoruz; Antiemperyalistiz, Antifeodaliz, Antişovenistiz, diye.
Demokrat olmanın da, özgürlükleri savunmanın da ilk kademesi bu üç ilkeye sahip olmaktır, üç prensibe sahip olmaktır; ona göre düşünmek, davranmak, mücadele etmek, savaşmak zorunda olmaktır.
Emperyalistler, bu ve benzeri soygunları sadece ülkemizde yapmazlar, onlar yine Lenin’in tespitiyle nüfusça dünyanın yüzde 15’ini oluştururlar ama nüfusça dünyanın yüzde 85’ini oluşturan ülkelerin coğrafyalarını yeraltı, yerüstü kaynaklarıyla birlikte, insanlarının alınteriyle birlikte gasp etmek, soymak, vurmak zorundadırlar. Tabiî pazarlarını da ele geçirmek zorundadırlar.
Buna isterseniz sanat âleminden bir örnek vereyim; 19’uncu Yüzyıl ve 20’nci Yüzyıl’da Latin Amerika’daki madenleri işleten sömürgeciler, 20’nci Yüzyıl’la birlikte emperyalizm aşamasına ulaşıyorlar. Tabiî, genelde yerli işçiler ve diğer kısmı da Amerika’dan esir getirilip oraya yerleştirdikleri eski kölelerden oluşan siyahiler oluyor, onları çalıştırıyorlar. Ve bu insanlar, ortalama 35 yaşlarında hayatlarını kaybediyorlar. O madenlerde çalışırken, o madenlerin, mesela bakır madenini, bol çıkıyor Peru’da, elde ederken çıkardıkları zehirli gazları soludukları için. Umurlarında olmuyor bu emperyalistlerin. Onların yerine onların çocukları, genç evlatları vardiyaları dolduruyor.
Bu konuyla ilgili Perulu besteci Daniel Alomia Robles, “El Condor Pasa” adlı bir beste yaptı. Peru’daki bakır madeni işçilerinin dramını anlatan bir bestedir bu. İçtenlikli, hazin bir bestedir. Hem orijinalini dinlemenizi öneririm hem de İspanyol Gitarist Paula Hermesi’nin gitara uyarladığı haliyle dinlemenizi öneririm. Çünkü burada Paula Hermesi aynı zamanda bir klip de yayımlar.
Amazon Ormanları’nı da yağmalıyor ABD Haydutları, bildiğimiz gibi. Doğal hayatı mahvediyor Amazonlar’da. Dünyanın dengesini hiçe sayarak yiyorlar buranın kerestelerini. Bunlar için doğanın hiçbir önemi yok. Tek şey düşünürler; kârlarını alabildiğine artırmak. Yani demek istediğimiz; dünyanın her yerinde aynı davranır emperyalistler. Latin Amerika’da, Afrika’da, Avusturalya’da, Asya’da… Farklı davranmaları olası değil.
Emperyalistlerin bu aşağılık, zalim, acımasız, insanlık dışı sömürü, soygun, vurgun ve katliamlarını bildiğimiz için onlara karşı en kararlı, en uzlaşmaz mücadeleyi veren biz komünistleriz. İşte o yüzden halkımızın gerçek dostu biz komünistleriz. Vatanımızın gerçek savunucusu, ülkemizin bağımsızlığının gerçek savunucusu biz gerçek komünistleriz.
Dün siyasi partilerin temsilcileri İliç’teydi değil mi?
Orada boy gösterdiler 6 Şubat Depremi’nde olduğu gibi. Gidemeyenler de Mecliste ağlama şovu yaptı, Meral Akşener Hanım gibi. Üstelik de sevimli 17’nci Yüzyıl Halk Ozanımız Karacaoğlan’ın bir şiirini kullandı, ki böylelerinin Karacaoğlan’ı ağızlarına almaya bile hakları yok bizce. Karacaoğlan yoksul, çilekeş halkımızın hayatını kazanma biçimini, acılarını, duygularını, yaşadığı coğrafyayı, doğayı, hayvanları anlatır.
Bunların ne ilgisi var bunlarla?
Bir diğer siyasi Ümit Özdağ, İliç’e gitti Antikomünistlik yaptı orada da. Biz hep diyoruz ya, arkadaşlar; bu CIA Milliyetçilerinin belirleyici iki karakteristiği var.
Bir, Amerikan hizmetkârı olmaları,
İki, Antikomünist olmaları.
Dincileri de aynen öyledir,. CIA Dincileri de öyledir. Yani Tayyipgiller, Karamollacılar, Davidson Ahmetçiler, Bebecan Aliciler, Fatih Erbakancılar, Molla Necmettinciler, HÜDA-PAR’cılar onlar da öyledir. Hepsi Amerika’nın ve casus örgütlerinin hizmetindedirler.
Şimdi bu, milliyetçiyi oynayan siyasi önder vatandaşlarımıza soruyoruz; hepinizin “Başbuğ” dediğiniz Alpaslan Türkeş, 1974’de Ecevit’in Türkiye’de afyon ekimini serbest bırakması sonrasında ne dedi? Biz cevaplıyalım:
“Amerika’yı kızdırmayalım, bu kararla kızdıracağız Amerika’yı”, demişti.
Türkiye’de afyon ekimini kim yasaklatmıştı?
ABD Emperyalist Haydudu, değil mi?
Kendi, Afganistan’dan ve Latin Amerika’dan gelen uyuşturucuları pazarlamak için ve sentetik uyuşturucuları pazarlamak için Türkiye’de afyon üretimini Demirel Hükümetleri eliyle sınırlandırmış ve 12 Mart Faşist Diktatörleri eliyle de yasaklatmıştı. Ecevit serbest bırakınca, aynen böyle dedi. Açın, bir tıklayın internette bulunur. E, çünkü kendisi CIA’nın yönetiminde Kontrgerillanın yetiştirdiği, doktrine ettiği bir kişi, bir lider.
Sorarız, bu milliyetçi oynayan partilerin liderlerine; Kahramanmaraş’ta 111 canımızı kim aldı, çoğunluğu kadın, çocuk, yaşlı olan canlarımızı kim katletti?
Yahu o katliamda kadınlar eşlerine yalvarıyorlar; “Beni onların eline bırakma, sen öldür”, diye. Böyle bir cehennemi oluşturan, yaşatan kimdi?
Alpaslan Türkeş’in yönettiği Kontrgerillanın Paramiliter MHP’li militanları, değil mi?
Bunu inkâr edebilir mi bu parti liderleri?
Hayır, edemez.
İstanbul Üniversitesi önündeki 16 Mart Katliamı’nı kim yaptırdı?
7 gencimizi, okulundan evine dönmeye çalışan gencimizi Türkeş’in liderliğindeki MHP’nin Paramiliter elemanları katletti değil mi?
Ankara Bahçelievler’de eline bir tek kere silah almamış 7 genci, TİP’li genci (o zamanki gerçek TİP’li şimdiki bu Erkan Baş’ların, bilmem nelerin TİP’i çakma, sahte TİP, onu sömürmek üzere Amerika tarafından devşirilip o adı kullanması önerilen TİP. İlgisi yok gerçek TİP’le) kim katletti?
Savcı Doğan Öz’ü kim katlettirdi?
Sanatçımız, Akademisyen Bedrettin Cömert’i kim katlettirdi?
Cavit Orhan Tütengil’i kim katlettirdi?
Ve DİSK Başkanı, namuslu Kemal Türkler’in katliam emrini kim verdi?
Celal Adan’nın ifadesinde aynen geçer bunlar, elini, ekin biçer gibi paralel hareket ettirerek onaylıyor Türkeş, Kemal Türkler’in katledilmesini.
Abdi İpekçi’yi kim katlettirdi?
Reddi miras etmediğiniz sürece insan içine çıkmaya utanmanız gerekir. Bu katliamların kanları sizin elinizde, yüzünüzde de olur o zaman.
Ne diyoruz biz?
Gerçek milliyetçilik, sosyalistliktir. Önderimiz Hikmet Kıvılcımlı netçe koyar bunu. Ancak gerçek sosyalistler vatanlarını ve halklarını savunurlar hilesiz, firesiz bir biçimde.
Gerisi?
Gerisi CIA Milliyetçiliği. Amerika’ya, CIA’ya hizmet etmek, onların tekellerine hizmet etmek.
Evet, şu anda çok az da olsa bazı namuslu akademisyenler ABD’yi telaffuz edemeseler de emperyalizm demeye başladılar. Bu da olumlu bir gelişmedir, ilerlemedir. Evet, namuslu aydın olmak, namuslu siyasi olmak iddiasında olan, niyetinde olan her insan, bizim dediğimizi tekrar etmeli. Katil ABD, ülkemizden ve bölgemizden defol, elçiliklerinle, konsolosluklarınla, siyasi, askeri üslerinle, NATO’nla defol git… Bunu diyemediniz mi sahtekârlık yaparsınız. Halkı kandırmaya oynarsınız.
Biz sadece vaat vermeyiz, gerektiği anda hayatımızı da hiç gözümüzü kırpmadan ortaya koyarız. Hiç yüreğimiz temposundan bir fazla sayıda atmaz. İşkencelerde cellatların, sapık cellatların işkencelerinde de aynı inancımızı haykırdık, 12 Eylül Faşist Diktatörlüğü, bizi idam fermanlarıyla kovalayıp başımızın üzerine yağlı urganları sallandırdığı zaman da aynı kararlılıkta davrandık.
Evet, halkımızı koruruz, doğamızı koruruz, hayvanlarımızı koruruz, yeşilimizi koruruz.
İşte şu anda ev hapsindeyim değil mi? Ne için?
Evimizin yanı başındaki metruk gecekondunun bahçesindeki ağaçları, yeşilleri hayvan ve doğa düşmanı Tayyipgiller’in meczuplarına karşı koruduğum için. Ömrümde bir dalı bile kıramam, kırmamışımdır. Yüreğim yanar kırık bir dal gördüğüm zaman. Sadece şu durumlarda yeşil yaprakları koparabilirim; kediciklerim, köpekçiklerim arabaların ezmesi sonucu canlarını verdikleri zaman onları gömerim ve güzel gözlerine toprak dolmasın diye gömdüğüm mezarın hemen kenarındaki ağacın yapraklarından koparırım. O yapraklarla örterim üzerlerini, sonra toprak atarım üzerlerine. Onun dışında bir yaprağı bile koparmaya elim gitmez. Çünkü onun da bir can taşıdığını bilirim. Bu olay sonrasında da tanımadığım bir tek doğasever arayıp geçmiş olsun, dedi bize. Avukatım aracılığıyla, Avukatımız, İl Başkan’ımız, İstanbul İl Başkanı’mız Avukat Pınar Hanım aracılığıyla. Kuzey Ormanları Savunma Platformu’nun Yöneticilerinden.
Neyse, arayan da, aramayan da sağ olsun. Yeter ki doğamızı savunmaya, canlarımızı savunmaya, hayvanlarımızı savunmaya devam etsinler. İstediğimiz, beklentimiz bu. Ama bu düzen değişmedikçe, bu devran sürdükçe bu katliamlar, bu cinayetler devam edip gidecek.
İşte biz ne diyoruz yine bu sebepten?
Tayyipgiller bütünüyle Amerikan yapımıdır, Amerikan devşirmesidir, Amerikan kuklasıdır ve yüz yıldan bu yana gelmiş geçmiş burjuva iktidarlarının en haini, en satılmışı, en canisi, en canavarıdır. “Yüzyılın Felaketi”, diyoruz biz bu Tayyipgiller İktidarı için. Yurtseverlerin, halkseverlerin birincil görevi bu yüzyılın lanetinden kurtulmak; Amerikan Emperyalist Haydudunun boynumuza doladığı bu lanet halkasını çıkarıp, fırlatıp, atmaktır.
İşte o yüzden biz hiçbir CHP’li Yöneticiyle görüşmeden, hiçbir talebimiz olmadan; İstanbul, Ankara, Mersin, Adana, Antalya, Hatay gibi AKP’yle CHP arasında bıçak sırtı bir durum oluşturan şehirlerimizde aday çıkarmayacağız, aktif bir şekilde CHP’nin adaylarını destekleyeceğiz, onlara oy vereceğiz, dedik. İstanbul’da da tabiî ki birincil planda Ekrem İmamoğlu’nu destekleyeceğiz, dedik.
Şimdi bu İstanbul’da aday çıkaran, kazanamayacaklarını yüzde yüz kesinliğe sahip bir netlikle bilmelerine rağmen aday çıkaran partiler, İmamoğlu’na karşı aday çıkaran partiler, doğrudan Tayyipgiller’e çalışmaktadır, onun bu İliç Katliamının da sorumlularından olan, 6 Şubat deprem faciasının da sorumlularından olan Murat Kurum’a çalışmaktadır. Bunun hiç lamı cimi yok.
Demek ki biz ve sadece biz, ülkemizi ve halkımızı her şeyin önünde görüyoruz. Önünde görmeye de devam edeceğiz. Biz, inanmadığımız bir tek cümleyi konuşmayız. Doğru bulmadığımız bir tek cümleyi savunmayız, söylemeyiz. Bizim düşüncemiz de davranışımız da sadece vatanımız, ülkemiz ve halkımız için olur.
Kalın sağlıcakla…
15 Şubat 2024