Bir CIA Projesi Olan 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü Böylesine Hayâsızca Alkışlayıp da Bugün Hâlâ Sol Olduğu İddiasında Bulunan Başka Bir Siyasi Hareket Var Mıdır Türkiye’de? Bilen, Gören, Duyan Var mı?

01.01.2015
1.223
A+
A-

Bin Kalıplı Doğu Perinçek ve PDA Avanesinin İhanete Karmış Hazin Siyasi Serüvenine Dair… (8)

D. Perinçek ve PDA Şürekâsı, 14.12.1981 tarihinde yani, darbeden tam 15 ay sonra, bir şema sunuyorlar faşist cuntanın Askeri Mahkemesine. Bu şemada cuntanın şefi, bizim “Baş Goril” diye adlandırdığımız, ABD uşağı, insan sefaleti Kenan Evren’le kendilerinin nasıl ideolojik birlik içinde olduklarını gösteriyorlar hatta kanıtlıyorlar. İşte biz sizinle böylesine amaç birliği içindeyiz, diyorlar. Böylece de kendilerinin cunta mahkemesince aklanmasını bekliyorlar.

İşte bu utanç verici alçalmanın belgesi. Şemayı aynen bu şekilde kendileri yapmıştır:

“SAYIN DEVLET BAŞKANI KENAN EVREN’İN KONUŞMALARI İLE

“TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ (TİİKP) 1. KONGRE BELGELERİ”

ARASINDAKİ BENZERLİKLER

Sayın Kenan Evren’in sözleri Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi
“12 Eylül’den bu yana sosyalist ülkelerle ilişkilerimiz bağımsızlık, egemenlik, iç işlerine karışmama ve hak eşitliği ilkeleri çerçevesinde düzenli bir şekilde sürdürülmektedir.”(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması) “Demokratik Halk Devleti, bağımsızlığa, egemenliğe ve toprak bütünlüğüne, karşılıklı saygı, saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı yarar ve barış içinde bir arada yaşama ilkeleri temelinde farklı sistemlere sahip ülkelerle bir arada yaşamak için çaba sarf edecektir.”(TİİKP Programı, Madde 18 – TİİKP 1. Kongre Belgeleri s. 79)
“Ege’nin, düşmanlık denizi değil, dostluk denizi haline getirilmesini istiyoruz.”(9 Eylül 1981 günü, İzmir’de halka hitaben yaptığı konuşma) “Ege Denizi… Türkiye ve Yunanistan arasında bir barış ve dostluk denizi olmalıdır.”(Hüseyin Gazi Yoldaşın TİİKP 1. Kongresine sunduğu Merkez Komitesi Raporundan, TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 46-47)
“… bir kısım güçler sinsi faaliyetlerini artırarak, bu iki ülkeyi birbirine düşman yapma çabasına girişmişlerdir.”(9 Eylül 1981 günü, İzmir’de halka hitaben yaptığı konuşma) “Rus sosyal-emperyalizmi, bölgenin tek efendisi olmak amacıyla Türkiye ile Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki çelişmeleri şiddetlendirmek için her tülü manevrayı çevirmekte, Türkiye ile bu ülkeler arasında savaş kışkırtmaktadır.”(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 43)
“… siyasi partilerimiz, yüce Atatürk’ün Cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek…”(12 Eylül 1981 günlü, Radyo-TV konuşması) “MHP… milliyet ve mezhep kavgalarını kışkırtarak…”(TİİKP 1. Kongre Belgeleri, s. 44)

(35 klasörlük TİKP Dava Dosyasından derlediğimiz belgelerin 37’inci sayfasından. TİİKP, 12 Mart dönemindeki partilerinin adıdır. 12 Eylül’ün dava dosyasına kendilerini savunma amacıyla o dönemdeki belgelerinden de bölümler alıp koymuşlardır.)

Dikkat edersek TİİKP’in yukarıda satırlarında bir kere bile ABD Emperyalizminden söz edilmez. Ege’de ve Kıbrıs’ta savaş kışkırtıcılığı yapan, “bölgenin tek efendisi olmak” isteyen “Rus Sosyal Emperyalizmi” imiş.

Gerçekleri bu denli tersyüz ettiklerine mi yanarsınız, yoksa cuntacılar önünde böylesine rezilce diz çöküşlerine mi…

Görüldüğü gibi bunların ihanetleri sadece 12 Eylül öncesi ve sonrasını kapsamamaktadır. Hep söylediğimiz gibi 1969’dan itibaren bunlar “Mao Zedung Düşüncesi”nin müridi olmuşlar, Pekin’i Kâbe edinmişler ve ihanet batağına da o günlerden itibaren batmışlardır. Siyasi hayatları hep bu bataklıkta geçmiştir artık.

Bu eleştirilerimizde sakin olmak için kendimize sürekli telkinde bulunduk. Yoksa bunları savunup yazan insanlarla eleştirel de olsa muhatap olmak aslında bunlara değer vermek olurdu. Fakat öyle bir ortamda yaşıyoruz ki bunlar, Pensilvanyalı İblis’in ya da Tayyipgiller’in yaptığı gibi, insanları kandırmanın bir yolunu buluyorlar. Teslim edelim ki bu konuda çok mahirler. Kalıptan kalıba geçiyorlar da hiç yüzleri kızarmıyor, hiç renk vermiyorlar. Sanki bunların hiçbirini yapan kendileri değilmiş gibi davranıyorlar. Ne diyelim, demek ki insan suretindeki bazı yaratıklarda böyle özellikler olabiliyormuş.

Tayyipgiller ve Pensilvanyalı insanları Allah’la aldatıyor. Bunlarsa sol söylemle. O söylemi her seferinde değiştirseler de bu zırvalamalara kanan insanlar bulunabiliyor. Özellikle de bizim gibi Şark Toplumlarında.

Perinçek ve PDA’nın yukarıdaki şemayı cunta mahkemesine verdiği günlerde, önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, Faşist Diktatörlük Türkiye’nin üzerinden buldozer gibi geçmektedir. Devrimci, sol, sosyal demokrat, demokrat, aydın, namuslu ne kadar insan varsa sorgusuz sualsiz gece baskınlarıyla, gündüz baskınlarıyla evlerinden, işyerlerinden alınıp işkencehanelere götürülmekte ve bazen üç ayı bulan günler ve geceler boyunca insanlık dışı işkencelerden geçirilmektedir. Sonrasında cezaevine tıkılmakta, yargılanmasının başlaması için bazen bir yıl bazen daha uzun süre beklemek zorunda kalmaktadır.

Tanık olduğumuz bir olayı nakledelim:

Ankara Kızılay’da bir gösteri yapılır, devrimcilerce. Polis saldırır. Kaçışır sağa sola devrimciler. Peşlerine düşer polis. Dalar sokaklara, işyerlerine. Genç kimi gördüyse yakalayabildiğini gözaltına alır.

İşte oradaki postanede bir genç hiçbir şeyden habersiz yakınına telefon etmek için sıra beklemektedir. Genç olduğu için hemen alınır polisçe. Oysa olayla hiçbir ilgisi yoktur. İşkenceden geçirilir ve Mamak’a atılır. Mahkemeye çıkabilmek için bir yıla yakın bir süre cezaevinde yatmak zorunda kalmıştı. Mahkemeye çıkabilse olayla ilgisizliğini anlatacak ve kurtulacaktı.

Yani böylesine azgınca saldırıyordu faşizm halka. Tabiî idamlar da sürdürülüyordu. Ve gözaltında ölümler de.

Her türlü örgütlenme ve hak arama yolları yasaklanmıştı. Düşünce açıklamak suçtu.

İşte böyle bir ortamda TİKP’liler, “biz cuntayla işte böylesine düşünce birliği içindeyiz”, diye şema belgeler hazırlayıp sunuyorlardı mahkemelere. Yani aynen MHP’nin söylediğini söylüyorlardı: “Düşüncemiz iktidarda biz ise cezaevindeyiz” diye.

Herkesin bildiği gibi 650 bin insan gözaltına alınmış ve işkencelerden geçirilmiştir o faşist süreçte. Cuntanın hain şefi Kenan Evren; “asmayalım da besleyelim mi?”, diye, insanlık dışı canavarca ruh halini meydanlarda haykırmaktan geri durmuyordu.

Cuntanın bu canavarlıklarını daha da artırması için ona tavsiyelerde bulunuyordu TİKP yöneticileri, aşağıda aktaracağımız belgelerde görüleceği gibi.

Yukarıdaki şemada Doğu Perinçek kendisini “Hüseyin Gazi Yoldaş” diye adlandırıyor. Dikkatinizi çekmiştir sanırız. İnsan acı acı gülüyor, değil mi… Be hain, be fırıldak sen kimsin Battal Gazi’nin babası Seyyid Hüseyin Gazi kim? Bin kırık testinin, bir tane sağlam testinin yerini tutmayacağı gibi senin gibi bir milyar Bin Kalıplı hain de bir Hüseyin Gazi etmez. Neyse…

Bunların ihanetlerine dair belgeleri sıralayalım ki, kimse Doğu Perinçek ve tayfası bunları yapmamıştır, diyemesin. Tabiî Kur’an’ın diliyle söylersek “akıl sahipleri” böyle diyemesin.

“BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ MUSTAFA KEMAL ÇAMKIRAN’IN ALMAN “DIE ACHTZIGER JAHRE” DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER

“Başkanlık Kurulu üyemiz Mustafa Kemal Çamkıran, 12 Eylül harekâtından sonra Almanya’da yayınlanan “Die Achtziger Jahre” dergisine, 12 Eylül Harekâtı ve Ordu hakkında, Partimizin savunduğu görüşler doğrultusunda şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“12 Eylül’de Genelkurmay Başkanı Evren’in önderliğinde yapılan darbe, faşist değildir. (…) Evren’in kamuoyuna ilk konuşmasında, bizim Partimizin bugüne kadar parlamentoyu, AP’yi, CHP’yi ve hakim sınıfları eleştirirken takındığı tutum görülüyor. (…) Darbeye, Sovyet yanlısı unsurlar “faşist” diye saldırıyorlar. (…) Kesinlikle söyleyebiliriz ki, darbe faşist değildir.(…) Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerindeki baskı ve tehdidi artmaktadır. Ona direnen ve bağımsızlığı savunan bütün güçler tutumlarını daha berrak bir şekilde belirlemek durumundadırlar. Bölünmüş, parçalanmış ve anarşiye yuvarlanmış bir Türkiye, bugünkü tarihi dönemde, Sovyetler Birliği’ne direnemez. (…) Ordunun darbesi, Sovyetler Birliği’nin yıllardır Türkiye’ye karşı yürüttüğü bölücü faaliyetlerine açık bir yanıt olarak görülebilir. (…) Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu sorun, siyasi ve ekonomik istikrarı yeniden kurmak, Sovyet tehdidine karşı milli birliği ve milli savunmayı güçlendirmektir. (…) Tutumumuz, darbecilerin olumlu yana gelmesi yönündedir. Halen darbeyi olumlu görüyoruz; ne yaptığını ölçeceğiz. Olumsuz işler yaparsa karşı çıkacağız; ama, başarı kazanmalarını istiyoruz. Bu nedenle, revizyonistlerin darbeye “faşist” diyen kışkırtıcılıkları ile mücadele edeceğiz. (…) Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliği’nin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yöneltilirse yararlı olunur. (…) Bugün Türkiye’yi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır.” (Derginin sayfaları ve Türkçe çevirisi eklidir.)”

“BAŞKANLIK KURULU ÜYEMİZ ÇAMKIRAN’IN İSVEÇ “GNISTAN” DERGİSİNE AÇIKLADIĞI GÖRÜŞLER

“12 Eylül Harekâtından bir hafta sonra Alman dergisine yukarıda özetlediğimiz mülakatı veren Çamkıran, Harekâttan iki hafta sonra da İsveç’te yayınlanan “Gnistan” dergisine görüşlerini belirtmiştir. Bu görüşlerde Partimizin Ordu, parlamento, demokratik haklar, anarşi, bölücülük ve ayrılıkçılık, Sovyetler Birliği’nin tehdidi ve MHP terörü konusundaki tutumunu yansıtmaktadır.

“Çamkıran’ın açıklamalarında savunmamız açısından belirtmek istediğimiz görüşler şunlardır:

“Darbeden önceki bir buçuk yıl içinde Partimizle askerler arasında benzer görüşler gelişti. Bugün askeri yönetim içinde kilit mevkilerde bulunan kişiler, bizleri yurtseverler olarak kabul ederler.” (agy, s. 89-90)

Yukarıdaki satırlarda açıkça görüldüğü gibi faşist cunta generalleriyle TİKP yöneticileri birbirlerini “dost kuvvetler” olarak görmektedirler.

Yine görüldüğü gibi her ikisinin de başdüşmanı Sovyetler Birliği’dir. TİKP’in iddiasına göre de darbe, Sovyetler’in tutumuna karşı bir cevap olarak yapılmıştır.

Faşist darbe TİKP’e göre Amerikancı değildir. Yurtsever güçlerin yaptığı bir harekâttır. Ve Moskova’nın Türkiye’yi işgal planlarına karşı yapılmış bir harekâttır. İşte böylesine hezeyan içindedir Doğu Perinçek ve TİKP hainleri.

Darbenin Amerikancı olduğu Moskova’nın iftirasıymış, yalanıymış TİKP şeflerine göre. Şöyle diyorlar:

“Sovyet haber ajansı TASS, darbenin ABD yanlısı olduğunu söylüyor. Sovyet propagandası kendi beşinci kolunu ve solcuları kışkırtmaya çalışıyor. Aynı zamanda Batı Avrupa’yı kendilerinin “kanlı rejim” dedikleri rejime karşı etki altına almaya çalışıyor.

“(…)

“Partimize bir şey olmadı. Parti önderliği aranmıyor. İki parti yerel yöneticisi tutuklandı, fakat derhal serbest bırakıldılar. Tutuklamaları henüz iyi bilmiyoruz. Aydınlık gazetesi kapalı, fakat karar Milli Güvenlik Konseyi’nce değil, darbeden bir gün önce İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından verilmiş.

“Gazetenin kapatılması askeri yönetim içindeki çelişkilerin belirtisidir. En kısa zamanda tekrar çıkmaya başlayacağını ümit ediyoruz.” (agy, s. 124)

Şimdi, bu iddiaları öne süren ekibin şefine ya da daha doğrusu şeyhine soralım:

Hafız, 12 Eylül Faşist Darbesi Amerikancı değilse Paul Henze’in “our boys”u kimler? Bunlar faşist cuntanın satılmış generalleri değilse baban mı, amcan mı? Kim bunlar?

Burjuva aydını, gazetecisi, televizyoncusu Mehmet Ali Birand bile 12 Eylül’ü anlatan “12 Eylül Saat: 04.00” adlı kitabında faşist generallerin, bu hain, satılmış generallerin, bu şerefsiz takımının, CIA’nın Ankara İstasyon Şefi Paul Henze’in “our boys”u olduğunu netçe ortaya koyar.

Düşünebiliyor musunuz, Doğu Perinçek ve PDA sefaletlerinin nerelere savrulduklarını?.. Bir burjuva gazetecisi bile gerçeği görüyor, bunlarsa hiç utanıp arlanmadan gerçeği tersyüz ediyorlar. İnsan bunlarla uğraşırken inanın çok rahatsız oluyor. Midesi bulanıyor yer yer, insan suretindeki bu yaratıkların nasıl bu kadar alçalabildiklerine üzülüyor. Neyse deyip geçelim yine…

Bunlar, darbeyi sadece kendilerinin yıkayıp yağlamasıyla yetinmeyi yeterli bulmuyorlar. İstiyorlar ki, Avrupa’daki kendileri gibi Maocu, Enver Hoca’cı bilmem neci aydın yazarçizer takımı da faşist darbeye alkış tutsun. Darbe de amacına tam ulaşsın. Yani devrimcilerin, demokratların ve antiemperyalistlerin, yurtseverlerin kökünü tam kazısın. Şöyle derler:

“TİKP’in görüşleri çerçevesinde açıklamada bulunduğu söylenen Mustafa Kemal Çamkıran’a soruluyor:

“Federal Almanya’daki solcular, komünistler, Türk halkını ve Türk işçi sınıfını nasıl destekleyebilirler?

“Çamkıran: Eğer siyasi çevreleri ve Alman halkını, darbeye karşı Sovyetler Birliği’nin başlattığı karalama kampanyası konusunda aydınlatır ve buna karşı bir tutuma yönlendirirlerse yararlı olur. Batı Avrupa ve özellikle de Almanya’daki kamuoyu ve demokratlar Türkiye üzerinde çok etkilidirler. 12 Mart 1971’den sonraki diktatörlük döneminde Avrupa’daki demokratik tutum ve kamuoyu Türkiye halkına çok yararlı olmuştur. O zamanki faşist rejimin Avrupa’dan tecrit olması, çöküşün hızlanmasına hizmet etmişti. Bugün Türkiye’yi tecrit etme çabalarına karşı çıkmak gerekir. Siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan tecrit olmuş bir Türkiye, Sovyetler Birliği’nin tehdit ve yıkıcılığı karşısında korunaksız kalır. Sovyetler Birliği’nin Beşinci Kolu, 12 Eylül Harekâtının darbelerinden kaçınabilmek için Avrupa kamuoyunun desteğini elde etmek istiyor. Türkiye Halkının özgürlüklerden yararlanabilmesi için, Rus Beşinci koluna ve MHP’ye ağır darbeler indirilmesi gerekir. Devlet bunları bastırmalıdır. Bu demokratik bir tutum olur. Bu konuda, beşinci kolun Alman kamuoyunu yanıltmaya yönelik propagandasından etkilenmemek gerekir.” (agy, s. 131)

Bu insan sefaletlerinin “Sovyetler Birliği’nin Beşinci Kolu” dediği, başta Eski Sahte TKP’nin yani İ. Bilen TKP’sinin taraftarları gelmek üzere Maocu ve Enver Hocacı olmayan tüm sol kesimdir, sol gruplardır. Tabiî bunların içine Mahirler’in, Denizler’in geleneğinden gelenler de dahildir ve biz de dahiliz. Yani Kıvılcımlı’nın devamcıları da dahildir.

İşte bize “ağır darbeler indirilmesi gerekir”miş. “Devlet” bizi “bastırmalı” imiş. “Bu demokratik bir tutum olur”muş.

Görüyor musunuz ahlâksızların demokratik tutumdan ne anladığını?

Açıkça diyorlar ki, daha fazla gözaltı, daha fazla işkence, daha fazla idam ve daha fazla uzun hapislik. İstedikleri bu.

İnsanın bu alçaklıkları karşısında sinirlerine hâkim olması, kendini tutması zor oluyor, değil mi yoldaşlar?

Bu TİKP Avanesi hayata, topluma, devrime ilişkin tüm gerçekleri tersine çeviriyorlar. Tersyüz ettikten sonra sunuyorlar. Yani gerçeğin tam karşıtını, zıddını, gerçeğin kendisi diye sunuyorlar. Böyle yapmakla da bire bir CIA’nın, Pentagon’un, Washington’un tezlerini savunmuş oluyorlar. Bir bakın şu sözlerine:

“Toprak Devrimi Programında Yer Alan “Karşı-Devrimci Sözünden Ne Anlıyoruz:

“Toprak Devrimi Programı içerisinde ‘karşı-devrimci eyleme kalkışan’ ibaresi var. Nedir karşı-devrimci eyleme kalkışmak? Önümüzdeki dönemde, ‘karşı-devrimci eyleme kalkışmak’ Sovyetler Birliği’nin hesabına çalışmaktır. Bunun dışında bir karşı-devrimci eylem olamaz.” (Fatih Attila, tape metin, s. 24) (agy, s. 123)

Demek ki bunlara göre Amerikancılık, NATO’culuk, CIA’ya hizmet, AET (AB)’cilik, faşist cuntacılık, darbecilik, muhbirlik, Özel Harp Dairesini savunmak yani Gladyoculuk “karşıdevrimci eylem” olmuyor.

Sovyetler ve Sosyalist Kamp’tan yana olmak karşıdevrimcilik oluyor. İnsan nasıl isyan etmez bu alçaklık, bu şerefsizlik karşısında.

Bunlara göre ABD barış cephesinin bileşenlerindenmiş. Bakın ne diyorlar:

“… Savaş, bütün ülkelerde, bütün dünyada, savaşın gerçekten başını çekenlere karşı yürütülmelidir. Bugün Rusya’ya karşı barışı savunan bütün kuvvetler, ister emperyalist olsunlar, ister sosyalist olsunlar, isterse başka türden bir kuvvet oluştursunlar, bunlar barışı savundukları için dünya barış cephesinde bir kuvvettirler.

“Bugün savaşa kimin buhranı yol açıyor? Yaygın bir revizyonist propaganda var, batının buhranı yumuşamayı sona erdiriyor ve savaşı getiriyor diye. Bunun kaynağı, doğrudan kendisi savaşa doğru ilerlemek zorunda kalan, bir buhran içinde olan Rus sosyal emperyalizmidir. Bugün, dünya savaşı tehlikesi doğrudan doğruya Sovyetler Birliği’nin bütün alanlardaki buhranından kaynaklanmaktadır.” (agy, s. 121)

Bu döneklere soralım şimdi: Sovyetler Birliği de yok, Sosyalist Kamp da yok. Peki savaşlar var mı?

Var, değil mi?

Hem de nasıl azgın, acımasız. Bombardımanlar, katliamlar, işgaller yapılıyor. Uluslararası hukuk ayaklar altına alınıyor. Bağımsız devletlere hiç sebepsiz, namussuzca bahanelerle saldırılıyor, işgaller yapılıyor, devlet başkanları idam ediliyor, linç ettiriliyor. Ve ortalama 5 milyon civarında masum Müslüman insan hayatını kaybediyor. Milyonlarcası yerinden yurdundan kaçıyor canını kurtarmak için. İşte 1 milyon 200 bin ila 1 milyon 250 bin arası Suriyeli Türkiye’de.

Bütün bunları kim yapıyor?

ABD, NATO, Avrupa Birliği ve Tayyipgiller gibi, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi emperyalizm uydusu devletler, birlikler, hükümetler, değil mi?

Yani sizin on yıllar boyunca “dünya barış cephesinin bileşenleri” dediğiniz emperyalist haydutlar ve onların bölgedeki işbirlikçileri.

Bu gerçek karşısında hiç mi utanıp arlanmıyorsunuz? Biz on yıllarca ne halt etmişiz diye hiç mi düşünmüyorsunuz? Hiç mi pişmanlık duymuyorsunuz yaptığınız, ettiğiniz ihanetlerden dolayı?

Fakat duymazsınız, değil mi?

Sizde vicdan yok ki… İnsani değerlerin, ahlâki değerlerin zerresi yok ki… His yoksunusunuz. Hollywood’un biyonik adam dediği robotlaşmış yaratıklarsınız siz. Allah acısın size, ne diyelim başka.

Devam ediyor bunlar, cunta mahkemesine verdikleri belge dilekçelerinde:

“1. genel kongremizin belirleyici özelliği, dünyamızın bir savaş tehlikesi ile, ülkemizin bir istila tehdidi ile, doğrudan doğruya yüz yüze geldiği koşullarda, dünya halklarının baş düşmanı Sovyet sosyal emperyalizmi ile ABD’yi, kesin bir tutumla ayırt etme ve ABD’nin içinde bulunduğu en geniş dünya barış cephesinin oluşturulması, güçlendirilmesi ve bu tutumda ısrar edilmesi anlayışının tespiti olacaktır. Sayın genel başkanımız Doğu Perinçek dün yaptığı açış konuşmasında raporumuzun bir özetini sunarken genel kongremize bir ayı aşkın süreden beri yürütülen tartışmalar ışığında yeni bir strateji önerisi sunmuştur. Bu strateji önerisi Sovyetler Birliği’ni Türkiye’nin ve Dünya halklarının tek baş düşmanı olarak almak ve ona karşı en geniş Dünya barış cephesini kurmak ve milli savunmaya öncelik tanıyarak Türkiye’nin milli bağımsızlığını savunma ve bir milli direnmeye hazırlanma stratejisidir. (Mustafa Kemal Çamkıran, tape metin, s. 21) (agy, s. 107)

O günleri yaşamayan gençler belki şöyle düşünebilirler: ya tamam o günlerde böyle tutarsız, ipe sapa gelmez tezler savunmuş ama bugüne gelelim. Bakın bugün doğru yerde…

Böyle bir görüşe katılınamaz. Bunlar, 1969’dan 1985’e kadar tam 16 yıl boyunca böyle zırvalamaları tekrarlayıp durdular. İşte sadece 12 Eylül Darbesi sonrasında kendi ayaklarıyla “tıpış tıpış” giderek teslim oldukları cuntanın mahkemelerinde yaptıkları savunma ve verdikleri ifadelerinde hep bu türden binlerce sayfa tutarındaki zırvalamaları tekrarlayıp durmuşlardır. Biz 35 klasörlük dava dosyasından seçerek 673+478 (toplam 1151) sayfalık bölümün fotokopisini alıp iki büyük boy kitap halinde ciltledik. İnanın, her sayfa bunlara benzer namussuzca zırvalamalarla dolu. Nasıl bıkıp usanmadan aynı şeyleri tekrar edip durmuşlar. İnsan anlamakta, hani ne derler, biraz zorlanıyor. Gerçi bunlarda normal his yok. Yani duyan, üzülen, acı çeken, heyecanlanan kişilik, bir ruh ve zekâ yok. Bunlarınki internet ortamındaki savaş oyunları figürlerinin zekâsına benzer bir yapay zekâ. O oyunları ne kadar oynasanız aynı tepkilerle karşılaşırsınız. Bunlarınki de öyle bir şey. Nihat Genç, Tayyipgiller için söylüyordu “bunlarınki bilgisayarlardaki gibi yapay bir zekâ”, diye geçenlerdeki bir televizyon programında. TİKP’liler de bu türden olduğu için o yıllarda bunlardan hangisini konuştursanız, hep aynı zırvalamaları noktalama kullanmaksızın döktürürdü.

Bu belgeleri merak eden, İP’li veya değil, her içtenlikli insana vermeye hazırız. Parti merkezlerimize başvurmaları halinde, kim olduklarına bakılmaksızın dostça karşılanacaklardır.

Bu yazı serimizde kullandığımız diğer belgelerin de bir örneğini verebiliriz isteyen arkadaşlara. Demek istediğimiz, gerçeğin peşinde koşan, onu bulmak isteyen her arkadaşa yardımcı olmaya hazırız. Zaten devrimci görev ve sorumluluğumuz da bunu gerektirir…

Meselenin daha da aydınlatılması ve okuyan her içtenlikli arkadaşın duraksamadan kavraması için TİKP tekkesinin mecnunlarının söylediklerine biraz daha bakalım:

“Rusya dünyamızın ve ülkemizin baş düşmanıdır. Çıkacak savaşı önlemek için Rusya’ya karşı çetin bir mücadele yürütmek gerekir. Çeşitli ülkelerde kurulan sosyal-faşist iktidarları yıkmak için ya da öyle bir tehlikeyi önlemek için Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Yapılan devrimleri korumak, güçlendirmek için de Rusya ile mücadele etmek gereklidir. Bu mücadelede bütün dostları kazanmak lazımdır. Rusya’ya karşı bütün ülkeleri, bütün milletleri birleştirerek birlikte mücadele etmek gerekiyor. Bugün uluslararası proletarya hareketinin tarihi görevi budur. Türkiye işçilerinin, köylülerinin partisi TİKP’in görevi de budur. Ülkemizde Rusya ile mücadele örgütlemek, Türkiye’de bütün güçleri birleştirmek; Bu görev partimizin en önemli görevidir.” (Zihni Erdem, tape metin, s. 34)

“Bugün Rusya’ya karşı mücadele etmeden, ulusal bağımsızlık mücadelelerini desteklemeden bırakın devrimci olmayı, namuslu bir demokrat bile olunamaz.” (Ali Yaşar Erçetin, tape metin, s. 39),

“Mihenk taşı olarak alınan mesele Rusya meselesidir. 1974’ten önce her şeyi ABD belirlerdi. Her şey ABD’ye karşı rengini alırdı. ABD’ye ne kadar yakınsan o kadar siyah, ABD’ye ne kadar uzaksan o kadar kırmızıydı, her şey. Ama bugün tamamen değişmiştir durum. Bugün her şey Rusya’ya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusya’dan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir… Olaylara rengini veren etken ne ise, o baş düşmandır… Rusya’nın baş düşman ilan edilmesi erken değildir, aksine tam zamanıdır; Dünya gerçeklerine uygundur.” (Hasan Yalçın, tape metin, s. 42) (agy, s. 108)

Şu zavallı mantığa bakın. Ne diyor rahmetli gariban Hasan Yalçın?

“Bugün her şey Rusya’ya ne kadar yakınsa o kadar siyahtır. Rusya’dan ne kadar uzaksa o kadar kırmızıdır. Yani devrimcidir…”

Sovyetler Birliği’ne yakın olan, muhakkak ki Sosyalist Kamp’ı oluşturan sosyalist ülkeler ve dünyadaki sosyalist hareketler, örgütler, insanlardır. İşte bunlar Hasan Yalçın’a göre “en siyah” ülkeler, hareketler, örgütler ya da kişilermiş. Yani en karşıdevrimciymiş bunlar.

Peki “kırmızı”, “devrimci” kuvvetler kimlermiş?

Sovyet Rusya’ya en uzak olanlar.

En uzak kimdir yoldaşlar Sovyetler Birliği’ne? Ya da en karşı olan kimdir?

ABD’dir, CIA’dır, Pentagon’dur, AET’dir (AB’dir), değil mi?

Bu konuda hiç tereddüdümüz yok.

O zaman ne oluyor yoldaşlar?

En kırmızı olan yani en devrimci olan bunlar oluyor, değil mi?

Güler misiniz, ağlar mısınız yoldaşlar şu zavallılık karşısında. Geçelim yoldaşlar.

Hasan Yalçın rahmetli ama şu an hayatta olanlar akıllarını kullansınlar. Böyle zavallı, acınacak durumlara düşürmesinler kendilerini. İhanete karmasın yapıp ettikleri. Yoksa, ABD Emperyalistlerine hizmet etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmazlar. Yazık ederler kendilerine de, insanlıklarına da, emeklerine, çabalarına da…

Ömrünü TİKP dergâhında psikolojik sorunlu şeyhinin hizmetinde geçiren gariban Hasan Yalçın’ın saçmalamalarına bir örnek daha verelim:

“XXII-BERAAT KARARI ADALETİN VE ÜLKE MENFAATLERİNİN ZAFERİ OLACAKTIR

“12 Eylül harekâtının amaçlarını hatırlatmak isterim. Türkiye’yi 12 Eylül’e Şefik Hüsnü’nün bayrağını taşımak ya da ‘sınıfsız toplum’ amacı gütmek getirmemiştir. 12 Eylül bize karşı yapılmış değildir. 12 Eylül, teröre son vermek, milli birlik ve iç barışı sağlamak amacında olduğunu açıklamıştı. Kurulduğu andan itibaren bu amaçlar uğruna, neredeyse tek başına mücadele etmiş bir partinin bu dönemde cezalandırılmasının doğuracağı çelişmeyi hiçbir şekilde açıklamak mümkün değildir.

“Bu davada verilecek herhangi bir ceza, terörle mücadeleye, iç barışa ve milli birliğe, yani 12 Eylül’ün amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır.” (agy, s. 357)

Ne diyor zavallı H. Yalçın?

12 Eylül’ün açıkladığı amaçlarla partimizin izlediği siyasetin amacı aynıdır. O bakımdan bize verilecek bir ceza doğrudan 12 Eylül harekâtının amaçlarına indirilmiş bir darbe olacaktır.

Adamlar bu kadar özdeşleştiriyorlar 12 Eylül Faşist Darbecileriyle kendilerini, partilerini, ideolojilerini.

Özdeşleştirmekte de haklılar. Çünkü 12 Eylül bir CIA operasyonudur. Bunların yaptığı ise Önderimiz Kıvılcımlı’nın deyişiyle “CIA Sosyalizmi”dir. İkisinin de amacı Sovyetler Birliği’ne, Sosyalist Kamp’a, antiemperyalistlere ve devrimcilere düşmanlıktır. Ve bu sistemlerin, hareketlerin yok edilmesidir.

Bu sebepten de başlarına gelene şaşırıyorlar; biz aynı yolun yolcularıyız. Ama siz buna rağmen bizi niye tutukluyorsunuz?

Hatırlayalım ki 12 Eylül Faşist Darbecileri, Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’nin yöneticilerini de tutukladı. Finans-Kapitalin has partisi Amerikancı Adalet Partisi’nin yöneticilerini de tutukladı. Tefeci-Bezirgân sermayenin Ortaçağcı partisi Milli Selamet Partisi’nin yöneticilerini de tutukladı. Ve bir burjuva partisi olan CHP’nin yöneticilerini de tutukladı. Bu, CIA’nın oynadığı oyunun gereğidir. Kıvılcımlı Usta’nın dediği gibi; CIA ve Türkiye’deki işbirlikçileri ne zaman sola karşı bir harekâtta bulunmuşlarsa hep “biz sağa da sola da karşıyız” kandırmacasını kullanmışlardır, o demagojik alçaklığın ardına saklanmışlardır. Burada da öyle olmuştur. Yani o türden tutuklanmaları göstermeliktir, halkı kandırmaya yöneliktir. Nitekim bunlar (TİKP’liler), kısa bir süre Mamak Zindanı’nda kaldıktan sonra hemen oradan alınmışlar ve Parababalarının diğer parti yöneticilerinin tutulduğu Ordu İstihbarat ve Dil Okulu’na nakledilmişlerdir. Oradaki rahat ortamda Türkeş’lerle, Yaşar Okuyan’larla, Necmettin Erbakan’larla ve CHP yöneticileriyle geyik çevirerek günlerini geçirmişlerdir.

Oradaki hapislik günlerini anlatan bir kitap da yazmıştır Oral Çalışlar, “Liderler Hapishanesi” adlı. Kaynak Yayınları’ndan çıkmıştır bu kitap 1986’da. Burada çağrışım oldu:

Yukarıda dedik ya; TİKP’liler bu hapishanede Türkeş ve avanesiyle, Erbakan ve avanesiyle esnaf muhabbeti yaparak-geyik çevirerek dostluk, kardeşlik içinde günlerini geçirmişlerdir, diye. İşte bu ortamı gerçeğe uygun ya da yakın bir biçimde yazmış Oral Çalışlar ilkin. Gözden geçirmiş TİKP yönetimi yazılanları. Demişler ki, ya bu kadar açık anlatılmaz. Sonra tabanımız tepki gösterir buna. Siz dil okulunda faşist MHP yöneticileriyle, dinci MSP yöneticileriyle kardeşçe yaşamışsınız. Olur mu böyle şey? Nerede kaldı bizim devrimciliğimiz derler, demişler herhalde. Ve Oral Çalışlar’dan kitabını bu açıdan yeniden gözden geçirmesini ve düzeltmesini istemişler. Diğerleriyle aramızdaki ilişkiler daha mesafeli olsun, daha soğuk olsun anlatımında, demişler. Çalışlar da denileni yapmış. Kitabın bu yeni haliyle yayımlanmasına karar vermişler. Bu arada da tahliye olmuşlar. Ankara’da yapılmış bu işler. Kitap İstanbul’da basılacak. Kitabı o günlerde İstanbul’a gelecek olan Doğu Perinçek’e vermişler, o da getirip Kaynak Yayınevi görevlilerine teslim etmiş.

Kitap yayımlanmış. Tabandaki TİKP üyeleri de okumuşlar tabiî. Fakat görüleceği gibi kitabın bu seyreltilmiş yazımında bile TİKP’lilerin Türkeş’lerle, Erbakan’larla dostluğu gizlenememektedir. Çünkü olayın aslı budur. Okuyanlar tepki göstermiş bu duruma. Bu nasıl şey, nasıl yayımlanır böyle bir kitap, demişler. Ve biri Doğu Perinçek’e sormuş bunu. Verdiği cevap aynen şudur:

“Ya bundan benim de haberim yok. Ben de yayımlandıktan sonra gördüm kitabı.”

Bu olay, Gün Zileli’nin bulunduğu bir ortamda gerçekleşir. Tabiî Gün Zileli olup bitene baştan itibaren tanıktır. Önderi Perinçek’in bu yalancılığı karşısında şaşıp kaldığını belirtir. Anılarını anlattığı 4 ciltlik kitaplarından birinde. Bu sebepten Gün Zileli’nin bu anı kitaplarını okuyun diyoruz ya. Onlarda eksik vardır ama yalan yanlış yoktur kanımızca.

Bu PDA Avanesi, 12 Eylül Faşist Generalleriyle o denli kaynaşmıştı ki, onların yaptığı zulmü az bile buluyordu. Onları zulümlerinde daha da pervasız ve acımasız olmaları için teşvik ediyordu. Şu satırlara bakın:

“Katillerin ve halk düşmanlarının hak ettikleri cezayı çekmeleri gerektiğini bütün kitle önünde açıklıyor ve sahte solcuların propagandalarını yerle bir etmeye çalışıyoruz.” (7 Eylül 1981, Ömer Faruk Ciravoğlu-Enver Özen) (agy, s. 77)

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, TİKP yöneticilerinin faşist cuntaya verdiği bu utanç verici destek cunta tarafından da takdirle karşılanmıştır. İşte bunu anlatan satırları:

“TUTUKLU BULUNDURULMAMIZ DIŞ TEHDİDE ve TERÖRE HİZMET EDER

“Devlet Başkanı Sayın Evren, 12 Eylül’ün birinci yıldönümünde çok önemli bir bilanço yapmıştır. Sayın Devlet Başkanı, bu konuşmasında Türkiye’deki terör ve anarşinin Sovyetler Birliği’nin emellerinden kaynaklandığını olgulara dayanarak açıklamış, öte yandan Devleti korumak iddiasıyla ortaya çıkan ırkçı ve mezhepçi terör odağını da mahkum etmiştir. Basın, Türkiye Devletinin anarşi ve terör konusunda ilk defa berrak bir tahlil yaptığını belirtmiştir. Gerçekten de, Partimizin kurulduğu günden beri anarşinin kaynağı konusunda yaptığı tahliller, 12 Eylül’den bir yıl sonra bugün, Devlet tarafından da benimsenmiştir. Partimizin terör ve anarşi konusunda Meclis ve Senato Komisyonlarına gönderdiği raporlar geldiği zaman, bugün devlet başkanının açıkladığı tahlil ve olguların Partimiz tarafından daha o zaman berrak bir şekilde tespit edildiği görülecektir. Esasen dava dosyasında bulunan çok sayıda belge de bunu göstermektedir.

“Devlet Başkanı, 12 Eylül 1981 günlü konuşmasında önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:

‘Bazı ülkelerin Türkiye üzerindeki emelleri değişmedikçe, anarşi ve terör tam olarak bitmeyecektir.’

“Bu tespit karşısında, hâlâ bizleri tutuklu bulundurmak Türkiye’nin geleceğine karşı kayıtsız bir tutumdur. Türkiye’de, hem Sovyetler Birliği’nin emellerine, hem de anarşi ve teröre karşı başından beri en kararlı ve tutarlı tavrı alan Partimiz olmuştur. İktidarların ve çeşitli devlet kurumlarının anarşi ve terör odaklarını himaye ettiği vurdumduymazlık ortamında sorumlu davranan bir tek Partimiz olmuştur. Dünyadaki çalkantı dinmemekte, tam tersine daha büyük sarsıntılara doğru ilerlemektedir. Türkiye üzerindeki dış tehdidin arttığı Devletin de tespit ettiği bir olgudur. Bu yüzden, terörün de tam olarak bitmeyeceği görülmektedir. Bu katı gerçeği tespit ettikten sonra, biz TİKP yöneticilerini hâlâ tutuklu bulundurmak hiç kimseye izah edilememektedir. Ordunun ve hükümetin önde gelen yetkilileri, görüştükleri yerli ve yabancı şahsiyetlere, TİKP yöneticilerinin tutuklanması ve Aydınlık Gazetesi’nin kapatılmasının yukarıdaki tahlil ışığında bir hata olduğunu belirtmektedirler. Hukuken suçsuz olmamız, bugün siyasi açıdan haklı olmamızla da perçinlenmiş bulunmaktadır.” (Doğu Perinçek’in 28.09.1981 tarihinde Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkeme Başkanlığına gönderdiği dilekçe, agy, s. 100-101)

İşte böyle yoldaşlar. Bunlar böyle. Bunlar için en uygun tanım şu olur herhalde: Amerikancı faşist cunta ve dalkavuğu. Ya da soytarısı mı daha uygun düşer? İkisi de olabilir bizce…

Bu soytarıların, bu döneklerin, bu sahte solcuların ihanetlerini iyice gözler önüne sermek için bir iki bölüm daha aktarmak istiyoruz, bunların utanç verici belgelerinden.

Doğu Perinçek’in, cuntanın baş faşisti Amerikanofil Kenan Evren’e gönderdiği, “Sayın Orgeneral Kenan Evren, Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı” başlığını taşıyan mektubundan:

“Öte yandan basit bir telefonla ya da bildirimde bulunarak ifadeye çağırılmamız imkanı varken, parti yöneticileri olarak evlerimize gece yarıları baskınlar yapılmış ve ailelerimize hakarette bulunulmuştur.

“Bu uygulamalar bağımsız yargı organlarının işlemleri olmayıp, Milli Güvenlik Konseyine karşı sorumlu olan hükümete bağlı olması gereken bazı görevlilerin tasarruflarıdır. Sayın Devlet Başkanı, bütün bunlar bende derin kaygılar uyandırdı. Her şeyden önce arz etmek isterim ki TİKP yöneticileri olarak hesabını veremeyeceğimiz, göğsümüzü gere gere savunamayacağımız tek bir faaliyetimiz yoktur. Partimiz bugüne kadar tek bir terör eylemine, tek bir cinayete, yurdumuza ve halkımıza karşı tek bir harekete karışmış değildir. Bu konuda hiç kimsenin tek bir kanıt getiremeyeceğinden ismim kadar eminim. Bugüne kadar ülkemizin birliğini ve bağımsızlığını, halkımızın özgürlüğünü ve iç barışı, sizin bildirilerinizde açıkladığınız tutumla, yani ölümden korkmadan savunduk. Terör odaklarıyla en küçük bir ilişkimiz olmadığı gibi, onlara karşı kesin tutum aldık ve yurdumuzda iç barış için varımızı yoğumuzu ortaya koyduk. Kanunlara uymaya büyük özen gösterdik. Bütün bunları, gerektiğinde mahkemeler önünde kanıtlayacağımızdan hiçbir şüphemiz yoktur. Gerçekler aydınlandığında mahcup olmayacağıma güvenerek bunları kesinlikle bilgilerinize sunabiliyorum.

“Bizi suçlayacak herhangi bir malzemesi olmayan ve kim olduğunu bilmediğim bazı güçlerin, yalnız Partimize karşı değil, ülkemize ve bugünkü yönetime karşı da komplo içinde olduklarını düşünüyor ve düşüncemi size çekinmeden arz ediyorum.” (agy, s. 143-144)

İşte böylesine diz çöküyor ve aman diliyor faşist diktatörden Doğu Perinçek. Onu nasıl sevdiğini ve ona nasıl içtenlikle bağlı olduğunu sergiliyor yukarıdaki satırlarında, değil mi yoldaşlar? Tam bir ihanet, düşkünlük, teslimiyet…

Burada çağrışım oldu. “Tek bir cinayete karışmış değildir Partimiz”, diyor. Düpedüz yalan söylüyor. En azından masum bir ODTÜ öğrencisini linç ederek öldürdüklerini, Gün Zileli anılarında çok açık biçimde anlatıyor.

Olay şöyle olmuş:

Bunlar eski Sahte TKP’nin yani İ. Bilen TKP’sinin savunucularını “Rus Sosyal Emperyalizminin Beşinci Kolu” diye tanımlıyorlar ya ve ona karşı mücadele öngörüyorlar ya. İşte o çerçevede kapışmışlar bir akşamüstü İ. Bilen sahte TKP’sinin gençlik örgütü olan İGD’li (İlerici Gençler Derneği) gençlerle bunların taraftarları. İGD’liler bunlara baskın gelmiş, Ankara’daki parti binalarına kadar kovalamış bunları. Ve gitmişler. Sonrasında bunlar hazırlanmışlar, donanmışlar İGD’li avına çıkmışlar.

ODTÜ öğrencilerini okula getirip götüren özel otobüsler vardır. Bunların da kendilerine ait durağı vardır. Öğrencileri oradan alır, okula götürür, ders bitişi de okuldan alıp o durağa getirir.

İşte o anda hiçbir şeyden haberi olmayan İGD üyesi bir ODTÜ öğrencisi okulundan çıkıp otobüsle o durağa gelir ve iner. Bunlar sadece İGD’li olduğunu bildikleri bu gence hep birlikte kalın sopalarla saldırırlar. Genç, hiçbir şey anlayamadan kendinden geçer ve yere yıkılır. TİKP’in parti binasından görülebilen duraktaki bu olayı izleyen Gün Zileli, pencereyi açarak ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Kısa süre içinde TİKP’liler parti binalarına geri döner. Gün Zileli durakta yatan bir insan karaltısı görür. Durağa gider. Gencin cansız halde yattığına tanık olur. Ertesi gün de gazetelerden okur bir ODTÜ öğrencisinin otobüs durağında ölü olarak bulunduğunu.

Bu sadece Zileli’den öğrendiğimiz bir örnektir. Gerisini bilmiyoruz.

Yalnız, bunların kendinden olmayanlara karşı ve güçlerinin yeteceğini sezdikleri ortamlarda saldırganlaştıklarını biliyoruz biz.

Ankara Seyranbağları’nda da yoldaşlarımız defalarca bunların saldırılarıyla karşılaşmıştır. Tabiî gereken yanıt verilmiştir o zaman bunlara orantılı biçimde…

Bunların hangi sözüne güvenilir ki?

Halkımızın deyişiyle yiyip içtikleri yalan.

Yani yoldaşlar, bunların elinde masum devrimci kanı vardır. Hem de bildiğimiz kadarıyla gencecik bir devrimcinin kanı.

Burada Hareketimizin şu tutumunu da özellikle belirtmek istiyoruz:

1960’lı yıllardan bugüne dek elimize kendini sol olarak tanımlayan, adlandıran bir insanın kanı bulaşmamıştır. Ve yoldaşlar, biz yine Tarihimiz boyunca kendini sol olarak tanımlayan hiçbir gruba ve kişiye herhangi bir fiziki saldırıda bulunmamışızdır. Tabiî çok saldırıya uğradık. Bunlara da anında cevap verdik. Tabiî bu cevaplarımız da hep orantılı olmuştur. Asla öldürme, yok etme kastı taşımamışızdır. Çünkü biz Gerçek Devrimciyiz. Ve Gerçek Devrimcilerde olması gereken ahlâkı ve vicdanı taşıyoruz…

Şimdi de PDA şeflerinden Hasan Yalçın’ın Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 2 Nolu Askeri Mahkemesine gönderdiği 20.09.1982 tarihli dilekçesinden bir paragraf aktaralım:

“PARTİMİZİN POLİTİKALARI ÜLKEMİZİN İHTİYAÇLARINA CEVAP VERMEKTEDİR

“Partimizin politikaları, doğru ve suçsuz olmaktan ötede, Türkiye’mizin ihtiyaçlarına cevap vermektedir. Bu politikalara ülkemizin, bugün olduğu gibi yarın da ihtiyacı olacaktır. Çünkü Türkiye’nin temel meselesi, dün olduğu gibi bugün de Rusya’ya karşı bağımsızlığı ve egemenliği savunmaktır. Bugün de milli savunmamızı güçlendirmek, iç barışı sağlamak ve korumak, özgürlükleri gerekli güvencelere kavuşturmak görevimiz vardır. Dün ülkemizin kaderi üzerinde etkili olanlar bu politikaları reddettikleri ve bu görevlere sırt çevirdikleri için Türkiye iç savaşın eşiğine gelmiştir. Politikalarımızın doğruluğu 12 Eylül’de resmi ağızlarda ifadesini bulmuştur. Yakın gelecekte bu politikalar uygulandığı ölçüde esenliğe çıkacağımız, bunlardan uzaklaşıldığı takdirde ise zorluklarla karşılaşacağımız kesindir.” (agy, s. 198-199)

Bir kez daha görüldüğü gibi yoldaşlar, bunların rezil politikalarıyla cuntacıların politikaları işte aynı bataklıkta buluşmuş oluyor. Hemfikirler gördüğümüz gibi. Bunlar uygulanmaya devam ederse Türkiye esenliğe çıkacakmış. Etmezse de zorluklarla karşılaşacağımız kesinmiş. Zavallılar mı demek lazım, soytarılar mı demek lazım, hainler mi, yoksa Amerikan uşakları mı demek lazım bunlara yoldaşlar?.. Belki de bunların hepsini…

Şunu da belirtmiş olalım ki, Hasan Yalçın, TİKP’in ve PDA hareketinin Doğu Perinçek ve Gün Zileli’den sonra gelen üçüncü adamıdır.

Yeniden Doğu Perinçek’in utanç verici satırlarına dönelim. 29 Haziran 1981 tarihli, yine cuntanın 2 Nolu mahkemesine verdiği dilekçesinden okuyalım:

“Devlet yetkililerinin katliamlar ve cinayetler karşısında çaresiz kaldığı şartlarda, katilleri karanlık köşelerinde yakalayan Aydınlık’ın projektörleri olmuştur.

“(…)

“‘Bilinmeyen Sol’ dizisinde ise, sahte solcu terör çetelerinin halkı hedef alan cinayetleri aydınlatılmıştır.

“Devlet, teröre karşı mücadelede Aydınlık’tan yararlanmıştır. Birçok yetkili bu gerçeği belirtmiş ve Aydınlık’a sık sık başvurmuştur.

“Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’nin ‘Anarşi Raporu’nda Aydınlık’ın kaynak olarak kullanıldığı gazetelere yansımıştır. (Bkz. Nazlı Ilıcak’ın ‘Tarafsız Bir Rapor’ başlıklı yazısı, Tercüman, 28 Mayıs 1981; Güngör Yerdeş’in ‘Önemli Bir Mülakat’ başlıklı yazısı, Son Havadis, 11 Mayıs 1981)” (agy, s. 532)

İşte böyle yoldaşlar. Muhbirliklerini, gammazcılıklarını, ispiyonculuklarını övünerek anlatabilme rezilliğinde bulunabiliyor bunlar. Faşist cuntaya; bakın biz böyle hizmet ettik. Siz de bizi takdir ettiniz bu hizmetlerimizden dolayı. Öyleyse niye tutukluyuz? Bizi bırakın bir an önce, diye yalvarıyorlar.

ABD Emperyalistleri ve onların casus örgütü CIA, faşist darbeye zemin oluşturmak için 5000 insanımızı katlettiriyor. CIA’nın teorisyeni David Galula’nın emirleri doğrultusunda yapılıyor bu katliam. Bu aşağılık, insanlık dışı işte Kontrgerilla’nın Türkiye şubesinin yönetici ve üyeleri başrolü oynuyor. Hep tekrarladığımız gibi yine TİKP’in övgüler düzdüğü Özel Harp Dairesi bu işte genel karargâh rolü oynuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi Kızıldere Katliamı’nı da bu daire yönetiyor. Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP’li paramiliter güçler de çok aktif biçimde görev yapıyorlar bu canavarlıkta. Devrimcilere canice saldırılar düzenliyorlar, halka karşı katliamlarda bulunuyorlar Maraş, Çorum, Sivas Katliamları gibi. 1977 1 Mayıs Katliamı gibi. 16 Mart Katliamı gibi. Bu katliamlar uzar gider, bildiğimiz gibi.

Ülke kan gölüne döndürüldükten sonra da kurtarıcı rolünde, “sağa da sola da karşıyız” kandırmacası ile 12 Eylül 1980’de Faşist Cunta Darbesi oturtulur. Sözüm ona bu alçaklar ülkeyi “kardeş kavgasından” kurtaracaklar.

Tabiî asıl amaç Türkiye’deki komünist, sosyalist, devrimci, demokrat, antiemperyalist, yurtsever güçlerin ezilmesi ve imhasıdır. Bu arada da 27 Mayıs 1960’tan bu yana serbest bırakılan sosyalizmin geliştirdiği sosyalist kültürün yok edilmesidir. Özetçe, ülkenin ideolojice karantinaya alınmasıdır. Daha açık biçimiyle ülkemizin insanlarının sağlıklı düşünemez, sosyal olayları, gerçekleri görüp kavrayamaz hale getirilmesidir. Bir başka deyişle ülkemizin “deliler koğuşu”na çevrilmesidir, dönüştürülmesidir.

Bu arada hep söylediğimiz gibi bütün hak arama yolları, örgütlenme imkânları ortadan kaldırılmış olacaktır. Tabiî halkımız için yani ezilen ve sömürülen kitleler için.

CIA, Pentagon ve Kontrgerilla-Gladyo ve onların mamulâtı olan 12 Eylül’ün Faşist Cuntası sistemlice bu planı uygulamaktadır. Devrimcileri ezme, devrimci kültürü yok etme, halkın örgütlenme ve hak arama yollarını tıkama biçiminde özetlenebilecek planı uygulamaktadır.

TİKP’in hain tayfası ise 12 Eylül darbecileri Rus Sosyal Emperyalizmine ve onun Türkiye’deki Beşinci Koluna darbe indiriyor diye, bu aşağılık halk düşmanı planı ve onu uygulayanları yani cuntacıları hararetle alkışlamaktadır, onlara yardakçılık, yalakalık etmektedir. Onlar önünde utanç verici bir biçimde diz çökmektedir.

Bu konuya ilişkin son bir aktarmada daha bulunalım yoldaşlar. Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni ve TİKP Başkanlık Kurulu Üyesi Oral Çalışlar’ın darbecilerin şefi Kenan Evren’e gönderdiği mektubu görelim şimdi de:

“İstemde bulunan: Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

“Oral Çalışlar

“İstemin konusu: Aydınlık Gazetesi’nin yayınını durdurma kararının kaldırılması için gerekli emrin verilmesi.

“Komutanlığınız, Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine bütünüyle elkoymasından bir gün önce Aydınlık Gazetesi’nin yayınını ‘ikinci bir emre kadar’ durdurmuş bulunmaktadır. 11 Eylül 1980 tarihini taşıyan bu karar, gazetemize 12 Eylül günü bildirilmiştir.

“Aydınlık Gazetesi ilk çıktığı 20 Mart 1978 tarihinden bu yana yayınını şu ilkeleri temel alarak sürdürmüştür;

“1- Özellikle Sovyetler Birliği’nden gelen dış tehdit, sızma ve yıkıcılığa karşı milli bağımsızlığı savunmak, savaş tehlikesine karşı hazırlıklı olmak, milli savunmayı güçlendirmek.

“2- Dünyanın ve Ortadoğu’nun büyük çalkantılara ilerlediği ve dış tehdide göğüs germenin ülkemizin ve halkımızın geleceği açısından belirleyici bir önem kazandığı bugünlerde, ayağı Türkiye toprağına basan bütün güçlerin birliği için mücadele etmek, milli birlik ve istikrar siyaseti izlemek, tüm yayın siyasetlerini buna bağlı olarak yürütmek, mezhep ayrılıklarına ve kavgalarına, milli güçler içinde düşmanlıklara ve siyasi gerginliğe karşı mücadele etmek, görüş ayrılıklarını özgürlük ortamı içinde barışçı yöntemlerle çözmek.

“3- Milli Birlik Siyasetinin bir gereği olarak, iç savaş yönündeki gidişin önlenmesi ve sağlanması, gerek Moskova’nın kışkırttığı gerekse MHP’nin yönettiği terör ve anarşinin kökünün kurutulması için kararlı bir mücadele yürütmek.

“4- Ülkemizin birliğinin ve barışın temeli olarak demokrasi bayrağını yükseltmek, özgürlükleri savunmak.

“Aydınlık, yayına başladığı 20 Mart 1978 tarihli ilk nüshasında bu ilkeleri ilan etmiş ve iki buçuk yıldır bağımsızlık, milli birlik, iç barış ve özgürlük için mücadele etmiştir. Bu yüzden Moskova’nın ve faşist güçlerin hedefi olmuş, her iki terör odağının zorbalığına göğüs germiş, bu uğurda bazı çalışanlarını kurban vermiştir. Şunu gururla belirtmeliyim ki, Aydınlık, ülkemizde her iki terör odağına karşı aynı kararlılıkla mücadele eden tek gazetedir. Terör örgütleri, mafya, kaçakçılık ve vurgunculuk şebekeleri ile hiçbir çıkar bağımızın ve girdi-çıktımızın olmaması, gazetemiz için daima bir övünç kaynağı olmuştur.

“Aydınlık, yayın hayatı boyunca yobazlığa ve ortaçağ karanlığına karşı durmuş, Türkiye halkının bağrından çıkan en büyük devrimci Atatürk’ün devrimci mirasını en ön safta savunmuş, istiklal marşımıza yapılan saygısızlıklara karşı basında en kararlı tutumu almış, daima emekçi halkın menfaatlerinin ve demokrasinin yanında yer almıştır.

“Sıkıyönetim komutanlığının Aydınlık hakkında açtığı soruşturmalardan hiçbiri gazetemiz aleyhine sonuçlanmamıştır. Tamamlanan soruşturmaların hepsinde takipsizlik kararı verilmiştir.

“Bunun ötesinde Aydınlık, yaptığı birçok yayınla Sıkıyönetim Komutanlıklarının, terör ve zorbalık odaklarına karşı başarı kazanmasına yardımcı olmuştur.

“Gazetemizin yayınının durdurulması kararının alındığı 11 Eylül gününün ertesinde Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine el koyması üzerine kurulan Milli Güvenlik Konseyi yayınladığı bildirilerde ve Devlet Başkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı Sayın Orgeneral Kenan Evren’in yaptığı temel açıklamalarda ‘ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüslenmesi’, ‘milli bütünlüğün korunması’ , anarşi ve teröre son verilerek , ‘iç barışın ve huzurun sağlanması’, ‘milletin hak, hukuk ve hürriyetinin korunması’ üzerinde durmuştur ve bu uğurdaki hazırlıkların tamamlanarak ülke yönetiminin ‘insan hak ve hürriyetlerine saygılı, milli dayanışmayı ön plana alan özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime devredileceğini’ ilan etmişlerdir.

“Aydınlık Gazetesi, bugüne kadarki yayını ve mücadelesi ile Milli Güvenlik Konseyinin ilan ettiği bu amaçların gerçekleşmesine basın alanında destek olmak için ‘hayatını dahi seve seve feda etmeye hazır’ olduğunu kanıtlamıştır.

“Bu fırtınalı dönemde, ülkemizin ihtiyacı sizlerin de değerlendireceği gibi eyyamcı, çıkarcı, yoz kültürü savunan, dalkavuk bir basın değil, ülkemizin bağımsızlık ve birliği, iç barış ve özgürlükler için cesaretle mücadele eden bir basındır. Aydınlık Gazetesi’nin yayınlanması, ülkemizde milli dayanışmayı güçlendirecek, halk içindeki kardeşlik ve barış ortamına hizmet edecektir. Aydınlık, özellikle bu tarihi dönemde, anarşi ve terör kaynaklarının kurutulmasında kamuoyunun ve halkın en geniş desteğinin sağlanması için üzerine düşen görevi yerine getirmeye her bakımdan hazırdır. Gazetemiz, görüş, öneri ve yapıcı eleştirilerini her zaman olduğu gibi açık yüreklilik ve dürüstlükle ortaya koyarak, yeni yönetimin ilan ettiği amaçları başarmasına katkıda bulunacağına güven duymaktadır.

“Hiçbir kâr amacı olmayan, yalnız ve yalnız ülkesinin bağımsızlık, birlik, iç barış ve özgürlüğü için can verip baş koyan Aydınlık’ın yeniden yayınlanması için bildirimde sözünü ettiğiniz ‘ikinci emrin verilmesini’ arz ederim.

“Saygılarımla.

“17.9.1980

“Oral Çalışlar

“Genel Yayın Yönetmeni

“Gereği için:

“1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı

“Bilgi için:

“- Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı

“- Genel Kurmay Başkanlığı

TİKP Şürekâsının o dönemdeki dönekliğini ve ihanetini netçe bir kez daha gösteren bu mektubun Odatv’de 27 Eylül 2013’te yayımlanması üzerine gelen tepkilere ve kendisine yapılan eleştirilere şöyle karşılık vermişti Oral Çalışlar:

“Dün bazı internet sitelerinde “Oral Çalışlar’ın Kenan Evren’e yazdığı mektup ortaya çıktı!” şeklinde haberler yer alınca, bazı konuları tekrar ifade etme gereğini duydum. O mektup benim kişisel mektubum değil, ayrıca gizli kapaklı hiç değil.

“O yıllarda mensubu olduğum Aydınlık hareketinin ve tabiî benim de o zamanki düşüncelerimin bir yansıması. Daha önce de çeşitli kereler belirttiğim gibi, biz Aydınlıkçılar o dönemde asıl tehlikenin ABD tarafından değil, Sovyetler Birliği tarafından geleceğini söylüyorduk. Bu görüşler o zamanki Çin Komünist Partisi’nin görüşleriyle paraleldi.

“Asıl düşman tanımı, Sovyetler Birliği olunca ABD’ye daha yakın pozitif bakış kaçınılmazlaşıyordu. Bu nedenle 12 Eylül 1980 askeri darbesine, ilk başlarda “Sovyetler’e karşı milli bir duruş” gözüyle baktık. Aydınlık kapatılınca, “Neden bizi kapattınız, biz zaten anarşi ve teröre karşıydık, siz de karşısınız” şeklinde trajik bir tepki gösterdik.

“Mahkemelerdeki savunmalarımıza da benzer anlayış egemen oldu. Bizim bir anlamda darbeye ‘destekçi’ tutumumuza rağmen, sonuç değişmedi.” (Radikal Gazetesi, 28 Eylül 2013)

Oral Çalışlar, o zamanki görüşlerimiz Çin Komünist Partisi’yle paraleldi, diyerek yaptıkları ihaneti bir yönüyle gizliyor ya da ılımlandırıyor. Oysa bu görüşler bire bir ÇKP’den alınan emirlerin bunlar tarafından ifadelendirilmesi, savunulmasıydı. O. Çalışlar, Pekin’deki ÇKP karargâhı bizim Kabemizdi, biz Mao Zedung Düşüncesinin inançlı, sadık müritleriydik, diyemiyor tabiî. Acıdır yoldaşlar, bazı insanlar, işte bu tayfa gibi, ömürleri boyunca hiçbir dönem namuslu, özü sözü bir, mert ve kendi kafasıyla düşünen insanlar olamazlar. İşte böyle onun bunun uşağı, yardakçısı, hizmetkârı olarak ömürlerini tüketip giderler.

Bilindiği gibi O. Çalışlar şimdi de Amerikan uşağıdır ve sıkı bir Tayyipçidir. Belki o zamana göre şimdi yaptığının çok daha akıllıca olduğunu düşünüyordur. Çünkü o zamanlar ÇKP’ce dolgun maaşa bağlanmamışlardı. Bugünse Tayyipgiller’in arpalığında gönüllerince yiyip içmektedirler. Gazetelerinden, televizyonlarından yaptıkları ihanetin bedelini yüklü maaşlarla almaktadırlar. Neyse. Geçelim diyelim yine yoldaşlar…

Bu dönekler ve hainler şürekâsının ihanet belgeleri uzar gider. Hepsini saymakla baş edilmez. Zaten gerek de yok. Öyle değil mi yoldaşlar?.. Belki çoğunuz bu kadarını aktarmaya bile ne gerek vardı, diye düşünüyorsunuz. Doğrudur. Haklısınız.

O nedenle biz de bu ekibin o döneme ilişkin ihaneti üzerine sözlerimizi burada bitirelim.

Tekrar tekrar söylediğimiz gibi, bunlar bir hata ya da yanlış değildir. Hatalar, yanlışlar her işte, her zaman olabilir. Lenin diyor ya; “Akıllı insan hata yapmayan insan değildir. Akıllı insan küçük hatalar yapar ve onu bir daha tekrarlamaz.”

Bunların yaptığı ise düpedüz ihanettir, dönekliktir, namussuzluktur ve halk düşmanlığıdır. Kaldı ki, onların bu işleri bir ya da ikiyle sınırlı da değildir. Onların neredeyse tüm siyasi yaşamları bir ihanetten diğerine sıçramakla geçmiştir. Onların ele alınır, tutulur hiçbir tarafları yoktur. Bırakalım devrimciliği, insani anlamda da bunlar hiçtir ya da sıfırdır. Bunlardan hiçbir şekilde, hiçbir hal ve şart altında devrimci olmaz, demokrat olmaz. Ve bunlara asla güvenilmez. Her zaman size sırtlarını dönebilirler, sizi arkadan vurabilirler. Düşmanla işbirliğine girebilirler.

Bunların yaptığını 44 yıl önce Kıvılcımlı Usta, tam da bunların işine uyan bir şekilde tanımlamıştır, adlandırmıştır. Bunların yaptığı “CIA Sosyalizmi”dir. O günden bu yana geçen süre içinde bunların yaptığı zincirleme ihanetler Usta’nın bu tespitinin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu göstermiştir.

Bu kadar sözden sonra bilemiyoruz, hâlâ kalkıp da Doğu Perinçek ve PDA Şürekası 12 Eylül Faşist Diktatörlüğünü desteklememiştir diyebilen çıkar mı?..

Çıkarsa da ne yapalım, artık elimizden daha fazlası gelmez. Kelimelerin gücü ancak bu kadardır… 30.12.2014

HKP Genel Başkanı

Nurullah Ankut

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz