Askerin can kurtarmaya koşmasını engelleyerek on binlerce insanımızı yıkıntılar altında ölüme terk edenler…

18.02.2023
317
A+
A-

Ey vicdandan, merhametten hiç nasiplenmemiş Kaçak Saray’da mukim Amerikan devşirmesi despot!

Eğer bunu da yaptıysan, işi böylesi zıvanadan çıkarılmış boyutlara taşıdıysan, ki öylece de gibi görünüyor, 10 binlerce insanın katilisin demektir!

O yıkıntılar altında, o onlarca, yüzlerce ton betonların altında feryat figan can çekişen insanların kurtarılması değil de öylece ölüp gitmesi emrini verdiğin için seni toprak bile kabul etmez!

Alayınızın asker düşmanlığı malûm. Siz Dürrizade Abdullah Efendi’nin, Mustafa Sabri Efendi’nin, Sultan Vahidüddin’in ve Damat Ferid’in, Sait Molla’nın, Filozof Rıza’nın, Ali Kemal’in neslinden geldiğiniz için, onların ihanet çizgisinin sadık izleyicileri olduğunuz için, Kuvayimilliye’ye, Mustafa Kemal’e, İnönü’ye ve Silah Arkadaşlarına en ağulu biçimde düşmansınız. Laik Cumhuriyet’in en önde gelen düşmanı da sizsiniz.

Sizin ana düşüncenizi en öz biçimde “Hocam” dediğiniz Fesli Deli Kadir dile getirmiştir; “Keşke Yunan galip gelseydi”, diyerek.

Sizin fıtratınızın bu olduğunu biliyorduk zaten. Biliyorduk da bu kadarını yapabileceğinizi, bu kadar acımasız, vicdansız, katil ruhlu ve halkımıza düşman olabileceğinizi inanın biz bile pek tahmin etmiyorduk.

Şuraya bakın bir ya…

6 Şubat deprem gecesi organize olup hemen sahaya inmek üzere hazırlık yapan ve az bir miktarda olan bölümü de sahaya inmiş olan askeri; “Benden habersiz nasıl bunu yaparsınız!”, diyerek geri çektiriyorsun. Bu zerre miktarda olsun akıl fikir, vicdan merhamet, din iman taşıyan birinin yapabileceği bir iş midir ya…

Sizde hiç mi Allah korkusu yok ya, diye sormak aklımıza geldi de, sonra bunun anlamsız olacağını düşündük. Çünkü besbelli ki sizde o korkudan da eser yok.

Gazeteci Memduh Bayraktaroğlu’nun “bilgiye dayanarak” yaptığı şu açıklamada ortaya serilen faciaya bakın bir be…

***

Videonun Tapesi

Merhaba canlarım, merhaba güzellerim.

Ben haberci olmadığımı sizlere her zaman söylüyorum. Bundan da gocunmuyorum, aksine utanıyorum. Keşke haberci olsaydım, keşke gazeteciliğe daha lise yıllarımda, üniversite yıllarımda başlasaydım. Ben çok şanslı biri olarak gazete dünyasına, medya dünyasına tepeden indim.

Evet, doğrudan köşe yazarı olarak başladım işe ve büyük şans, gerçekten büyük şans. Kitabım vardı o dönemlerde. Belki de bunda kitaplı birisi olmanın da rolü büyüktü, canlarım. Demek ki kitaplı olmak güzel bir şey…

Evet, az sonra sizlerle paylaşacağım haber medyada haber olarak yer aldı mı bilmiyorum, okumadım.

Bunu niye söylüyorum?

Bu vereceğim haber bana ulaşan bir bilgi notu. Bana böyle bilgi notları çoook seyrek gelir, zor gelir. Kim bilir, belki de tanımadığım telefonları açmadığım için de olabilir. Belki geliyordur, benim haberim yoktur. Bu sefer öyle değil, bu sefer gelen telefon, önce bir dosttan geldi. Telefonla da gelmedi, bana bir telefon numarası gönderildi WhatsApp mesajıyla.

“Böyle bir telefondan seni arayacaklar, lütfen bir dinle. Güvenilir bir arkadaşımız”, dedi.

“İyi, peki”, dedim ben de.

Bana mesaj atan da fazla güvenilir, çok güvenilir bir zat-ı muhterem. Çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir dostumdu. E, tabiî isim isim açıklayacak halimiz yok, değil mi canlarım… 40 yılda bir defa haber geliyor.

Kulis değil, tekrarlıyorum, kulis değil. Kulis olsaydı zaten söylerdim ve haberimin bütün cümlelerini bitirirken, -mış, -miş diye bitirirdim. Kulis olan kısmı gelirse de söyleyeceğim. Burasının bilgi notunda olmadığını ya da orasının bilgi notunda olmadığını, ancak bir dedikodu, bir şayia, bir rivayet gibi söylendiğini sizlere aktaracağım. Ondan da tabiî ki mutlaka endişe etmiyorsunuzdur.

Haber ne?

Daha doğrusu bana gelen haber değil. Bu haber olsa, haber biliyorsunuz kamuoyuna hemen yansıtılır.

Bana gelen bilgi ne?

Bilginin kaynağı AFAD. Evet, çok eleştirdiğim, çok kızdığım benim değil mi, AFAD…  Kendisini bana savunmak isteyen bir beyefendi, daha doğrusu benim aracılığımla kendisini savunmak isteyen bir beyefendi, AFAD’ı değil kendisini savunmak isteyen bir beyefendi… Çok ilginçtir; Süleyman Soylu’yla bir zamanlar aynı siyasi parti içinde bulunduğumuzu da bana hatırlatarak yani benim Süleyman Soylu’yla…

Çünkü Süleyman Soylu Doğru Yol Partisi İl Başkanı, İstanbul İl Başkanıyken, ben Profesör Doktor Tansu Çiller’in danışmanıydım. AFAD’ı bilmiyordum, itiraf ediyorum, bilmiyordum.

Ha önce şu notu vereyim sizlere; bu bir bilgidir. Devlette bazı kurumlar, kamu kurumları Bakana bağlıdır, bazı kurumlar Bakanlıkla ilintilidir. Yani o Bakanlığa ilişkilendirilmiştir. AFAD, İçişleri Bakanlığına bağlı değil, ancak İçişleri Bakanlığıyla ilişkilendirilmiş bir kurummuş, Cumhurbaşkanlığına bağlı değil. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’a da bağlı değil.  Bilmiyordum, e bilmemek ayıp değil yav… Öğrenmek ihtiyacını da hissetmedim, onu da itiraf edeyim.

Peki, konu ne?  Konuyu anlatacağım…

Konu, ısrarla üstüne basa basa sorduğum bir soruyu önce söyleyeyim.

Dedim ki;

“Süleyman Soylu ile aramızın pek parlak olduğunu zannetmiyorum. Çünkü herhalde Türkiye’de Soylu’yu son bir buçuk yıldır en azından, en çok eleştirenlerin başında geliyorum. Belki de en çok eleştirenim, Sedat Peker’den sonra. E, Sedat Peker Türkiye’de olmadığına göre Türkiye’de belki de en çok eleştiren benim. Eğer amacınız eskiden benimle dost olduğunu düşünerek, Süleyman Soylu’nun bana savunmasını yapmak ise lütfen söyleyin. O zaman beni kullanmış olursunuz, ben buna izin vermem”

“Asla öyle bir şey yok”, dedi. “Kesinlikle öyle bir şey yok. İsterseniz kendiniz de bir arayın, sizin telefonunuza çıkmamazlık edeceğini zannetmiyorum. En azından size verir bilgiyi”, dedi.

“Ben” dedim, “Aramadım Süleyman Soylu’yu şimdiye kadar. Şimdi niye arayayım ki? O halde sizi bana öneren yani sizi dinlememi bana rica eden, benden rica eden dostum çok güvenilir biri olduğuna göre, siz de güvenilir birisiniz.”

Olay şöyle efendim, bakın “şöyleymiş” demiyorum. Olay şöyle;

Bizzat yaşayan biri anlatıyor bunu. AFAD’da meğer Meteroloji Genel Müdürlüğünde olduğu gibi bütün yer koşullarını yani deprem, sel, su, yağmur, kar, çamur her şeyi anında bildiren bir yazılım mevcutmuş. Ve bu anında, o anda, eş zamanlı olarak AFAD’a sürekli yani hiç kapanmayan ekranlarına, bilgisayarlarına bilgileri geçiyormuş. İlk deprem 04.17, Pazarcık, 6 Şubat Pazartesi. Anında geçmiş, bilgi anında geçmiş. Ve anında geçer geçmez de… AFAD’ın, böyle kamu kurumlarının hepsinin özel kuruluş sözleşmeleri vardır. Bunlar kanunla kuruldukları için kanunlar bunlara hem yetki verir ama aynı zamanda da sorumluluk yükler. Yani bizim Cumhurbaşkanımız gibi değildir. Bizim Cumhurbaşkanımızın maşallah her şeye yetkisi var, sorumluluğu yok sadece. AFAD öyle değil.AFAD’ın yetkileri var, çok yetki verilmiş ama aynı zamanda da sorumluluk yüklenmiş.

AFAD gelen bu bilgilerle tabiî ki henüz daha o anda, o üç dakika, iki dakika içinde Bakanın haberi olacak hali yok. Ama hemen çalışmalar başlatılmış çünkü kanun gereği AFAD böyle durumlarda hemen, derhal gelen bilgileri, ardı ardına gelen bilgilerle birlikte ilk 45 dakikada oluşacak, oluşan durumu rapor etmek durumunda.

Kime?

İlintili olduğu İçişleri Bakanlığına.

Bakın, Bakana demiyorum. Bakanlığa bildiriyor. Bakanlığa bildirdikten sonra Bakanlıktaki yetkili, sorumlu kimse, o da elbette, tabiî ki Bakana bildirecek. Yani AFAD’ın doğrudan İçişleri Bakanını arayıp ya da AFAD Genel Müdürünün, İçişleri Bakanına bilgi verme gibi bir durumu söz konusu değil, ki bence de doğru prosedürün böyle olmasında sakınca yok, neyse.

Tabiî ki eş zamanlı olarak rapor hazırlandığına ilişkin, işte Pazarcık’ta 7,4 (baştan öyle bildiriliyor bana gelen bilgiye göre) büyüklüğünde bir deprem olduğu ve çok büyük zayiat verilebilme ihtimalinin de kuvvetle yüksek olduğu anlatılıyor Bakanlığa. Önce Bakanlığa bilgiler gidiyor, Bakana değil. Aman bunun üstünde durayım çünkü ben ısrarla sordum, bizzat Bakan beyle kendisiyle mi görüşüldü diye; hayır dendi. Prosedür olarak Bakanlığa bilgi gider, bilgi Bakanlığa gitti.

Bilgi Bakanlığa gidiyor, Bakanlıkta aynı anda Süleyman Soylu’ya ulaşıyor bilgi. Süleyman Soylu’ya bilgi veriliyor. Süleyman Soylu da kalkıyor tabiî ki Bakanlığa gidiyor ve aynı zamanda, yine burada bilginin doğru olduğu söylendiğinden hareket ediyorum, iki Bakana bilgi veriliyor Süleyman Soylu’un talimatıyla. Bunlardan biri Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, diğeri Turizm Ve Kültür Bakanı Mehmet Ersoy. Üç Bakan bir araya geliyorlar, benim bildiğim kadarıyla başka Bakan, benim bildiğim kadarıyla yok. Üç Bakan bir araya gelip derhal neler yapılması gerektiği konusunda konuşmalara başlıyorlar. Mehmet Ersoy’un davet edilmesinin sebebi, büyük ihtimalle depremin yaratacağı evsizlik, konutsuzluk ya da konut problemlerini çözebilmek amacıyla tatil köylerinden nasıl istifade edilebilir, diye. Belki diyorum bakın orasını bilmiyoruz, o konuda bana bilgi aktaran arkadaşın da haberi yok.

Neyse üç Bakan hummalı bir faaliyete başlıyorlar. Ve Hulusi Akar deprem bölgesindeki Garnizon Komutanlarını arıyor. Daha doğrusu tek tek hepsini aramıyor da, galiba bağlı oldukları en büyük komutan kimse. Diyelim ki, orada bir ordu, bilmiyorum onları. Arıyor, komutanı arıyor. Süleyman Soylu da Jandarma Genel Komutanını arıyor doğrudan, bölgeyi değil. Doğrudan Jandarma Genel Komutanını arıyor. Jandarma Genel Komutanına bölgeye talimat vermesini, Jandarmanın teyakkuzda olarak hemen operasyon için kendilerine verilecek mahallere gitmesi talimatını veriyor. Alınan bilgiler, verilen bilgiler bunlar. Henüz Cumhurbaşkanının haberi yok, evet. Sabah namazına kalktığı biliniyor, öyle söyleniyor, ben bilmiyorum. Allah kabul etsin, herhalde sabahları namaza kalkıyordur Tayyip Bey.

Sabah namazına kalktığı tahmin edilerek, artık bilgi verilmesi gerektiği konusunda mutabakata varılıyor ve Erdoğan haberdar ediliyor, konudan haberdar ediliyor. Ama bunu Süleyman Soylu ya da Hulusi Akar direkt aramıyorlar, Cumhurbaşkanlığına haber veriyorlar. Cumhurbaşkanlığında haberi alması ve Cumhurbaşkanına iletmesi gereken kişi, haberi Bakanlardan dinlediği şekliyle, Süleyman Soylu’dan daha doğrusu, dinlediği şekliyle aynen aktarıyor. Belediyelere telefon edildiği, AKP’li Belediyelere telefon edildiği, belediyelerin derhal tedbir alması için harekete geçirildiği, belediyelerin itfaiyelere talimat verdiği yani kendi sorumluluğu altındaki belediyelere talimat verdiği, Garnizon Komutanlarının keza Kara Kuvvetleri aracılığıyla, Jandarmanın da Genel Komutanın da bölgedeki Jandarma Komutanlarına talimat verdiği ve harekete geçildiği haberi Erdoğan’a bildiriliyor.

Evet, haber doğru. Haber doğru, bana haberi getiren kaynak hayatımda ilk defa tanıdığım, ilk defa dinlediğim ama bana kendisini öneren kişiyi hayatımda bin defa dinlemişliğim olabilir. Ya bin defa değil tabiî de yani, abarttım ha amma da attım. Canlarım, bu kadar acının içinde biraz da elbette sinirlerimizi gevşetmeye çalışalım.

Erdoğan beklenen tepkiyi koyuyor. Ne söylediğini bana aktaran kişi net bilmiyor. Yani Erdoğan telefonda Süleyman Soylu’ya ne, neler söyledi, bilmiyor. Ancak Süleyman Soylu’ya da daha sonra, daha sonra derken hemen, belki de 3-5 dakika sonra aradığı Hulusi Akar’a da, (Mehmet Ersoy’u arayıp aramadığını bilmiyor), çok ağır sözler ettiğinden emin. Duydum demiyor, biliyorum demiyor ama Sayın Cumhurbaşkanının her iki Bakana da, her iki sayın Bakana da çok ağır sözler ettiğinden eminim.

“Ve bizler hemen AFAD olarak operasyonu durdurduk.  Sizler, siz başta çok arkadaşımız, çok gazeteci dostumuz bizi çok ağır eleştirdiniz. Muhalefet partileri bizi çok ağır eleştirdiler ama inanın bu konuda en günahsız kişiler, Ordudan sorumlu Milli Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar ve İçişlerinden sorumlu Bakanımız Sayın Süleyman Soylu ve biz AFAD’ız”, dedi.

Eee, dedim…

“Askerlerin bir ara göründüğünü, depremin ilk saatlerinde, işte o ilk saatlerde görünen bazı askerler operasyonun yani askerlerin müdahalesiyle ilgili emrin geri alındığından haberi olmayan gruplardı. Onlar da zaten daha sonra hiç birisi görülmediler, hepsi geri çekildiler…”

“Ne yani”, dedim, “bütün o 24 saat askerin, Jandarmanın sahaya inmemesinin sebebi ve bunu önleyen kişi Sayın Cumhurbaşkanı mı?”

“Ne yazık ki evet…”

Şimdi tabiî ki bu çok ağır da bir iddia aynı zamanda. Ben hayatımda hiç yapmadığım bir şeyi yaptım, ben haber yapan birisi değilim çünkü ben. Çok emin olmadan da biliyorsunuz girmem habere. Hele böyle bir habere… Ama şimdi soruyorum buradan, bunu sormak zorundayım.

Sayın Cumhurbaşkanı “haberim yoktu”, diyebilir. “Hayır, ben Sayın Süleyman Soylu’yla da, Sayın Akar’la da görüşmedim”, ki onlara “Süleyman” diye hitap ediyor, “Hulusi” diye hitap ediyor bildiğimiz kadarıyla. “Süleyman’la da Hulusi’yle de görüşmedim”, diyebilir. Olabilir tabiî bunlar doğrudur. Ve ben bu haber resmen yalanlanırsa özür dilerim tabiî ki. Özür dilemek benim sorumluluğum ve bu haberin, benim aktardığım haberin yalan olduğunu ve ben yalan bir haber ile kullanıldığımı itiraf ederim.

Ama yalanlanmazsa, bu bir faciadır bana göre. Ve mutlak surette, normal zamana dönüldüğünde sorumlular yargılanacaklardır.

Yine bana aktarılan bilgi, tarih yanlış olabilir mi bilmiyorum. 5 Mart’ta üç Bakanın bir araya gelerek siyasetten çekildiklerini ya da çekileceklerini… Burası dedikodu, bunu bana aktaran kişi de emin değil. Olaylardan sonra kendi bulunduğu mahallerde, çevrede, yakında, mahfillerde konuşulan, ortaya atılan bir iddia. Üç Bakan, 5 Mart itibariyle, 5 Mart, 14… Ama 5 Mart, benim aldığım bilgi. 5 Mart itibariyle bir kamuoyuna açıklama yapacaklar. Siyaset yapmayacaklarını, Bakanlık görevlerinde seçim yani normal zamanında yapılması gereken seçim tarihine kadar, seçim ertelenirse seçimin ertelendiği tarihe kadar görevlerine devam edeceklerini kamuoyuyla paylaşacaklar.

Hiç mi siyaset yapmayacaklar, diye sorumun cevabı, orada da dedikodular muhtelif. Ya sadece Bakanlıktan istifa edecekler, tabiî haliyle zaten partili değiller. Haliyle AKP’den yeni bir seçime de büyük ihtimalle katılmayacaklar. Erdoğan seçime katılıp kazansa bile, büyük ihtimalle Erdoğan’la aynı kabinede görev almayacaklar falan falan falan gibi falan. Ancak buraları dedikodu, söyleyeyim.

Sen inandın mı, diye sorarsanız bana, ben Süleyman Soylu’nun, Hulusi Akar’ın da…

Mehmet Ersoy istifa edebilir mi?

Edebilir, iş insanıdır. E iş insanıdır edebilir, daha fazla yıpranmak istemeyebilir ama Süleyman Soylu’nun da, Hulusi Akar’ın da istifa edeceğini zannetmiyorum. Bunu, bana bilgi veren sevgili kardeşime de, arkadaşa da söyledim.

Canlarım, sadece bir haber yakalamış bir Youtuber olarak, Youtuber mı diyorlar bana? Neyse işte öyle birisi olarak sizin de bana göre, bence… Sizler için belki önemsiz olabilir ama biraz siyasi deneyimi olan, devleti ama hakiki gerçek devleti, gerçek Silahlı Kuvvetlerini, gerçek Emniyeti ve gerçek Jandarmayı (bugünkü Jandarmanın Genel Komutanından söz etmiyorum) tanıyan birisi olarak söylüyorum ki, bu haber doğru ise normalleşmeden sonra Türkiye’de çok büyük hesaplaşmalar olacak. Çünkü bu facia ve 24 saatlik gecikmenin nelere mal olduğu konusunda şimdilik kurşun yarası gibi sıcağı sıcağına hiçbir şeyi anlamıyoruz.

Ama çok yakın bir zamanda, bunun ne kadar büyük bir facia yarattığını hep birlikte göreceğiz canlarım.

Hepinizi sevgiyle gözlerinizden öpüyorum canlarım. Lütfen morallerinizi bozmayın. Türkiye bir daha böyle bir dönem yaşamayacak. Türkiye bir daha böyle bir deprem de yaşamayacak inşallah. Umuyorum, istiyorum, temenni ediyorum. Allah da yardım etsin, tabiat da yardım etsin, her şey yardım etsin, İstanbul depremi hiç olmazsa bir 2-3 sene daha sonra gelsin gelecekse. Şimdi gelmesin ki, yeni gelecek olan kadrolar İstanbul’umuzla ilgili de tedbirlerini bir an önce alsınlar. Yıkılacak olanlar yıkılsın, yapılacak olanlar yapılsın.

Rahmetli Çetin Altan çok güzel söylerdi: “Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki bütün şehirler” derdi, “korunarak güzellikleri muhafaza edilir.” Yani yapılarak, yeni yeni yapılar, hiçbir şey yıkılmadan yenileri yapılarak korunur, güzelleştirilir. “İstanbul”, derdi Çetin Altan rahmetli, “dünyada yıkılarak güzelleştirilebilecek tek şehirdir.”

İstanbul’u deprem yıkmadan, devlet ve belediye el ele versin yıksın.

Hayır, İstanbul’u bu hükümet döneminde yaptılar demiyorum. Çok katlı binalar bu hükümet döneminde yapıldı ama ben onlardan, onların sağlığından, sıhhatinden eminim, hatta kefilim. İstanbul’daki çok katlı binalara kefil bile olabilirim. Ama eski binalar… Hele 70-80 arası yapılan, hele hele 75-76-80 arası yapılan binalar, o büyük grevler döneminde yapılan binalar, çürük çarık binalar. Onların hepsi yıkılacaktır, şimdiden söyleyeyim. Onun için depremi beklemeyelim. Devletle belediye el ele versin, İstanbul’daki bu köhnemiş yapıları bir an önce yıkalım ve yerine yenilerini yapalım canlarım.

Evet, bir kez daha hoşça kalın, hepinizi çok seviyorum. Tahammüllü kalın, sevgiyle gözlerinizden öpüyorum.

***

Bunu nasıl yapabildin ya?

Ama yaparsın sen, yaparsın…

15 Temmuz’da bile, en yakınında olan Milyar Ali Yıldırım’ı, kendi anlatımına göre götürtmek istemişsiniz. Tıpkı Erol Olçok ve oğluna yaptırttığınız gibi… Nihal Olçok anne yüreğinin yanışıyla boşa feryat etmiyor. “15 Temmuz’u, ondan kârlı çıkan kimse o yaptırdı”, diyor. Ve; “Benim oğlum da eşim de FETÖ’nün askerleri tarafından değil, sniper’lar tarafından sniper kurşunuyla öldürüldü”, diyor.

Milyar Ali; “Beni de götürüyorlardı, Ilgaz Tüneli’ne saklanarak korumaların becerikliliği sayesinde hayatımız kurtuldu”, diyor. “Ben 15 Temmuz’da asker sokağa çıkmış darbe yapmaya çalışıyormuş, dediğimde, Hakan Fidan bana ‘Hiçbir şey yok. Biz normal çalışmamızı yapıyoruz’ dedi”, diyor. Ve 15 Temmuz’dan bir yıl sonra gazetecilerle yaptığı programda “Orada başka bir şey var”, diyor. Aslında o da biliyor orada ne olduğunu da o kadarını diyebiliyor ancak.

Ve o gece yani 15 Temmuz’da FETÖ’den ve senin yandaşlarından 400 insan hayatını kaybetmiş, sen mutlu bir hal ile çıkıp diyorsun ki; “Bu harekât bize Allah’ın bir lütfudur…”

SADAT’ın Suriye’den getirdiği, planlayıp programlayıp konumlandırdığı IŞİD’ci cihatçıların Boğaz Köprüsü’nün üstünde hiçbir şeyden haberi olmayan gencecik fidanlarımızın, vatan evlatlarının, Hava Harp Okulu Öğrencilerimizin, vatani görevini yapmak üzere silah altına alınmış Mehmetçiklerimizin boğazlarının, kellelerinin kesilmiş olması, al kanlar içinde cansız bedenlerinin oradan oraya sürükleniyor olması zerrece etkilemedi seni ve avaneni. Sen, ne büyük bir ganimete kondum böyle, diye ellerini ovuşturdun.

Şuna adım gibi eminim ki artık; sizde vicdan teşekkül etmemiş. Sizde empati yapma, merhamet duyma gibi özellikler asla oluşmamış, gelişmemiş…

Demek Hulusi, Süleyman Soylu ve Mehmet Ersoy tarafından deprem alanına çıkarılan çok az sayıdaki askeri bile geri çektirdin ha… 48 saat boyunca da asker sokmadın facia alanına. Ancak gelen yoğun eleştiriler ve suçlamalar üzerine, üçüncü günden itibaren çok az sayıda olmak üzere askerlerin can kurtarma ve diğer yapılması gereken görevleri yapmaları için alana girmelerine izin verdin. Onun da sayısı, daha önceki paylaşımlarımızda da belirttiğimiz gibi, en son durumda, 26 bin 418’i ancak bulabildi. Oysa bizce bu sayı ilk günden itibaren 100 bin civarlarında olmalıydı.

Yani Hulusi, Soylu ve M. Ersoy’la aranda böyle bir mesele yaşanmamış olsa bile, sen yine suçlu olmaktan asla kurtulamazsın. Olayın asli faili sen ve avanendir. Çünkü hayati önem taşıyan ilk iki gün, sen askerin sahaya inmesine izin vermemişsin.

Sırf askerin de değil, yurtiçinden ve yurtdışından gelen sivil kurtarma ekiplerinin bile bir bölümünü bloke edip görev yapmalarını engellemişsin. “Günlerce hiçbir iş yapmamıza izin verilmedi, bekletildik”, diyen yardım ekipleri var.

Hep söyleyegeldiğimiz gibi siz, Türkiye Halkının en büyük düşmanısınız…

Zaten deprem öncesinde de Naci Görür, Ahmet Ercan gibi bilim insanlarının, Jeoloji Mühendisleri Odası’nın raporlarına, bütün uyarı ve ikazlarına rağmen, “Bu bölgede, bu 10 ilimizi vuracak deprem hızla geliyor. Derhal önlem almalıyız”, diyen feryatlarına rağmen, hiçbir önlem almayarak, tam tersine bir de yaptığınız “2018 İmar Barışı” adı altındaki trajik uygulamalarınızla felaketin boyutlarını en uç noktalarına taşıdınız. Yaşanılan acıları, verilen kayıpları katmerlendirdiniz. Bunlardan da sorumlu ve suçlusunuz…

Bir de bu ihanetinizle, oy için, halkımızı kandırmak için her türden aşağılık işi gözünüzü kırpmadan yaptınız. Tayyip nam hafız da halk düşmanlığını başarıymış gibi, halkımızdan yana olumlu bir işmiş gibi utanmadan arlanmadan şöyle savundu. Tabiî bu ihanetinizle halkımıza karşı işlediğiniz suçların sayısını artırdınız. Gelecekte yargılanırken hesaba çekildiğinizde, işlediğiniz binbir suç bir bir sayılıp önünüze konacaktır. İşte onlardan bir tanesi de bu “İmar Barışı” adını verdiğiniz canavarlık olacaktır. Bu işiniz açıkça zalim avcının masum, günahsız, saf, temiz yaban hayvanlarını tuzağına çekmek için oraya koyduğu yeme benzer ya da balıkçıların, oltanın çelik kıvrık iğnesinin ucuna taktıkları et parçasına…

***

Videonun Tapesi:

İmar Barışıyla Malatya’da 88 bin 507 vatandaşımızın sıkıntısını çözdük.

İmar Barışıyla toplam 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük.

İmar Barışıyla toplam 144 bin 556 Maraşlı vatandaşımızın sorununu çözdük.

***

Ha, bu konuda en önde gelen siz olmakla birlikte, Meclisteki diğer Amerikan yapımı ABD kuklası partilerin rolü yok mudur, diye sorulursa, “vardır” deriz. Onların da bu işte dahli, sorumluluğu ve suçu vardır. Ama siz iktidardınız, onlar muhalefet… Siz eğer bir olumlu davranışta bulunsaydınız, onlar da sizi mecburen izleyecekti. Ama siz olumsuz ve kötücül bir davranış içine girince, onlar da sizi aynı şekilde takip etmiş oluyorlar.

Halkımızın sizden çektiği ne yahu…

Kötülükten, zulümden, ölümden, soygundan, soyulmaktan, aç bırakılmaktan, hayvan yerine konulmaktan başka ne gördü bu halk sizden yahu?

Hiçbir şey…

Alayınız baştan ayağa kötülük olmuşsunuz, ihanet olmuşsunuz, zulüm ve soygun olmuşsunuz.

Ey Meclisteki ABD devşirmesi, emperyalizmin piyonları!

Alayınızın yani toplamınızın deprem alanında can kurtarırken hayatını kaybeden şu Meksikalı köpek “Proteo” (Kurtarıcı) kadar olsun bir faydanız olsaydı keşke bu halka, diyeceğiz de diyemeyiz. Çünkü olmaz böyle bir şey. Bu hayvancağız 3 can kurtardı yıkıntıların arasına hayatını hiçe sayıp sürünerek, emekleyerek, patileyerek, dalarak. Sonra da bu yoğun tempoda çalışmaya ve bölgenin aşırı soğuğuna ve on küsur bin kilometrelik uçak yolculuğunun verdiği yorgunluğa yaşlı bedeni dayanamadığı için hayatını kaybetti.

(Proteo)

Aslında bu köpecik, Kahramanmaraş’ın en işlek meydanına bir heykelinin yapılıp konulmasını çoktan hak etti. En azından biz kadirşinas, hakbilir devrimciler, o güne kadar kimse yapmamış olsa bile bu görevi de yapacağız iktidara geldiğimizde.

Bu köpecik, bütün fiziki ve mental gücüyle, becerileriyle can kurtardı. Sizlerse bunları yapamamış olmakla kalmadınız, yani halkımıza hiçbir faydanız dokunmamış olmakla kalmadınız; durup dinlenmeyen, on yıllarca süren kahredici bir kasırga gibi devamlı kötülüklerde bulundunuz, zalimliklerde bulundunuz, talanlarda, soygunlarda, hırsızlıklarda ve ihanetlerde bulundunuz. İnsan suretinde dolaşıyorsunuz da içinizde insana dair, insanlıkla ilgili hiçbir şey yok…

Bilmem ki ne demeli size…

Nasıl tarif etmeli…

Tabiî sadece hayatını kaybeden Proteo’dan ibaret değil, insanlarımızın hayatını kurtaran paticanlar. Yerli ve yabancı daha onlarca patican, bu görevi başarıyla yerine getirdi. Hatta kardeş halklarımızdan, kandaş halklarımızdan olan Macar kurtarma ekibinin bir elemanı olan ve küçücük bedeniyle en dar alanlara bile sığabilip girebildiği için canlar kurtaran o sevimli, saygıdeğer patican bile görevini şahane bir biçimde tamamladı.

Bakın, bir de 17 insanımızın kurtarılmasında en önde görev yaparak yer alan şu İsveç köpeği var mesela, Killian adında:

(Killian)

Mesela bu kahraman paticanlarımızdan biri de, Van’dan gelen yerli köpeciğimiz Köpük’tür. O da 6 insanımızın hayatının kurtarılmasında ön planda rol oynamıştır.

(Köpük)

Bu köpeciklerimiz melek aslında…

Sizlerse birer Şeytansınız ve hatta birer İblis…

Aklınız fikriniz, zihniniz, ruhunuz hep kötülük dolu. Alayınız halkımıza, vatanımıza verdiğiniz bu zararlardan dolayı hesaba çekileceksiniz muhakkak; iktidarınızla, muhalefetinizle ve tüm avanenizle.

Burada, şu gerçeği de belirtmeden geçmemek gerekir:

Yerli olsun yabancı olsun arama kurtarma ekiplerinin ve gönüllülerin bütün olumsuz kış şartlarına rağmen hayatlarını ortaya koyarak gece gündüz çalışmaları ve binlerce canımızı ölümün elinden çekip almaları; her türlü takdiri fazlasıyla hak etmektedir. Onların da tamamının alınlarından öpmek, saygıyla önlerinde eğilmek gerekir.

Bizim onlarca yoldaşımız da felaketin ilk gününden itibaren birbirleriyle yarış halinde bölgeye akarak, her ne kadar arama kurtarma çalışmalarına katılamamışlarsa da, tedariklediğimiz mütevazı yardımlarımızı bölgedeki acılı halkımıza dağıtarak onlara yardımcı olmaya çalışmışlar, kalplerimizin birlikte attığını, acılarını yoğun bir şekilde hissedip paylaştığımızı bildirmişlerdir.

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!

18 Şubat 2022

Nurullah Efe Ankut

HKP Genel Başkanı

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz