YSK’ye uyarımızdır: Diploması yok, Tayyip aday olamaz. Sorumluluğunu bil, Anayasayı çiğneme, kanunsuzluk etme!
Yüksek Seçim Kurulunun kallavi yargıçları…
Hepiniz de adınız gibi bilmektesiniz ki Tayyip Erdoğan’ın yüksekokul diploması yoktur!
Yine bu şahsın ve avanesinin kevgire dönüştürdüğü şu anki Anayasanın 101’inci maddesi bile der ki; “Bir TC vatandaşının Cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için gerekli olan şartlardan birisi de, onun yüksekokul mezunu olduğunu belgeleyen bir diplomaya sahip olmasıdır.”
Bakın, bu gerçeği bugüne kadar ortaya konmuş olan pek çok kanıta ilaveten, bugünün CHP Konya Milletvekili Abdüllatif Şener de kısa süre önce açıkladı. “Benim de kanaatim diploması olmadığı yönündedir”, dedi. A. Şener ki AKP Kurucularından olduğu gibi, “Şu anki AKP Programının da ben yazdım”, diyor. A. Şener, bilindiği gibi, AKP’de hem Başbakan Yardımcılığı hem de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı yapmıştır.
Şu söylediklerini bir izleyelim, isterseniz:
***
Videonun Tapesi
Biliyorsunuz, sayın Erdoğan’ın diploması tartışılıyor ve ağırlıklı olarak da üniversite diploması olmadığı söyleniyor. Vaktiyle ben bir tartışmada diploması olabileceği gibi bir ifade kullanmıştım, doğrudur. Ancak o dönemde güvendiğim bir mecra, Oda TV, söylemekte mahsuru yok. Oradaki yayınlarda muhalif olduğu halde bir diplomasının olduğu, Aksaray Ticari İlimler Yüksekokulundan mezun olduğu gibi bir ifadeler vardı. Oranın yayınlarını da ciddi bulduğum için, güvendiğim için oraya istinaden bu ifadeyi kullanmıştım.
Ama daha sonraki dönemlerde biraz ilgi duydum, konuyu biraz yokladım. Bildiğini düşündüğüm insanlara sordum. Sonunda geldiğim nokta şu: Sayın Erdoğan’ın öğrenci belgesi var fakat bu öğrenci belgesi, dönem öğrencilerinin öğrenci belgesinin formatına benzemiyor. Farklı bir format.
Sayın Erdoğan’ın çıkış belgesi var, diplomadan önce çıkış verirler, biliyorsunuz. Diplomalar hazırlanana kadar o çıkış belgesi ile mezuniyetini ispat eder. Var ama çıkış belgesi, çıkış belgesi de dönem öğrencilerinin çıkış belgesine benzemiyor. Farklı bir formatta. Diploması var ama diploması, dönem öğrencilerine verilen diploma formatında değil. Dolayısıyla bir problem var.
Bu problem ne olabilir, diye bazıları ile görüş alışverişinde bulundum. Biri dedi; eskiden “muhbir öğrenciler” olurdu. Bunlar ellerindeki belgeleri resmi olarak kullanmasınlar diye formatını farklı yaparlardı. O nedenle dedi, bu gerçekten puanıyla kaydolmuş, puanı ile mezun olmuş, derslerini vererek mezun olmuş bir öğrenci görüntüsü vermiyor, demişti.
Ben de bugün itibari ile Sayın Erdoğan’ın bir diploması olduğu konusunda tereddüt içerisindeyim. Benim daha çok genel eğilimim de; böyle bir diplomasının olmayacağı kanaatindeyim. Ama sorduğunuz soru, diplomasız biriyle niye parti kurdunuz, diyorsunuz. O dönemde herkes diploması var zannediyor. Bu konu sonradan gündeme geldi. Askere gitmiş yedek subay olarak yapmış, milletvekili adaylığını almış, cumhurbaşkanı adaylığında ilgili kurumlar itiraz etmemişler. Hepsi bir vakıa ama yarın ortam değiştikten sonra bunlar incelenecek, incelendiği zaman Türkiye her şeyi gerçek bir şekilde görecek.[1]
***
Hemen hemen namuslu her aydın bilmektedir ki Tayyip Erdoğan, İstanbul İmam Hatip Lisesinin dışında başka bir okul bitirmemiştir. Düz lise diploması alabilmek için Eyüp Lisesine başvurmamıştır, Eyüp Lisesiyle hiçbir ilişkisi olmamıştır. Dolayısıyla da düz lise diploması da yoktur onun. İşte bu sebeple de o zamanın yasaları gereği kendi alanı dışındaki bir yüksekokula başvuramamıştır. Bu sebeple de Marmara Üniversitesinde okuması, oradan diploma alması kesinlikle söz konusu değildir. Ortaya attığı, birbiriyle hiç benzerliği olmayan her iki diplomanın da sahte olduğu yüzde yüz oranında kanıtlanmıştır.
Bir önceki CB döneminde size verdiği sözde yüksekokul diploması, aslında bir sahtekârlık sonucu üretilmiş olup bunu üreten İstanbul 15’inci Noterine de, bir kamu kurumu olan Türkiye Noterler Birliği ceza vermiştir, bu kanunsuz işleminden dolayı.
Nasıl olmuştu bu?
Tayyip Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’ın şoförü Hasan Tükenmez, bir sahte diploma fotokopisini, (bakın “fotokopisini” diyoruz) AKP’giller tarafından devşirilmiş İst. 15’inci Noterine götürüyor. Buradaki sözde hukukçu vatandaşlar, kanunsuzluk ederek o fotokopiden hareketle “Gerçek diplomayı gördük, ona uygun bir suret verdik”, diye beyanda bulunup altına da Noter mühür ve imzasını koyuyorlar.
İşte bu sahte belgeden üretilmiş olan Noter tasdikli sahte belgeyle Tayyip Erdoğan size başvuruyor, siz de o sahte belgeyi gerçek sayıp Erdoğan’ın CB adayı olabilmesi için yeterli şartlara sahip olduğunu kabul ediyorsunuz. Ve o şahsı Başkanlık yarışına sokmuş oluyorsunuz böylelikle.
Hep söyleyegeldiğimiz gibi, Tayyipgiller her ne kadar devlet ve kamu kurumlarını ele geçirmişlerse de, onların hemen her birinde namuslu insanlar da vardır. 15’inci Noterde yapılan bu sahtekârlığı, oradaki bir namuslu kişi ifşa ediyor. Türkiye Noterler Birliği de 15’inci Notere bu kanunsuzluğundan dolayı uyarı cezası veriyor. Aslında o da görevini tam yerine getirmiyor.
Çünkü ortada böylesine açık, vahim bir kanunsuzluk varken yapılması gereken nedir?
Size götürülen o sahte belgenin sahteliğinin ilan edilmesi, onun yok hükmünde-çöp hükmünde olduğunun açıklanmasıdır. Ama böylesine dürüst, kanuncul bir karar verecek cesarete o kurum da ne yazık ki sahip değilmiş.
Medya, olayın açık edilmesi üzere şoför Hasan Tükenmez’e soruyor, bu sahteciliğin nasıl yapıldığını ve kendisinin o işte oynadığı rolü. Bu Hasan Hafız’ın verdiği yanıt gülünç mü desek, trajik mi desek bilemiyoruz. Ama aynen şöyle oluyor:
“Ben bir trafik kazası geçirdim. Belleğim silindi bu kaza sonucu. O yüzden de geçmişe dönük hiçbir şey hatırlamıyorum.”
Siyah beyaz dönemin eski Türk Filmlerinde de olurdu böyle olaylar. Fakat mutlu sona ulaşılırdı sonunda. Kahraman ikinci bir kaza daha geçirir, bu kez belleği geri gelirdi ve her şeyi hatırlamaya başlardı. Ya da birinci kazada kör olmuşsa ikinci kazada gözleri iyileşir, görmeye başlardı.
Burada bu ikinci kazanın ulaştırdığı mutlu sonu biz sizden beklemekteyiz:
“Birincisinde hadi neyse, diplomanın, bize sunulan sahte belgenin aslını faslını araştırmadık ama bu kez araştıracağız”, deyip işin aslına girin. Zaten girer girmez Tayyip’in diplomasızlığının yüzde yüz oranında bir gerçeklik değerine sahip olduğunu hemen göreceksiniz. Bu işi yapmanız kolay…
Sanırız Tayyip, yine size 15’inci Noterden aldığı sahte belgenin bir benzerini sunacaktır bu sefer de. Ha, Noteri değiştirebilir. Devşirdiği tek Noter o değil ki. Ama siz, diplomanın aslına ulaşıp onu ehil, yansız, işinin ve insanlığının sorumluluğunu taşıyan bilirkişilerden oluşan bir heyete inceletmelisiniz.
Tayyip’in ortaya attığı iki diploma, Abdüllatif Şener’in de netçe belirttiği gibi Marmara Üniversitesinin verdiği gerçek diplomalarla hiçbir benzerliğe sahip değildir. Onun Askere Alma Şubesine verdiği çıkış da aynı şekilde, Marmara Üniversitesinin verdiği çıkışlarla bir benzerlik taşımamaktadır. Tayyip’inkiler, yine A. Şener’in belirttiği gibi okullarda ajanlık yapan, öğrenci görünümlü şahıslara verilen sahtecilik belgeleridir.
Bir önceki seçim döneminde size “Tayyip’in diploması sahtedir, size sahte belge sunmuştur. Onun adaylığını kabul etmeyin”, diye Partimiz adına başvuruda bulunduk. Fakat siz, bizim bu başvurumuzu önemli bir ihbar sayıp bir araştırmaya girişmek yerine, bize kanunla, yönetmelikle, akıl ve vicdanla hiç ilgisi olmayan, sadece konuyu geçiştirmeyi amaçlayan; “Bize bir Noter onaylı yüksekokul belgesi sureti sunmuştur. Biz de onu geçerli sayıp karar vermişizdir. Bizim kararlarımız da kesindir”, diye cevap verdiniz.
Görevinizin, Anayasa ve kanunların size yüklediği sorumluluğun gereğini yerine getirmeyi kabul etmediniz. Böylece de Tayyip ve avanesinin işlemiş olduğu yüzlerce suçun suç ortaklığını yapmış oldunuz. Korkunuzdan yaptınız bu işi.
Fakat bakın; öyle görünüyor ki Tayyip ve avanesi artık yolcudur. Yapılan son kamuoyu araştırmaları da ortaya koymuştur ki, öncesinde Erdoğan’ın hep 5-10 puan gerisinde kalan Kemal Kılıçdaroğlu, bir anda 10-15 puan öne fırlayıvermiştir.
Akşener’in ayın 3’ünde ve 4’ünde oynadığı “ayrıldım döndüm” ortaoyunu sonucunda, kamuoyu yoklamalarında Tayyip’i her seferinde 5-10 puan geride bırakan Mansur Yavaş’la Ekrem İmamoğlu da TESEV’ci, Sorosçu Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanına monte edilmiştir. Yani CB yarışına artık üçü birlikte katılacaktır. Bu sebeple de o iki büyükşehrin belediye başkanının oy potansiyeli de önemli oranda sandığa yansıyıp Kılıçdaroğlu’nun hanesine yazılacaktır. Özetçe; görünen odur ki Tayyip yolcu, Sorosçu Kemal’le Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu üçlüsü Başkan ve yardımcıları olarak devletin tepesine oturtulacaktır.
Türkiye’nin en kahredici ve acı gerçeği şudur ki 1950’den beri Türkiye’yi Türkiye yönetmiyor. ABD Emperyalist Haydudu yönetiyor. İktidarlara kimin getirileceğini, kimin ne zaman düşürüleceğini ve yenisinin kim olacağını hep o emperyalist çakal belirliyor.
Merkez Parti Başkanı Hukuk Profesörü Abdürrahim Karslı diyor ki; “AKP benim Çamlıca’daki evimde kuruldu. Amerikalılar ve İngilizler kurdu AKP’yi. Abdurrahman Dilipak da Ali Bulaç da buna şahittir. Çünkü o toplantılara bunlar da katıldı. Daha başka CHP’den de katılanlar oldu.” Abdurrahman Dilipak, bir köşe yazısında A. Karslı’nın bu açıklamalarını aynen doğruladı.
ABD’nin devşirip partileştirmesi, iktidara taşıması ve hep arkasında durması sayesinde Tayyip ve avanesi 21 yıldan bu yana Türkiye’yi felaketten felakete sürüklemesine rağmen iktidarda kalabilmiştir.
Ha, bunların en iyi yaptığı iş neydi, halkımızı kandırma bazında?
Din alıp satmak “İnsanları Allah’la Aldatmak.”
Ama işte bütün bunlara rağmen onlar yolun sonuna geldi. Halkımızı kuru ekmeğe, kuru soğana muhtaç etti. 6 Şubat’ta yaşadığımız deprem faciasında, hem öncesinde hiçbir önlem almayarak, üstelik hırsız müteahhitler ve yapı denetim şirketleriyle de suç ortaklığı ederek, “İmar Barışı” adı altında oy avcılığı yapabilmek için cinayetler işleyerek, hem de facia sonrasında ilk 48 saat askerin sahaya inip can kurtarmaya koşmasını engelleyerek on binlerce insanımızın, kurtarılabilecekken canından olmasına sebep olmuştur bu Tayyipgiller iktidarı. Yani iktidar olarak depremin de altında kalmışlardır bunlar.
İşte bütün bu nedenlerden dolayı, artık onların din alıp satmaları da pek bir işe yaramamaktadır. İşte iki örnek:
***
Videonun Tapesi
Diyarbakırlı Vatandaş: Yani şöyle bir şey var: Ülke diye bir şey kaldı mı sizce? Ben görmüyorum ülke diye bir şey. Evlatlarımızın geleceği kalmadı, kaldı mı? Eğitim sistemi diye bir şey kaldı mı? Hiçbir şey kalmadı, değil mi?
Vallahi Yahudi gelsin, Papa gelsin, inan ki oyumu ona veririm. Yeter ki şu ülkeyi Müslüman biri yönetmesin ya! Yönetmesin hakikaten. Hayır, 20 yıldır Müslüman ülke. Müslümanlık üzerine kuruluyor da her şey, Allah Allah diyor da nerede, Allahlık bir şey var mı ya…
Kul hakkı yemek biz. Bilmem ne yapmak biz. Ne kaldı ya…
Şuraya bakar mısınız? Affedersiniz, köşe başlarında duran namussuzlara bakın. Bir bayan bile yoldan geçemiyor. Ülke benim mi? Ben buraya Halep’e taşınmışım ya. Altıparmak benim için Halep Halep. Şurası neydi, 20 yıl önce burası neydi?
Ben Kürdüm diye bana ev vermiyorlardı. 99 Depremi’nden sonra evlendim. Ben Diyarbakırlıyım; Adanalıyım diye uyduruyorduk, bize ev versinler diye. Ne oldu? Kimseye karşı değilim ama kusura bakmayın. Bu ülke benimse, bu vatan benimse, bu topraklar benimse, benim atalarım kan döktüyse; Burada ilk önce benim hakkım, anladınız mı?
Röportajcı: Bir şey sorayım. 14 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçim olacağını söylüyor. Ne düşünüyorsunuz, bu seçimde ne olur?
Diyarbakırlı Vatandaş: İnşallah bu sefer gider de kurtuluruz ondan. Kendi gider, adamakıllı biri gelir de vallahi yönetsin şu ülkeyi ya. Yazık, çocuklarımıza yazık…
***
Muhabir: Ülkemizde büyük bir felaket oldu, 10 ilimizde yaşanan büyük bir deprem… Ne düşünüyorsunuz? Milletimizin başı sağ olsun bu arada. Herkes tek yürek oldu, yardım ediyor.
İlahiyatçı Kadın: Rabbim rahmet eylesin. Ne olursa olsun, hangi siyasi partiyi tutarlarsa tutsunlar ben şu anda insanların birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini istiyorum. Tabiî gönlümüz göçük altındakilerin de sağ olarak çıkarılması…
Muhabir: Peki abla önlem alınsaydı, mesela bu çürük binalar var ya deniz kumundan yapılan veya bazı müteahhitler biliyorsun tutuklanıyor. Ne düşünüyorsun bu konuda? Daha iyi olunabilir miydi?
İlahiyatçı Kadın: Tabiî ki. Mesela imar affı, ben buna karşı bir insanım. Kesinlikle olmaması gereken bir şey.
Muhabir: Yanlış bir durum diyorsun.
Tabiî, o bir yanlış uygulamaydı. Hiçbir şekilde denetim yapılmıyor, bu denetimlerin daha sık yapılması gerekiyor. Mesela şimdi üniversitelerimiz… Çocuklarımız okuyorlar, ne yaptılar? Kapattılar. Benim oğlum mühendislikte okuyordu. Bir mühendis, tıp öğrencisi, inşaat, mimarlık nasıl açıktan okuyabilir? Çocukların zaten hayatlarını mahvettiler, 1,5 sene mi okuldan gitti bu şekilde? Bunun da olmaması gerekiyordu. Her şeyde bir tedbir alınması gerekiyor bence.
Muhabir: Peki hükümetimiz nasıl bir politika… Bazı vatandaşlarımız geç kalındı dediler.
İlahiyatçı Kadın: Valla şimdi başörtülü görünce herkes zannediyor ki Ak Partiliyim. Ben muhalif bir insanım kesinlikle. İlahiyatçıyım, tarihçiyim. Şuna inanıyorum, yeterince İslamcılar bu ülkeyi yönettiler. Lütfen gerekirse komünistler yönetsin ama adalet ve ahlak sınırları içerisinde. Biz ona şu anda muhtacız. Ahlakı kaybettik, adaleti kaybettik, bunları yönetecek kim varsa başımızın tacı ama ben kendi adıma söylüyorum ilahiyatçı olarak, besmele çekene dahi oy vermeyeceğim. Vermeyeceğim, din görevlisi emeklisiyim bunu da söyleyeyim.
Muhabir: İlahiyatçı olarak.
İlahiyatçı Kadın: İlahiyatçı olarak besmele çeken, insanları kandıran hiç kimseye oy vermeyeceğim. Yani vermeyeceğim. Bizi yönetsinler, kim yönetirse sağ, sol tabiî gönlümde yatan kişi de vardır. Ama bir de bir cumhurbaşkanı bir dönem seçilmeli, ikinci dönem asla seçilmemeli. İlk dönem gelen çok güzel hizmet ediyor ama ikinci dönem olduğu zaman o hizmetler yere gidiyor.
Muhabir: Ya da çok iyiyse en fazla iki dönem diyelim.
İlahiyatçı Kadın: İki dönem de olmasın, o da olmasın onu da istemiyorum.
Muhabir: Peki abam gönlünden geçen var kimdir o?
İlahiyatçı Kadın: Var. Ben şu anda Atatürk’ün Partisini istiyorum. Gönlümden geçen.
Muhabir: Millet İttifakı.
İlahiyatçı Kadın: Millet İttifakı gelsin. Onu istiyorum.
Muhabir: Geçmişte mevcut hükümete oy verdik mi Ak Partiye?
İlahiyatçı Kadın: Hiç vermedim.
Muhabir: Vermediniz.
İlahiyatçı Kadın: Hiç vermedim. Ben diyorum ya, başörtülü görünce herkes bana diyor ki,
Muhabir: Bunun onunla alakası yok.
İlahiyatçı Kadın: Vermedim ve vermem de. Diyorum ya adalet ve ahlak sınırları içerisinde… İslam beş vakit namaz değildir, adalet ve ahlaktır. Bunları bize getirsinler. Ben bak ilahiyatçı olarak çocuklarıma ben bunu anlatamıyorum. Yiyorlar, içiyorlar anne diyor. Anlatamıyorum. Siz anlatabiliyor musunuz? Anlatamıyorum yani. İnşallah…
Muhabir: Sadece namaz kılmak yetmiyor diyorsunuz.
İlahiyatçı Kadın: Yetmiyor. Adalet ve ahlak. İslam’ın temeli okumak, adalet ve ahlak. Ahlak, şu anda bunların hangisi var? Adalet bitti, bitti. Ahlak bitti. Çalmasalardı, çırpmasalardı bu şekilde müteahhitler… Ya dün televizyonda izliyorum, deprem etüdü yapıyorlar. Ya şöyle ufalıyorlar ya bu nedir?
Muhabir: Kozalakla karışmış içine nazar boncuğu var kolonların içinde.
İlahiyatçı Kadın: Kader diyorlar. Kader bu değildir, kesinlikle kader bu değildir. Katliamdır şu andaki, kader değildir.
Muhabir: Biliyorsun abla birçok yıkılmayan, sağlam olan binalar da var. O müteahhitleri de tebrik ettiler ne güzel evler yapmışlar…
İlahiyatçı Kadın: Ha işte bir tanesini şey yaptılar. İnşallah sayıları da artsın.
Muhabir: Veya Toki’de mesela başarılı bir şekilde yapılmış yani.
İlahiyatçı Kadın: İşte bak ben bugün çıktım geziyorum, aslında normalde İstanbul’da yaşamıyorum. Çocuklarıma geldim.
Muhabir: Nerede yaşıyorsunuz abla?
İlahiyatçı Kadın: Kastamonu’da yaşıyorum. Şimdi her binanın kolonuna bakıyorum. Allah’ım diyorum acaba İstanbul’da olsa… İstanbul şu anda 10 şehre eşit.
Muhabir: 8 yıl içinde biliyorsunuz yüzde 64 dediler, büyük Marmara depremi bekleniyor. Sizce hazırlıklı mı İstanbul buna?
İlahiyatçı Kadın: Değil.
Muhabir: Değil diyorsunuz.
İlahiyatçı Kadın: Bilmiyorum yani. Şu anda ben şöyle düşünüyorum, bir Şirinevler, bir Bağcılar, bir Güngören’de olsa o kısımda ne kadar ölü olacak?
Muhabir: Küçükçekmece.
İlahiyatçı Kadın: Çok olacak. Allah sonumu hayır eylesin. Teşekkür ediyorum.
Muhabir: Teşekkür ediyoruz ablam sağ olasın.
***
Bu örnekler de netçe göstermektedir ki Tayyip artık ne kadar din simsarlığı yaparsa yapsın, din kisvesi altında ne kadar oynarsa oynasın, halkı eskisi gibi kandıramaz olmuştur. Dolayısıyla da en etkili silahını kullanamaz hale gelmiştir artık, önemli ölçüde.
TESEV’ci-Sorosçu Kemal de aynen Tayyip gibi bir ABD devşirmesidir. CHP eski-Sorosçu öncesi Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen aynen şöyle diyor:
“Amerikalılar, Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başına getirmek için 2008’den itibaren çalışma başlattılar. 2010’da da başarıya ulaşıp amaçladıklarını elde ettiler.”[2]
Yine CHP Samsun Milletvekili Dr. Haluk Koç da aynen şöyle diyor bu konuda:
“Amerikalılar, onların belirlediği adayın (Kılıçdaroğlu’nun) karşısına çıkmaya hazırlandığım için beni öldürmek istediler, bana suikast düzenlediler. Bu suikasttan belim kırılarak ağır yaralı bir şekilde kurtuldum.”
Şimdiki Yeni CHP’nin Başkanı Sorosçu Kemal, bire bir Tayyip gibi ABD yapımıdır, ABD devşirmesidir. Onun da önceliği tabiî ki Türkiye’nin çıkarları değil, ABD’li efendilerinin kendilerine verdiği projeleri uygulamaya sokmaktır. Yani öncelikle ABD’nin çıkarlarına çalışır bunlar. Zaten hep söyleyegeldiğimiz gibi Kılıçdaroğlu, Soros’un fonladığı TESEV’in kurucuları arasındadır. Bunlar rastlantısal değildir.
Ve son olarak, CIA’nın Avrupa ve Asya’dan sorumlu şefi Nelson Ledsky diyor ki; “Biz Türkiye’de Meclisin her yerindeyiz.”
Demek istediğimiz anlaşılmıştır, sanırız.
Yani ABD Emperyalist Haydudu için Türkiye’nin başına çöktürdüğü bir kadrosu yıpranınca, önceden hazır ettiği yeni bir kadroyu onun yerine sürüverir ortaya.
Yani bu neye benzer?
Bir anlamda ABD’nin çıkar arabasının yorulan, yıpranan, yaşlanan beygirlerini değiştirmesine…
İşte şimdi de, yukarıda da belirttiğimiz gibi, Tayyipgiller artık halkı kandırma gücünü kaybettikleri için yerine yenisini yani Kılıçdaroğlu’nu yani onun Yeni CHP’sini, Altılı Masa’sıyla birlikte iktidara yani Türkiye’nin başına çöktürtecek. Yaşamakta olduğumuz siyasi olay özetçe budur…
Sonrasında da Tayyip’in diplomasının araştırılmasına mecburen girişilecek ve onun iddiasının boş olduğu ortaya çıkacaktır. Kesinkes çıkacaktır…
Bakın; yakın geleceğin yaşanacak olan bu olay beklenirken, sizin bir kez daha Tayyip’in sahte diploma suretiyle sizi güya kandırıp onun kanunsuzluğuna ortak olmanız apaçık biçimde kanunsuzluğu Tayyip’le yekten paylaşmanız anlamına gelecektir. Ve siz de bu sahte belgeyi gerçekmiş gibi işleme koyarak Tayyip’in kanunsuzluğuna aracılık ettiğiniz için net, kesin biçimde suç işlemiş olacaksınız ve yargılanmaktan kendinizi kurtaramayacaksınız.
Sizi uyarıyoruz: Anayasaya ve kanunlara uyun. Dört yıl okuduğunuz Hukuk Fakültesinin, taşıdığınız sıfatın ve görevinizin size yüklediği sorumluluğun gereğini hakkıyla yerine getirin.
“Görmedik, bilemezdik, aldatıldık, kandırıldık”, diyerek işin içinden sıyrılamazsınız. Tayyip’in diplomasızlığına dair gerçek, kör gözlere bile batacak şekilde ortada durmaktadır.
Tayyip’i diplomasızlığından dolayı CB Seçimi yarışına sokmazsanız; aslında ilk bakışta onu da rahatlatmış olursunuz. Yarışa girip yenilmekten kurtarmış olursunuz. O da sizin bu iyiliğiniz sayesinde namağlup olarak siyasi kariyerini noktalamış olur. Zaten sağlığı da, sizin de gözlemiş olacağınız gibi, heveslendiği işi yapmasına elverişli değildir.
Bir kez daha son söz olarak belirtmiş olalım ki; Tayyip diplomasızdır. Birkaç ay sonra bu, yüzde yüz kesinlikte, herkesin göreceği biçimde ortaya çıkarılacaktır.
Onunla suç ortaklığına girmeyin…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
11 Mart 2023
Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı
[1] https://onurlugazeteciler.net/tayyip-in-diplomasi.
[2] http://odatv.com/bir-zamanlar-chpnin-iki-numarasi-olan-isimden-flas-kilicdaroglu-iddiasi-2401171200.html.
Podcast: Play in new window | Download