Türkler neden Müslüman oldu?

18.06.2024
37
A+
A-

Saygıdeğer Arkadaşlarım;

Bugün de siyaset dışı bir konudan söz edelim istedim. Siyaset gerçekten sinir bozucu, mide bulandırıcı bir düzeyde seyrediyor. Dedik ya; “Şarlatanlar Dönemi”ni yaşıyor Türkiye ne yazık ki. Burjuva siyasetçilerinin hepsi birer insan sefaleti. Neyse…

Kısaca, neden Müslüman olduk? Bu sorunun cevabını arayalım, konu edelim bugün de.

Biliyorsunuz, 7’nci Yüzyıl’a kadar Orta Asya’da Türklerin dini Gök Tengri Diniydi. Pagan Dindi yani. Yardımcılarıyla birlikte Gök Tengri yönetirdi dünyayı, evreni, dağları, ovaları, denizleri, ırmakları, ormanları, hayvanları, insan toplumlarını.

Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi Gök Tengri zulmetmez, onun cehennemi yok, cenneti de yok. Eğer insanlara zulmederseniz, hayvanlara zulmederseniz, doğaya, ormanlara, nehirlere, göllere kötülük ederseniz, kirletirseniz onları, hayvanları ihtiyacınız olmadığı halde eziyet edip öldürürseniz; Gök Tengri sizi bu dünyada kıtlıkla, yoksullukla ya da doğa güçleriyle cezalandırır. Anlayış bu.

Bir ahlâk öğretisi de bu dinde yer almaz çünkü ahlâksızlık diye bir şey yok. Çünkü toplum İlkel Komünal Toplum biçiminde yaşıyor; o düzende, o konakta yaşıyor. Özel mülkiyet yok. Tüm toplumu oluşturan insanlar eşit, kankardeşler.  Bu sebeple de orada yalan yok, dümen yok, aldatmaca yok, hırsızlık yok, birbirlerine kötülük etme, zulmetme yok. Herkesin birbirini içtenlikle sevdiği bir kankardeşleri düzeni hâkim toplumda. Ahlâksızlığın olmadığı yerde ahlâk buyruklarının yer alması da anlamsız olur tabiî ki.

Ama ne zaman ki Medeniyetle yüzyüze gelme durumu yaşıyor bizim Türk toplumları… Biliyorsunuz, Güney Sibirya yani Asya stepleri Türklerin anayurdu. Ne zaman ki aşağıda Hazar’ın güneyine kadar gelmiş olan, ulaşmış olan Medeniyetle temasa geçiyor; işte orada yeni bir toplum düzeniyle karşılaşıyor, sınıflı toplum düzeniyle karşılaşıyor, kötülüklerle karşılaşıyor Türk Toplumu. Ve Medeniyet dediğimiz sınıflı toplumla yüzyüze geliyor.

Medeniyet sınıflı toplum demektir. İşte burada kötülükler görüyor, ahlâksızlıklar görüyor, düzenbazlıklar görüyor, zulüm görüyor. O zaman zihin dünyasında altüstlükler oluşmaya başlıyor toplumu oluşturan insanların. Ama Medeniyetin yarattığı zenginlikler de bir taraftan tabiî çekiyor İlkel Komünal Toplumu, o konakta yaşayan Türk insanlarını. Medeniyet servetler yığar; köşkler, saraylar… Tarım ekonomisine geçildiği için büyük mal mülk yığar. İşte bu zenginlikler çeker insanları tabiî. Bu sebeple gitgide daha fazla sınıflı toplumla temas kurma gereği duyuyor, kendiliğinden böyle bir eğilim oluşuyor Türk Toplumunda.

Fakat Emevi Arapların orduları, Türk Toplumunun içine girip (gelişkin silahlara sahip düzenli orduları var) büyük zulüm ve kıyım yapıyorlar. Özellikle ünlü Emevi komutanı Kuteybe Bin Müslim’in yönetimindeki Arap Orduları, zalimce katliamlar gerçekleştiriyorlar. Bu bakımdan Türkler, İslam dinine hep soğuk duruyorlar.

Ama Emeviler hanedan olarak çöküp yerine Abbasiler geçince durum değişiyor. Emeviler, Parababası, köleci toplumun, Mekke’nin liderlerinden Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye’nin, Yezid’in soyundan gelen insanlar. Bu bakımdan zulüm, onların neredeyse zihin kodlarına yerleşmiş. Haksızlık, adaletsizlik, kötülük… Bu hanedanlık,  Arap toplumu içinde de derebeyileşip, Firavunlaşıp, zulümlerini had safhaya ulaştırınca, Arap toplumu içinde de isyanlar oluşuyor.

Ve Emeviler hanedan olarak devrilince yerine Hazreti Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen Abbasiler iktidarı ele alıyorlar 750 yılında. Onlar daha insancıl davranıyorlar. İşin tuhafı; Çinliler de Doğudan Türk toplumuna saldırıya geçiyorlar. İşte Türkler Çinlilere karşı, iktidara gelen yeni Abbasi yönetiminden, komutanlarından, valilerinden yardım istiyor. İttifak ediyorlar ve Çinlileri yeniyorlar. Ünlü Talas Savaşı’dır bu, Tarihte.

Bu savaş, Arapların ve Türklerin birbirlerine daha sıcak davranmalarına, daha dostane davranmalarına yol açıyor. İşte bu tarihten sonra peyderpey Türkler Araplarla, Arap toplumlarıyla kaynaşmaya, tabiî onların sınıflı toplum düzenini bu arada benimsemeye, o düzeni benimsemeyle birlikte onların dinlerini de yani İslamiyet’i de sıcak bulmaya başlıyorlar.

Demek ki 8’inci Yüzyıl, 9’uncu Yüzyıl, 10’uncu Yüzyıl Türklerin kademeli olarak İslamiyet’e geçişlerini oluşturan süreci meydana getiriyor. 8’inci Yüzyıl’da başlıyorlar, 10’uncu Yüzyıl’a kadar kademe kademe, peyderpey, kavim kavim İslamiyet’e geçiyorlar Türkler. Tabiî bu arada sınıflı toplumla da tanışıyorlar, toprağa yerleşiyorlar ve Medeniyete de geçmiş oluyorlar. Toplumda sınıflar ortaya çıktığı için, sınıfsız toplum dini olan Gök Tengri Dini de kademe kademe ortadan kalkar.

Hani Marks’ın, Engels’in dahiyane tespiti neydi?

“Dinler, yaşanılan maddi hayatın zihinsel dünyaya, entelektüel dünyaya, din dünyasına birebir yansımasıyla oluşur.”

Yani dinler yaşanılan maddi hayatı belirlemezler, tam tersine içinde yaşanılan maddi hayatın şartları, sınıf ilişkileri ve çelişkileri aynen entelektüel dünyaya, zihin dünyasına, sonuç olarak din dünyasına yansır ve dinleri belirler. İşte bu sebeple sınıflı topluma geçişimizle beraber artık Gök Tengri Dini sınıflı toplumun şartlarına, içinde yaşanılan sınıflı topluma, köleci toplum düzenine cevap vermez hale geliyor. Çünkü o İlkel Komünal, İlkel Sosyalist Toplumun, ezenin-ezilenin olmadığı, eşit kankardeşlerinin oluşturduğu toplumun dini. Ama burada toplum, çıkarları ve durumları birbirine zıt, uzlaşmaz bir şekilde karşıt sosyal kümelere, sosyal sınıflara parçalanmış durumdadır.

İşte toplum bu şekilde parçalanınca üstte ne olur?

Egemen, ezen, sömürücü, vurguncu, zalim sınıflar olur, yönetimi onlar eline alır. Altta; ezilen, sömürülen, zulme uğrayan mahkûm sınıflar olur. İşte ezen sınıflar iktidarlarını sürdürebilmek için, ona meşru kılıf giydirebilmek için yalana, düzene, hileye, özel silahlı insanlar grubuna yani orduya, cezaevlerine, mahkemelere, hukuka, kanuna ihtiyaç duyarlar. İşte din de aynen bunlara göre şekillenir. Böylelikle artık imanı oluşturan, Tektanrı’yı oluşturan, Tanrı’ya kesinlikle bağlanmayı amaç edinen ayetler ortaya konur, buyruklar ortaya konur. Ama bununla yetinilmez. O Tanrı’ya karşı ibadet, yalvarma, yakarma, namaz, oruç gibi dini ritüeller ortaya konur, o Tanrı’ya bağlılığın sembolü olarak. Ama bununla da yetinilmez. Toplum düzeninin belirlenmesi gerekir. Tüm toplum hayatının sınıf ilişki ve çelişkilerinin bir düzene konması gerekir.

Ama nasıl bir düzene konması gerekir?

Egemen sınıfların çıkarına uygun biçimde düzene konması gerekir. İşte bu yüzden Tektanrılı dinlerde önemli oranda ahlâki öğütler bulunur. Cezalar bulunur, cennet ödülü vaat edilir ve cehennem korkusu ortaya konur. Cehennemle korkutulur insanlar, kötülükten sakındırılmak için. Yani burada dinler artık toplumun Anayasasını oluşturur, hukuk sistemini oluşturur.

Zaten İslam’da buna ne deniyor?

“Fıkıh” deniliyor, değil mi İslam Dininde?

İslamiyet’e işte bu şekilde girdik biz. Sınıflı topluma girince Gök Tengri Dininin dayandığı maddi hayat ortadan kalktı. İlkel Komünal Toplum, İlkel Sosyalist Toplum ortadan kalktı, onun yerine köleci topluma, köleci toplum düzenine geçtik. İşte bu sebeple köleci toplumun dinini de mecburen benimsemek durumunda kaldık.

Ama Türkler, İlkel Komünal Toplumdan geldikleri için İslamiyet’in de insancıl dönemini oluşturan Mekke İslam’ını benimsediler. Mekke İslam’ında ortaya konan ayetleri benimsediler. Ve Mekke İslam’ının savunucusu olan en önde gelen halife Hazreti Ali’yi önder olarak kabul ettiler, benimsediler, onu yücelttiler.

Hep söyleyegeldiğimiz gibi, Mekke İslam’ıyla Medine İslam’ı birbirinin yüz seksen derece karşıtıdır. Mekke İslam’ında; Hazreti Muhammed’in beş yaşına kadar içinde yaşadığı Bedevi toplumun, göçebe  yani İlkel Komünal toplumun, özel mülkiyetin olmadığı toplumun ahlâkı, kuralları, bu kankardeşlik ilişkileri belirleyiciydi, egemendi. Bu sebeple de adaletli olmak, iyiliksever olmak önerilirdi hep Mekke İslam’ında.

Özeti nedir Mekke İslam’ının?

Ahlâklılık, adaletlilik, iyilikseverlik, yoksula yardım, yolda kalmışa yardım, açlara, öksüzlere, yetimlere yardım. Ve mal mülk küplemeyecek herkes. Malının zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak olan miktarını alıkoyacak, gerisini ihtiyaç sahiplerine dağıtacak. Yani sosyalist bir öneri bu. Rızıkta herkes eşit olacak; sosyalist bir öneri.

Kadını ezen ayet yok Mekke İslam’ında. Çünkü Hz. Muhammed, Hz. Hatice ve kuzeni Varaka’yla birlikte oluşturuyorlar İslam’ı. Bu sebeple Hazreti Muhammed’in Mekke’de, Hazreti Hatice’nin sağlığında kadını ezen bir ayet ortaya koymasını bırakalım, böyle bir şeyi düşünmesi bile imkânsız. Çünkü Hazreti Hatice Mekke’nin en saygıdeğer, en asil, en güçlü kadınlarından birildi. Zaten onun servetini kullanarak Hazreti Muhammed İslamiyet’i ortaya koyabiliyor, Peygamberlik işleriyle uğraşabiliyor. Bu sebeple kadını ezen hiçbir ayet bulunmaz o ilk Mekke’de ortaya konan 86 surede. Kadını aşağılayan, kadını insanın ikinci kalite kişisi durumuna düşüren bir ayete rastlayamazsınız.

Ama ne zaman ki Medine’ye geçildi, Bedir Savaşı’yla cihatlar çağı başladı, cihatlar sonunda hep maddi mal mülk, para, altın, gümüş yüzlerce, binlerce deve, koyun, keçi, at ve cariye, köle ele geçirildi, ki bunlar da “dinen yararlanılması mubah olan ya da edinilmiş mal” statüsündedir. Köle ve cariye de İslam hukukunda, insan sayılmaz.

İşte bu sebeple yaşanılan maddi hayat değişince yani köleci toplumun şartları benimsenince Medine’de, İslam da ona uygun olarak yön değiştirdi, biçim değiştirdi, kılıf değiştirdi. Mekke İslam’ı tümüyle terkedildi, sınıflı toplumun, köleci toplumun kurallarını, şartlarını benimseyen yeni bir İslam ortaya kondu.

Ünlü sözdür; “Fatihler fethedilirler”, sınıflı toplum tarafından. Hazreti Muhammed de Mekke’deyken Devrimci İslam’ı ortaya koydu ama Medine’nin o cihadın getirdiği ganimetler çağına geçilince fethedildi, ona teslim oldu. Ona uygun, kadını ezen, kadını ikinci statüde insan durumuna düşüren, kadına zulmeden, kadını dövün diyen, çokeşliliği savunan, çocuk gelinleri savunan bir İslam’a dönüştü.

İşte biz Türkler İlkel Komünal toplumdan geldiğimiz için İslam’ın Mekke döneminde ortaya konan bölümünü benimsedik. Ama Anadolu’ya gelip yerleşince Mekke İslam’ını savunan insanlarımız genelde kırsal kesimde kaldı. Doğu Anadolu’nun, Kuzey Anadolu’nun, Ege’nin, Toroslar’ın kırsal kesimlerinde yaşayan insanlar o İslam’a sahip çıktılar ki bunlara Alevi insanlarımız diyoruz. Ama Anadolu, bildiğimiz gibi 6 bin yıllık sınıflı toplumun coğrafyasıdır. Asurlulardan itibaren hep sınıflı toplumlar gelmiş, üst üste yığılmış. Bu sebeple şehirlerimize, kasabalarımıza yerleşen insanlarımız, o binlerce yılın orada biriktirdiği sınıflı toplum insanlarıyla kaynaştılar, onlara benzediler dolayısıyla onların İslam’ını yani Sünni İslam’ı dolayısıyla Medine İslam’ını benimsediler.

Alevi insanlarımız neden kırsal kesimlerde kaldılar?

Mesela Ege’de, Toroslar’da yine, Kuzey Anadolu’da, yine Doğu’da Kürt insanlarımız yine aynı şekilde hep kırsal kesimde kalanlar Alevi inancını benimsedi. Yani Mekke İslam’ını benimsedi. Şehirlerimize, Tefeci-Bezirgân Sermayenin üsleri olan şehirlerimize yerleşen insanlar, orada eski toplumların artığı insanlarla kaynaştılar ve onların değerlerini, onların sistemini benimsediler. Kendileri de Tefeci-Bezirgânlaştılar, mezhepleri de, dinleri de Tefeci-Bezirgânların dinine uygun hale geldi ve o hale gelen İslam biçimini benimsediler. Yani Medine İslam’ını benimsediler. Bugün de özetçe bunları anlatalım istedik.

Kalın sağlıcakla…

 

 

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz