Seversen acı çekersin…
Seversen acı çekersin…
Eğer acı çekenleri, çaresizleri, ezilen ve sömürülenleri, dışlananları, ötekileştirilenleri, yere yıkılan, yerlerde sürüklenenleri, savunmasızları, sahipsizleri sevecek yer açmışsanız yüreğinizde; siz de mecburen acı çekersiniz.
Onların acıları akar bir kanaldan sizin yüreğinize de…
Siz de kıvranırsınız acıdan. Çabalarsınız, bu zavallıların dertlerine bir derman bulmaya çalışırsınız.
İçinde yaşadığımız bu vurgun ve talan düzeninde, insanların bile hayvan yerine konulduğu, ağaçların, derelerin, nehirlerin, dağların, ormanların; özetçe doğanın katledildiği bu düzende, böylesi acı çekenlerle sık sık karşılaşmanız kaçınılmazdır. Dolayısıyla da siz de hüzünlenirsiniz, dertlenirsiniz, acılar duyarsınız.
Zaten hayat nedir ki, Gerçek İnsanlar için, bunların dışında?..
Yani hayat, acılar, hüzünler, dertler, tasalar, neşeler ve sevinçler karmaşasıdır.
Ama, yüreğinizde acıma hissi diye bir şey taşımazsanız, sevgi diye bir değer barındırmazsanız, yani bir robot duyarsızlığındaysanız; hiç acı duymadan yaşayıp gidersiniz. Ya da kendinizden başka hiç kimseyi ve hiçbir şeyi düşünmediğiniz için, sadece kendi postunuza özen gösterip geriye kalanları hiç hesaba katmadığınız için çok az rahatsızlık duyarsınız, acı duyarsınız. Hani ancak kendi başınıza bir felaket geldiğinde, bir olumsuz durumla karşılaştığınızda üzülürsünüz sadece.
Biz ise, çocukluğumuzdan bu yana kendimizden çok sevdiklerimizi ve hiç tanışmamış bile olsak başkalarını düşündük, hayvanları düşündük, ağaçları düşündük, ırmakları düşündük, dağları, ovaları düşündük. Onlar korunsun, hiç bozulmasınlar, varlıklarını hep sürdürsünler istedik, sağlıklı biçimde.
Şehirlerin dar mekanlarına gelip yerleşince de, hayvan olarak kediler, köpekler, kuşlar, sincaplar, kirpiler kaldı sadece karşılaşabileceğimiz. Onları sevdik. Onları korumaya çalıştık…
Sözü uzatmayalım; kedilerimiz ve köpeklerimiz var şu anda baktığımız. Sokakta, evde…
Evde olanlar da hep ölümün kıyısından çekilip, alınıp, kurtarılabilenlerdir.
Şu anda sürmekte olan 6 tane davamız var. 3’ü Tayyip Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanına hakaret”ten benim hakkımda açtırmış olduğu davalardır. 2’sinin savcı iddianamesi kabul edilip duruşma günü verilmiştir. 2 Kasım saat 10:45 ve 10:55’e… İstanbul 2’nci Asliye Ceza Mahkemesinde görülecek bu davalar. Davalardan biriyse, şu an savcılık incelemesindedir.
3 tane de “Kedi Davamız” var, eşimin ve benim. Hayvan düşmanlarıyla aramızdaki anlaşmazlıktan dolayı… Daha doğrusu, onların hayvanlara yönelik saldırıları karşısında bizim tepki göstermemiz üzerine oluşan durum nedeniyle açılmış olan davalardır bunlar.
Tayyip’le aramızdaki davalaşma, insanları savunduğumuz içindir. Ezilen, sömürülen, değer yaratan halkımızı, ülkemizi, vatanımızı savunmamız sebebiyle oluşmuştur bu davalar.
Diğer 3’ü de çaresiz, savunmasız, sahipsiz, zavallı hayvancıkları savunmamız sebebiyle ortaya çıkmıştır.
Cezalar da aldık daha önce. Tayyip ve avanesinin hakkımda açtırmış olduğu davadan ceza aldık, 1 yıl 2 ay 22 gün…
Kedi Davalarının daha önce sonuçlanmış olan birinden de ceza aldık, eşimle ben.
Sürmekte olan bir Kedi Davasından da ceza alacak gibiyim…
Hani denir ya; her seyin bir bedeli vardır, diye… İşte sevginin de bir bedeli vardır. Severseniz, size bir fatura çıkarılır bu düzende. İlla ki çıkarılır… Biz kabullendik bunu, tâ başından, gönüllü olarak.
Davalarımızla avukat yoldaşlarımız ilgileniyorlar. O bakımdan ben bugün görülen davamızla ilgili konuşmayayım. Onun yerine size, köpeklerimizin ve kedilerimizin bazen acıklı, bazen sevinçli hikayelerinden söz edeyim, isterseniz.
Yukarıda görülen ölü köpeciğimi konu edeyim ilkin…
Evimizin 200 metre kadar yukarısındaki, şimdilik boş bir arsaya yavrulamış, bir anne köpek. Baba da yanlarında kalıyor. 5 tane yavruydu başlangıçta. İşte resimleri:
Solda görülen siyah yavru… Diğerleri gibi son derece neşeli, iştahlı, koşup oynayan sevimli bir hayvandı. Bir baktık; yemek yemeye gelmedi bir gün. Yattı sadece… Eh gelir sonra, dedik. Baktık ki akşam da gelmedi. Ertesi gün de gelmedi. Hasta hayvan ama ne yapsak acaba, filan dedik. Üçüncü gün, eşim sabah yemek vermeye gitmişti. Bir de baktım ki telefon çaldı. Sultan ağlayarak “Hasta olan Karakız’ımız ölmüş, upuzun yatıyor, Hoca”, dedi. Gömmek üzere, hep kullanageldiğimiz keseri alıp gittim. Gerçekten de perişan halde, upuzun yatıyordu. Mor sinekler dolaşıyordu, ağzında, gözlerinde…
Gözyaşları içinde kazdık toprağı ve gömdük hayvancağızı. Neylersiniz…
Üç gün içinde sapasağlam hayvan hastalandı ve ölüp gitti…
“Corona Virüsü” denen bir başbelası virüs var, kedilere ve köpeklere musallat olan. Atağa geçti mi, hayvanın sindirim sistemini baştan ayağa kilitliyor. Hayvan ne bir lokma yiyecek yiyebiliyor, ne bir yudum su içebiliyor. En fazla üç beş gün içinde de ölüp gidiyor.
Gelelim, Portakal’ımızın hikayesine:
Birileri sokağa atmak üzereyken almıştık, yavru Portakal’ımızı. Büyüttük, kocaman oldu ve çok da güzel bir kedi oldu. Fakat daha önce de söz ettiğimiz gibi, kansere yakalandı. Avcılar Kampusundaki Veteriner Fakültesine kadar götürdük, derman bulunamadı.
6 ay kadar çekti hastalığını. Omuz başındaki tümör neredeyse yumruk iriliğine yakın büyüdü, üzeri kocaman yara oldu. Eritti, bitirdi hayvanı. Bu görülen resmimiz, ölmeden iki üç gün öncesidir. Kucağıma alıp okşayınca boynunu; mırlayıp teşekkür ediyordu bana. Ağzını, yüzünü yüzüme sürüyordu, sevgiyle.
Şimdi de gelelim, aşağıda resmi görülen, avcumdaki ağır hasta, bir gözünden kanlı sular akan Bıdık’ımıza:
Sokakta baktığımız kedilerden biri, bir anne yavrulamıştı, yandaki bahçeye. İki kardeşi ölüp gitti, küçücükken. Bu da, bir şey yiyip içemez derecede ağır hasta olunca alıp getirdi eşim eve. Üç gündür hem ağızdan şurup formunda antibiyotiklerle, hem de gözüne sürdüğümüz antibiyotikli merhem ve damlalarla tedavi etmeye çalışıyoruz. Eşim enjektörle ılık, sulandırılmış süt veriyor azar azar, ağızdan. Durumu ağır. Pek umutvar olamıyoruz. Onu da kucağınıza, avcunuza alıp, başını, boynunu okşadığınız zaman hemen mırlar ve teşekkür eder size. Hem de o hasta halinde… İşte böylesine kadirşinas ve sevecendir bu hayvancıklar.
Şimdi de gelelim biraz da sevinçli haberler vermeye… İyi hikayeler anlatmaya… İnsanı mutlu eden hikayeleri olan kedilerimizden söz etmeye…
Önce Koca Kör’den başlayalım:
“Körüş”tür adı. Aşağı yukarı 6 sene önce bir yaz günüydü. İnince evimize yakın duraktaki belediye otobüsünden, kaldırımın ortasında durduğunu gördüm. Yavruydu. “Bıdıcık nerede senin annen? Sen ne yapıyorsun burada?”, diye durup sordum başında. Kafasını kaldırıp baktı yüzüme. Aynı zamanda da hemen bir ayağımın üzerine çıkıp yattı. Bir gözü iltihaptan tümüyle kapanmıştı. Öyle ki, iltihap aşağıya doğru akıp burun deliklerini ve ağzının kenarlarını bile kaplamıştı. Öbür gözü de çeyrek aralıklıydı.
“Yahu ne yapsam ki?”, dedim. “Evde de pek çok oldular…”
Bırakıp gidemedim. Gazeteler vardı elimde sadece, katlanmış. Onların arasına koyup getirdim eve. Hem ağızdan şurup olarak, hem de iltihaplı göze merhem ve damla sürerek antibiyotik tedavisine başladık. Hızla cevap verdi tedaviye. Aralık olan göz tamamen iyileşip normale döndü. Öbürününse, ödemi geçip iltihabı kurutuldu. Fakat, gözü çürütmüştü iltihap. Parça parça eriyip döküldü o gözü.
Büyüdü sonra, çok sağlıklı bir kedi oldu. Aşağı yukarı 6 yaşında. Kedilerimizin en agresifidir de Körüş. Siz istediğiniz zaman onu sevemezsiniz. Buna izin vermez. Ancak o istediğinde gelir, sizin kucağınıza oturur ya da yatar, kendisini sevmenize izin verir. Ancak o zaman sevebilirsiniz… Başka zaman sevmek isterseniz, ya patisini kaldırıp ya da ağzını açıp dişlerini göstererek uyarır, tehdit eder sizi. “Vazgeç!”, der. Çok mağrurdur yani. Diğer kedilerin hiçbiriyle de oyun oynamaz ve onlarla dost değildir. Yanına yaklaşmalarını istemez.
Bunu, cinsine bağlıyoruz. Van ya da Ankara kırması bir kedidir, sanıyoruz.
Gelelim, Kör Oğlan’a…
Üç yaşında kadardır. Yine bir yaz günüydü. Komşularımızdan birinin o zamanlar 13 yaşında olan hayvansever, sevimli bir kızı vardı, Sude. Mahalleyi dolaşır, sokak kedileri hakkında bilgi getirirdi eşime, nerede, nasıl olduklarına dair.
Geldi bir gün; “Hoca Teyze”, dedi eşim Sultan’a. “İlerideki evin bahçesinde yaşayan yavrulardan biri hasta. İki gözü de kapalı iltihaptan.”
Eşimle gittiler bakmaya. Orada bir taşın üzerine yatıp durmaktaymış. Annesi terk etmiş. Ölümcül bir hastalığa yakalandıklarını hisseder anneler, yavrularının. O zaman terk ederler, boşuna emek çekmemek için. İçgüdüleri öyle yönlendirir hayvanları.
Alıp getirdiler eve. Yine ağızdan ve haricen antibiyotik tedavisine başladık hemen. Ama gözler elden gitmişti. İltihap her ikisini de çürütmüştü. Eriyip döküldü gözler. Fakat belleği güçlendi Kör Oğlan’ın. Evin içinde hangi eşyanın nerede olduğunu bilir. Gözleri sapasağlam bir kedi kadar rahat dolaşır evde. Yani görmezlikle ilgili hiçbir sorun yaşamaz. Son derece sağlıklı bir hayvandır şimdi.
Kör Oğlan’ın annesini de ölümden kurtarmıştık biz. Annesi de henüz bir yavruyken evimizin 300 metre kadar aşağısında olan bir apartmanın depo olarak kullanılan girişindeki bölüme girip orada kilitli kalmıştı. Raylı demir kapısı vardı deponun. Rayla kapı arasında da iki parmak kadar, malum, açıklık olur. Eşim geçerken sokaktan, acıklı miyavlama sesini duyunca oradan, bir kedinin kapana kısılıp kaldığını anlamıştı.
Ortalama bir ay kadar oğlum ve eşim su ve yemek verdi o kısa aralıktan. Şeffaf plastik kap üzerine su döktüler her gün. Yine benzer bir kapla da yemek verdiler. Sonunda o apartmandaki deponun sahibini bulup ona açtırdık kapıyı ve kurtardık hayvancağızı. Büyüyüp güzel bir kız oldu. İşte Kör Oğlan’ın annesi de oydu. Bir senedir filan yok, göremiyoruz. Muhakkak ki öldü. Ya hastalıktan, ya da arabaların çiğnemesinden…
Zaten sokak hayvanlarının ömürleri ne ki…
En fazla birkaç sene… O da en şanslı olanları için. Çoğu ise daha yavruyken ya ezilip ölüyor ya açlıktan, hastalıktan…
Şimdi de gelelim, Kör Bıdık kızımızın hikayesine…
Daha önce de konu etmiştik kızımızı. O da evimizin alt kısmındaki metruk gecekonduda doğmuş yavrulardan biriydi. Gözü aşırı iltihaptan patlayıp dışarı çıkınca, aldı geldi eve Sultan, onu da. Tedavi ettik. O göz eriyip düştü. Şu anda sağlığı son derece yerinde. Neşeli, sevecen, insana çok yakın, çok sıcak. Diğer kedilerle de arası pek hoş. Oyuncu, mutlu…
Bugünkü duruşmayla ilgili olarak da bu acı tatlı hikayeleri anlatmış olalım istedik. Umarım sizi sıkmamış, başınızı ağrıtmamışızdır. Selam ve sevgiyle… 11 Temmuz 2017
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı
Kurtuluş Partili Avukatların bugün görülen “Kedi Davası” Duruşmasıyla ilgili açıklaması:
Genel Başkanımız Nurullah Efe-Ankut’un “Kedi Davaları” Devam Ediyor.
Genel Başkanımız ve kendisi gibi emekli öğretmen olan melek eşi HACER ANKUT YOLDAŞIMIZ hakkında, kedilere ve sokak hayvanlarına baktıkları için; hayvan, ağaç, doğa ve insan sevgisinden nasibini almamış, siyasi olarak da AKP’giller’den oluşan bazı komşularının düzmece şikâyetleri üzerine açılan davalardan biri daha görüldü.
İstanbul Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesinde bugün görülen davada dosyanın Uzlaştırma Bürosundan dönüşünün beklenmesine karar verilerek duruşma 07/12/2017 gününe saat 11:00’e ertelendi.
Genel Başkanımızın hakaret ve bıçakla yaralama suç isnadı ile yargılandığı davada Genel Başkanımız hakkında şikâyette bulunan komşusu da hakaret ve tehdit suçlarından yargılanıyor.
Genel Başkanımız hakkında şikâyetçi olan kişi, olay tarihinden iki gün önce Genel Başkanımızın eşi Hacer Yoldaşımıza, Hacer Ablamıza yönelik hakaretinin ve tehdidinin hesabının sorulması üzerine Genel Başkanımız hakkında atfı cürümde bulunmuştur.
Şikâyetçiyi yönlendiren kişi de, belediye başkanı AKP’giller’den olan bir belediyede çalışan, Genel Başkanımızın bir diğer eski komşusudur. Bunların hayvan, bitki, doğa düşmanı olmaları DNA’larında var. Şanlı Gezi isyanımız da bunların hayvan, bitki, doğa düşmanlıklarına bir tepki olarak patlamıştı hatırlayacağınız gibi.
Bu hayvan, bitki ve doğa düşmanları, avukatlarının imzasıyla mahkemeye verdikleri en son dilekçelerinde, davanın konusuyla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen ve sanki gizli saklı bir şeyi ifşa ediyorlarmışcasına, Genel Başkanımızın Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı olduğunu ihbar etmiş oluyorlar akılları sıra. Yargıda peşpeşe yapılan AKP operasyonlarıyla yargının AKP bürolarına dönüştüğünden o kadar eminler ki “nasıl olsa hâkim de bizim kafadandır. Nurullah Efe-Ankut’un siyasi kimliğini öğrenince hakim, istediğimiz gibi karar verir diye düşünüyorlar demek ki.
Ama bu zavallılar, bu insan müsveddeleri bile olamayan, bu insan, hayvan, bitki dışında dördüncü tür olan yaratıklar bilmiyorlar ki siyasi kimliklerimiz nedeniyle, HALKIN KURTULUŞ PARTİLİ olmamız nedeniyle bize verilecek her ceza, ceza değil insanlığa miras bırakacağımız bir onur belgesidir bizler için.
Yüreği insan, hayvan, doğa, ağaç sevgisiyle dolu Genel Başkanımız ve eşinin yargılandığı bu davalar AKP’giller’in elinde Yargının geldiği içler acısı durumu da sergilemektedir.
Ne yaparlarsa yapsınlar! AKP’giller’in mahkemeleri ne kararlar verirse versin, eninde sonunda Kazanan/Yenen biz olacağız, insanlık olacak, hayvanseverlik, ağaçseverlik, doğaseverlik olacaktır. 11/07/2017
Kurtuluş Partili Hukukçular