Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut Çağlayan Adliyesi önünde Efkan Ala şahsında Tayyipgiller’e meydan okudu
Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut Çağlayan Adliyesi önünde Efkan Ala şahsında Tayyipgiller’e meydan okudu:
“Onların mahkemesinde, onların savcı ve yargıçları karşısında onlarla hesaplaşmaya hazırız! Davetimizdir! Bu davetten kaçan namerttir!
Tayyipgiller iktidarının MİT eliyle Suriye’deki meşru iktidarı devirmek için Emperyalistlerce devşirilen IŞİD başta olmak üzere Ortaçağcı çetelere gönderdiği silahların görüntüleri yakın zamanda medyada yer almıştı. İki bin TIR dolusu silah, AKP’nin talimatıyla MİT gözetiminde gönderilmişti Ortaçağcı gruplara.
Partimiz, yayınlanan görüntülerden sonra sorumlular hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Yerel mahkemelerde bir sonuç alınamaması üzerine suç duyurusu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taşındı. UCM, başvurumuzun değerlendirmeye alındığını tarafımıza bildirdi.
Başvurumuzun ardından İçişleri Bakanlığınca Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut hakkında savcılığa müracaatla şikayette bulunuldu. Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Savcılığı da Genel Başkan’ımız hakkında soruşturma başlattı.
Genel Başkan’ımız bugün savcılığa ifade vermek üzere, devrimci davalaşmanın nasıl olacağını dosta düşmana göstermek üzere, halk düşmanlarını yargılamak üzere Çağlayan Adliyesine gitti.
Biz Kurtuluş Partililer de Genel Başkan’ımızı yalnız bırakmadık. Genel Başkan’ımızın Savcılığa vereceği ifade öncesi Çağlayan Adliyesi önünde yapacağımız basın açıklamasına polis, bulunduğumuz yerin, açıklamalara kapalı bir emniyet bölgesi olduğunu gerekçe göstererek engel olmaya çalıştı.
HKP’li avukatlar “bu uygulamanız kanunlara aykırı”, diye itiraz ettiklerinde “üstlerimizden böyle emir aldık, uygulamak zorundayız”, cevabıyla karşılaştık. “Kanuna aykırı emir olamaz, bu emri veren üstlerinize söyleyin biz açıklamamızı burada yapacağız”, dediğimizde “kanunsuz da olsa bize verilen emri uygulamak zorundayız.”, dedi polis.
Yapılan uzun tartışmalar neticesinde açıklamayı yapmakta ısrar ettiğimiz takdirde müdahalede bulunacakları ve gözaltına alacakları tehdidini savurdular. Bu sırada devreye giren Genel Başkan’ımız “biz burada basın açıklamamızı gerçekleştireceğiz, sizler de ne istiyorsanız yapabilirsiniz”, dedi. Bunun üzerine polis yanımızdan ayrıldı.
Polisin bütün keyfi engelleme girişimlerine rağmen bulunduğumuz yerden milim ayrılmadan, ses düzenimiz, bayrak, döviz ve sloganlarımızla eylemimizi gerçekleştirdik.
Basın açıklamamızı İstanbul İl Başkanımız Av. Pınar Akbina gerçekleştirdi. Akbina;
“Mayıs 2015’de Cumhuriyet Gazetesi’nin ve Odatv’nin yayımladığı haberde bu savaş suçu konusunda hem yeni görüntüler, hem de yeni tanıklıklar ortaya çıkmıştır.
“Yasin Aktay’ın da itirafları üzerine, AKP’nin Suriye karşıtı tüm eylemleri, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde, Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’de ve Roma Şartı’ında açıkça SAVAŞ SUÇU, ya da ULUSALARARSI TERÖR SUÇU olarak tanımlandığından, bu suçları yargılamakla görevli Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala ve Hakan Fidan hakkında suç duyurusunda bulunduk. Kurulacak muhtemel koalisyondaki yerini garantileyememiş olan Efkan Ala, açıkta kalabileceği bir ikbalsizlik korkusuyla olsa gerek, bu başvurumuz sebebiyle ‘Hakaret, İftira ve Suç Uydurma’ iddiasıyla Partimiz Genel Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.
“Halkların bilincinde verilecek hüküm bellidir, mahkemelerinizden ne karar çıkarsa çıksın. Bunda hiçbir tereddütümüz yok. Lakin biz bugünkü hukuk düzeninizde, sizin düzeninizde bile hesaplaşmaya varız. Siz var mısınız?, dedi.
Akbina konuşmasını “Korkmayın, korkunun ecele faydası yok!” diyerek bitirdi. İl Başkanı’mızın açıklamasından sonra sözü Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut aldı.
Nurullah Ankut, Efkan Ala’yı Mahkemeye davet ettiği açıklamasında “Sanıyorlar ki bizi korkutacaklar, hayır. Efkan Ala’ya buradan davetimizdir. Yalnız gelme. AKP’nin büyük patronunu da küçük patronunu da MİT başkanınızı da al gel. Biz hepinizi birden dava ettik. Yoksa şikayetlerini cami avlusuna bırakılan bebekler gibi bırakıp sıvışıp gitmesinler. Onların mahkemesinde, onların savcı ve yargıçları karşısında onlarla hesaplaşmaya hazırız. Davetimizdir. Bu davetten kaçan namerttir.”, dedi.
Efkan Ala’nın tarafına yaptığı iftira suçlamasını kabul etmeyen Genel Başkan’ımız ifade kapsamında hazırladığı dosyada bulunan MİT TIR’larına ait görüntülerin yüklü olduğu CD ve fotoğrafları basına göstererek “Neyin İftirası bu?” diye sordu.
Her şeyin gün gibi ortada olduğunu belirten Nurullah Ankut sözlerini “Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz”, diyerek bitirdi.
“Tayyipgiller Halkın Adaletinden Kaçamayacaklar” yazılı ozalitin açıldığı basın açıklaması sırasında sık sık “Gün gelecek devran dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek” , “Kahrolsun AB-D AB Emperyalizmi” , “Kahrolsun Emperyalizm Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız”, “Davamız Halkların Kurtuluş Davasıdır” sloganları atıldı. 19.08.2015
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
Genel Başkan’ımızın Savcılığa verdiği ifadenin tam metni aşağıdadır:
ANKARA C. BAŞSAVCILIĞI’NA
Gönderilmek Üzere
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA
Talimat no:
Ankara savcılığı hazırlık no: 2015/4151
Konusu: Suçlamalara karşı yazılı savunmamdır.
Ben Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanıyım. Suçlandığım olay, Parti olarak avukatlarımız kanalıyla müşteki ve siyasi arkadaşlarını, Suriye’ye karşı savaş suçu işlediklerinden bahisle, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet etmemizdir.
Müşteki Efkan ALA’nın, kendi suçunu ve ceraim arkadaşlarının suçunu örtmek için bu şikâyette bulunduğu anlaşılmaktadır. Şöyle ki:
1- Öncelikle, Ulusal ya da Uluslararası bir mahkemeye başvurmak, şikâyet hakkını kullanmak, başlı başına SUÇ ATFEDİLEBİLİR BİR EYLEM DEĞİLDİR. Bilakis, ETKİLİ BAŞVURU HAKKI, Uluslararası Sözleşmelerde düzenlenmiş bir hukuksal haktır.
Bu hakkın kullanılmasının soruşturma/kovuşturma konusu olamayacağına ilişkin onlarca Yargıtay kararı mevcuttur.
Bunun da ötesinde, müşteki ve diğer savaş suçu işlemiş failler hakkında AİHS 10. maddede düzenlenen İfade hakkı/özgürlüğü kullanımı kapsamına girmektedir bu başvurunun içeriği. Zira AİHS 10 hükmü “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamları tarafından müdahale olmaksızın ve ULUSAL SINIRLAR DİKKATE ALINMAKSIZIN, görüşlere sahip olma ve bilgi ve düşünceleri edinme ve bunları yayma özgürlüğünü içerecektir.”
2- Bu çerçevede, müşteki ve ceraim arkadaşları hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuru dilekçemizin yazılı ve görsel medyada yayınlanmış olması da ifade ve haberleşme hakkının bir parçasıdır.
Tabiî, müşteki ve onun siyasal anlayışı, bu hakları kabul etmez, doğru bulmaz, bu haklar mümkünse kullanılmasın ister.
Nitekim aynı dilekçemizde savaş suçuyla itham ettiğimiz müştekinin asıl siyasal önderi (ki onun da hakarete ve iftiraya uğradığını iddia etmektedir) Tayyip Erdoğan, henüz geçtiğimiz günlerde “TÜRKİYE’DE DÜZEN DEĞİŞMİŞTİR” şeklinde ikrarıyla, zaten kurulamayan demokratik hukuk devletinin yok edildiğini, bir Tayipgiller Diktatörlüğü kurulduğunu itiraf etmişti.
Dolayısıyla bu anlayış sahiplerinin, kendilerini her türlü demokrasi, hukuk, insan hakları kavram ve özgürlüklerinin üzerinde gördüğü, kendilerine hiçbir hukuksal müeyyide uygulanamayacağını, dahası hukuksal suçlama bile yapılamayacağını düşündüklerini biliyoruz. Bu bakımdan, kendilerinden ulusal/uluslararası hak ve özgürlüklerimize saygı duymalarını beklemiyoruz.
Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurumuz tam da bu ezberlerini bozmuştur.
3- Cumhuriyet hukuku düzenini fiilen ve cebren yıktıkları için sanık sandalyesinde olması gereken müşteki ve ceraim arkadaşlarını NEDEN ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ’NE ŞİKÂYET ETTİK.
Cevap çok açık: Ülkemizde etkili bir başvuru, yargılama olanağı bulunmadığından, ya da bırakılmadığından!
Soruşturma savcıları gayet iyi bileceklerdir ki, AKP’nin yolsuzluklarını soruşturmak isteyen savcılar, Deniz Feneri soruşturmasından beri, sürülmekte, görevden alınmakta, kendileri soruşturulmakta ve hatta tutuklanmaktadırlar. Eski savcı İlhan Cihaner’in tutuklanmasıyla başlayan, AKP ve şürekasının ve bir dönemki müttefiklerinin eylemleri hakkında soruşturma yürütmek isteyen savcılara önce “darbeci”, “ergenekoncu”, şimdilerde ise “paralelci” yaftasıyla başına binbir iş getirilmesi zulmü, ne yazık ki meslektaşları tarafından dahi kanıksanmış durumdadır. Yine 2010 yılındaki anayasa değişikliği ile HSYK da tümüyle AKP güdümüne sokulmuştur. Yani gerçek bir hukuksal soruşturma yapacak, CMK 164 vd.deki düzenlemelere uygun vazife görecek imkan bırakmamıştır AKP iktidarı.
Diğer yandan, müşteki ve ceraim arkadaşları hakkında, Suriye hükümeti ve halkına karşı gerçekleştirdikleri suçlardan, Türkiye’de, Türk Ceza Kanunu’nun yabancı devlete karşı suçlar başlığındaki suçlarını gerçekleştirdiklerinden bahisle onlarca suç duyurusu yapmamıza rağmen, hem yukarıda anlattığımız koşullar sebebiyle, hem de DOKUNULMAZLIK garabeti sebebiyle, hep takipsizlik kararları verildi. Bu kararlara itirazlarımız da sonuç vermedi.
Bu durumda, AKP iktidarından ve onun hukuksuzluklarından çekinmeyecek, en azından hukuken çekinmeyecek bir merci aradık. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne başvurumuz işte şeklen bu sebepledir.
4- Türkiye’nin UCM ana sözleşmesi olan Roma Statüsü’nü imzalamaması, başvuruya engel midir?
Hayır!
Roma Statüsü’nün giriş bölümünde, çok önemli bir ilke belirlenmiştir. Şöyledir ilgili bölüm:
Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak,
Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış, güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul ederek,
Uluslararası toplumu bir bütün olarak yakından ilgilendiren, en ciddi suçların cezasız kalmaması…”
Tam da bu noktadan, “uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçların cezasız kalmaması” prensibinden hareketle, UCM’ye başvuru yaptık.
UCM, bu ilkeden hareketle Uganda ve Sudan yetkilileri hakkında soruşturma yapabilmiştir örneğin. Öyle ki UCM savcısı, Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir’in tutuklanmasını bile istemiştir ve Sudan, Roma Statüsü’nü imzalamış değildir.
Konuyla ilgili haber şöyledir:
“…Uluslararası Ceza Mahkemesi, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el Beşir aleyhinde dava açılmasına karar verdi. Ömer el Beşir, Darfur’da savaş suçu işlemekle itham ediliyor. Bu, görevi başındaki bir devlet başkanı hakkında açılan ilk dava olacak.” (http://www.ucmk.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=126:ucm-el-behakk-tutuklama-kararrdi-&catid=20:darfur-sudan&Itemid=80)
El Beşir, UCM savcısının bu kararını tanımadığını ilan etmiştir. Ama onun bu tavrı, UCM yargılamasını durdurmamıştır.
Biz, Roma Statüsünü imzalayan tüm devletlerin, yukarıda alıntıladığımız prensibi samimiyetle benimsediklerini düşünmüyoruz. Bu halde de geriye, bizler gibi Halk örgütlerinin başvurularıyla ve Dünyadaki devrimci-demokrat kamuoyunun etkisiyle UCM belki harekete geçirebilir düşüncesiyle hukuk yoluna başvuruyoruz. Keza başvurumuz da UCM’ye değil, UCM savcısına bir ihbardır esasen. Zira soruşturma açma yetkisi UCM savcısındadır.
Yoksa, çok iyi bilmekteyiz ki, savaş suçlarına karşı asıl mücadele halkın örgütlü siyasi mücadelesidir. Tek başına mahkemelere terk edilebilir bir mücadele değildir.
5- Uluslararası mevzuat:
Her ne kadar Türkiye imzalamamış olsa da, UCM savcısı savaş suçu olduğu kanaatine ulaşırsa, aşağıdaki düzenlemeler gereği soruşturma başlatabilir:
Mahkemenin kuruluşunu düzenleyen 1. Maddesi ise: “Mahkeme, daimi bir kurumdur ve bu Statüde sözü edilen, uluslararası toplumu ilgilendiren en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde, yargı yetkisine sahiptir ve ulusal ceza yargı yetkisini tamamlayıcıdır. Mahkemenin yargı yetkisi ve işlevleri bu Statü hükümleri çerçevesinde belirlenir.”, düzenlemesini havidir.
“Mahkemenin Yargı Yetkisine Giren Suçlar” başlıklı 5. Maddesi ise;
“Mahkemenin yargı yetkisi, uluslararası toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en ciddi suçlar ile sınırlıdır. Mahkeme, bu Statü’ye uygun olarak, aşağıdaki suçlar hakkında yargı yetkisine sahiptir:
(a) Soykırım suçu;
(b) İnsanlığa karşı suçlar;
(c) SAVAŞ SUÇLARI;
(d) SALDIRI SUÇU.” Şeklindedir.
Statü’nün “savaş suçu” başlıklı 8. Maddesinin 2/a-(ii) bendi: Askeri olmayan, yani askeri maksatlı olmayan sivil hedeflere karşı kasten saldırı düzenlenmesi”;
iv bendi: “Tahmin edilen somut ve doğrudan askeri avantajlara kıyasla, aşırı olacak şekilde, sivillerin yaralanmasına veya ölmesine veya sivil nesnelerin zarar görmesine yol açacağı ve geniş çapta, uzun vadeli ve ağır bir biçimde doğal çevreye zarar vereceğinin bilincinde olarak saldırı başlatılması”;
v bendi: “Savunmasız veya askeri hedef oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya binaların bombalanması veya bu yerlere herhangi bir araçla saldırılması” suçlarını düzenlemektedir.
“Saldırı suçu” başlıklı madde ise 1. Fıkrasında; “Bu statünün amacı bakımından “saldırı suçu”, bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığı ve boyutu itibariyle Birleşmiş Milletler Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması, başlatılması veya icrasını ifade eder”, denilmektedir.
İşte burada Roma Statüsü, BM şartına gönderme yapmaktadır ve Türkiye BM şartını imzalamış, BM üyesi bir ülkedir.
Birleşmiş Milletler Şartı’nın “Amaç ve İlkeler” Bölümünün 2/1. Maddesinde düzenlenen: “Örgüt, tüm üyelerinin egemen eşitliği ilkesi üzerine kurulmuştur.” ilkesi gereğince ise, Müştekinin ve ceraim arkadaşlarının Suriye hükümetine karşı ÖSO ve IŞİD’e MİT ARACILIĞIYLA SİLAH GÖNDERMESİ “egemen eşit” BM üyesi Suriye’ye karşı savaş ilanından başka bir şey değildir.
Oysa aynı BM Şartı’nın 2/4. Maddesinde:”Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.” denilmektedir.
Yine bu eylemlerin; 24 Ekim 1970 tarihinde toplanan 1883. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk İlkeleri Konusunda Bildirge”, ekinde belirtilen;
“Her devlet uluslararası ilişkilerinde herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç kullanma tehdidinde bulunma ya da güç kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in amaçlarıyla ters düşen herhangi bir biçimde davranmaktan kaçınmak yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi ya da güç kullanımı uluslararası hukukun ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman uluslararası sorunların çözümünde bir araç olarak kullanılmamalıdır.
“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş, uluslararası hukuka göre sorumluluğu olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.
“Birleşmiş Milletler’in amaç ve ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan kaynaklanan savaş lehinde propaganda yapmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, başka bir Devletin var olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devletin, kendisinin taraf olduğu ya da başka bir şekilde saygılı olmak durumunda olduğu uluslararası bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır. Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların mevcut durum ve etkileri açısından tarafların konumlarına zarar verecek ya da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde yorumlanamaz.
“Devletlerin güç kullanımını içeren misilleme hareketlerinden kaçınma konusunda bir yükümlülükleri vardır.
“Her Devlet, eşit haklar ve kendi geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi sırasında sözü edilen halkları, kendi geleceklerini tayin etme, özgürlük ve bağımsızlık haklarından yoksun bırakan herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma yükümlülüğüne sahiptir.
“Her Devletin, başka bir Devletin toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli askerler de dahil olmak üzere, düzensiz güçler ya da silahlı grupları örgütlemek veya örgütlenmelerini teşvik etmekten kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devlet, bir başka Devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlüdür.
“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın hükümlerine aykırı bir biçimde güç kullanılmasından kaynaklanan askeri işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda, bir başka devletin ele geçirme hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da güç kullanılması sonucunda sağlanan hiçbir toprak kazanımı yasal olarak kabul edilmeyecektir.”
Şimdi, AKP önde gelenleri, Türkiye’nin taraf olduğu tüm bu sözleşme maddelerini ihlal etmiş olmakta değiller midir?
Müşteki bu dönemin İçişleri bakanı değil midir? Bu suçlara ortak değil midir?
TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME
“9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı ile uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin, nerede ve kim tarafından yapıldığına bakılmaksızın devletler ve halklar arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden kınadığını keza hatırlatılarak ,
“Uluslararası terörizmin ortadan kaldırılmasını hedefleyen tedbirler beyannamesinde, Kurul’un, Devletleri, bu sorunun tüm veçhelerini kapsayacak genel bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin etmek amacıyla, terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak yürürlükte bulunan uluslararası hukuki düzenlemelerin kapsamını acilen gözden geçirmeleri için de teşvik ettiğini not edilerek,
“Terörizmin, finansmanının engellenmesi ve faillerinin kovuşturulması ve cezalandırılması suretiyle tecziyesine yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve benimsenmesi amacıyla devletler arasında uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine acilen ihtiyaç duyulduğuna kani olarak”
Türkiye Devletinin de taraf olduğu TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME imzalanmıştır.
Ancak Türkiye Devleti, Suriye’deki silahlı Uluslararası alanda da Terörist sayılan grupları (IŞİD, El Nusra Cephesi ve El Kaide gibi uluslararası Terörist Gruplar) koruyarak, dahası bu gruplara kendi ülkesinden katılımı da sağlayarak ve silah, mühimmat yardımında bulunarak, TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİNE DAİR ULUSLARARASI SÖZLEŞME’nin aşağıdaki maddelerini ihlal etmiştir.
Madde 2’de belirtilen Niteliği veya kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da bir silâhlı çatışma durumunda muhasemata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik diğer tüm eylemler Suriye Halkı üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Yine Madde 9’da belirtildiği üzere 1. 2. Maddede belirtilen bir suçun failinin veya fail zanlısının topraklarında bulunabileceği bilgisini alan ilgili Taraf Devletin bilgisine getirilen hususların soruşturulması için iç hukukuna göre gerekli olabilecek önlemleri alması gerekir. Ancak Türkiye Devleti bu maddeye de aykırı davranarak Suriye’de sivil halka karşı saldırılarda bulunan terörist gruplara destek olmuş bu gruplardan kişilerin Türkiye’de yaşamasına, silahlanıp eğitilmesine, tedavi görmesine göz yummuştur.
Terörist Bombalamaların Ortadan Kaldırılması Hakkında Uluslararası Sözleşme
6. maddesinde belirtilen ölüm veya bedensel yaralanma amacıyla (madde 1) Suçun devletin hükümeti tarafından işletilen bir uçak vasıtasıyla işlenmesi hükmüne aykırı davranmıştır. Kendi sınırları içinde bir Suriye uçağı düşürüldüğü gibi yine yukarda belirtilen terör gruplarına sağlanan yardım sonucunda da binlerce sivil insan ölmüştür.
VE MİT TIRLARIYLA, BU SÖZLEŞMEYE AYKIRI OLARAK, TERÖRİST GRUPLARA BOMBA, SİLAH VE MÜHİMMAT TAŞINMIŞTIR.
Müşteki ve arkadaşları, açıkça terörist grupları finanse etme suçunu işlemişlerdir.
UCM savcısına ihbar dilekçemizde, tüm bu hukuksal metinlere atıf yapmıştık. Ancak müştekinin işine gelmemiş olacak ki, Türkiye’nin taraf olduğu bu sözleşmelere hiç değinmemiştir, yanlıca Roma Statüsü’ne Türkiye’nin taraf olmamasına değinmiştir. Bu durumun UCM’nin yargılama yapmasına engel olmadığını yukarıda ifade etmiştik kaldı ki.
Konunun bir diğer efektif tarafı şudur: BM Güvenlik Konseyinin başvurusu da, ya da UCM’nin BM’den görüş alması da yargılama başlatabilmektedir. Dolayısıyla başvurumuzun ardından, böyle bir gelişme de olabilir.
7- UCM, BAŞVURUMUZ ÜZERİNE TARAFIMIZA YAZILI CEVAP GÖNDERMİŞTİR (EK-1). Bu cevap da UCM savcısı, konunun değerlendirmeye alındığını, ancak bu cevabın herhangi bir soruşturma açıldığı anlamına gelmediğini söylemiştir. GÖRÜLECEĞİ ÜZERE UCM SAVCISI “TÜRKİYE TARAF OLMADIĞI İÇİN İŞLEM YAPAMAYIZ” DEMEMİŞTİR. Bilakis, başvurumuzu değerlendireceğini söylemiştir.
Bu durumda, UCM’nin başvurusunu muhatap aldığı partinin genel başkanı olarak benim soruşturulmam manidardır.
Bizi bu yolla uluslararası alanda hak aramaktan, savaş suçlularını yargılatma çabamızdan alıkoyacaklarını, korkutacaklarını düşünüyorlarsa NAFİLEDİR!
Bizler, Gerçek Devrimciler, Emperyalistler ve İşbirlikçilerinin sebep olduğu “…Bu yüzyıl süresince milyonlarca çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık vicdanını derinden etkilemiş, hayal edilemeyen katliamların kurbanı olduğunu akılda tutarak”, savaş suçlularının cezasız kalmaması için hukuken ve siyaseten son nefesimize kadar mücadele edeceğiz!
8- MİT TIR’ları kime, Ne Taşıyordu?
Bu konuda önce bir AKP’linin ikrarları yansıdı basına:
“AK Parti Siirt milletvekili adayı ve AK Parti Dış İlişkiler’den Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı YASİN AKTAY, Adana ve Hatay’da durdurulan MİT TIR’larının Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) gittiğini söyledi.
“Odatv internet sitesinde yer alan görüntülü habere göre, Siirt’te seçim çalışmalarını sürdüren Aktay, esnaf ziyaretinde tepkiyle karşılaştı. Görüntülere göre Aktay, bu tepkiler üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ın Kobani ile ilgili geçmişteki açıklamasına ilişkin açıklamalarda bulunuyor.
“Bunun ardından bir vatandaşın “Oraya giden TIR’lar nerede? O TIR’lardan ne çıktı? Silahlar. IŞİD’e giden silahlar” demesi üzerine ise AKTAY’IN, “ÖZGÜR SURİYE ORDUSU’NA GİDİYORDU” DEDİĞİ DUYULUYOR.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29036154.asp)
Daha sonra da Cumhuriyet gazetesine ulaşan video görüntüleri ortaya çıktı, TIR’larda açıkça silah ve mühimmat vardı.
Ve basına yansıyan MİT TIR’ları soruşturması tutanaklarına göre bu silahlar IŞİD’e gidiyordu. Örneğin: http://www.diken.com.tr/chpli-vekil-mit-tirlariyla-ilgili-tutanaklari-acikladi-iside-silah-tasiniyordu/
Keza, soruşturma savcıları da bu nedenle MİT TIR’larını durdurmuşlardı:
“MİT’e ait silah yüklü TIR’ları durdurarak arama yaptıkları için “hükümeti devirmeye teşebbüs” iddiasıyla tutuklanan 4 savcı ile albayın mahkeme ifadeleri ilk kez ortaya çıktı. Kırıkhan’da TIR’ları durduran Cumhuriyet Savcısı Özcan Şişman, “O tarihlerde ve öncesinde gerek benim yaptığım, gerekse başsavcıvekilliğimiz tarafından yapılan birçok soruşturmada tesadüfen bir kısım devlet görevlilerinin devlet görevi, istihbarat ve terör ayrımını yapamadıklarını, IŞİD’e ve benzeri Suriye bölgesinde faaliyet gösteren başka unsurlarla hukuka aykırı temaslarının bulunduğunu birçok dosyada tespit ettik” dedi.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/273117/Devletin_ISiD_le_temasi_vardi.html)
Ancak AKP’nin müsteşarı bu savcıları arayıp tehdit etmişti o zaman:
“İfade sorgu zaptına göre, dönemin Adana Cumhuriyet Başsavcısı Süleyman Bağrıyanık, Adana’da MİT’e ait TIR’ların durdurulması üzerine dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in kendisini aradığını belirterek, “Müsteşar Bey, bana TIR’larda arama yaptırılamayacağı, MİT Yasası’nın 26. maddesinin bu duruma aykırı olduğunu, eğer arama yapılırsa aramayı yapanlar ve ben dahil hepimizin üzüleceğini, böyle bir şey olmasını istemediğini söyledi” dedi.” (a.g.y.)
Peki MİT tırlarıyla taşınan silahlar hakkında yabancı basın ne diyordu?
“Hollanda’da muhalefetteki Hristiyan Demokrat Parti (CDA), MİT’e ait TIR’larla Türkiye’den Suriye’deki cihatçı örgütlere silah gönderdiğine ilişkin “gizli belgelerin” kendilerinde de bulunduğunu açıkladı. CDA, bu belgeleri hükümete iletti.
CDA Milletvekili Raymond Knops, hükümeti, Türkiye konusunda “deve kuşu politikası izlemekle” suçladı.
Türkiye konusundaki gelişmeleri yakından izleyen CDA’lı parlamenter Pieter Omtzigt, MİT tarafından Suriye’deki El Kaide militanlarına silah gönderildiğine ilişkin belgelerin kendilerinde de olduğunu bildirdi.
Omtzigt, Kasım ayında ulaştıkları “gizli belgeleri”, Güvenlik ve Adalet Bakanı Ivo Opstelten ile Ulusal Güvenlik ve Terörle Mücadele Koordinatörü (NCTV) Dick Schoof ile de paylaştıklarını açıkladı.
BBC Türkçe’nin edindiği bilgiye göre CDA’nın ulaştığı belgeler arasında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’na ait tutanaklar, MİT ve jandarmaya ait belgeler bulunuyor.
Savcılığa ait belgede, dönemin Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’un, “silah ve mühimmat yüklü TIR’ların MİT’e ait olduğunu ve başbakanın talimatıyla Suriye’ye gönderildiğini söylediği” belirtiliyor.
CDA’lı Omtzigt, Güvenlik ve Adalet Bakanı Opstelten’e, bu belgeleri Türkiye ziyareti öncesi Dışişleri Bakanı Bert Koenders’a iletip iletmediğini sordu. Koenders, 5 -7 Ocak günlerinde Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti.
Hollanda Parlamentosu Dış Politika Komisyonu Üyesi CDA’lı Raymond Knops da, konuyla ilgili bir soru önergesi verdi. Knops, Dışişleri Bakanı Koenders’in yanıtlamasını istediği önergede, Türkiye’den El Kaide’ye silah ve mühimmat yardımı iddialarını sordu.
Knops, önergesinde Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulan Analitik Destek ve Yaptırımları İzleme Komitesi’nin raporuna atıfta bulundu.
RAPORDA, IŞİD VE EL NUSRA CEPHESİ’NİN ELLERİNDEKİ SİLAH VE MÜHİMMATIN BÜYÜK BÖLÜMÜNÜN TÜRKİYE ÜZERİNDEN GİZLİCE GÖNDERİLDİĞİNİN VURGULANDIĞINI BELİRTTİ.
KNOPS, BU BİLGİNİN, BM’NİN IRAK’TA GÖREVLİ MİSYONU UNAMI TARAFINDAN DA DOĞRULANDIĞINI DA DİLE GETİRDİ.” (http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/01/150117_hollanda_mit_silah)
Dolayısıyla, sanık sıfatı taşıması gereken müştekinin, bizleri Türkiye’nin dünya kamuoyu nezdindeki itibarını düşürmekle suçlaması, ayniyle kendilerine aittir. ULUSLARARASI BASINDA ONLARCA HABER, RESİM, KARİKATÜR VARDIR, AKP’Yİ, TAYYİP ERDOĞAN’I KÜÇÜMSEYEN, DİKTATÖR VE SAVAŞ SUÇLUSU OLARAK GÖSTEREN. Ülkemizin itibarını bu ve benzeri eylemleriyle düşüren bizatihi müşteki ve ceraim arkadaşlarıdır.
“TÜRKİYE CUMHURİYETİNE YÖNELİK KİN VE DÜŞMANLIK” yaptığımız beyanları ise, müştekinin tümüyle kendi ruh halinin, kendi duygu ve düşüncelerinin yansıtma yoluyla ikrarı olsa gerektir.
Yukarıda söylediğimiz gibi, Cumhuriyeti ortadan kaldıranlar tam da müşteki ve ceraim arkadaşlarıdır. Tayyip Erdoğan artık hiç çekinmeden “parlamenter sistem askıya alınmıştır”, “Türkiye’de düzen değişmiştir” diyebilmektedir!
EFKAN ALA’NIN KENDİSİ, “BEN BU ANAYASAYI TANIMIYORUM” DEMEMİŞ MİDİR? (http://www.cnnturk.com/video/turkiye/icisleri-bakani-efkan-aladan-tepki-ceken-anayasa-ifadesi)
Neden tanımaz Efkan Ala bu anayasayı?
Laiklik düzenlendiği için, demokrasi düzenlendiği için, hukuk devleti düzenlendiği için… dahası millet meclisi düzenlendiği için… Onların gönlündeki hilafet ve şeriat düzeni olmadığı ve dahi 4. madde ile yasaklandığı için. Hemen belirtelim, tüm bu nitelikler, Anayasada yazdığı için yerine gelmiş olmaz… Müşteki ve ceraim arkadaşlarının eylemleriyle bu niteliklerin neredeyse yok edilmesi bunun göstergesidir. Ancak işte müşteki ve arkadaşları, bunların kağıt üstünde düzenlenmesine bile karşıdırlar.
Yine Anayasa mahkemesince “LAİKLİK KARŞITI EYLEMLERİN ODAĞI HALİNE GELDİĞİ” TESPİT EDİLEN DE, MÜŞTEKİNİN PARTİSİDİR!
Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyetine karşı Kin ve nefret taşıyan işte müşteki ve benzerleridir. Bizse onların bu anlayışına karşı mücadele ediyoruz.
Bu nedenlerle, müştekinin bu suçlaması bir yansıtma mekanizmasından başka bir şey değildir. “Merd-i kipti şecaat arz ederken sirkatin söyler” sözünü hatırlatmaktadır.
9- Suriye Halkına kan, gözyaşı, acı ve insanlık dışı katliamları müstehak gören savaş suçlarının asıl sebebi AB-D Emperyalistlerinin BOP (Büyük Ortadoğu Porjesi)’dir. Bu projenin eşbaşkanı da Tayyip Erdoğan’dır. Eski ABD Dışişleri Bakanlarından Condolleezza Rice, “Yeni Bir Ortadoğu’nun zamanı geldi” diyerek açıkça belirtmişti hedefini.
BOP projesi uyarınca Suriye fiilen bölünmüştür bile. Sıra Türkiye’ye gelmektedir. Türkiye Suriyelileşmiştir. Her gün onlarca kişinin öldüğü bir savaş ortamı yaratılmıştır Türkiye’de de. Dolayısıyla müşteki ve ceraim arkadaşlarının savaş suçları, Suriye’nin bölünmesini sağladığı gibi, Türkiye’nin de bölünmesine sebep olacak süreci başlatmıştır.
10- Komşu ülkenin meşru hükümetine karşı, şekli de olsa bir meclis kararı bile olmaksızın, illegal güçler eğiten, donatan, onlara yasadışı yollarla silah gönderenler hakkında tek bir işlem yapamayan Ankara Başsavcılığının, buna isyan eden, buna karşı ulusal ve uluslararası alanda siyasal ve hukuksal mücadele edenler hakkında soruşturma açmasına şaşırdık mı?
HAYIR!
Böylece savaş suçu işleyenlerin aklanmaya çalışılmasına ve bunların üzerlerine gidenlere “aman verilmesin” mesajına şaşırdık mı?
Buna da HAYIR!
Lakin müşteki savaş suçlusu Efkan Ala’nın buradan açılacağına emin olduğumuz davaya bizzat katılmasını bekliyoruz. Türk Ceza Kanunu’nun Hakaret suçunu düzenleyen 125. Maddesi, “bir olgu isnadı”nı suç olarak tayin etmiş, devamındaki düzenlemeler ise isnat edilen fiilin ispatı halinde fiil isnat edene ceza verilmeyeceğini hükme bağlamıştır. Ancak bu nitelemeyi yapanın iddiasını ispat talebine müştekinin rıza göstermesi gerekmektedir, gene düzenlemeye göre.
Dolayısıyla Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuruda kendisine izafe edilen “savaş suçu” isnadını hakaret olarak gören Efkan Ala’yı, bu isnadımızı ispata rıza göstermeye davet ediyoruz. Ve müştekiye sesleniyoruz: Tümüyle seni kayıracak bir ceza muhakemesi rejiminde, üstelik de sanık olmamıza rağmen, gerçekleri ortaya koyalım, suçunu ispata girişelim. Bunu reddedersen, zımnen suçu kabul ediyorsun demektir.
Tüm bu nedenlerle, Müştekinin, kendisinin ve ceraim arkadaşlarının savaş suçlarını gizlemek ve uluslararası hukuku engellemek amaçlı şikâyetinin usul ve esas yönünden hukukiliği yoktur.
Yaptığı suçlamaları reddediyor, kendisinin suçlarını ispatlamamıza TCK 125 vd. hükümleri çerçevesinde rıza göstermeye davet ediyoruz. Saygılarımızla… 19.08.2015
Nurullah ANKUT
HKP Genel Başkanı