Narin faciasını yaratan tarihsel, sosyal gerçekliğimiz…

10.09.2024
21
A+
A-

Saygıdeğer Arkadaşlarım;

Bu hepimizin yüreğini yakan Narin Güran adlı evladımız günlerdir üzüntü kaynağı olmaya devam ediyor ahlâk, vicdan, erdem taşıyan insanlar için.

Bu katliamda kilit nokta anne deniyor, haklı olarak, bazı konunun uzmanları ve bu işe kafa yoran aydınlar tarafından. Gerçekten de öyle.

Anne Yüksel Güran her şeyi tüm detaylarıyla biliyor, değil mi?

Ama konuşmuyor, hiçbir sır vermiyor, hatta şaşırtmaca yapıyor, yanlış yönlendirmede bulunuyor. Ve inanın; bizim kadar ve bizim gibi yüreği yanan başka hassas kalplere sahip insanlar kadar bile olsun acı duymuyor. Ve hatta benim çok sevdiğim, emek verdiğim, onları korumak için belalara gözümü kırpmadan atlayıp gittiğim sokaktaki patili canlarım; kedilerim, köpeklerim ve onların annelerinin yavrularını koruduğu kadar bile yavrusunu korumuyor. Halbuki o patili masum, çaresiz canlar, yavrularını korumak için ölüme atlarlar.

Bu nasıl anne? Nasıl böylesine insanlıktan çıkmış? Bu nasıl baba, nasıl kardeşler, dayılar, amcalar?..

Bu aile, görüldüğü gibi, Tayyip’in ifadesiyle “mütedeyyin”, dini bütün bir aile. Abdestli namazlı bir aile ki Narin evladımızı da Kur’an Kursuna gönderiyor, bakın. Ve köyün kadınlarının hepsi de Tayyip’in türbanlı bacılarından. Ama canavarca katletmekten geri durmuyorlar evlatlarını. Daha önce de bazı haberlere göre bir kızının, bazı haberlere göre ise iki kızının daha öldüğü ya da öldürüldüğü iddia ediliyor bu ailenin.

Narin yavrumuzun ailesinin, Ortaçağcı din alıp satıcılar kategorisinden ve onların taraftarları arasından olduğunu çok açık bir şekilde Tayyip’in Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, çıktığı muhalifi oynayan kanallardan birinde açıkça söyledi. “Bu aileyi kırk yıldır tanırım. Eskiden Erbakan Hoca efendinin partilerine bağlılardı, sonradan bize bağlandılar”, dedi, yani Tayyipgiller’e. “Akşener’in, Müsavat’ın partisine bağlandılar”, dedi. Yani hep oralarda oynayan bir aile bunlar. Ve “Ailenin sadece gençlerini tanımam, yoksa orta yaşlıların hepsini tanırım, severim, arkadaşlarımızdır, çok sevdiğimiz değerli insanlardır”, dedi Ensarioğlu.

Haberi izlerken içimden dedim; “Ülen düzenbaz! O zaman bu evladımızı canice katledenler uzaylılardı, değil mi? Uzaydan gelip katledip gittiler; yoksa bu ailenin tamamı pirüpak…”

Ama bunların alayı böyle; Ensarioğlu’su, Tayyip’i, Milyar Ali’si, Ali Erbaş’ı, aklınıza kim gelirse böyle. Hepsi yalan, dümen, hile, vurgun, soygun, Amerikan uşaklığı derdinde. Yani bunların kimliği bu. Asla düzgün, dürüst bir tavırları olmaz. Asla mert güvenilir bir kişilik ortaya koymaz bunlar. Yılan gibidirler; ikili üçlü oynarlar her zaman. İşte ailenin, evlatlarını böylece canice katlettikten sonra, cellatlara ilişkin hiçbir bilgi vermemesi ve evlatlarını satması, 8 yaşında melek kadar temiz, o masum yavrumuzu satması ve cellatları koruması da bundan kaynaklanıyor. Yani insan sefaletleri bunlar.

Cesedin yeri konusunda ve amca Salim Güran’ın katliamın ortasında yer alan baş cellatlardan biri olduğu konusunda itirafta bulunan Nevzat Bahtiyar adlı (ki onun da ÖSO’cu olduğu ortaya çıktı) götürüp bu evladımızın cesedini dereye gömüyor, 200 bin lira karşılığında, kendi itirafına göre. Yani para karşılığında bu cinayete ortak oluyor. Ve bunu yaptıktan sonra hiçbir vicdan muhasebesine girmiyor, öyle bir şeye gerek duymuyor:

“Evime döndüm. Yeni yapmakta olduğum evin bazı inşaat malzemelerini tedarikledim oğlumla, onlarla uğraştım. Sonra gittim, yemek yedim. Ve dikkat edelim! “Namaz kıldım”, diyor.

Yani abdestli namazlı biri bu cellat yamağı da. Yahu biraz önce ben 8 yaşında masum, melek kadar temiz bir yavru hayattan koparılmış, onun celladına yardımda bulundum, o celladı gizlemek için 200 bin TL karşılığında o yavrunun cesedini kimsenin bulamayacağı bir yere gömdüm, şimdi nasıl namaz kılıyorum, bu namaz neyin, hangi dinin ibadeti, demiyor. Yani namazla, erdem ve ahlâk arasında hiçbir irtibat yok bunda da, hiçbir bağlantı yok; annede ve aile üyelerinin diğer fertlerinde olduğu gibi. Ahlâktan yoksun bunlar.

Bu neyi gösteriyor? Biz ne diyoruz?

Din üzerine ahlâk inşa edilemez. Çünkü din, “Kul Kişilikler” yaratır. Yani sana ait olmayan bir kişiliği taşırsın bir dine bağlandın mı… O dinin emir ve yasaklarına göre davranmaya çalışırsın. Kulsun sen, kendine ait bir ahlâkın yok, bir ölçütün yok, bir vicdanın yok; bir aklın, bir düşünce sistemin, işleyen bir zihnin yok. O dinin dogmalarına körü körüne inanmak, onun yap dediklerini yapmak, onun buyurduğu ritüelleri (namazdır, oruçtur vb. ritüelleri) yerine getirmekle mükellefsin.

Ama işte o dini ritüeller, suya yazılan yazı kadar etkili oluyor, senin davranışlarını yönlendirme konusunda. Herhangi bir ahlâki değerler ortaya konamıyor onlarla da. Kendine ait bir kişilik olmadığı için o dinin sana buyurduğu iyi işleri yapmaktan kolayca yan çizebiliyorsun, vazgeçebiliyorsun ve tam tersi bir davranış ortaya koyabiliyorsun.

Yani insanların davranışlarını asla dini yasak ve emirler belirlemiyor. Tam tersine; dinleri de, insanların davranışlarını da onların maddi hayatlarını kazanış biçimi belirliyor.

Şimdi, ömrünün kendi ifadesiyle 30-40 yılını dini bir topluluk içinde geçirmiş olan Dücane Cündioğlu adlı entelektüel aydının şu videosunu bir izleyelim.

***

Videonun Tapesi

Şimdi [soruyu soran kişinin] derdi; “Abi, Allah’ın varlığına inanıyor musun?”

Ya işte bak müsilajdan söz ediyoruz; inansak ne olur inanmasak ne olur? Neyi değiştirir? Hangi değeri üretir?

Yani bir eylemin, değer üretmesi lazım. Tanrıya inanmak bir değer üretiyor mu, bana söyle. E, inanıyorum, dedim. Bu sefer şey diye soracak: Hocam namaz kılıyor musun?

Ulan siz kılıyorsunuz da ne oluyor… Yani namaz kılmak bir değer üretiyor mu mesela? Kur’an’da der ya; “Namaz kılmak insanı fahşadan [akıl ve mantık dışı eylemden] korur.”

Ne demek bu?

Namaz kılmak eyleminin bir erdem ürettiğini söylüyor; kötülükten seni korur. Ben bakıyorum, öyle bir şey görmüyorum. Yani korumuyor. Bazı küçük ufak tefek şeylerden koruyor olabilir ama büyük, büyük yutmaya gelince korumuyor. Yani beş kuruş çalmaktan korur, namaz kılmak. Birine tokat almaktan seni korur. Ama Suriye Savaşı’nda binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insanın ölmesine neden olmaktan seni korumuyor. Yani arkadaşının silgisini çalmaktan korur, Tanrı’ya inanmak ya da namaz kılmak filan. Ama bir milyon dolar götürmekten korur mu mesela namaz kılmak? Bir milyon doları çalmaktan korur mu? Ahlâk biraz ölçek meselesidir.

***

Ne diyor Dücane kardeş?

Namaz insanları kötülükten, kötülük yapmaktan korumaz, diyor. Allah’a inanmak sende bir değer üretmez, diyor; çok doğru. Sana ait bir değer üretmez. Namaz kötülükten korur diye buyruluyor, diyor ama ben buna tanık olmadım, diyor. Ha, beş kuruş çalmaktan sizi kurur, diyor. Okulda arkadaşınızın silgisini çalmaktan sizi korur, diyor. Ama bir milyon doları aşırmaktan sizi korumaz, koruyanı göremedim, diyor. Bir insana haksız yere tokat atmaktan belki sizi korur, diyor. Ama Suriye’de yüzbinlerce, milyonlarca insanın katledilmesine, hem de Müslüman insanın katledilmesine suç ortaklığı etmekten sizi korumaz, diyor.

Evet, Tayyipgiller 22 yıldan bu yana din alıp satarak ve Amerika’ya uşaklık ederek ve onların kucağında oynayarak, BOP çerçevesinde onlara her türlü hizmette bulunarak, hain kere hain, halk düşmanı iktidarlarını sürdürüyorlar. Ama on yıllardan beri tekrarladığımız gibi 1990’dan bu yana 10 milyonu aşkın Ortadoğulu Müslümanın hayatını yok eden, canını alan, kanını döken ABD-AB Emperyalistlerine suç ortaklığı ediyorlar, ondan geri durmuyorlar.

Nerede bunlarda Müslümanlık, nerede namaz, nerede Allah, kitap, din iman, peygamber?

Demek ki, bunlar için hepsi bir kuru laf, başka hiçbir anlam taşımıyor. Demek ki, tüm bu olaylar da gösteriyor ki; din üzerine herhangi bir ahlâk inşa edilemiyor, bir ahlâk sistemi kurulamıyor. Yani dinin herhangi bir yararı yok insanlara ve topluma.

Ama bir diğer yönden; günümüz dünyası için, çağımız için çok büyük zararları var. Afganistan örneği gözümüzün önünde; kadınlar için bir cehennem orası. 10 yaşından sonra çocukların okula gitmesi, evden dışarıya tek başına çıkması yasak; zorunlu olmadıkça evden ayrılması yasak. Erkeğe kölelik etmek, yatak odası ve mutfak arasında erkeğin her türlü hizmetine cevap vermek; kadına biçilen rol bu. Günümüzde bunu tam olarak uygulamak mümkün değil; en koyusunu IŞİD ve Taliban uyguladı, uyguluyor bildiğimiz gibi.

Diyelim ki, Kur’an’ın bütün emirlerini, yasaklarını uyguladınız. Toplumu aynen 1400 yıl öncesinin Medine’sinin Köleci Toplum biçimine döndürürsünüz. Bilim yok, aydınlık, özgür düşünce yok, sorgulayan bir akıl yok… Kölelik var, efendilik var, cariyelik var, kölelerin ve cariyelerin para karşılığında bir “mütekavvim yani dinen kullanılması mubah olan mal” olarak alınıp satılması var… Cariyelerin cinsel olarak istismar edilmesi var… Çocuk yaşta kızların evlendirilmesi var; 8-9-10-12 yaşındaki kız çocuklarının evlendirilmesi var… Erkeğin dört kadını eş olarak alabilmesi var… Zenginlik durumuna göre, gelir durumuna göre sayısız cariye edinebilmesi ve onlarla bir harem kurabilmesi var…

Yani böylesine büyük bir tehlike saçıyor dinler günümüz dünyası için.

Bütün bunları kavramak için, hep söyleyegeldiğim gibi, Kur’an’ın Türkçesini açıp sorgulayan bir akılla ama o ayetlerin bir bir ortaya konuş sırasına göre, yani “nüzul sırası” deniyor ya, ona göre okunması gerekir. O ayetlerin hangi olaya çözüm getirmek üzere, açıklık getirmek üzere ortaya konduğunu görerek, kavrayarak, o olaylarla ilişkilendirerek o ayetleri okumak gerekir. İşte o zaman akılla, bilimle, mantıkla zerrece bağlantısı olmadığını; orada anlatılan ve Kur’an’ın üçte birinden fazlasını oluşturan kıssaların yani mitosların, eski Sümer, Asur, Babil, Finike, Mısır mitoslarının, kıssalarının anlatılmasından ibaret olduğunu görürsünüz. Yani bütün Kitaplı Dinlerin insan yapımı olduğunu elle tutarca görürsünüz. Bu Kitaplı Dinler, daha önce de söylediğim gibi, Sınıflı Toplum dinleridir.

Ne yazık ki Narin evladımızın vahşice, canavarca hayattan koparılıp bize ve biraz önce de söylediğim gibi, hassas kalpli insanlarımıza acılar yaşatması, işte bunları düşündürttü bize.

Burada yine Dücane Cündioğlu’nun Kur’an’la ilgili şu videosunu da izleyelim bir…

***

Videonun Tapesi

Gerçekten inanma yeteneğiniz varsa, ben ki inanmış bir adam olarak ömrümü geçirdim. Eskiden inandıklarıma inanmıyorum, inanamıyorum yani. Bazen kabul ettiğin, yücelttiğin o inançlardan bir kopmaya gör; bir anda böyle herşey çamura dönüyor. Aman Allah’ım, diyorsun, ben bunlara nasıl inandım yıllarca, nasıl başımın üstünde taşıdım?

Eğer çok travmatik bir dönüş yaşadıysanız inançlarınızdan nefret edebilirsiniz, kendinize lanet edebilirsiniz; o inançlara hâlâ inanan varsa onlardan da nefret edersiniz. Ben kendimde buna izin vermedim çünkü öyle birden ampul yanmadı bende. Yıllarca sorguladım; kusuru yıllarca kendimde gördüm. Ya işte şu dili bilmiyorum, bu dili de öğreneyim. Hadi bunu da öğreneyim, hadi şunu da okuyayım. Şu ilmi bilmiyorum, bu ilmi de öğreneyim… Böyle bir an gelecek ki o anda bütün o saçmalıkların hepsi bir anda oturacak; “ha”, diyeceğim, işte ondan sonra ey insanlar filan. O kafamdaki çelişkilerin hepsini yok edeceğim, zannediyordum.

Hatta şöyle bir örnek veriyordum: Din hatta Kur’an benim için bir el lambası gibiydi. Onu anlar, doğru kullanabilirsem, nereye tutarsam orayı aydınlatacağım zannederdim. Bende öyle olmuyordu. İlk başlarda biraz öyle olur gibi oldu ama çok kısa zamanda nereye tutsam orası kararıyordu. Ve ben onu kullanmayı bilmiyorum, diye düşündüm.

Onun için bir insanın birkaç ay bu işlerle uğraşması yeter, bu işlerden kurtulması için. Niye 30 sene 40 sene sürsün bu hesaplaşma?

İnanmaya olan ihtiyaç… Ve o yaptığınız yatırımın gerçekten yanlış olup olmadığını sınama; onun için çok büyük bir azim, çok büyük bir sahicilik gerekir.

***

Evet, ne diyor burada Cündioğlu?

Ben yıllar yılı Kur’an’ı nereye tutsam orayı aydınlatan bir fener olarak bilirdim ve buna inanırdım, diyor. Ama sonunda gördüm ki Kur’an’ı nereye tutsam orası karanlıklaşıyor, diyor.

Evet aynen öyle olur. Kur’an’ı nereye tutsanız orası IŞİD egemenliği altındaki toplumlara dönüşür, Taliban Afganistan’ına dönüşür, Suudilerin Arabistan’ına dönüşür, Arap Emirlikleri, Şeyhliklerine dönüşür, Ortaçağ’ın kokmuş karanlıklarına dönüşür.

Daha öncede belirttiğim gibi, biz de fakülte birinci sınıfa gelinceye kadar aynen Dücane Cündioğlu gibi Kur’an’a sadakatle bağlıydık. Derin bir inanç besliyorduk; sarsılmaz, tartışılmaz bir inanç besliyorduk. Ve o güne kadar sabah ve yatsı namazlarımızı da büyük ölçüde kılardık. Tabiî orucumuzu da ilkokul üçüncü sınıftan başlamak üzere hep tutmuştuk.

Ama Kur’an’ın Türkçesini okuyunca; bunun bir insan yapımı olduğunu, doğaüstü bir gücün, büyük ilahi adalete sahip olan bir aklın bunları söyleyemeyeceğini, bunları uygulayamayacağını, böylesine çelişkilerle dolu; akıl ve mantık dışı bir kitap ortaya koyamayacağını netçe gördük.

Size söylüyorum, tavsiye ediyorum: Siz de Dücane gibi, bizim gibi, aynen biraz önce tarif ettiğim yöntemle Kur’an’ın Türkçesini okuyun.

Kalın sağlıcakla…

10 Eylül 2024

İletişime Geç
Merhabalar,
Bize buradan ulaşabilirsiniz