Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un kaleminden: Mustafa Kemal’in Türk Milletine bıraktığı ülkü nedir?
Saygıdeğer Halkımız;
Nedir Mustafa Kemal’in Türk Milletine bıraktığı ülkü?
Ve bunu bugün bir başına da olsa kim savunuyor?
Sözü uzatmadan, doğrudan Mustafa Kemal’in kendisinden dinleyelim.
Fakat önce şunu belirtelim:
Bu konuya ilişkin görüşlerimizi birkaç kez ortaya koyduk. Fakat Türkiye’de son yıllarda Tarih çok hızlı akıyor. İnsanlar günlük yaşamın hay huyu içinde gelişmeleri çok yüzeysel değerlendiriyor. Geçmişi de çabucak unutuyor. Hâlbuki; ideolojinin ya da bir idealin temel ilkelerinin hassasiyetle korunarak sürekli belleklerde canlı tutulması ve kuşaktan kuşağa aktarılması gerekir. Ta ki, o ideal hayata geçirilinceye kadar… Ya da gerçekleştirilinceye kadar…
Bu sebepten, biz de önceki yıllarda ortaya koyduğumuz görüşlerimizi bir kez daha tekrarlayarak, unutanlara hatırlatmış, bizi yeni tanıyan gençlerimize ve arkadaşlarımıza da anlatmış olalım.
(Aşağıdaki metni, “Bin Kalıplılar” adlı kitabımızdan aktarıyoruz.)
***
Bu konuyu biz Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın bedence aramızdan ayrılışının 35’inci Yıldönümü’nde (2006 yılında) yapılan Anma Konuşması’nda şöyle koymuşuz. Virgülüne dokunmadan oradan aktarıyoruz:
Yıl 1933. 29 Ekim kutlamaları yapılıyor. Mustafa Kemal, Ziraat Bankası’nda. O zaman salonunda kutlamalar yapılıyor. Bir genç, Tıbbiyeyi yeni bitirmiş bir genç doktor soruyor Mustafa Kemal’e, sorular soruyor… Bürokrasiden yakınıyor; ‘Paşam, emperyalistleri yendiniz ama bürokrasiye yenildik’ diyor. Mustafa Kemal ona cevap veriyor; ‘Onu ileride yeneriz’, diyor. Ve asıl önemli soruya geliyor. Diyor ki, ‘Bize kuşaktan kuşağa aktarılan büyük bir ideal vermediniz, Paşam! Ama devletlerin böyle idealleri olmalı.’ Mustafa Kemal; ‘Böyle bir toplantıda bu soruya cevap veremem’, diyor. (Oraları atlayalım, okumayalım zamanımız yok. N. Ankut) ‘Ama bu odada sana ve merak eden bir iki arkadaş olursa gelsin; onlara bu konudaki cevabımı söyleyeyim. Bir devlet başkanıyım, sorumluluklarımdan dolayı bu ortamda bu soruna cevap veremem’, diyor. Geliyorlar odaya, verdiği cevap:
Bugün Sovyet Rusya dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun yönetiminde, dil bir, inanç bir, öz bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız. Hazır olmak, yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Bugün biz bu toplumlardan dil bakımından, gelenek görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz. Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. Tarih bağı kurmamız lazım, folklor bağı kurmamız lazım, dil bağı kurmamız lazım. Bunları kim yapacak? Elbette biz. Nasıl yapacağız? İşte görüyorsunuz dil encümenleri, tarih encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya, tarihimizi ortak payda (Encümenler, bu ilk kuruluş anındaki adları Türk Dil Kurumunun, Türk Tarih Kurumunun; o aşamadaki adları, arkadaşlar. – N. Ankut) haline getirmeye çalışıyoruz. Böylece birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda. Tıpkı bir vücut gibi. Kederde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli”, diye gidiyor.
Yani Mustafa Kemal diyalektik düşünüyor. Bakın, şu anda Sovyet Rusya dostumuz, müttefikimiz, buna ihtiyacımız var, diyor. Ama yarın ne olacak?
O zaman gerçekten de şu anda 5 tane Türk Cumhuriyeti var Asya’da: Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kazakistan.
E, konuştukları dil Türkçe’nin değişik lehçeleri. Gidenler 2 ayda hemen öğreniyorlarmış, oranın yerlisine yakın konuşup anlaşabiliyorlarmış. E, bizim nereden geldiğimiz de belli. Yani böyle bir ufka sahip, Mustafa Kemal. Zaten bu diyalektik düşünme mantığına sahip olmasa, emperyalistleri yenemez. Gerçekçi… Ama Enver Paşa, metafizik mantıklı. Bir ülkenin ordusunu yönetecek kaliteye sahip bir askeri önder değil. Ama Mustafa Kemal hem gerçek bir komutan, hem diyalektik düşünen bir dahi. Şartlarını, çağını nasıl güzel değerlendiriyor bakın. Şimdi ne yazık ki, Mustafa Kemal’in, bir olasılık olarak gördüğü o durum, gerçekleşmiş durumda.
Şimdi Türk burjuvazisinin böyle bir ufku var mı?
Hayır. Zaten Kuvayimilliye’de de ufku yoktu. O yüzden Ordu Gençliği ve halkımız, o mücadelenin ana unsurunu oluşturdu.
Bugün Türk burjuvazisi neyin peşinde?
Usta’mızın 1970’te koyduğu gibi, Türkiye’yi, AB Emperyalistlerine komisyon karşılığında satabilmenin peşinde. O zaman, biz bu vatanın ve bu halkın gerçek savunucuları olarak, Mustafa Kemal’in bu mirasının da mirasçıları, sahipleri olmalıyız. Böyle bir ufkumuz olmalı bizim de.”
Türk Ulusu’nun birliğini savunmak Leninist bir prensiptir
Milletlerin bir olması, Leninist bir prensiptir, değil mi arkadaşlar?
Biz yıllardan beri, Arap Ulusu’nun tek bir ulus haline gelmesini savunmuyor muyuz?
Arap Ulusu’nun esas kurtuluşu bir yönüyle burada yatmıyor mu?
Kürt Ulusu’nun, tek ulus halinde birleşmesini savunmuyor muyuz?
Elbette. Bu kaçınılmaz bir ilke. O zaman Türk Ulusu’nun da, altıya parçalanmış Türk Ulusu’nun da birleşmesini savunmamız, görmemiz, böyle bir ufka sahip olmamız gerekir.
O zaman Usta’mızın 1933’te koyduğu formülü şu şekilde yeniden belirlememiz gerekir: Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti.
(Alkışlar)
Bunu hayata geçirmemiz lazım. Bu aynı zamanda, Sovyetler’in 1930’lu yıllardaki gücü kadar güçlü bir antiemperyalist kalenin doğmasına yol açacaktır. Emperyalistler bu ufku görüyorlar. Böyle bir olasılığı hesap ediyorlar. Ve o yüzden Türkiye’yi en az üçe, bölmek istiyorlar, Sevr’de olduğu gibi… Kaldı ki şimdi bir de Süryani ve Pontus soykırımlarını çıkardılar. Emperyalistler, bu isteklerini açıkça dile getiriyorlar. Ve onların oyununa gelen Ermeniler mesela taleplerini hiç gizlemiyorlar. Çok açık 4 T Planı (Tanıtım, Tanınma, Tazminat ve Toprak) şeklinde açıklıyorlar. Nedir bu?
1- Soykırımın tüm dünyada tanınması,
2- Soykırımın Türkiye’ye Kabul ettirilmesi,
3- Soykırım kurbanlarının mirasçılarına tazminat ödenmesi,
4- Türkiye’den tarihi Ermenistan topraklarının geri alınması.
Türkiye’nin bunu, bu Ermenistan’ı tanıması. Bu da nereden başlıyor?
Trabzon, Erzurum, Muş ve Bitlis’in altından geçen bir çember parçası şeklinde sınırlar çiziliyor. Buradan başlıyor. Bunun peşindeler. Bu talep açık. Ve bu da destekleniyor mu emperyalistler tarafından?
Destekleniyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın Ermenistan Ziyareti
Chirac geçen nereyi ziyaret etti Ermenistan’da?
Soykırım Müzesi’ni.
Peki, bir aktarma da müzeden yapacağız. İşte, yani bu… (Kapağını katladım şöyle. Bizim bu pezevenk medya, kadını her yerde kullandığı için, burada da hiç gerek yokken illa bir kadın kullanacak, sömürecek…) Tempo Dergisi. 20 Nisan 2006 tarihli sayısı. Gözlüğün numaralarının değişmesi gerektiği için küçük yazıları çok net okuyamıyorum. İşte burada, şu gördüğünüz fanusların ya da kavanozların içinde, Türkiye’nin altı ilinden getirilmiş topraklar var. Burayı ziyaret etti. Yani kurtarılması gereken düşman elindeki iller bunlar, Ermenilere göre. Ve bu müzenin müdürü de Bargasyan Lavrenti, adında bir zat. Hem kurucusu, hem de şu anki müdürü müzenin. Bununla görüştü. Bu anlattı, Chirac alçağı da güya gözü yaşlı bir şekilde kafa salladı. Ekranlardan izledik. İşte bu kişinin söyleminden bir paragraf aktaracağım:
Lavrenti bize nazik davranıyor. (Tempo muhabiri diyor bunu, arkadaşlar. – N. Ankut) Ama nazik olması, ‘kovmasına’ engel değil. Kovduğu yer Soykırım Müzesi değil. Türklerin tüm coğrafyadan gitmesini isteyerek, diyor ki: ‘Neden siz geldiğiniz yere gitmiyorsunuz. Siz oraya gidin ve işgal ettiğiniz toprakları sahiplerine bırakın. Ama sizi orada bile kabul etmezler, sizin gerçek bir vatanınız ve ulusunuz yok. Siz gerçek bir ulus değilsiniz. Göçmen ve işgalcisiniz.
Bargasyan Lavreni’nin sözleri şaka gibi ama o espri yapmıyor. Söylediklerine gerçekten inanıyor. Sözgelimi, Türklerin başlattığı soykırımı Azerilerin Karabağ’da sürdürdüğünü, zaten Azerilerle Türklerin köksüz bir millet oldukları için bu eylemlere giriştiklerini söylüyor.” (Tempo, 20 Nisan 2006)
Bu, Ermenistan’ın resmi politikası. Gerçekten şaka değil. Yani Ermenistan Devletinin yöneticileri bize böyle bakıyor. Ve bu ideolojiyi onlara emperyalistler veriyor. Amaç bu. Açık. (Nurullah Ankut, Lenin Sonrasının Marksizmi-Leninizmi Işığında Dünya ve Türkiye, Cilt 4, s. 261-264)
***
Yine aynı konuyu yoldaşlar, Partimizin 2007 yılında yapılan Birinci Olağan Kongresi sonrasında yoldaşlarımızla yaptığımız sohbet toplantısında şöyle koymuşuz:
***
Yeni Bir Sovyetler Birliği Oluşturmalıyız
NATO’dan çıkmalıyız. Onlara yeni bir birlik, yeni bir dünya göstermeliyiz. Onu da “Anma Konuşması”nda kısaca ortaya koyduğumuz gibi, yeni bir Sovyetler Birliği oluşturmalıyız. Tuncer Kılınç’ın da dediği gibi: İran’la, Rusya’yla, Çin’le, başarılı bir birlik oluşturulamaz. Çünkü Rusya artık emperyalist bir ülke… Emperyalist bir devlet… İran, belli sebeplerden dolayı, Türkiye’ye ve Türklere hep düşman… Çin’in de yine ayrı siyasi hesapları var. O bakımdan o anlamda bir birlik, kurtarıcı olmaz, derde deva olmaz. Halklara bir yarar sağlamaz. Emperyalistler karşısında da sağlam bir duruş oluşturmaz.
Mustafa Kemal’in 1933’te söylediği gibi, doğal coğrafyaya dayanan yeni bir Sovyetler oluşturmalıyız. Önümüze koyduğumuz gerçekçi ve bizi zafere, başarıya götürecek ve emperyalistleri yenilgiye uğratacak olan Türk-Kürt Cumhuriyetidir. Ortaasya Türk Cumhuriyetleriyle beraberce oluşturulacak Türk-Kürt Cumhuriyetidir.
Şimdi bunu ortaya koyduğumuz zaman, özellikle Sevrci Sol’un bileşenleri, bize yine suçlamalar yönelteceklerdir. Bunlar şoven, vesaire diye demagojik saldırılarda bulunacaklardır.
Birkaç paragraf aktarmak istiyorum emperyalist ünlü bir temsilciden. Lord Curzon’dan. Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşının ünlü İngiliz temsilcilerinden biri, değil mi Lord Curzon, arkadaşlar? 16 Şubat 1920’de şöyle diyor:
Müttefiklerin uğrunda savaştıkları amaçları arasında bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması da vardır. Bu amacın gerçekleşmesine tüm müttefikler aynı derecede ant içmiş durumdadır.”
Ve bunun sebebini anlatıyor, gerekçesini koyuyor Lord Curzon. Şöyle diyor gerekçesinde de:
Büyük bir Panislam ya da Panturan hareketi ortaya çıkabilir. Ve böyle bir halde, Londra Konferansı genellikle dünya barışı bakımından Türkiye Müslümanlarıyla Doğudakiler arasına sokulmak üzere bir Hıristiyan toplumunun sıkıştırılmasının yerinde bir girişim ve bunun da bir Ermeni devleti olabileceğini düşünmüştü.”
İngiliz Emperyalizmi, görüyor musunuz arkadaşlar, 1920’de meseleyi, kendi siyasi, emperyalist çıkarları açısından nasıl görüyor.
Altı Parçaya Bölünmüş Türk Ulusu Birleşmelidir
Biz, yirmi iki parçaya bölünmüş Arap Ulusunun, bir tek Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz, arkadaşlar?
On yıllardan beri söylüyoruz ki; istiyoruz.
Dört parçaya bölünmüş Kürt Ulusunun, tek bir Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz?
İstiyoruz.
Ve altı parçaya bölünmüş olan Türk Ulusunun da tek bir Ulus olarak birleşmesini istiyoruz.
Yine bir sürü parçaya bölünmüş olan Latin Amerika Halklarının, tek bir Ulus olarak birleşmesini kim istiyordu en çok?
Dinleyiciler: Che.
Nurullah Ankut: Che.
O yüzden Latin Amerika’nın orta ülkesine, Bolivya’ya giderek gerilla savaşını başlattı. Bolivya’ya giderek başlattı. Aynı dili konuşuyoruz, diyordu. Portekizce de zaten akraba dildir İspanyolcayla. Ve aynı ulusun temsilcileriyiz, emperyalistler bizi, kendi çıkarları öyle gerektirdiği için, bu kadar çok parçaya böldüler; birleşmeliyiz, diyordu.
“Yine yüzde 80’i Bantu dilini konuşan Siyah Afrika Halklarının, tek bir Ulus halinde birleşmesini istiyor muyuz?
İstiyoruz.
Bunlar gayet doğru, devrimci taleplerdir. O zaman Türk Ulusunun da, altı parçaya bölünmüş olan Ulusun da tek Ulus olarak birleşmesini istemek hakkımız ve devrimci bir görevimiz. Usta’mız 1933’te; Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti, diyordu.
Neden?
Çünkü o zaman diğer Türk Cumhuriyetleri, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği çatısı altındaki Cumhuriyetlerdi. Sosyalist Cumhuriyetlerdi. Onların orada kalması, o yapıda kalması, uluslararası proletarya hareketinin çıkarları açısından gerekliydi. Ama bugün o yapı ortadan kalkmış durumda. O zaman yeni, doğal coğrafyaya dayanan yeni bir Sovyetler oluşturmalıyız. Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kurmalıyız.
Böyle bir gelişme emperyalistlerin çıkarları için hayati bir tehlike oluşturur. Bakın, kendileri en yetkili sözcülerinin ağzından itiraf ediyorlar bunu. Ve hemen bir eylem planı oluşturuyorlar, böyle bir gelişmeye karşı. Gördüğümüz gibi bu tedbiri alıyorlar. Tabiî İngiliz ve diğer Batılı Emperyalistler 1920’de söylüyor bunu. 1915’lerde, Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında böyle bir istekleri, planları yoktu. Çünkü o zaman, zaten Türk Cumhuriyetleri ve Ermenistan, Çarlık Rusyası’nın sınırları içindeydi. Çarlık Rusyası onların müttefikiydi. Ve Ermenilerin de Çarlık Rusyası’na bağlı kalması şeklinde bir anlaşmayı, Rus Çarıyla yapmış durumdaydılar. Ama ne zaman ki Ekim Devrimi gerçekleşti, Çarlık Rusyası ortadan kalktı ve Sovyetler kuruldu, o zaman böyle bir Ermenistan’ın varlığı için hemen planlar yaptılar ve onu hayata geçirme mücadelesine girdiler. Bakın, emperyalistler nasıl değişen şartlara göre planlarını anında değiştirip, yeni politikalar üretebiliyorlar. Yeni düşünceler ve davranışlar ortaya koyabiliyorlar. E, o zaman, biz devrimciler de, değişen dünya şartları karşısında devrimci diyalektik mantığımıza göre, aynı değişimi göstermemiz gerekir. Onlar emperyalist çıkarları için gösteriyorlar. Biz değişen şartlara göre yeni ideoloji üretemezsek, devrimciliğimiz nerede kalır? Emperyalistlerin gerisine düşmüş oluruz. Metafizik mantıkla düşünmüş oluruz.
ABD Emperyalizmi, 6 Parçaya Bölünmüş Türk Ulusunun Birleşmemesi İçin Her Şeyi Yapıyor
İngiliz Emperyalizminin o zamanki tezini gördük. Bir de günümüzde dünyanın başhaydudu Amerikan Emperyalizminin aynı konudaki tezine bakalım:
Batının Türkiye ve Türk dünyasına uyguladığı politikanın özünü, iç yüzünü ve bu politikanın ne kadar yıkıcı olduğunu anlamak için en gizli, Vagram dereceli bir NATO belgesine bakmak yeterlidir. 1961 yılında, günümüzden 45 yıl önce, Washington’daki NATO karargâhında, yüksek rütbeli bir Türk subayının ele geçirdiği en gizliden (Cosmic Top Secret) daha yüksek gizlilik derecesine sahip (Vagram) bir dosyada, Sovyetler Birliği’nin dağılacağı, Orta Asya’da 5 ya da 6 Türk Cumhuriyeti kurulacağı, 30 yıl öncesinden görülerek, kurulacak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye’yle ilgili politika şu şekilde belirlenmiştir.”
Bunu Ali Tayyar Önder söylüyor, “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabında. Şimdi o belgeyi aktarıyor, NATO belgesini, o çok gizli NATO belgesini. Şöyle deniyor:
Türk devletlerinin işgal edecekleri coğrafya, stratejik yönden çok değerli. (E tabiî kaynaklar bakımında çok zengindir) Bu devletler batıdaki Türkiye Cumhuriyetiyle birleşirse o zaman ortaya Hitler Almanyası veya Stalin Rusyası’ndan daha tehlikeli bir kuvvet Batılıların karşısına çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ile Doğu Türklerini birleştirmemek için elden gelen yapılmalı, Türkiye ile bu devletler arasında tampon devletler kurulmalı, Türkiye’nin lider devlet olmasını engellemek için, siyasi ve ekonomik bütün tedbirler alınmalıdır.”
Ne kadar net, açık değil mi NATO belgesi, arkadaşlar?
İşte buna uygun hareket eden emperyalistler, Sovyetler ve Sosyalist Kamp yıkılır yıkılmaz ne yaptılar?
Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırtarak, 14.400 küsur km2 Azerbaycan toprağını işgal ettirerek, Ermenistan’ın topraklarını genişlettiler. Ve Türkiye ile Türkî Cumhuriyetler arasındaki bağı güçleştirecek tampon bir devlet haline dönüştürdüler.
Ve bunu biz ne zaman söyledik?
Daha önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi defalarca, yıllar önce söyledik. Anma Konuşmalarımızda, yıllar önce bizim bu tespitimiz kayda geçti. “Lenin Sonrasının Marksizmi-Leninizmi” adlı kitaplarımızda bu sözümüz kayıtlı. Daha o saldırılar olduğu anda, bunu ideolojimizin ışığıyla gördük ve gösterdik. Bu sebepten Ermenistan’a bu saldırı ve bu işgal yaptırıldı, diye. İşte belgeleri ortada.
Şimdi biz devrimciler olarak bu olayı, bu belgeleri, bu gerçekleri görmeyecek miyiz? Bunları değerlendirmeyecek miyiz? Bunları değerlendirerek yeni ideolojiler belirlemeyecek miyiz?
Öyle şey olur mu? Elbette belirleyeceğiz. Bundan kaçınamayız. Bundan kaçınırsak, devrimci öngörümüz, devrimci ideolojimizin gücü nerede kalır?
Kürt-Türk kardeşliğinin nasıl tarihsel bir kökene dayandığını biraz önce söyledik. Birinci Kuvayimilliye’de de aynı şekilde. İngiliz Emperyalizminin ajanları, bütün oyunlarına rağmen, Kürt Halkını Kuvayimilliye’nin ve Milli Kurtuluşun karşısına geçiremiyorlar. Ondan ayıramıyorlar. Türk ulusal kurtuluşundan ayıramıyorlar. Kardeşçe, yan yana, omuz omuza, emperyalistlere karşı birlikte savaşıyorlar. Demek ki, Kürt kardeşlerimizle bin yıldan bu yana kader birliği etmişiz. Aynı uğurda mücadele etmiş, aynı vatanı ele geçirmişiz, aynı savaşları vermişiz, aynı emperyalistleri-düşmanları yenmişiz. O zaman bu iki halk kardeşçe, ama gerçek anlamda eşit kardeşler olarak, birleşirse bu tarihsel amacı da gerçekleştirebilir. Uluslararası emperyalizmi dünya çapında yenilgiye uğratabilir.
Bir Dinleyici: Yeni bir çağ açılmış olur.
Nurullah Ankut: Yeni bir çağ açabilir tabiî. İşte emperyalistlerin de en büyük korkusu bu. Sovyetler’den daha güçlü, daha tehlikeli bir devlet oluşur karşımızda, diyor. Bakın, nasıl görüyor emperyalistler? Çünkü onların binlerce, eğitimli, dünya gerçeklerinden haberdar akıldaneleri var, uzmanları var bu işle görevli. Biz onların bu politikalarını görmezsek devrimciliğimiz lafta kalır. Tedbirler almazsak, yeni düşünce ve davranışlar ortaya koymazsak, lafta kalır devrimciliğimiz. Ciddi olmaz, ciddiye alınamaz böyle bir devrimcilik. Usta’mızın ideolojisinin hakkını vermiş olmayız o zaman.
Bir Başka Dinleyici: Onun için maşa Fethullah en çok orada örgütlendi.
Nurullah Ankut: Tabiî… Tabiî… Tabiî…
Bir Başka Dinleyici devamla: CIA’nın yönlendirmesiyle, en fazla Türkî Cumhuriyetlerde örgütlendi. Yeni bir şey, o Cumhuriyetlerden de kovulma süreci başladı aslında. Soros’la birlikte Azerbaycan’dan, Rusya’dan…
“Nurullah Ankut: Evet arkadaşlar. (Nurullah Ankut, Fatih Che Kıvılcımlı Olmak, Derleniş Yayınları, 2007, s. 50-55)
***
TÜRK DÜNYASININ BİRLİĞİNE GÖNÜL VEREN, KAFA YORAN, İLGİ DUYAN ARKADAŞLAR!
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün ev sahipliğinde 2–3 Mart 2010 tarihlerinde düzenlenen “Avrasya Sempozyumu”nda dağıttığımız konuya ilişkin bildirimizi aşağıda sunuyoruz:
BİZ, TÜRKİYE’NİN ve dünyanın bütün toplumsal sorunlarını bilimin ışığında tahlil eden, ondan sonuçlar çıkaran ve anlaşılır, açık, kesin, somut çözüm yolları bulan bir hareketin temsilcileriyiz. Ve Türkiye’nin tek gerçek devrimci hareketiyiz.
Partimizin, her alanda olduğu gibi, bu konuda da vardığı sonuç, önüne koyduğu hedef, çok net ve kesindir. En cahil insanımızın bile duraksamadan anlayabileceği açıklıktadır.
Lafı uzatmayalım ve dolandırmayalım: Biz Edirne’den Doğu Türkistan’a yani Çin sınırına kadar uzanan geniş vatan toprakları üzerinde, bir Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’nin kurulması için mücadele ediyoruz. Bu anlayışımızı bugüne dek pek çok konuşmamızda ve yazımızda ortaya koyduk. Arkadaşlarımızı bu ideolojiyle donattık.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Neden Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti?
Kürt Sorunu, on yıllardan beri Türkiye’nin en önemli siyasi sorunu olagelmiştir. Ve bu meseleyi biz kendi aramızda çözemediğimiz için, Batılı Emperyalistler soruna el atmışlar ve yazıktır ki de ellerine geçirmişlerdir.
Batılı Emperyalist haydutlar ne ister?
Geçen yüzyılın başlarında istediklerini, yani Sevr’i.
Çünkü milletleri un ufak ederek minik parçalara ayırmak onların çıkarlarına en uygun gelen iştir. Böylece o ülkeleri gönüllerince talan edebilirler. Bu anlayışlarını da onlarca belgede ortaya koymaktan çekinmemişlerdir. Kürt Meselesi’ni o soyguncu çakalların elinden alıp, kendi aramızda çözebilmemiz için şu ilkelere içtenlikle bağlı kalmamız gerekir:
Gerçek anlamda eşitlik, kardeşlik, demokrasi ve özgürlük. Bunlar sadece lafta olursa bir işe yaramaz, hiçbir etkisi olmaz Sorunun çözümüne. Bu ilkelerin içtenlikle hayata geçirilmesi ise işte bu formülü ortaya çıkarır, hem de kaçınılmaz bir biçimde: Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti.
Bunun dışındaki bütün yollar bölünmeye-parçalanmaya gider. Bu da son derece açık-kesindir. Kendisini kandırmayan, gerçeklerden kaçmayan, gerçeğe gözlerini kapamayan ve açıkça sırtını dönmeyen herkes bunu görebilir. Batılı çakallar Türkiye’yi de Yugoslavyalaştırırlar, Iraklaştırırlar, Koreleştirirler. Zaten bu konuya ilişkin haritalarını da Amerikan Ordu Dergisi’nde yayımladılar ve İtalya’daki NATO Koleji’nde ders olarak işlettiler. Bu şimdilik Türkiye’yi konuya alıştırma girişimidir. Yarın onlarca uygun gün geldiğinde, bu konuda Birleşmiş Milletler’den, AB Parlamentosu’ndan, Konseyi’nden bilmem neresinden art arda kararlar da çıkartabilirler ve Türkiye’yi bunu kabule zorlayabilirler. Bugünlerin gidişinin sonu oraya varır. Çünkü ipin ucu AB-D’nin eline geçmiştir. Bilimin ve onu elinde tutan önderliğin görevi önceden görmektir, duruca görmektir. Biz bunu böylece görüyoruz.
Peki, Kürt Halkı bizim önerdiğimiz birlikteliğe, yani bugünkü Türkiye’nin pamuk ipliğine bağlı birliğinden milyonlarca kez daha sağlam ve nitelikçe bambaşka bu birlikteliğe gelir mi?
Gelir… Bin yıldır birlikte yaşamışız. Malazgirt’te Alparslan’ın komutasında Bizans’a karşı savaşta, İran’a karşı savaşta, Batılı Emperyalistlere karşı Çanakkale’de ve Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda yan yana olmuşuz… Gerçek kardeşliği ve eşitliği sağlarsak hep yan yana, birlik içinde oluruz… Biz işte bu nedenlerle yukarıdaki formülü ortaya koymuşuz… Biz olanı yani gerçeği olduğu gibi görürüz. Kendimizi de kimseyi de kandırmayız, yanıltmayız…
Doğu’nun Büyük Devrimcileri: Mollanur Vahidov, Sultan Galiyev ve Turar Rızkulov da bu amaç için mücadele etmişler, savaşmışlar ve hayatlarını vermişlerdir. Hatırlandığı gibi Mollanur Vahidov, Rus Çarı’nın Generali Denikin’in Batılıların desteğindeki karşıdevrimci Ak Ordularına karşı, Müslüman Kızıl Ordusu’nun Kazan’ı savunmak için girdiği mücadelede şehit olmuştur. Diğer iki Büyük Devrimci de ideallerinden vazgeçmedikleri ve onu inatla, kararlılıkla, cesurca savundukları için Stalin’in kurbanları arasına katılmışlardır. Tekrarlayalım; onlar da Türk Dünyası’nın birliği için hayatlarını vermişlerdir.
Uzak tarihe gidersek Azerbaycan Tebriz’den Babaek’i ya da Babek’i buluruz kendimize örnek olarak… Çobanlık yaparak yaşamını sürdüren Azeri Türkü Babek, 816’da Arap Abbasi Halifesi Memun’a karşı başkaldırarak savaşını başlatır. Sosyalist dünya görüşünü benimseyen yoldaşlarıyla girdiği yolda büyük başarılar elde eder. Bezz şehrini kendilerine merkez edinir. Abbasi Arap ordularını defalarca, art arda bozguna uğratır. Ele geçirdiği topraklar günden güne genişler ve kurtardığı bölgelerde Sosyalist bir toplum düzeni kurar…
20 yıl kurduğu düzeni korumayı başarır. Fakat hileler, tuzaklar ve ihanetler sonucu onlarca kez yendiği Abbasi Ordusu’na sonunda yenilir. İhanet eden bir yandaşının tuzağına düşerek yakalanır ve 3 Ocak 838’de, o zaman Abbasi başşehri olan Samarra’ya getirilir. Halife Mutasım’ın huzuruna çıkarılır. Kendi haklı, meşru insancıl inançlarını ve Halife’nin zalimliğini onun yüzüne karşı yiğitçe haykırır. Sonunda mutlaka yoldaşlarının yeneceğini, kazanacağını ve buna kesin, sarsılmaz inancını belirtir. Halife’nin huzurunda, onun emri üzerine, önce elleri, sonra ayakları en sonra da başı kesilerek idam edilir. Ölmeden, başı kesilmeden önce, bedeninden akan kanın benzini sarartması, korktuğuna yorumlanmaması için kesilen elinden akan kanla, kesik kolunu yüzüne sürerek, yüzünü boyar. Son anında bile ölümü değil, yiğitliğini, cesaretini, onurunu yani savaşçı kalitesini düşünür.
Ölüm hiç umurunda olmaz. Bu yiğitçe tutumuyla düşmanlarının bile hayranlığını kazanır. İnsanlık tarihinin en şereflileri arasındaki yerini alır.
Mustafa Kemal 1915’te Çanakkale’de, İstanbul’u hemen alıp Osmanlı’yı bir anda aralarında aç haydutlar gibi bölüşmeyi planlayan, Batılı Emperyalistleri tam bir hezimete uğratan Osmanlı Ordusu’nun komutanıdır. Bu zafer, Önderimiz Hikmet Kıvılıcımlı’nın belirttiği gibi: “Yalnızca bizim değil tüm Mazlum Milletlerin, emperyalizme karşı dünyadaki ilk zaferidir.”
Mustafa Kemal, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşımızın da Başkomutanıdır. Cumhuriyetin Onuncu Yıl Kutlamaları kapsamında yapılan etkinliklerden, 29 Ekim 1933 yılında Ziraat Bankası Genel Merkezi’nde yapılan toplantıda, Bankanın Genel Müdür odasında, bir grup duyarlı gence hitaben şu konuşmayı yapar:
Bu konuda, Partimiz Genel Başkanı’nın 2006’da Hikmet Kıvılcımlı’yı Anma Konuşması’ndan bir bölüm aktaralım.
(Bizim sözünü ettiğimiz bölümü bu yazımızda zaten yukarıda aktarmıştık. Burada bir kez daha Mustafa Kemal’in andığımız vasiyetini aktarmamız, gereksiz bir tekrar olacağından bunu yapmıyoruz.)
***
Mustafa Kemal’in bize gösterdiği ufuk da budur, arkadaşlar… Bu da açık ve net değil mi?
Bugün Tayyipgiller Hükümeti, Partimiz Genel Başkanı’nın dediği gibi, kendilerinin, sülalelerinin ve yandaşlarının küplerini doldurma karşılığında, AB-D’nin emirleri doğrultusunda Vatanı satma uğraşında… Bunu da tam sağlayabilmek için, bir CIA tezgâhı olan “Ergenekon Davası” adlı saldırıyla, Mustafa Kemalci, Yurtsever, Laik, Bağımsızlıkçı Türk Ordusu’nun, Yargısının, Bilim İnsanlarının, Aydınların ve Basının işini bitirmeye çalışıyor. Bu namuslu insanları, korkutup sindirerek Vatan Satışı ve Yeni Sevr’in karşısında ses çıkaramaz, engel olamaz duruma düşürmeye çalışıyor. Bir yandan da yine bir AB-D planı olan “Ermeni Açılımı”yla, başta Azerbaycan olmak üzere Türk Cumhuriyetleri’yle, Türkiye’nin arasını açmaya, aradaki manevi bağları kopartmaya ve bu Cumhuriyetleri, AB-D ve Rusya’ya doğru itmeye çalışıyor.
Ermenistan ve Yunanistan ulusal kimliklerini Türk Düşmanlığı üzerine inşa etmişlerdir. Tabiî Batılı Emperyalistlerin oyunlarıyla… Onların dostluğu, Batılıların aradan çıkarılmasıyla ancak çok uzun yıllar sonra kazanılabilecektir. Bunu görmeden yapılan hesaplar fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkûmdur… Tayyipgiller Hükümeti, hiçbir gerçeğini göremez Türkiye’nin. Kaldı ki görse bile Türkiye’nin yararına davranamaz. Çünkü AB-D işbirlikçisidir, kuklasıdır. Peki nasıl iktidar oldu denilecek?
AB-D ve Türkiye’deki hizmetkârlarının (TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TOBB ) desteğiyle ve de Din sömürüsü yaparak, “Din alıp satarak”… İnsanlarımızın temiz din duygularını ve inançlarını hayâsızca sömürerek… Türk Cumhuriyetlerinin sahip olduğu Asya bölgesi doğal zenginlikler (başta da Petrol ve Doğalgaz) açısından dünyanın sayılı bölgelerindendir. Bunu çok iyi bilen AB-D Emperyalistleri bunları sıkıca ellerine geçirmek ve hep tutabilmek için, durup dinlenmeden aşağılık, sinsi canavarca planlar, projeler üretmektedir…
Zbigniew Brzezinski “Büyük Satranç Tahtası”, George Friedman, “Gelecek Yüzyıl” adlı kitaplarında bu konudaki amaçlarını açıkça, hiç saklayıp gizlemeden sergilemişlerdir.
Zamanımızın sınırlı oluşundan dolayı bu kitaplardan bölümler alıntılayamayacağız. ABD Başkanı Barack Obama’nın Asya Politikası ve şu anda gittikçe artan bir askeri güçle Pakistan ve Afganistan’da yürüttüğü savaş, birebir bu kitaplarda ortaya konan görüşlerle örtüşmektedir. Tabiî Baltık Cumhuriyetlerinden Kırgızistan’a kadar Sorosçu yandaşlarına yaptırttığı zerzevat devrimleri de yine bu çerçeve içerisindedir. Bu cumhuriyetlerin Sorosçu devrimleri sırasında da buralarda AB-D’nin bizdeki “Ergenekon Davası”na tıpatıp benzer davalar icat ettiğini ve ulusalcı, yurtsever güçleri bunlar aracılığıyla tasfiye ettiğini, namuslu araştırmacı gazeteci Soner Yalçın belgeleriyle yayımladı Hürriyet’teki Pazar Yazılarında… Bakılabilir… Geçmişe yine geçen yüzyılın başlarına dönersek, İngiliz Emperyalistlerinin, o zamanki Ermeni Meselesi’ni, Osmanlı’nın başına, Türkiye Türkleriyle, Orta Asya arasına, bir Hıristiyan kukla tampon devlet sokarak, aradaki irtibatı kesmeyi amaçladığı için bela ettiğini görürüz. Bu konudaki gizli belgeyi de Peter Hopkirk “İstanbul’un Doğusunda Bitmeyen Oyun” adlı kitabında açıklar.
1960’lı yıllara ait bu konudaki bir NATO belgesini de Ali Tayyar Önder ve Erol Bilbilik kitaplarında yayımlamışlardır… Bu çok gizli NATO belgesini tesadüfen gören Türk Subayı da halen hayattadır… Bu konudaki belgeler, adı geçen kitaplardan alıntılanarak bizim literatürümüze de girmiştir.
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra Rusya ve AB-D’nin, Ermenistan’ı Azerbaycan’a saldırtması ve bu ülke topraklarının beşte birini, 20.000 Azeri kardeşimizi katlederek işgal ettirmesi de yine aynı amaca yöneliktir: Türkiye ile Azerbaycan ve Asya arasına aşılmaz bir set oluşturmak…
İşte o nedenden, AB-D ve Rusya, bu işgal ve katliama 17 seneden beri gık dememiştir. Üstüne üstlük de hep saldırganın, işgalcinin yanında olmuştur. Demek ki AB-D Emperyalistleri, Türkiye Türkleriyle diğer Asya Türklerinin birleşmesinden ölümlerini görmüşçe korkmaktadırlar. Çünkü onların, aşağılık, pis yağmacı çıkarları öyle gerektirmektedir.
Öyleyse biz Gerçek Yurtsever Türkler bunun tam tersini yani bütün Türklerin birliğini istemeli ve savunmalıyız. Tabiî bu konuda mücadele etmeliyiz. Bunun yol ve biçimlerini akla, bilime, hakkaniyete en uygun şekilde belirlemeli, programlaştırmalıyız…
Bunu sağladık mı Edirne’den Doğu Türkistan’a kadar uzanan devasa coğrafyada, doğal coğrafyaya dayanan yeni bir Sosyalist Ülke oluştururuz. Bu ülkeyi, sömürmeye, onun dirliğini bozmaya hiçbir emperyalist haydut devletin gücü yetmez. Zaten yarattığı caydırıcılıktan dolayı bu ülkeye emperyalistler yan bakmaya bile cesaret edemezler…
Tabiî biz Latin Amerika’nın da, Siyah Afrika’nın da, 22 parçaya bölünmüş Arap Ulusu’nun da tek bir ülke altında birleşmesini istiyoruz. Bu gerçekleşince, dünyayı yüzyıllardan beri kan ve ateşe boğan, yüz milyonlarca masum insanın canına kıyan ve dünyanın hemen her yerini yağmalayan, pazarlarını eline geçiren AB-D Emperyalistleri, Rusya ve Japonya Emperyalistleri, insanlığa artık zarar veremez olurlar. Dünya barış ve kardeşlik çağına adım atar böylece…
Böyle bir dünya yaratmak bizim rüyamızdır. Biz, böyle devrimci ve aynı oranda da insancıl rüyalar görürüz. Görmeliyiz de. Bu bizim ideolojimizdir. Yani Türkiye’nin ve Dünyanın kurtuluşa giden yolunun resmidir, krokisidir. Bu bizim kutsal, yüce davamızdır. Bu dava Babek’in, Şeyh Bedreddin’in, Mollanur Vahidov’un, Sultan Galiyev’in, Turar Rızkulov’un, Mustafa Kemal’in, Hikmet Kıvılcımlı’nın ve Kahraman Gerilla Che Guevara’nın, Denizler’in, Mahirler’in de davasıydı. Er geç zafer kazanacak!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi
***
Ve yoldaşlar, en son Usta’mızın geçen Ekimde (2014) gerçekleştirdiğimiz son anma toplantısında yaptığımız konuşmada da yine bu konuya kısaca şöyle değinip geçmişiz:
Her ulusal sorunun, her sosyal, siyasi sorunda olduğu gibi bir devrimci, halkçı, halkların kardeşliğini ve çıkarını esas alan çözümü vardır, bir de gerici, karşıdevrimci, emperyalizmle uzlaşık çözümünü esas alan biçimi vardır.
İşte Usta’mız Kıvılcımlı, “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” ki biz geçen senelerde yeni baskısını yaptık, “Yedek Güç: Ulus (Doğu)” adıyla yayımladık.
Usta’mızın orada koyduğu çözüm nedir bu meselede? Devrimci çözüm nedir?
Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti”.
Şimdi bizim ülkemizde de nüfusun ortalama beşte birini oluşturan bir Kürt Halkı var mı?
Var. Bir azınlık değil. Azınlıklar meselesi değil bu. Ülkemiz iki halktan oluşuyor: Türk ve Kürt Halkı. E, o zaman bu iki halkın kardeşçe bir arada, bin yıldan bu yana olduğu gibi, Malazgirt Savaşı’nda ve Çanakkale’de olduğu gibi, iyi günde ve kötü günde yan yana, kardeşçe, dayanışarak yaşayabilmeleri için, gerçek hayatta da tam anlamda eşit olmaları gerekir. Antiemperyalist bir cephede, devrimci bir cephede savaş verip bir Federasyon oluşturmaları gerekir. Usta’mızın zamanında Sovyetler Birliği vardı. Şu anda Sovyetler Birliği yok.
Biz ne dedik?
Usta’mızın koyduğu çözümü günümüze uyarladık: Edirne’den Çin sınırına kadar “Türk Kürt Halk Cumhuriyeti”, Devrimci bir Cumhuriyeti hayata geçirmeliyiz, Kürt Meselesi’nin devrimci çözümü budur, dedik.
(Alkışlar…)
Ve bunu savunuyoruz yıllardan beri. Daha önce de Nietzsche’den aktardığım gibi: “Hep öğrenci kalan, öğretmenine borcunu kötü ödemiş olur”. Biz de sadece Anadolu ve Kürdistan Halk Cumhuriyeti deseydik, Usta’mıza borcumuzu kötü ödemiş olurduk. Dünya değişti. Sovyetler ve Sosyalist Kamp yok. O zaman Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleriyle de birleşmemiz gerekir. Geçenlerde Marmaray’daki bir yolculukta o cumhuriyetlerden bir aile ile karşılaştım. Anne, üç oğul. Konuşuyorlar ve ben anlıyorum genelde ne dediklerini. Türkmenistan mı, dedim? Özbekistan, dedi. Özbekiz, dedi. Dedim gelir gelmez böyle mi konuştunuz? Orada da böyle mi konuşuyorsunuz? Evet, dedi kadın. Yani dilimiz aynı. Ufak tefek yani kelimelerin farklı söylenişi dışında gramer yapısı aynı. Konuşmanın özelliğini, ana metnini anlayabileceğimiz bir ortak yapıya sahip. Kaldı ki bin yıldır ayrı yaşıyoruz ama milletler böyle işte, bin yıl da ayrı kalsalar kültürel, tarihi bağları kopmuyor, arkadaşlar. (Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye… Sıra Sende Türkiye, Derleniş Yayınları, 2014, s. 26-17)
***
Demek ki yoldaşlar, Mustafa Kemal’in bize verdiği, emanet ettiği bu ideali sahiplenmişiz, benimsemişiz ve her ortamda, her durumda savunmuşuz. Bundan sonra da savunmaya devam edeceğiz.
Hep söylediğimiz gibi, biz Mustafa Kemal’in tüm devrimci prensiplerini, ideallerini, özlemlerini kabulleniyoruz ve onları tamamlamak için mücadele ediyoruz.
Yukarıdaki tezlerimizde de açıkça görüldüğü gibi biz, Doğunun büyük devrimcilerinin; Babek’in, Sultan Galiyev’in, Mollanur Vahidov’un, Turar Rızkulov’un ve Mustafa Kemal’in devrimci ideallerinin savunucusuyuz. Tabiî aynı zamanda da Marks-Engels’in, Lenin’in, Mustafa Suphi’nin, Ethem Nejat’ın ve yoldaşlarının yani Onbeşler’in, Kıvılcımlı’nın, Denizler’in ve Mahirler’in ideallerinin tek meşru mirasçısı ve savunucusuyuz bu topraklarda. Bu gerçeği hem teorik hem pratik alanda her gün kanıtlamaktayız.
Ha, şunu da açıkça belirtelim: Mustafa Kemal’in böyle bir vasiyeti, mirası olmasaydı bile biz yine de Turan Halklarının yani Türk Dünyasının Birliğini savunurduk. Çünkü, milletlerin birliğini savunmak devrimci bir ilkedir.
Lenin uyarır; proletaryanın büyük devletlerin çatısı altında yaşaması onun sınıf mücadelesini boyutlandırır, kolaylaştırır. Büyük devletler içinde olmak, Proletarya Hareketinin çıkarları açısından olumludur. İşte bu sebepten biz, sadece Turan Halklarının değil, Arap Milleti’nin de tek bir ülke ve tek bir devlet sınırları içinde yaşamasını isteriz. Keza, Kürt Milleti’nin de, Siyah Afrika’nın da, Latin Amerika Halklarının da tek bir ülkeden ve tek devletten oluşmasını isteriz. Eğer bu dediklerimiz gerçekleşebilse ABD-AB Emperyalistleri, Japon Emperyalistleri ve bugün emperyalist (tekelci kapitalist) devletler olma yolunda hızla ilerleyen Rusya ve Çin, andığımız mazlum milletlere hiçbir hal ve şart altında bugünküne benzer zararlar veremezler. Saldırı ve işgallerde bulunamazlar. Bu ülkelerin doğal zenginliklerini ve halklarının yarattığı değerleri bugünkü gibi sömüremezler. Yani özetçesi, emperyalist haydutların kötülükleri, saldırganlıkları, hayâsızca yağmaları, işgalleri önemli ölçüde durdurulmuş olur.
Demek istediğimiz yoldaşlar; bizler Bilimcil Sosyalizmin yani gerçek devrim biliminin bu topraklardaki tek savunucusu ve mücadelecisi olduğumuz için bu tezi savunuyoruz. Tabiî aynı zamanda da bu tez, Mustafa Kemal’in milletin geleceğine dair en önemli vasiyetidir, idealidir. (Nurullah Ankut, Bin Kalıplılar, s. 321-334)
***
Çok açık ve kesin biçimde görüldüğü gibi, arkadaşlar; biz Gerçek Devrimciyiz. Gerçek Halkçıyız, Gerçek Halkın Kurtuluş Partisiyiz ve Gerçek İnsanız. Bizim ideolojimizi oluşturan bütün temel tezlerimiz, İşçi Sınıfı Biliminin, yani Marksizm-Leninizmin prensipleriyle bire bir uyumludur. Ve büyük devrimci önderlerin mücadelelerinin ve ideallerinin günümüz şartlarına uyarlanmış sentezidir.
Demek ki, arkadaşlar; bizim dışımızda ne Marksizmi-Leninizmi kavrayan, bilen var, ne Tarihimizdeki büyük devrimcileri ve onların ideallerini bilen var, ne Mustafa Kemal’i, ne Kıvılcımlı’yı, ne Che’yi, Fidel’i, Denizler’i ve Mahirler’i bilen, anlayan, savunan var.
Hepsininki, bir yalancının anlattığı masal, bir kuru gürültü, bir boş laklaka, bir kandırmaca…
Hep söylüyoruz ya, arkadaşlar; Tarih bizden yana. Bu büyük akış bizden yana hep…
Eninde sonunda biz kazanacağız. Devrimi zafere götürecek yol da sadece ve sadece bizim izlediğimiz, bizim ortaya koyduğumuz, bizim gösterdiğimiz yoldur…
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
11 Eylül 2015
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı