Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un kaleminden Kızılay’ın AKP’giller tarafından düşürüldüğü durum
6 Şubat Deprem Faciasının bir kez daha ortaya çıkardığı gerçeklerden biri de bir zamanlar afetlerde halkımızın sığınacak bir liman olarak gördüğü Kızılay’ın, AKP’giller iktidarı tarafından bugünkü içler acısı duruma getirilmiş olmasıdır. AKP’giller’in, Ortaçağcı vakıf ve dernekleri finanse etmek için kullandığı bir aparat haline getirdikleri Kızılay’daki vurgunlar ve yolsuzluklarla ilgili Partimiz geçmişte çeşitli hukuki girişimlerde bulunmuş; yaşanan rezaletleri yargıya taşımıştır.
İçinde bulunduğumuz bu felaket günlerinde AKP’giller’in Kızılay’daki ihanetleri devam etmektedir. Gazeteci Murat Ağırel’in haberine göre tüm imkanlarını halkımız için seferber etmesi gereken Kızılay, 6 Şubat Depreminin üçüncü gününde, halkımıza yardım ulaştıran AHBAP’a ticari amaçla 46 milyon TL’lik çadır satışı gerçekleştirerek bir başka ihanete daha imza atmıştır.
Bu vesileyle Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un yaklaşık 5 yıl önce AKP’giller’in Kızılay’daki ihanetlerini teşhir ettiği yazısını bir kez daha yayımlamayı görev biliyoruz.
***
Kaçak Saraylı Reis, işte böyle sinsice, adım adım, Faşist Tayyipgiller Din Devletini kuruyor…
1868 yılında, içtenlikli ve namuslu hekimler tarafından kurulan Kızılay Kurumu (o zamanki adı “Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ydi. Cumhuriyet’le birlikte Mustafa Kemal tarafından “Kızılay” olarak değiştirildi), Türkiye’nin en eski sivil kuruluşlarından biridir.
Fakat sivil olmakla birlikte hep devletle iç içe olmuştur bu kurum. Devletin yönetim anlayışı doğrudan Kızılay’a da yansımıştır.
Biz de 1970 yılından bu yana, kan bağışında bulunuruz, Kızılay’a. Biri Genel Merkezden, biri de İstanbul Şubesinden olmak üzere iki tane takdirnamemiz var. Bir de rozetimiz…
1970 Baharındaki Gediz Depremi günlerinde, Dev-Genç İstanbul Bölge Yürütmesi, Beyazıt Merkez Kampusunda, “Kan Bağış Kampanyası” başlattı. Kızılay görevlileri gelip orada öğrenci gençlerden kan bağışı kabul ettiler. Biz de o gün ilk bağışımızı yaptık. Sonrasında da 65 yaşımıza kadar sürdürdük bağışlarımızı.
Kızılay zaman zaman öylesine gerici ve faşist iktidarların yörüngesine savruldu ki, o dönemlerde kızıp, Kızılay yerine Devlet Hastanelerine bağış yaptık. Öfkemiz yatışınca, yeniden döndük Kızılay’a.
Her yıl da, resmi doğum günümüzü, bir mesaj atarak telofonumuza kutlar Kızılay. Hiç aksatmadan…
Doğum günümüzü tek kutlayandır… Başkaca da hiç kimse kutlamaz. Hatta, eşim ve çocuklarım bile bilmezler doğum günümü. Oysa ben, hepsininkini bilirim. Neyse, bu, işin özel yönü. Geçelim…
İşte böylesi hemhal olduğumuz bir kuruluşun İstanbul Şubesinin içine düşürülmüş olduğu şu içler acısı hali görünce üzüldüm. Sıkıldım, bunaldım. Kaldı ki, sanırım Genel Merkez de, diğer şubeler de bundan pek farklı değildir.
Şu rezalete bakar mısınız, arkadaşlar:
***
Türkiye’nin en önemli kuruluşlarından birisi olan Türk Kızılayı’nın İstanbul Şubesi “bir aile şirketi” izlenimi veriyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Türk Kızılayı İstanbul Şube Başkanlığı’nın Yönetim Kurulu’nda “ya Yıldırım ailesinin üyeleri ya da AKP’yle bağlantısı olan isimler” yer alıyor. Kızılay, 2017 yılında 3 milyar 300 milyon TL’lik bütçesiyle Türkiye’nin dev kuruluşlarından birisi olarak görülüyor.
ATATÜRK ADINI DEĞİŞTİRDİ
Cumhuriyet’ten Aykut Küçükkaya’nın haberine göre; Kızılay, 11 Haziran 1868 tarihinde bir grup idealist hekimin bir araya gelerek kurdukları bir dernek. Önce Hilal-i Ahmer Cemiyeti daha sonra ise Atatürk’ün emriyle “Kızılay” adını alan bu köklü sivil toplum kuruluşu, o günden bugüne ülkemizdeki ve dünyadaki ihtiyaç sahiplerine yardımlarını sürdürüyor.
Genel Merkezi Ankara’da bulunan Türk Kızılayı, kan merkezleri, afet müdahale merkezleri, 81 ilde bulunan 700’ü aşkın şubesi olan bir sivil toplum kuruluşu. Türk Kızılayı kamu yararına çalışan bir kurum olarak izin almaksızın yardım toplama hakkına sahip. Firmalar, şirketler Türk Kızılayı’na yaptıkları “gıda, temizlik, giyecek, yakacak” bağışlarını gider kaydedip vergi muafiyetinden yararlanabiliyor.
Türk Kızılayı İstanbul Şube Başkanlığı da Türk Kızılayı Genel Merkezi’nin bir şubesi olarak 2012 yılında halen Türk Kızılayı İstanbul Şube Başkanlığı görevini yürüten İlhami Yıldırım başkanlığında kuruldu. Türk Kızılayı İstanbul Şube Başkanlığı Yönetim Kurulu neredeyse bir aile kuruluşu izlenimi veriyor.
İŞTE O İSİMLER
İlhami Yıldırım (Yönetim Kurulu Başkanı)
Başbakan Binali Yıldırım’ın kardeşi. Çekmeköy’de üç ortaklı bir gayrimenkul danışmanlık şirketinin büyük ortağı. Ayrıca Türk Kızılayı Genel Merkez Denetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini de yürütüyor.
Ali Kurumahmut (Başkanvekili)
Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Genel Müdürlüğü döneminde odacısı olan hemşehrisi ilkokul mezunu Ali Kurumahmut, önce KİPTAŞ’ta Tapu Şefi, oradan TOKİ’ye bağlı Emlak Yönetim AŞ’de Genel Müdür Yardımcılığı ve daha sonra da Genel Müdürlük koltuğuna oturdu. Mart 2016’da Emlak Yönetim AŞ Genel Müdürlüğü görevinden alındı. Görevden alınmasında bir projede konut sahipleriyle mahkemelik olması ve ihaleleri İstanbul ile Samsun’daki yakını olduğu firmalara vermesinin rol oynadığı iddia edilmişti.
Büşra Bahar Köylübay (Başkanvekili)
Başbakan Binali Yıldırım’ın kızı
Vahdet Erdoğan (Başkanvekili)
Başbakan Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım’ın ortaokul yıllarından bu yana yakın arkadaşı, AKP Çekmeköy İlçe Başkanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundu. 2014 yılında bir dönem ilçe başkanlığına vekâlet etti. Sahip olduğu şirketler, Çekmeköy Belediyesinden ve birçok AKP’li belediyeden milyonlarca liralık ihaleler aldı.
Mehmet Uğurelli (Yönetim Kurulu Üyesi)
Çekmeköy Güç Kardeşler Anadolu Lisesi kurucu müdürü olarak görev yapan Mehmet Uğurelli, daha sonra yeni açılan Özden Cengiz Anadolu Lisesine kurucu müdür olarak atandı. 2012 yılı Öğretmenler Günü’nde Binali Yıldırım, ailenin bağışçı olarak yaptırdığı arsada Çekmeköy Belediyesi tarafından tahsis edilen okulun açılışını yaptı. İlhami Yıldırım ile birçok ortak etkinliğe katılan Mehmet Uğurelli, 2016 yılı Aralık ayında Milli Eğitim Bakanlığı Bakanlık Müşavirliğine getirildi.
Bekir Kaplan (Yönetim Kurulu Üyesi)
2003 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk milletvekili seçildiği Siirt seçimlerinde basın danışmanlığını yaptı. Eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Basın Danışmanlığı görevini dört buçuk yıl yürüttü. 2005-2009 yılları arasında Deniz Feneri Derneği Medya İlişkileri Sorumlusu, 2014-2016 yılları arasında da İstanbul Büyükşehir Belediyesi- Medya AŞ Genel Müdürü olarak görev yaptı.
Ali Ertuğrul Yıldırım (Yedek Yönetim Kurulu Üyesi)
Başbakan Binali Yıldırım’ın kardeşi olan Çekmeköy Belediye Başkan Yardımcısı Eyüp Yıldırım’ın oğlu.
Mehmet Ali Ergin (Yönetim Kurulu Üyesi)
Binali Yıldırım’ın AKP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı sırasında “Hayat İzmir” projesini hazırlayanlardan biri olan Mehmet Ali Ergin’in şehir planlaması ve mimarlık üzerine bir şirketi bulunuyor.
Nazif Barış Çiftçioğlu (Yönetim Kurulu Üyesi)
AKP Güngören İlçe Yönetim Kurulu Üyesi, Binali Yıldırım’ın hemşehrisi.
Abdülvahit Şimşek (Yönetim Kurulu Üyesi)
Q Shipping BV şirketinin sahibi. Başbakan Binali Yıldırım’ın oğulları Erkan ve Bülent Yıldırım’ın şirketleri ile iş ilişkisi bulunuyor. AVS Küresel Gemi Tedariği ve Yönetimi AŞ’de iki yönetim kurulu üyesinden biri Abdülvahit Şimşek iken diğeri de Başbakan Binali Yıldırım’ın dayısının torunu Rıfat Emrah Erence.
Yılmaz Sezgin (Yönetim Kurulu Üyesi)
AKP’den Çekmeköy Belediye Meclis Üyesi olan Yılmaz Sezgin ayrıca Çekmeköy Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. Sezgin’in kendisine ait bir aile şirketi de var. Bu şirket 2012 yılında Çekmeköy Belediyesi’nden park ve yeşil alanların aydınlatılması ihalesini aldı.
Seda Yıldırım (Yedek Yönetim Kurulu Üyesi)
Başbakan Binali Yıldırım’ın gelini, oğlu Bülent Yıldırım’ın eşi. (https://odatv.com/kizilayda-binali-yildirimin-akrabalari-tartismasi-1310171200.html)
***
Bu Muaviye-Yezid Dincileri için, bu din alıp satıcılar için, Gerçek İslam’ın, “iş ehline verilmeli” şeklindeki temel prensibi, hiçbir şey ifade etmemektedir, görüldüğü gibi.
Biz boşuna demedik; bunlar vicdanı, ahlâkı, dini, hukuku, yargıyı çürüttüler, diye…
Gerçek İslam’da, bildiğimiz gibi, “Şura” vardır. Yani Cumhuriyet vardır, halk yönetimi vardır. Halkın tamamının seçimiyle belirlenir Halife.
Ama, ne yapmıştır Emevi ya da Muaviye-Yezid Dincileri?
Bunu ortadan kaldırıp, babadan oğlula geçen bir Saltanat Düzenine çevirmişlerdir, Müslüman Toplumunun Yönetimini. Ne yazık ki sonrasında da, bütün İslam Ülkeleri aynı Firavun Geleneğini benimsemişler ve onu sürdürmüşlerdir.
İşte, Milyar Ali ve şürekâsının, yukarıda aktardığımız hazin işleri de bunun bir örneğidir.
Şimdi de gelelim, Yeniçağ Gazetesi’nde Batuhan Çolak’ın köşesinde yayımlanan, “Bir Polisin İsyanı” başlıklı şu yazıda ortaya konan hazin duruma:
***
Bir polisin isyanı: FETÖ’cüler gitti, Menzilciler geldi!
Devlet nezdinde hukuk ve adalet ortadan kalkmış; haksızlıklar, şuursuz gruplar nezdinde torpile dönüşmüştü. FETÖ gibi sapkınlıklar “cemaat” denilerek devletin en kilit noktalarına taşınmıştı.
15 Temmuz darbe girişimi Türkiye için bir kırılma noktasıydı.
AKP Hükümeti bu durumu gayet iyi bir şekilde okudu…
Okudu ki “Biz de kandırıldık, milletimiz affetsin” diyerek, adalete dönüş sinyalleri verdi.
Beklentiler büyüktü…
Liyakat geri gelecek, başta Emniyet ve TSK’deki haksızlıkların üzerine gidilecek, vatansever kadrolara hak ettikleri değer verilecekti.
Ancak bir süre sonra bu beklentilerin karşılanamadığına şahit olduk. Hükümet bu sefer ipleri tamamen eline alarak, liyakati kendisine göre yorumlamaya başladı. Torpil ve haksızlık iddiaları birçok kurumda, meslek grubunda yeniden baş gösterdi.
Yaşanılan haksızlık ve baskılardan dolayı “tükenmişlik sendromu” belirtileri gösteren ve işyerinde mobbinge uğradığını belirtenlerin başında da polisler geliyor.
O polislerden birine bırakacağım şimdi sözü… 10 yıla yaklaşan polislik mesleğine, yüksek lisansını tamamlamış, atanamayan bir öğretmen olarak başladı. Son yıllarda yaşadıklarıyla mesleği bırakma noktasına geldi. Anlattıklarını dinleyince “bunları yazmalısın” dedim. Sağ olsun kırmadı ve yaşadıklarını satırlara döktü.
İsmi ve görev yeri bende saklı olan, devletini seven; FETÖ’ye, ona, buna bulaşmamış dürüst bir memurun anlattıklarına gelin hep birlikte kulak verelim:
“AKP’li tanıdığım olmadığı için komiser yapmadılar”
“Emniyet teşkilatında eskiden soru çalarak, kul hakkı yenilerek polis yapılıyordu. Şimdi ise bunlar alenen yapılıyor. Örneğin ben iki defa komiserlik sınavını kazandım Menzil tarikatıyla AKP’den üst düzey tanıdığım olmadığı için ikisinde de kazanamadım.
Şu an yeni komiser olanlar özellikle AKP Gençlik teşkilatından referans olarak geliyorlar. Bunun yanında TÜRGEV, Birlik Vakfı gibi kurumların yanı sıra adını bilmediğim tarikat ve cemaatlerin referansıyla komiser olanlar var. Torpille bir anda yükseltilen 23 yaşındaki tecrübesiz kişiler, yıllarını mesleğe vermiş polislere amirlik yapar hale geliyor. Mesela 96 saat ders görüp komiser olan FYO’cüler var. Yine AKP teşkilatının referans olduğu POEM’ciler var. 8 ayda komiser yardımcılığına atanıyorlar. Bunların çoğu AKP Gençlik teşkilatında yetişen kişiler.
Mesela devlet büyüklerinin (Bakan, Başbakan, Cumhurbaşkanı vs.) koruma kadrosuna geçmek istersen Menzil tarikatı üyesi olmazsan asla seni almazlar. Başta İstanbul olmak üzere, Narkotik Şube’ye ancak Menzil tarikatının referansıyla geçilebilir.
Şu an meslekte eğitim gören komiser yardımcıları içinde olan bir arkadaşımın söylediğini aktarayım. Menzil tarikatı orada kendisine ayrı bir grup kurmuş, ayrı takılmakta, ayrı gezmekte.
Polislere, üst karar organları tarafından kesinlikle adaletsiz davranmaktadır. Polis müdürleri üzerinde aşırı bir siyasi korku var. Zaten siyasi korku ülkenin her tarafına yayılmış… Polis müdürleri AKP ilçe teşkilatı başkanından emir alacak kadar korkuyorlar.”
“Polisin 10 metre ilerisinde fuhuş pazarlığı yapılıyor”
”Polisin en önemli vazifesi sokakta suç ve suçluyla mücadele etmek iken, memurların sokaklara çıkartılmadığını görüyoruz. Polis, toplu taşıma noktalarında bekletilip GBT ile sınırlandırılıyor. Mahalle arasında torbacılar (uyuşturucu satıcıları) çok rahat uyuşturucu satmakta, devletin polisi gereksiz olarak metro, tramvay, metrobüslerde temiz insanlara GBT sormaktadır. Oysa aranan şahıslar; suç işleyenler, kesilmiş cezası olanlar kişisel araç ya da ticari taksi kullanmaktadır. Toplu taşımada çalışan polislerin asker kaçaklarına tebellüğ etmekten başka fazla bir şey yapmadıklarını görüyoruz.
Mesela İstanbul Fatih Yenikapı’da saatlerce GBT yapan polislerin 10 metre yukarısında fuhuş pazarlığı yapılırken, 100 metre ilerisinde ise torbacılar çalışıyor. Onlarca polisi saatlerce burada tutmanın bir anlamı var mıdır? Yani bataklık dururken boşuna nefes tüketiliyor.
Kent güvenliği için polis sivrisinekle değil, bataklıkla uğraşmalı. Suç ve suçluyla mücadele ancak bu şekilde mümkün olur.
Polis yelekleri giydirilmiş ve nereden bakılırsa bakılsın polis olduğu anlaşılan personelle, uyuşturucu ve terörle mücadele edilmez.
Şu an yapılan sistemle; temiz, normal halk ile polis yüz yüze getiriliyor. Buna suçla mücadele denmez; birilerinin gözünü boyamak denir.” (http://www.yenicaggazetesi.com.tr/bir-polisin-isyani-fetoculer-gitti-menzilciler-geldi-45530yy.htm)
***
Hatırlanacaktır; eskiden Feto’nun polislerinin işgali altındaydı, Emniyet Teşkilatı.
Şimdi ne olmuş?
Onlardan boşalan yer, Menzil Tarikatı’nın meczuplarıyla doldurulmuş…
Bunlar başka türlü davranamazlar. Doğaları elvermez buna. Liyakat miyakat, bunlar için hiçbir önem ve değer taşımaz. Çünkü bunların derdi, kurallarına göre işleyen bir hukuk devleti değildir. Bunların derdi, Faşist bir Çete Devleti oluşturmaktır. Amaç bu olunca da, sonuç elbette böyle olur.
Gördüğümüz gibi, devletin getirilmiş olduğu bu içler acısı duruma, namuslu bir polis bile isyan etmekten kendini alamıyor. İstifa etme noktasına geliyor…
Demek ki, arkadaşlar; artık diğer devlet kurumları gibi, Polis Teşkilatı da tarikatların, cemaatlerin, Tayyipgiller’in yandaşlarıyla doldurulmuş bulunmaktadır.
Şimdi, bu polislerden kanuna uygun davranış mı beklersiniz siz?
Kuşkusuz hayır…
Bunlar tarikat ehli, yandaş kişilerdir. Bunlar için amaç, kanunlara, yönetmeliklere, kurallara uygun görev yapmak değildir. Tayyipgiller’e ve tarikatına hizmet etmektir, onları savunmaktır. Onların düzenini, iktidarını savunmaktır.
Hatırlanacağı gibi, Tayyipgiller, FETÖ’yle el ele vererek 2010’daki Anayasa Referandumu’yla yargıyı hukuktan tümüyle koparmışlar ve kendilerinin hukuk bürosuna dönüştürmüşlerdi.
15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşı sonrasında, FETÖ’cüler bir ölçüde ayıklandı. Bunların yerini, her kurumda olduğu gibi, Tayyipgiller yandaşları ve yandaş tarikat mensupları dolduracaktır, kuşkusuz. Zaten doldurmaktadırlar da, yukarıdaki haberlerde anlatıldığı gibi.
Tayyipgiller, yargının mevcut yandaş halini bile yeterince güvenilir bulmamış olacaklar ki, Yüksek Yargıya yeni atamalar yapmak için, 696 Sayılı KHK ile daha da doğrusu emirnameyle ya da bir Tayyip fermanıyla 116 üye daha atamayı şeklen resmileştirmişler.
İşte haberi:
“OHAL kapsamında çıkarılan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK), Resmi Gazete’de yayımlandı. Söz konusu KHK ile Danıştaya 16, Yargıtaya ise 100 yeni üye kadrosu ihdas edildi.” (http://www.karar.com/guncel-haberler/danistay-ve-yargitaya-yeni-uye-kadrosu-700616)
Hatırlanacağı gibi, Tayyipgiller, Yüksek Yargıdaki ve HSYK’deki üye sayılarını sürekli değiştirirler. Bir bakarsınız çoğaltırlar, aşırı bir biçimde. Sonra ardından azaltırlar… Sonra yeniden çoğaltırlar…
Bu oyunlar, sinsice yapılan bir kandırmacadan ibarettir. Önce kendi yandaşlarını atayarak üye sayısını arttırırlar. Sonra da, yandaşlığından emin olmadıklarını ya da tarafsız bulduklarını atarak sayıyı düşürmüş olurlar. Sonra, yeniden atamalar yaparak hâkimiyeti kesince kendi yandaşlarının ele aldığından emin olmak isterler.
Oyun ya da olay budur…
Yoksa Tayyipgiller’in hukuk, kanun vs., hak, adalet zerrece umurlarında değildir.
Onların bütün derdi, kendi Muaviye-Yezid Dincisi Faşist Tayyipgiller Din Devletini inşa etmektir.
Bugün haber sitelerine düşen, Tayyipgiller’ce yapılan bir oyundan daha söz edelim:
Bu oyunla da Tayyipgiller, devlet hazinesini ve ekonomi yönetimini, aslında çoğunluğu oluşturdukları Türkiye Büyük Millet Meclisinden bile kaçırarak bütünüyle kendi ellerine almanın ya da Kaçak Saray’ın hâkimiyetine sokmanın şekli kılıfını oluşturmuşlar. Yine, adına “kararname” dedikleri bir Tayyip fermanıyla… Haber şudur:
***
“Okuduğumda şaka zannettim”
Hürriyet yazarı Uğur Gürses bugünkü köşesinde, yeni çıkan KHK’lere değinerek, tartışılmayan üç düzenlemenin üzerinde durdu.
Gürses, üç düzenlemenin de ekonomik olduğunu belirtirken, bu düzenlemelerin Meclisin egemenlik alanında bulunan harcama yapma, vergi toplama ve borçlanma yetkisini devre dışı bıraktığını ifade etti. Gürses düzenlemeleri, “Siyasetçilerin gücü elde ederken telaffuz etmeyi çok sevdikleri ‘Milli İrade’ kavramını devre dışı bırakan adımlar” olarak tariflerken, yapılan düzenlemeleri, “Okuduğumda şaka zannettim” diyerek özetledi.
Düzenlemeyle birlikte, Hazine’ce borçlanma kurallarının devre dışı bırakıldığını ifade eden Gürses, Türkiye Varlık Fonuna Hazineden para aktarmanın da önünün açıldığını vurguladı. Ayrıca Gürses, düzenlemelerle birlikte, Savunma Sanayi Fonunun da içinde olduğu özel bütçeli kuruluşlara, Hazine onayı olmadan dış borçlanma yapmanın olanaklı hale getirildiğini aktardı.
Düzenlemelerin KHK ya da OHAL’le ilgili olmadığını da ifade eden Gürses, “Bunun OHAL’le ilgisi yok da, peki hangi olağanüstü acil bir durum var ki Vakıflar Bankası’nın Hazineye devri için yapılacak ödemenin ihraç edilecek borç senediyle yapılması ve bunun ‘borçtan sayılmaması’ KHK ile düzenleniyor? Bildiğimiz; hayır, acil bir durum yok” dedi.
Uğur Gürses’in yazısı şu şekilde:
“Geçen pazar yayımlanan 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yine olağanüstü hal ilanına neden olan konularla ilgisi olmayan sayısız düzenleme yapıldı. Bunlardan birkaçı da ekonomiyle ilgili.
En çarpıcı olanı ise üç düzenlemede saklı; biri Hazine’ce bütçe ve borçlanma yasası limitlerinin devre dışı bırakılarak borçlanma senedi ihraçları yapılması, biri Türkiye Varlık Fonuna (TVF) ya da kuracağı şirket ya da alt fonlara dış borç devri, dış borç ikrazı ya da Hazine garantisi sağlanması, diğeri de Savunma Sanayi Fonunun da içinde olduğu özel bütçeli kuruluşlara, Hazine onayı olmadan dış borçlanma olanağı sağlanması.
Üçü de Meclisin egemenlik alanında bulunan harcama yapma, vergi toplama ve nihai olarak borçlanma yetkisini devre dışı bırakan; özetle, hani siyasetçilerin gücü elde ederken telaffuz etmeyi çok sevdikleri ‘Milli İrade’ kavramını devre dışı bırakan adımlar.
Ekonomi alanında da şaşkınlık verici bu düzenlemelerin başında, Vakıflar Bankası’nın Hazineye devrine karşılık yapılacak ödemeler için, Hazine borçlanma senedi özel tertip tahvil ihraç edilmesi ve bunun da ‘borca sayılmaması’ yer alıyor.
SAYILMAYAN BORÇLANMA
Vakıflar Bankası’ndaki çeşitli vakıflara ait hisselerin Hazinece satın alınması için yapılacak ödeme yerine Hazine kira sertifikası verecek, ama bu ‘net borç kullanımı hesabına borçlanma olarak dahil edilmeyecek’. Yani borç senedi çıkarılacak ama bu ‘borçlanma sayılamayacak’. Aynı şekilde, Vakıfbank çalışanlarının vakfına ait hisselerin devrinde de Hazine özel tertip tahvil çıkarıp verecek ama bunun için yasada öngörülen ‘bütçede ödenek konulmuş olması’ koşulu bu KHK ile aranmayacak, ‘borç sayılmayacak’.
Peki bunlar ne için yapılıyor?
Kamu Finansmanı ve Borç Yönetimi Yasasında belirlenen borçlanma sınırının dışında kalmak için, bütçede ödenek olması koşulunu aşmak için. Yani Meclisin ‘bütçe hakkını’ devre dışı bırakarak ‘aşırtmak’ için.
Bunun OHAL’le ilgisi yok da, peki hangi olağanüstü acil bir durum var ki Vakıflar Bankası’nın Hazineye devri için yapılacak ödemenin ihraç edilecek borç senediyle yapılması ve bunun ‘borçtan sayılmaması’ KHK ile düzenleniyor? Bildiğimiz; hayır, acil bir durum yok.
Hazine bir ödeme yapacak; bunu nakit dışı olarak, yani piyasadan borçlanmadan kendi ‘yazacağı’ borç senetleri ile yapacak ve kamu defterine ‘borç olarak yazılmayacak’. Varlığına banka hissesi koyarken, ödeme karşılığı yaptığı borcu ‘çekmecede’ saklayacak. Kimden? Meclis iradesinden ve yasadaki kuraldan. Okuduğumda şaka zannettim. Bu olsa olsa ‘devekuşu dünyasında’ geçerli olur; devletin bütçe ve borç defteri delik deşik olurken, KHK ile ‘bunu olmadı sayın’ diye konulan hüküm koysanız ne olur? Piyasalar bunu negatif fiyatlar.
FONA HAZİNE MUSLUĞU
Ankara’da deneyimli bir Hazine üst bürokrasisi olsaydı; bunun böyle olamayacağını, getireceği hasarı söylerdi siyasetçilere. Eski bir Hazine bürokratı, bunu ve ilgili maddenin yazım dilinin bile kötü olmasını, mevcut üst düzey bürokratların ‘ölçme ve değerlendirme kapasitelerinin olmaması’ biçiminde değerlendiriyor. Öyle ya; Hazinedeki üst bürokratın, ‘dünür, damat, bacanak’ derken hangi pozisyona hangi yakınını yerleştirme kaygısı içinde olduğunu öğrendik geçen gün.
KHK ile Türkiye Varlık Fonuna Hazineden para aktarmanın önü açıldı. Büyük iddialarla kurulan Varlık Fonu kurulduğunda ilk soru ‘Hazine’nin yapamadığı neyi yapacağı?’ idi. Bunu göremediğimiz gibi, artık Hazinenin yapabildiklerine ortakçı olacağı anlaşılıyor. Dış borç devri, dış borç ikrazı ve Hazine garantisi kapısı açıldı. Hele ki dış borç ikrazı gibi, Hazinenin belli koşullarda yaptığı dış borçlanmanın daha uzun vadede ve daha düşük faizle (belki de sıfır faizle) Varlık Fonuna aktarılması mekanizmasının kapısı açılmış durumdadır artık.
Üçüncüsü de savunma ve güvenlik alanındaki Savunma Sanayi Fonu gibi özel bütçeli kuruluşların, yasadaki kısıtlara rağmen KHK ile Hazineden izin almadan borçlanma yapabilmeleri olanaklı hale geldi. Eski bir Hazine bürokratı, bunun S-400’lerin finansman ve kredi anlaşması ile ilgili olabileceğine işaret ediyor. Bütçeyi ve borçlanma kurallarını devre dışı bırakmanın getireceği bedellerin çok ağır olduğunu 1990’lardan biliyoruz. Umarım bu da ‘gördüğümüz film’ çıkmaz.”
Odatv.com (https://odatv.com/okudugumda-saka-zannettim-2712171200.html)
***
Açıkça görüldüğü gibi, arkadaşlar; Tayyipgiller artık iyice zıvanadan çıktılar. Pervasızlaştılar…
Faşist Din Devletlerini günbegün, adım adım oluşturmaktadırlar, gözümüzün önünde. Hem de, yukarıda da belirttiğimiz gibi, adı KHK olan Kaçak Saray Fermanlarıyla. Ve ona uygun icraatlarıyla…
Devletin tüm kurumlarını, ordusundan yargısına, polisinden MİT’ine, eğitiminden ekonomisine kadar bütünüyle Kaçak Saray’ın hâkimiyetine soktular.
Aslında şu anda Türkiye’yi sadece Kaçak Saray yönetiyor. Oradaki Sultan Tayyip ve danışmanları yönetiyor. Diğerleri göstermelik…
İşte aynı fermanda bütün yandaşlarını da “kanunlarüstü” ilan edip geçtiler. Artık Tayyipgiller’in vurgun ve ihanet düzenini savunan hiçbir resmi ya da sivil kişi ya da gruba, ne suç işlerlerse işlesinler hesap sorulamayacak, soruşturma açılamayacak. Yani bunların bir teki bile, herhangi bir mahkeme önüne çıkarılamayacak. Tayyip, bunların tamamını dokunulmazlık zırhı içine sokmuş oldu, 696 Sayılı Fermanıyla…
Bundan sonra yapacakları da, bu Faşist Tayyipgiller Din Devletini iyice pekiştirmek-sağlamlaştırmaktan ibaret olacaktır.
Bunlardan herhangi bir halka yarar, vatana millete yarar iş beklemek, gafletten, saflıktan, uyurgezerlikten, daha da açığı, sosyal ve siyasi körlükten başka hiçbir şey değildir.
Hep söylüyoruz ya; bütün diktatörler gibi, bütün zalimler, vurguncular ve hainler gibi, bunların da iktidarlarının sonu gelecek!
Hem de trajik bir son olacak bunlarınki!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
27 Aralık 2017
Nurullah Efe Ankut
HKP Genel Başkanı