Genel Başkanımız Nurullah Efe Ankut’un seçimlerde HKP’ye oy verenlere mesajı
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Biliyorsunuz, yeni bir seçim sürecinden çıktık. Böylesi seçimlerin bizim için ne ifade ettiğini anlatmıştım daha önceki konuşmalarımda. O bakımdan buna girmeyeyim bu kez.
Bize oy veren tüm arkadaşları devrimci yüreğimin olanca sıcaklığıyla kucaklar, gözlerinden öperim. Bu arkadaşlar sadece; mertliğe, yiğitliğe, namusa, onura, vatanseverliğe, halkseverliğe, Kuvayimilliyeciliğe, Laik Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal ve İnönü’lerin geleneğine oy vermişlerdir.
Bizim dışımızdakilerin böyle bir amacı yoktur, biliyorsunuz arkadaşlar. Onların tamamı, Kuvayimilliye’ye de düşmandırlar, Mustafa Kemal’lerin, İnönü’lerin geleneklerine de düşmandırlar, Laik Cumhuriyet’e de düşmandırlar. Onların bir ilkeleri, prensipleri yoktur aslında. Onlar bir tek şeye odaklıdırlar, daha önce de söylediğim gibi: Koltuk, makam, ün, poz, cukka, küp doldurma… Onların hayatta başka bir amaçları yoktur. Bunun için siyaset yapıyor onlar.
Bizse sadece insanlığımızı korumak, insani, vicdani değerlerimizi savunmak, devrimci ideolojimizin prensiplerini savunmak için siyaset yapıyoruz. Bu prensiplerimiz de bize vatanımızı sevmeyi, halkımızı sevmeyi, insanlığı sevmeyi, hayvanları sevmeyi ve doğayı korumayı emrediyor. Hayatın, yaşamanın anlamı bizce budur. Bu bakımdan diğer Amerikancı satılmışlar cephesinin siyasetçileriyle yerle gök kadar, geceyle gündüz kadar farklıyız biz.
Daha önce de söyledim ya; biz onların dahil olduğu varlık âleminden değiliz. Başka bir gezegenden gelmişiz gibi ayrıyız, farklıyız onlardan. Onların yaşamları aslında boşa gitmiş bir yaşamdır. Onların bir varlık değerleri de yok bizim için. TRT konuşmasında da söyledim ya; bunların alayı solucanlardır. Bir insani değer, vasıf taşımıyor bunlar. O bakımdan, onların bir tekiyle böyle bir mekânda bir araya gelsek, inanın benim midem bulanır. Onların bir tekiyle tokalaşmış olsam, o elimi ömür boyu temizlenmemiş sayarım. Yani o kadar namussuzdur, iğrençtir, halk düşmanıdır, vatan millet düşmanıdır onlar. Aslında acınacak haldedirler de, farkında değildirler.
İnsanlarda “ölümsüzlük yanılgısı” var, arkadaşlar. Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi makam, mevki, ün, poz, servet peşinde koşuyorlar. Başka hiçbir şeyi gözleri görmüyor bunların. Oysa ömür dediğin bir göz açıp kapama kadar kısa.
Değer mi bunlara?
Böylesine alçalmaya, insanlıktan çıkmaya değer mi?
Ama bunun farkında değiller. Onlar hiç ölmeyeceklerini sanıyorlar.
Roma Stoası’nın üç önemli düşünüründen biri olan, aynı zamanda İmparator da olan Marcus Aurelius, bir kölesine şöyle buyruk veriyor: “Karşıma gelip bana günde 3 kez ‘memento mori!’ diye sesleneceksin.” Yani “ölümlü olduğunu hatırla!” Yani ölüm var işin sonunda, demesini istiyor kölesinden. “Ben de hayatımı ona göre düzenleyeceğim, davranışlarımı o çerçevede planlayacağım”, diyor.
Biz prensiplerimiz için, yüce ahlâki değerlerimiz için yaşadığımızdan, sadece gerçekleri anlattık halkımıza. Kısa TRT Konuşmalarımızda ve yazılarımızda da onları anlatıyoruz. Ülkemizin, bölgemizin, Ortadoğu’nun ve dünyanın içinde bulunduğu gerçekleri anlattık. Ülkemiz için vahim, tehlikeli, içler acısı gerçekleri anlattık ve bundan çıkış yolunu anlattık. Ama insanlar gerçeklere karşı yabanidirler. Çünkü gerçekler acıtır; ustura ağzı gibi yaklaşılması, ilgilenilmesi tehlikeli bulunur. Ama biz hayatımızı devamlı gerçeklerle yüzleşerek, onlarla hesaplaşarak, onları çözümleyerek, yani bir anlamda ustura ağzında, ustura ucunda yaşadığımız için bunları söylemekle yükümlü gördük kendimizi.
İnsanlar gerçeklerden kaçarlar, yüzleşmek istemezler. Masallar, hikâyeler daha sevimli gelir insanlara. Bu burjuva siyasetçileri masallar anlattılar: Ne Amerikan Emperyalizminin Türkiye’yi yarısömürgeleştirdiğinden söz ettiler, ne 1950’den bu yana Türkiye’de gelmiş geçmiş bütün iktidarları Amerika’nın iktidara getirdiğini ve onu ne zaman gerekirse iktidardan düşürdüğünü, onun yerine kimin getirileceğini kendilerinin belirlediğini anlattılar, bunlardan söz ettiler.
Oysa biz, başımıza sarılmış bu beladan, Amerikan Emperyalist Haydutlarından ve onun yerli işbirlikçilerinden kurtulmadıkça, Türkiye’nin olumlu anlamda hiçbir adım atamayacağını söyledik. Ve bundan kurtuluş yolunu da anlattık.
Ama insanlar, bunu kavramak istemediler, bizi dinleyenler. O kısa 10’ar dakikalık konuşmalarımız insanların bizi anlamasına yetmedi.
Daha önce de söylediğimiz gibi, mitolojik hikâyeler, kıssalar, masallar daha tatlı, daha sevimli, daha çekici gelir insanlara. Çünkü insanlar sadece akıl varlığı değil, aynı zamanda duygu varlığıdırlar da.
Nitekim zaten bütün dinler de bu mitolojik hikâyelerle dolu değiller midir, arkadaşlar?
Bakın Kitaplı Dinlere; hepsinde akılla, mantıkla, bilimle ilgisi olmayan bir sürü kıssa anlatılır. Âdem’le Havva kıssasından başlayın, Nuh Tufanı kıssasından başlayın, Miraç kıssasından başlayın, Firavun-Musa hikâyelerinden başlayın; bir kılıçla Kızıl Deniz’in ortadan ikiye ayrıldığı hikâyesinden, kıssasından başlayın; Musa Kavmi’ne Mısır’dan çıktıktan sonra gökten bıldırcın etiyle kudret helvası tepsisi indirildiği efsanesinden başlayın; bakire Meryem’in İsa’yı doğurduğu kıssasından başlayın… Ve daha pek çok kıssa yer alır Kur’an’da, Tevrat’ta, İncil’de.
Bunların hiçbirinin tarihsel bir gerçekliği yoktur. Bunu sadece biz iddia etmiyoruz. İlahiyat Profesörü Mustafa Öztürk’ün “Kıssaların Dili” adlı kitabını açıp baktığınız zaman, aynen bizim bu söylediklerimiz anlatılır orada. “Kur’an’ın üçte biri, tarihsel gerçekliği olmayan kıssalardan oluşmaktadır”, der. Ve “Kur’an’ın bütün mesajı, iki A4 sayfasına sığabilecek kadar kısadır, özetlenebilir”, der. Diğerleri doldurma mısralardır, anlamında bir tespitte bulunur, Mustafa Öztürk.
Ama işte dikkat ederseniz, hep o kıssaları anlatırlar size “din” diye, Muaviye-Yezid İlahiyatçıları.
Neden?
Çünkü onlar daha sevimli gelir. Akıl-mantık dışı, kurgusal, duygu yüklü şeyler, olmayacak şeylerin olmuş olarak anlatılması, insanları daha fazla cezbediyor çünkü. İşte bu yüzden burjuva siyasetçilerinin, o namussuzların, o ahlâksızların, o Amerikan devşirmelerinin anlattıkları bu tarz masallara, kuru gürültü ve laf ebeliklerine kandı insanlar ve onların peşinden gidiyor ne yazık ki. Ve öyle görülüyor ki uzun süre de gitmeye devam edecekler.
Dedik ya; halkımızın yaşayacağı büyük acılar var daha, büyük felaketlerle yüz yüze geleceğiz. Ve bu ABD Haydudunun, dünyayı babasından miras kalmış çiftlik gibi gören bu alçağın, bu kan dökücünün, bu insanlık düşmanının zulmünden kurtulmak için ancak Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız kadar şiddetli, çetin bir Kurtuluş Savaşı vermemiz gerekecek. İşte bu yüzden biz kendimize, “İkinci Kuvayimilliyecileriz”, diyoruz.
Ve bu seçimde de sadece bunları anlatmak için konuştuk biz. Ve bu konuşmalarımıza inanarak bize oy veren arkadaşlar, gerçekten takdir edilecek, alınlarından öpülecek arkadaşlardır. Onların oyları asla boşa gitmemiştir, en değerli oylardır. Çünkü onlar, insanlığın en yüce değerlerine oy vermişlerdir. O Amerikan devşirmesi solucanların anlattıkları masallara, yalanlara kanmamışlardır bu arkadaşlar. O bakımdan tekrar tekrar kutlarım bu arkadaşlarımızı.
Bizim yoldaşlarımız da ellerinden gelen bütün güçleriyle, yetenekleriyle, bilgi ve bilinçleriyle, her şeyleriyle çalıştılar bu seçim sürecinde. Zaten daha önce de çalışmaktadır arkadaşlarımız aynı şekilde, aynı inanç ve aynı kararlılıkla. Şehir şehir, semt semt, mahalle mahalle dolaşıp afişlemeler yaptılar, yazılamalar yaptılar, sesli ajitasyonlar yaptılar. O bakımdan onlar da hayli yoruldular bu süreçte.
Ama biz devrimciler için tatil diye bir şey yok, dinlenme diye de bir şey yok. Biz ancak devrimci görevlerimizi yerine getirdiğimiz oranda hem fiziken, hem ruhen dinlenmiş oluruz. Bize bedence de bir yorgunluk vermez bu çalışmalar. E, çünkü biz, insanlığımızın bize yüklediği görevi yapıyoruz ve böylece insan kaldığımızı yaşıyoruz, hissediyoruz, duyuyoruz bu görevleri yaparken.
Hep ondan diyorum; kanserle savaşıyorum, 78’in içindeyim ama devrimci kavgaya girdiğim ilk günkü gibi heyecanı, cesareti aynen taşıyorum. Ve o günlerde de o savaşta vurulup düşecek kadar ihtiyar ve her an savaşacak kadar genç hissediyordum kendimi. Bugün de aynı şekilde hissediyorum.
Sözü fazla uzatmayayım. Bize oy veren, bizi destekleyen tüm arkadaşlara tekrar tekrar teşekkürlerimi, takdirlerimi sunarım. Bizim Yoldaşlarımızı da kutlarım, arkadaşlar.
Bu acı günler muhakkak geçecek. Yani insanlar sürgit aldatılamaz, insanın hayvandan farkı bu. Eninde sonunda bilinçlenecekler, uyanacaklar. Bizim bu sözlerimizin, anlatımlarımızın gerçekliğini, doğruluğunu, kesinkes doğruluğunu olaylar gösterecek onlara. Ve bizim haklılığımızı görecekler, bizim izlediğimiz yola yönelecekler ve giderek ordulaşacağız. Ve Birinci Kuvayimilliye’de olduğu gibi yeniden bu Batılı Emperyalistleri ve onların yerli işbirlikçilerini defedeceğiz ülkemizden.
Mustafa Kemal ne diyordu?
“Varlığımıza tasallut etmiş olan tüm Batı âlemi, Amerika da dâhil olduğu halde, karşı cephededir, düşmanlarımız cephesindedir.” Ve “Milletin istiklalini ancak milletin azim ve iradesi, kararlılığı kurtaracaktır”, diyordu. Biz de bu bakımdan halkımıza güveniyoruz. Yeter ki bilinçlensin, dostu düşmanı ayırt etmeyi öğrensin. Bütün mesele burada, arkadaşlar.
Ama şimdi Birinci Kuvayimilliye’de olduğundan çok daha karmaşık bir durum var. O da şu:
Birinci Kuvayimilliye’de İzmir’de, Güney’de Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da, Adana’da, Karadeniz’de, Doğu’da Kars, Van, Erzurum’da düşman; askeriyle, silahıyla, çizmesiyle toprağımızı kirletiyor, kan döküyor, ırza geçiyor ve böyle ilerliyordu. Ve halkımız apaçık düşmanı karşısında görüyordu. Ama şimdi düşman içimizde, bizden görünüyor. “Dost yüzlü, dost gülücüklü” davranıyor bize. O bakımdan halkımız dostla düşmanı ayırt edemiyor. Cepheler iç içe geçmiş. İşin zorluğu burada ve biz, olayların içyüzünü, gerçeğini anlatarak bu zorluğu ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. En önemli mesele bu… Bunların hain olduğunu, Amerikan devşirmesi olduğunu halkımız gördüğü an işimiz çok kolaylaşacak. O yüzden özellikle bu konunun üzerinde duruyoruz.
Ve sonunda başaracağız. Bizim buna ömrümüz yetmese de genç yoldaşların mutlaka ömrü yetecek ve sonunda mutlaka yine biz kazanacağız.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
17 Mayıs 2023