En büyük diploma sahtekarı CB makamını kanunsuzca gasp eden Tayyip’tir!

Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Yavuz Koç adlı bir vatandaş, sahte imam diploması tedarikleyerek 12 yıl imamlık yapmış. Özellikle muhalifi oynayan medyada bu gündem oldu, yoğun bir şekilde. Hatta solcuyu, sosyalistti oynayan Hafızlar bile; “hadi başka konularda sahte diploma, sahtecilik olur da imamlıkta sahte diploma nasıl kullanılır, Allah’ın evine nasıl yalan girer, nasıl soktunuz bunu?” filan diye, kendilerince hayret ve feryat ediyorlar.
Yahu, Hafızlar zerre miktarda aklınız çalışsa, sahteciliğin en zararsızı, sahte ilahiyat diplomasıyla imamlık yapmaktır. Kimseye fazladan bir zararı yok bu kişinin. Gerçek diploma sahibi olanla hatta İlahiyat Fakültelerinde Profesör olanla, bu sahte diplomalı imamın yaptığı, pazarladığı, sattığı aynı şey. Bunların sattıklarının aslı faslı, gerçekliği, bir tarihsel varlığı yok.
Bütün dinler gibi İslam da insan yapımı. İslam’da bazı olumlu, İlkel Komüna Geleneklerinden kaynaklanan kurallar, buyruklar varsa da onlar Mekke İslam’ında kaldı. Medine İslam’ıyla birlikte tümüyle Medine Köleci Toplumunun örfü ve hiçbir tarihsel gerçekliği olmayan Sümer, Babil, Asur, Akat, Yahudi, Finike Kıssalarının tekrarından oluşur; bunların Din formuna sokulup İslamiyet diye insanların afyonlanmasından oluşur.
Biz de, defalarca anlattığımız gibi; Konya’da iyi bir dini eğitim alarak, daha ilkokula başlamadan önce, namaz surelerini öğrenerek yetiştik. Ve hep söyleyegeldiğim gibi; fakülte birinci sınıfa kadar ilkokul üçten itibaren sabah ve yatsı namazlarını hiç geçirmedim. Cuma namazlarını tabiî zaten geçirmedim. Teravih namazlarını da kıldım büyük ölçüde. İlkokul üçten fakülte ikiye kadar da oruç tuttum. Ama ne zamanki İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne gelip eğitime, öğretime başladık Kur’an’ın Türkçe çevirisini yani mealini de okuduk. Okuduk ve gördük ki bunun bir aslı faslı, gerçekliği, akılla, bilimle, mantıkla ilgisi yok. Bu 1400 yıl öncesinin Medine Köleci Toplumunun örfü ve dünya görüşü. Doğaüstü, tüm evreni yaratan bir varlığın mesajları filan olamaz, kesinlikle öyle bir şey yok.
Özellikle bazı ayetler, buyruklar benim içimi kaldırdı; isyan duygularımı harekete geçirdi. Açın Talak Suresi 4’üncü ayeti; “6-7 yaşındaki kız çocukları da evlendirilebilir”, diyor. Bu Hiranur Vakfı’nın Şeyhi Yusuf Ziya Gümüşel, 6 yaşındaki kızını evlendiriyor ya bilmem ne İstekli diye bir müridiyle ve yargılandı, ceza da aldı şimdi. Feryat ediyor bu Şeyh; “hepinizi Allah’a havale ediyorum”, diyor. Kur’an’a göre bu mubah, olabilecek bir şey, Tanrı’nın buyruğu bu. Adam Tanrı’nın buyruğunu yerine getirmiş. Sevap kazanayım derken onlarca yıllık hapis cezasına mahkûm olmuş, o yüzden feryat ediyor. Herkes ona yükleniyor da işin aslını görmüyor, ona bakmıyor, ona güzellemede bulunuyor.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın meali, çevirisi. Mustafa Kemal ücretini kendi cebinden vererek on bin adet bastırıyor ve parasız dağıtıyor insanlar okusun öğrensin diye, bazı toplum önderi konumundaki insanlara.
Nebe Suresi, 78’inci Sure; 31, 32, 33, 34, 35 ve 36’ncı ayetler, okuyorum:
“Şüphesiz ki takva sahipleri için kurtuluş var Bahçeler var, bağlar var, memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var” yani huriler “ve dopdolu kâseler vardır. Orada yalan ve boş söz işitmezler. Rabbinden bir mükâfat ve bağış olarak bütün bunlar verilir.”
“Göğüsleri yeni tomurcuklanmış huriler”, sabi dediğimiz, çocuk. 8-9-10-11-12 yaşındaki çocuklar. Öyle sayısız huri var cennette erkeklere verilecek. Ve “dolu kâseler” yani içki…
Peki, kadınlara ne var?
Kadınlar bir köşede oturacaklar erkeklerinin, eşlerinin bu sayısız gencecik huriyle iş tutmasını izleyecekler. Yani orada da işkence var kadına.
Yine açın Ahzap Suresinin 36-37-38-39-40-50’inci ayetlerini… Benim içim kalkıyor bunları okuyunca. Azatlı evlatlığı Zeyd’in evine gidiyor Hz. Muhammed. Kapıyı açınca yeni banyo yapmış ve üzerine yapışmış geceliğiyle Zeyd’in eşini görüyor, Zeynep’i. Halasının kızı Zeynep. Ve hemen geri dönüyor; “ey insanların aklını başından alan Allah’ım”, diyerek.
Onun üzerine olan ayetleri bir okuyun. Evlatlığından boşattırıyor Zeynep’i, kendisi alıyor. Hâlbuki yığınla karısı var, cariyesi var o zaman. 57 yaşında anımsadığım kadarıyla. Yine 50’inci ayeti okuyun, ben burada anlatmayayım, açın okuyun biraz. İnanın içim kalkıyor benim. O zamanlar benim de daha küçük, en küçüğü ilkokula yeni başlamış üç bacım vardı. Ve bunları okuyunca “bu ne dedim”, anında terk ettik o dini.
Şimdi bunun profesörü anlatsa ne olacak, bu gerçekliği olmayan; Âdem ile Havva, Nuh Tufanı, Firavun-Musa Kıssası, Yedi Uyurlar Kıssası, efendim; Musa’yla bir Allah dostunun seyahati… Bu Ortaçağ’ın dünya görüşü ve kıssaları. Şimdi bunu kim anlatırsa anlatsın, aynı, gerçekliği olmayan masalları anlatıyor ve işin tuhafı Köleci Toplumun örfünü anlatıyor.
“Cihat yap”, diyor. Cihat yapıyorsun, kavimlerin yerini yurdunu, vatanını işgal ediyorsun, savaşçılarını öldürüyorsun, geri kalanlarını çocuklarıyla birlikte esir alıyorsun, köleleştiriyorsun, kadınlarını cariyeleştiriyorsun. Bunu buyuruyor İslam’ın Allah’ı. Kadınların hiçbir savaşta bir müdahilleri yok ama en büyük zararı kadınlar ve çocuklar görüyor, köle ya… Köle insan değil, mal, eşya, ticari meta; köle de cariye de.
Doğaüstü bir varlık eğer varsa böyle bir buyruk verebilir mi?
Verirse onun bir saygınlığı olabilir mi?
Bunların hepsi insan yapımı ve Köleci Toplumun örfü. Musevilik de öyle, Hristiyanlık-İsevilik de öyle ve Müslümanlık da öyle. Tabiî Tevrat’ı da okuduk, İncil’i de okuduk. Onlarda da akıl almaz böyle akıl mantık dışı masallar, hikâyeler, safsatalar dolu.
Şimdi bu “Allah’ın evine yalan girmiş” diyen sözde muhalif, sözde solcu Hafızlar kime yanlama yapmış oluyorlar?
Tayyipgiller’e.
Ama en zararlı, en kötücül, diplomasıza hâlâ meşru gözüyle bakıyorlar. Kaçak ve de Haram Saray’ın tepesindeki Tayyip’in diplomasının olmadığı, sahte bir diploma uydurduğu, resmî evrakta sahtecilik yaptığı, nitelikli dolandırıcılık yaptığı yüzde yüz kesinliğe sahip bir gerçek. Bu en büyük, en kallavi diploma sahtekârı, Türkiye’nin tepesinde 23 yıldan bu yana. Laik Cumhuriyeti tarumar etti, eğitimi mahvetti, yargıyı mahvetti, ekonomiyi mahvetti. 86 milyon insanımızı açlığa, yoksulluğu, işsizlik ve pahalılık cehennemine mahkûm etti. Vatanımızı sattı bu, Ege’de 20 Ada ve 2 Kayalığımızı sattı. Şimdi de BOP çerçevesinde BOP Haritasına göre ülkemizi parça parça ederek, vatanımızı satma derdinde. Thomas Barrack’la, Öcalan’la, DEM’le, DAM’la, PYD’yle, YPG’yle, Kandil’le kanki olmuş Kaçak ve de Haram Saray’ın kaset tutsağı, içler acısı yaratık Bohçalı’yla beraber BOP Açılımı yapıyorlar.
Bu Hafızlar, bu diplomasıza hâlâ meşru Cumhurbaşkanı gözüyle bakıyorlar. “Cumhurbaşkanı” diyorlar, onun atadığı yok hükmündeki sözüm ona Bakanlara “Sayın Bakan” diyorlar, onun atadığı bürokratlara “Sayın Vali”, “Sayın Kaymakam”, “Sayın Danışman” diyorlar. Oraya gelince büzükleri tutmuyor. Ama gariban imamla, “Allah’ın evinde nasıl yalan söylersin” diye böyle uğraşıp, sallıyorlar.
İşte Tayyipgiller’in bu zulüm iktidarı ne yazık ki sadece onların hilekârlığından, kamu malı hırsızlığından, düzenbazlığından, yolsuzluğundan ve korkunç ihanet potansiyeli taşımalarından ve sıfır numara Amerikan kuklası olmalarından kaynaklanmıyor. Muhalifi oynayan siyasilerin de çapsızlığından, bilinçsizliğinden, cahilliğinden, bilgisizliğinden, korkaklığından ve muhalifi oynayan medyanın da işte biraz önce anlattığım gibi çapsızlığından, bilim-bilinç yoksunluğundan ve cesaret yoksunluğundan kaynaklanıyor.
Evet, Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Belki bazı arkadaşlar bizim meseleleri böyle açıkça, netçe, kesince, gerçekliğiyle oy moy kaygısı gütmeden, kimseye şirin görünme kaygısı gütmeden ortaya koymamızı yadırgayacaklar, sert bulacaklar.
Ama biz halkımızı uyandırmakla, bilinçlendirmekle, gerçekleri ona anlatmakla sorumlu görüyoruz kendimizi. Biz ne din düşmanıyız, ne inanç düşmanıyız. Programımızda da açıkça ortaya konduğu gibi; iktidarımızda yani Devrimci Demokratik Halk İktidarımızda, herkes nefes alır su içer gibi inancında, ibadetinde serbest olacak; devlet ve kişi karışmasına uğramayacak. Bir insanın inancına yapılabilecek baskı, onun kişiliğine yapılabilecek en büyük zulümlerden biridir. Laiklik inanç özgürlüğünü gerektirir ama toplum düzeni aklın, bilimin, uluslararası insani değerlerin ve hukukun kuralları çerçevesinde düzenlenecek.
Ve biz de din eğitimi yapacağız. Başta İslam’ın temel kitabı Kur’an olmak üzere diğer dinleri; Tevrat’ı da İncil’i de ilkokul üçüncü sınıftan itibaren okutacağız. Türkçesinden okutacağız. Okuyacaklar ki insanlar bu dinlerin gerçeğini, aslını, esasını görecekler. Onlar da aynen bizim gibi, bu dinlerin insan yapımı olduğunu, Ortaçağ’ın dünya görüşünün, Köleci Toplum Düzeninin örfünden ve o çağların tarihsel gerçekliği olmayan kıssalarından ibaret olduğunu görecekler. Yani zihinleri açılacak, dinlerin esasını öğrenecekler. Hâlbuki bizdeki bu 4 bin 5 yüz İmam Hatip Okulu, 98 İlahiyat Fakültesi, asla dinlerin gerçekliğini öğretmiyor. Nihat Hatipoğlu yaptığı gibi dinlerin güzellemesini yapıp öğretiyor, gerçekliğiyle ilgisi olmayan güzellemelerini öğretiyor. Cilalayıp, boyalayıp, kınalayıp, parlatılmış yakıştırma biçimlerini öğretiyor. Biz gerçek dini öğreteceğiz.
Hadi biz diyelim ki komünistiz ama saygıdeğer, içtenlikli İlahiyatçı Profesör Mustafa Öztürk’ün son geldiği noktayı gösteren videolarını bir izleyin. 36 kitap yazdı ama en son geldiği noktada onların hepsini geride bıraktı, terk etti. Ne dedi?
“Önce kendimden özür diliyorum kendimi kandırdığım için, sonra da benim kandırdığım insanlardan özür diliyorum”, dedi.
***
Mustafa Öztürk: Ben yıllar önce bu İslamcılık denen şeyden (ki kendim de o yolun yolcusu olarak senelerce içinde bulundum, çabaladım) oradan kendimize bir dünya görüşü oluşturmaya çalıştık falan filan. Ama yaklaşık belki 15 yıl var, ben bu İslamcılık denen kumaştan elbise çıkmayacağını o vakitler anladım. Ve yeri geldi, zamanı geldi İslamcılık namına da kendi adıma da her şeyden önce kendi kendime, kendim için özür diliyorum, dedim. Bu yolda bulunduğum yıllar içerisinde kimleri az çok ikna ettiysem onlardan da özür diliyorum, dedim.
***
Bizim geldiğimiz noktaya geldi. Yine 35-40 yıl aynen bu İslami camiada ömür tüketmiş olan Dücane Cündioğlu’nun, daha önce de defalarca aktardığım gibi, videosunu bir izleyin. O da aynen en son bizim geldiğimiz noktaya geldi:
***
Dücana Cündioğlu: Gerçekten inanma yeteneğiniz varsa, ben ki inanmış bir adam olarak ömrümü geçirdim, eskiden inandıklarıma inanmıyorum, inanamıyorum yani. Yani bazen kabul ettiğin, yücelttiğin o inançlar, bir kopmaya gör, bir anda böyle her şey çamura dönüyor. Aman Allah’ım diyorsun ben bunlara nasıl inandım yıllarca, nasıl başımın üstünde taşıdım. Eğer çok travmatik bir dönüş yaşadıysanız inançlarınızdan nefret edebilirsiniz, kendinize lanet edebilirsiniz. O inançlara hâlâ inananlar varsa onlardan da nefret edersiniz. Ben kendimde buna izin vermedim çünkü benimki öyle birden ampul yanmadı bende. Yıllarca sorguladım, kusuru yıllarca kendimde gördüm; ya işte şu dili bilmiyorum, bu dili de öğreneyim, hadi bunu da öğreneyim, hadi şunu da okuyayım, şu ilmi bilmiyorum bu ilmi de öğreneyim… Öyle bir an gelecek ki, o anda bütün o saçmalıkların hepsi bir anda oturacak. Ha diyeceğim işte ondan sonra, ey insanlar filan, o kafamdaki çelişkilerin hepsini yok edeceğim zannediyordum. Hatta şöyle bir örnek veriyordum. Din hatta Kur’an benim için bir el lambası gibiydi, onu anlar, doğru kullanabilirsem, nereye tutarsam orayı aydınlatacağım zannederdim. Bende öyle olmuyordu. İlk başlarda biraz öyle olur gibi oldu ama çok kısa zamanda nereye tutsam orası kararıyordu. Ve ben onu kullanmayı bilmiyorum diye düşündüm. Onun için bir insanın birkaç ay bu işlerle uğraşması yeter, bu işlerden kurtulması için. Niye 30 sene, 40 sene sürsün bu hesaplaşma, inanmaya olan ihtiyaç ve o inanmaya yaptığınız yatırımın gerçekten yanlış olup olmadığı sınama. Onun için çok büyük bir azim, çok büyük bir sahicilik gerekir.
***
Ama biz Kur’an’ı okur okumaz fakülte birinci sınıfta bunun gerçekliğini gördük. Çünkü aklımızı özgürce kullanma cesaretimiz vardı. Ama buna rağmen fakülte ikinci sınıfta da oruç tuttum. İşte din böyle bir şey… Ancak ondan sonra orucu bırakabildim. Gerçekliğinin olmadığını bildiğim halde fakülte ikinci sınıfta da oruç tuttum.
Yani bu işin insanlar için zor bir alan olduğunu böylece belirtmiş olayım.
Evet, Arkadaşlar biz ne diyoruz hep?
Oy moy derdinde değiliz.
Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak.
Kalın sağlıcakla…
06 Ekim 2025