Ege Cansen Aydın namusuna, ahlâkına sahip değil Dolayısıyla Ege Cansen adam değil
Ege Cansen Aydın namusuna, ahlâkına sahip değil
Dolayısıyla Ege Cansen adam değil
Türkiye Devrimin Önderi ve Marksizm-Leninizm’in Lenin’den sonraki en büyük geliştiricisi Hikmet Kıvılcımlı “Devrimci Aydın Nedir? Hanri Barbüs” kitabında tanımlıyor Ege Cansen’i ve onun gibi namus, ahlâk, vicdan, onur yoksunlarını.
“Bizde niçin adam yetişmiyor? Boyları “parmak çocuk”u geçmeyen şöhret delisi cüceler dolu da, niçin “adam” yok? Çünkü bugünün adamı: hayatın, kitlenin, hareketin ve örgütün enternasyonal adamıdır. Ezilen kitlenin hareket ve örgüt hayatına karışmayan ve bu hayatın evrensel özelliğini anlamayan kimseye bugün, “adam” denmiyor.”
Hayatın, kitlenin, hareketin ve örgütün enternasyonal adamı olan bir aydın, Ege Cansen adlı aydın geçinen namus, ahlâk, vicdan, onur yoksununun yaptığını yapmaz, yazdığını yazmaz. Ege Cansen’in adam olmadığı ortada da, insan bile denemez bu kadar namussuzca, ahlâksızca kara çalan birine.
31 Temmuz 2016 tarihli Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde, “Bu bir askeri darbe değildi” başlıklı yazısında yapıyor ahlâksızlığını. 15 Temmuzu değerlendiriyor kendince. Aslında saçmalıyor, çalkalıyor, içi boş teneke gibi çın çın öten cilalı sözcükler ama oraya hadi girmeyelim. Yazının sonunda içindeki kini kusuyor Ege Cansen:
“DR. HİKMET KIVILCIMLI’YA GÖRE TÜRKİYE’DE DEVRİM PRATİĞİ” ara başlığını atıyor ve devam ediyor.
“1970’li yıllarda Türkiye’de “komünist darbe” tehlikesi vardı. O dönem komünistlerinin, şef ideologlarından Dr. Hikmet Kıvılcımlı, yazılarında şunu savunuyordu:
“Türkiye’de işçi ve köylüleri bilinçlendirip örgütleyerek sosyalist devrim yapılamaz. Zaten Rusya’da da bu böyle olmamıştır. Komünist devrim, ancak sosyalist subayların yapacağı bir askeri darbe ile gerçekleşebilir.”
“Bu amaçla askeri okullara sızıldı. Darbe deşifre olunca, kabak, özellikle Deniz Harp Okulu öğrencilerinin başında patladı. Anlaşılan İmam Gülen de Dr. Kıvılcımlı’nın “devrim pratiğini” benimsemiş. Ne yazık ki ondan çok daha başarılı (?) olmayı becermiş.
“Son söz: Benzerliğe aldanma, farkı fark et.”
Ne denir bu namussuzluğu yapan adama diyeceğiz ama karşındaki adam değil. Bir kere sen Ege Cansen, aydın olmandan geçtik, aydın geçiniyor bile olsan, Hikmet Kıvılcımlı’nın bu sözü hangi yazısında, hangi kitabında, nerede yazdığını yazarsın.
Nasıl yapılabilir böylesine bir ahlâksızlık, namussuzluk, her sözüne “başta işçi sınıfımız gelmek üzere” diyerek başlayan Devrimci Bir Öndere.
İşçi Sınıfının varlığının tartışıldığı, hatta Türkiye’de İşçi Sınıfı yok denilen dönemlerde yazdığı kitaplarla İşçi Sınıfının varlığını kanıtlayan Kızıl Savaş Bayrağına böylesine bir hakaret nasıl reva görülebilir.
Türkiye Devrimine giden yolu en sıradan bir işçinin anlayacağı netlikle ortaya koyan, sınıfların mevzilenişini herkesin anlayacağı şekilde formüle eden, Devrim cephesinin Özgücünü yani İşçi Sınıfını ve Yedek Güçlerini, Karşı Devrimin özgücünü ve yedek güçlerini ortaya çıkaran bir Usta’ya böylesine kara çalma nasıl yapılabilir.
Hele hele, Tefeci-Bezirgânlığın bu ülkede nasıl bir tehlike olduğunu ortaya koyan, bu Ortaçağdan kalma sınıfın ideolojisi Şeriatı mahkum eden, bu Antika kalıntıyı kazımayı Halklarımızın önüne bir görev olarak koyan bir Komüniste nasıl; “İmam Gülen de Dr. Kıvılcımlı’nın “devrim pratiğini” benimsemiş. Ne yazık ki ondan çok daha başarılı” denebilir. CIA ajanı, ABD Emperyalizminin kuklası bir İblisle bir Devrim Ustası, bir Devrim Sanatçısı arasında bir benzerlik kurmak akıl yitimi, akıl tutulması değilse; kin kusmaktır, bilinçli olarak çamur atmaktır; Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın devamcıları Halkın Kurtuluş Partililerin kararlı ve her geçen gün gelişen mücadelelerini çekememezliktir. Böylesine saçmalıkları yazı diye yazana, köşe yazısı diye sayfalarına koyana; siz aydın namusuna, aydın ahlâkına, insanda olması gereken vicdana, hiçbir bilgiye, birikime, donanıma sahip değilsiniz, denmez ne denir.
Bakın Hikmet Kıvılcımlı 1970’de kaleme aldığı, Devrime giden yolu aydınlattığı “Anarşi Yok! Büyük Derleniş!” Broşüründe ne diyor:
“a) Birinci Milli Kurtuluş hareketinin 30 Ağustos zaferini, 3-7 Paşa, 16 Albay, 16 Yarbay, 1 Binbaşı: topu 35-40 (Bilimli+Bilinçli+Kararlı) savaşçı örgütleyip güderek Millete kazandırmıştır.
“b) İkinci Milli Kurtuluş hareketi için en baş örgüt hedefi şudur: Teori ve Pratikte (Bilimli + Bilinçli + Kararlı) 30 İşçi-Köylü gönüllüsüne bağlanacak 300 kişilik aparey (avadanlık) kadro çevresinde, 3000 üyeli Proletarya Partisini, saniye geçirmeksizin yaratma savaşı göze alınmalıdır.
“c) Böyle bir çelik çekirdek Parti, 30.000 gerçek demokrasi özlemcilerinin yan örgütlü aracılığı ile, 300.000 Sosyal sempatizanı örgütleyip harekete geçirdiği gün: 35 milyon Türkiye Yurttaşını kurtuluşa ulaştıracak siyasi gücü olgunlaştırır ve zalim bir zümrenin öteki sınıf ve tabakalar üzerindeki tahakkümüne son verir.”
Ey Ege Cansen, ey Sözcü Gazetesi’nin yöneticileri, Genel Yayın Yönetmeni, Yazıişleri Müdürü siz bu alıntıda “Türkiye’de işçi ve köylüleri bilinçlendirip örgütleyerek sosyalist devrim yapılamaz. Zaten Rusya’da da bu böyle olmamıştır. Komünist devrim, ancak sosyalist subayların yapacağı bir askeri darbe ile gerçekleşebilir.”, anlamı çıkartabiliyor musunuz?
Böyle aptalcasına bir çıkarım yapmışsınız ki bu yazıyı yazıyor ve yayımlıyorsunuz. Ne diyelim yazıklar olsun.
Peki, Ey Ege Cansen, ey Sözcü Gazetesi’nin yöneticileri, Genel Yayın Yönetmeni, Yazıişleri Müdürü sizin Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın “Devrim Nedir?” kitabından haberiniz var mı?
Diğer bütün kitaplarını haydi boş verin. Bir insan “Devrim Nedir?” diye bir kitap yazıyorsa herhalde bu kitapta yazar değil mi Devrimi kimin yapacağını.
Bakın Kıvılcımlı nasıl ortaya koyuyor Devrim Savaşında kimlerin dövüştüğünü:
“(…) Devrim, her şeyden önce belli sınıflar arasında geçen ve kesin sınırları bulunan bir savaştır.
“Modern toplumda öyle kesin sınıflar bulunduğu için ve bu sosyal sınıflar karşı karşıya açık cepheler tuttukları için, sınırları zıt ama belli bir kavgaya girmişlerdir. Devrim o sınırlar içinde olmuştur. Öyle bir determinizm bulunmasaydı, ayaklanmalar, kargaşalıklar, hatta isyanlar boşuna olurdu.
“Buna karşılık İşçi Sınıfı kesin kararla devrim hareketine giriştiği zaman, bir gerçek kuvvet olduğunu gösterir göstermez, geniş küçükburjuva tabakalarının arasından gelmiş müttefikleri artar. Çünkü küçükburjuvazinin ideali olan demokratik devrimi ancak İşçi Sınıfı tamamıyla gerçekleştirdiği gün; ikircikli küçükburjuva kitleleri düşman irtica kampından proleter devrimi cephesine geçerler. Böylece devrim büyük bir YEDEK GÜÇ (İhtiyat Kuvveti) kazanır.”
“(…) devrimi başaracak olan kitledir. Bu tarife göre, devrim kitlesinin iki şartı vardır:
“1- ÇALIŞKAN kitle olmak,
“2- EZİLİP SOYULAN (istismar edilen: sömürülen) kitle olmak…
“Devrimci sınıf bugünkü PROLETARYA, yani İşçi Sınıfıdır. İşçi Sınıfı ne zaman devrim durumuna girer?
“Keşif kolu (öncü), İşçi Sınıfı içinde kendi bilinçli ve güçlü örgütünü kurar. Bu örgütün manivelası ile İşçi Sınıfını teori ve pratik alanında talim ve terbiye eder. Yani ona devrim düşünce ve davranışını öğrettiği gibi, devrim uğrunda denenecek davranışları yaptırarak bir çeşit manevra ve idman gücü aşılar.
“Modern toplulukta İşçi Sınıfı bütün kitleleri teşkil etmez. Hatta çoğu ülkelerde nüfusun çoğunluğu işçi olamaz. Onun için, proletarya devriminde bütün kitleler, İşçi Sınıfının geniş ihtiyat kuvvetleri (yedek güçleri) sayılır.
“Her savaşta uzak yakın bütün yedek güçleri hazır tutmak zaferin başlıca şartıdır. Yedek gücü olmayan bir ordu her zaman en tehlikeli durumlara düşebilir. Devrimin yedek güçleri her memlekette en geniş anlamıyla bütün halk yığınlarıdır: Köylüler, esnaflar, aydınlar gibi… Onlar dışında başka her sınıf ve zümre içinde yığınla hoşnutsuzlar bulunur.”
“(…) Modern ordu, burjuva ülkelerinde burjuva ordusudur. Burjuva orduları, hele küçük memleketlerde, dış düşmana karşı olmaktan ziyade, kendi halkına karşı bir avuç soyguncunun zorbalığını sürdürmekte kullanılmak istenen bir alet durumuna sokulmuştur. Soyguncu egemenlik emrine geçmiş bir ordunun teknik üstünlüğü, fakir halk için kahredici bir şeydir.
“Ne var ki, burjuva düzeninin her şeysi ve her kurumu gibi, ordusu da zıtlıklarla doludur. Ordu; kuvveti ölçüsünde büyük zaaflarıyla birlikte vardır.
“Çünkü, ordu burjuvazinin elinde bir alettir, ama bu aletin kendisi “burjuva” değildir. Fabrikada çalışanlar gibi, orduda hizmet edenler de halk çocuklarıdır. Ordunun kitlesi, halk kitlesinin bir parçasıdır. Yalnız, İliç’in dediği gibi, ordu, halkın içine en güç işlenilebilen parçasıdır. Ordu, propagandaya karşı en çok kapalı ve koruncaklı tutulan halk parçasıdır. Bununla birlikte, en sonunda gene de halkın parçasıdır.
“Bizzat burjuvazinin sömürdüğü halktan kişiler, halka karşı kullanılmak istenen ordu örgütü içinde, özel muameleye tabi tutulurlar. Ancak bu muamele, her ne olursa olsun bir netice vermekten geri kalmaz. Egemen sınıflar, sömürülerini ve egemenliklerini sürdürmek için kurdukları orduya aldıkları halk çocuklarını, askerce talim terbiye ettirip yetiştirirler. Böylece halka silah kullanmayı öğretirler ve neticede farkına varmaksızın yahut ister istemez, halkı devrime ve silahlı mücadeleye hazırlarlar. İsyan günlerinin devrimci müfrezelerine kaynak yaratırlar.”
“(…) Modern ordu her zaman halkın bir parçasıdır. Çünkü, üstün sınıflar alt tabakaları yalnız sömürmekle yetinemezler, halkı birbirine çatıştırmakla ayakta dururlar. Bununla birlikte modern ordu bugün artık açıktan açığa devrimci sınıfın, proletaryanın, İşçi Sınıfının bir parçası olmuştur. Ordu, gittikçe biraz daha aşırı işçi ordusu haline gelmektedir. Motorlu kıtalar, zırhlı birlikler tek sözle modern tekniğin en yüksek biçimlerini kullanan işçiler ordusudur. Bugünkü ordunun belkemiği motorlaşmış birlikler ise, motorlu birliklerin belkemiği de işçilerdir.
“Donanma ve hava kuvvetlerinde ise, bildiğimiz gibi, asker kitlesi öteden beri uzman ordu işçileridirler.
“Bu şartlar içinde halkın yapacağı devrim hamlesi, halk çocukları demek olan askerlerin ruhuna yabancı kalamaz. Onun dışında ordu, devrimci işçilerin ve devrimcilerin her zaman katıldıkları ve bulundukları bir topluluktur. Muntazam ordunun bu karakteristiği göz önünden kaçırılamaz.
“Bütün bu sebeplerle, isyan sırasında ve isyan için orduyu kazanma imkânı ve zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkar. İliç’in sık sık söylediği gibi, modern devrimlerde artık ordunun hiç değilse bir kısmını isyandan yana çekmedikçe yahut tarafsızlaştırmadıkça, isyana girilemez.
“Onun için, isyana gerekli olan doğrudan doğruya kuvvet örgütü der demez, ilk düşünülecek nokta orduyu kazanmaktır. İsyanın kazanılması için, orduyu halktan yana geçirmek başlı başına önemli ve ayrı bir hünerdir.
“Orduyu kazanma hüneri nasıl başarılır?
“(…) Devrimin haklı bir dava olması, Partinin en doğru biçimde propaganda ve ajitasyonu askere bildirmesi, orduyu kazanmak için şarttır, gerektir. Ama yeterli değildir.
“Orduyu bilfiil devrimden yana kazanmak için, yalnız manevi çareler yetmez. Ayrıca maddi bir savaş, Lenin’in deyimiyle: “FİZİK BİR MÜCADELE” gerekir. Orduyu devrime çekmek için yapılacak fiili ve maddi mücadele nasıl olur?
“Bu konuda her zaman, her yerde ve her derde deva olacak panzehir gibi etkili ve hep aynı kalacak bir tek reçete ileriye sürülemez. Zamana ve mekâna göre, her ülkenin içinde bulunduğu şartlara göre bir sıra fiili, maddi ve manevi tedbirler vardır.
“O tedbirleri kestirmenin yolu yok mudur?
“Vardır. Başta gelen ilk şart şudur: Devrimciler kendi memleketlerinin ve kendi halklarının ADAMI olmalıdırlar. Kendi memleketleri halkının eğilimlerini, devrimciler kendi içgüdüleriyle sezebilmelidirler. Zaten gerçek devrimcinin başka türlü olmasına da imkân yoktur.
“Devrimci, kendi ülkesinde ve dolayısıyla kendi toprağının ordusu içinde neyin geçtiğini, hangi şeylerin tesir yaptığını, olayların orijinalliği içinde hemen kavrayıp harekete geçmeyi bilmelidir. Bu DEVRİMCİ İÇGÜDÜ devrim bilinciyle birleşirse, orduyu kazanmak için tam vaktinde yapılması gerekecek her şey kolayca bulunur.
“Mesela 1905 Rus Devrimi’nde, devrimciler orduyu kazanmak için kendi temiz içgüdüleriyle harikalar göstermekten geri kalmadılar. Ellerinde bayrak taşıyan gençler, ateşe hazır askerleri görünce fırladılar, göğüs ve bağırlarını açarak “Vurun beni!” diye haykırdılar. O zaman asker silah kesti ve isyancılarla kardeşleşti.
“Bizim Antalya’da 1929-30 yılı üzerine asker sevk edilen halk, gelen birliklere hiçbir şey olmamış gibi birer kahve iskemlesi ikram edince, çatışma kesildi. Askerlerle ahali kardeşçe oturup birbirlerine kahve ısmarladılar. O günden beri, ordunun isyan sırası halkla temas ve konuşma yapmaması için kanun çıkarıldı.
“Halk dehası, her zaman tabiî elastikiyetiyle en doğru yolu bulur. Yeter ki halkın başında bilinçli ve planlı bir idare bulunsun.”
Öğrenebildiniz mi Devrimin nasıl yapılması gerektiğini? Kavrayabildiniz mi Devrim cephesinde kimlerin bulunduğunu, kimlerin devrim cephesine kazanılması gereken yedek güçler olduğunu? Bakabilecek misiniz bundan sonra önyargısız, bön yargısız ve samimi bir şekilde olaylara?
Yok, siz bakamazsınız, sizler göremezsiniz, çünkü sizler karşıdevrim cephesinde saf tutmuşsunuz. Sizler gerçek devrimcilere, gerçek insanlara karşı kin dolusunuz. Kıvılcımlı sizin gibileri de tahlil etmiş. Sizlerin bu tutumu küçükburjuva sınıf karakterinizden gelir. Sizler karşıdevrim cephesine kapağı atacak küçük burjuvalardansınız. O yüzden iflah olmazsınız.
Hâlâ anlamadınızsa bir de Kıvılcımlı Usta’nın, “Halk Savaşının Planları” adlı anıt eserinde ilkokul öğrencilerinin anlayabileceği berraklıkta formüle ettiği Devrim aşamalarını gösteren tabloyu önünüze serelim:
“Sosyal aşamalara göre sosyal stratejinin nasıl geliştiği üzerine genel sözlerdense, örnek vermek, daha öğretici olur. Sosyal stratejinin klasik örneği, bütün geriliğine rağmen, belki de geriliğinin kışkırttığı kompleksler yüzünden, Çarlık Rusya’sında denendi. Bunların doğruluğu veya yanlışlığı üzerinde durmak “uzmanlarının” bileceği iştir. İlkokul kitaplarına geçmiş biçimleri şöyle bölümlendirilebilir:”
I. Aşama: DEMOKRATİK DEVRİM (1903-1917) | |
Vuruş Yönü | Güçlerin Yer Alışı |
a) AMAÇ:
1- Çarlığın devrilmesi. 2- Derebeyi kalıntılarının kaldırılması. |
a) GÜÇLER:
1- ÖZGÜÇ: İşçi Sınıfı 2- YEDEK GÜÇ: Köylülük. |
b) BAŞLICA VURUŞ:
1- Çarla anlaşıp devrimi önleyecek olan burjuvaziyi tecrit. 2- Dolayısıyla köylülüğü kazanmak. |
b) GÜÇLERİN YER ALIŞI:
İşçi Sınıfının köylülükle ittifakı. |
II. Aşama: SOSYALİST DEVRİM (1917 Mart-Ekim) | |
Vuruş Yönü | Güçlerin Yer alışı |
a) AMAÇ:
1- Emperyalizmi devirip savaştan çıkmak. 2- Sosyalist devrimi başarmak. |
a) GÜÇLER
1- ÖZGÜÇ: İşçi Sınıfı. 2- YEDEK GÜÇLER: – İçeride (dolaysız yedek güç): Köylülüğün fakir tabakaları. – Dışarıda (dolaylı yedek güçler): Komşu ülkelerin İşçi Sınıfları. |
b) BAŞLICA VURUŞ:
1- Emperyalizmle anlaşarak devrimi kesecek olan küçükburjuva demokrasisini (Menşevik, S. R.leri [1]) tecrit. 2- Çalışan kır yığınlarını kazanmak. |
b) GÜÇLERİN YER ALIŞI:
İşçi Sınıfının fakir köylülükle ittifakı. |
III. Aşama: SOSYAL İKTİDARIN TEMELLENDİRİLMESİ (1917 ötesi) | |
Vuruş Yönü | Güçlerin Yer alışı |
a) AMAÇ:
1- Bir ülkede Proletarya iktidarını sağlamlaştırmak 2- Devrim tek bir ülkede kalmaz. Dünya aşamasına girer. |
a) GÜÇLER:
1- ÖZGÜÇ: İşçi Sınıfı. 2- YEDEK GÜÇLER: – İçeride: Yarı proleter yığınları ve orta köylüler. – Dışarıda: İleri ülkelerin küçük köylüleri. Sömürge ve kul ülkelerin millî hareketleri. |
b) BAŞLICA VURUŞ:
1- Emperyalizmle uzlaşma öncülüğüne kalkışan küçükburjuva demokrasisini tecrit. 2- İkinci Enternasyonal partilerini tecrit. |
b) GÜÇLERİN YER ALIŞI:
1- İçeride (dolaysız): İşçi Sınıfı ile orta köylü ve yarı proleterlerin ittifakı. 2- Dışarıda (dolaylı): İşçi Sınıfı devriminin sömürge ve millî kurtuluş hareketleriyle ittifakı. |
Hadi şimdi söyleyin bakalım nerede var, “Türkiye’de işçi ve köylüleri bilinçlendirip örgütleyerek sosyalist devrim yapılamaz. Zaten Rusya’da da bu böyle olmamıştır. Komünist devrim, ancak sosyalist subayların yapacağı bir askeri darbe ile gerçekleşebilir.”, sözü.
Ama sizin derdiniz bu değil. Sizin derdinin Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce oğulları düşünce kızlarının bilimli, bilinçli, inançlı, kararlı duruşları.
Siz çekemiyorsunuz neredeyse herkesin AKP’giller ve büyük reisine yağ düzdüğü bir ortamda, HKP’lilerin korkusuzca, bıkmadan, yılmadan, usanmadan AKP’gillerin üzerine gidişini.
Siz kaldıramıyorsunuz, sizin söyleyemediğiniz, söylemeye yüreğinizin yetmediği doğruları, bizzat Kıvılcımlı Usta’nın yanında yetişmiş, gerçek devrimci gerçek insan HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut tarafından söylenmesini.
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un 16 Temmuzdan itibaren yaptığı, 15 Temmuz kapışmasının taraflarını, kimin kazandığını kimin kaybettiğini ortaya koyduğu, olaylar içinde olaycığı ortaya çıkarttığı değerlendirmeleri küçükburjuva kıskançlığıyla karşılıyorsunuz. Takdir edemiyorsunuz. Küçükburjuva gururunuz engel buna. Sizin gibilere aynadır gerçek devrimciler, gerçek insanlar. Böylesine devrimciler olduğu sürece kandıramazsınız ya da belirli bir süre kandırabilir, uyutabilirsiniz insanları.
İşte sizin Kıvılcımlı Usta’ya saldırganlığınız bundan. O yüce ideolojinin taraftar bulması, daha fazla insan tarafından takip ve merak ediliyor olmasını hazmedemiyorsunuz. Ve tarihte sizin gibilerin her daim yaptığı gibi kara çalıyor, iftira atıyor, yalan söylüyorsunuz.
Nafile çaba. Altının kıymetini düşürmez atılan çamur. Siz o çamuru attığınızla kalır, o bataklıkta boğulur gidersiniz. Bizler de doğru bildiğimiz yolda ilerlemeye yürümeye devam ederiz. 02.08.2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Ankara İl Başkanlığı