“AKP’giller, baştan ayağa her türden binbir suça batmış, ABD devşirmesi suç örgütüymüş”
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Akşener’in İYİ Parti’sine geçen Çömez Turan bir yolsuzluk açıkladı.
Biliyorsunuz bu şahıs daha önce Tayyip’in avenesindeydi oradan koptu, sonra buraya geldi.
Bunlar işte böyle. Yani Ortaçağcılıkla, dincilikle kafayı yaktılar mıydı, dolanır dururlar aynı fasit daire içinde. Akşenerci olurlar, Davidson Ahmetçi olurlar, Bilderbergci Bebecan Alici olurlar, Karamollacı olurlar ama asla sağlıklı bir hata (çizgiye) gelemezler bunlar. Zihin hasarlı, vicdan hasarlı insanlardır çünkü.
Neyse…
Açıkladığı yolsuzluğa gelirsek:
Benim memleketimde, Konya’nın Çumra İlçesinde, ki benim de doğup büyüdüğüm köyün yani eski adıyla Eksile, yeni adıyla Çatören Köyünün bağlı olduğu ilçeydi Çumra. Daha sonra nahiyemiz Akören ilçe oldu ve oraya bağlandı nüfusumuz. Şimdi ilçemiz Akören yani. Daha önce de söyledim ya kökenimiz Bozkır. Atalarımız oradan gelmişler.
Çumra’nın Toprak Mahsulleri Ofisi silolarından 7 bin 500 ton, 300 dört dingilli kamyonla taşınabilecek miktarda ve 67 milyon TL maddi tutara sahip buğday iç edilmiş, deve edilmiş, buharlaşmış.
Yahu bu nakit değil, avro, dolar değil, Tayyip’in Kısıklı’daki villasından bir gün içinde aşağı yukarı büyük çoğunluğunu tahliye edebildiği gibi yani yükte hafif bir şey değil. Ama günlerce boşaltılmış silonun içi. Ve nereye gittiği belli değil bu buğdayın.
Saygıdeğer Arkadaşlarım;
Eskiden, Toprak Mahsulleri Ofisi çiftçinin buğdayını rayiç bedel üzerinden ve aşağı yukarı çiftçimize alın terinin tamamını olmasa da önemli bir kısmını, en azından yarısını ödeyerek satın alırdı buğdayı. Bu silolarına yerleştirirdi. Ertesi yıl da silolar boşalmazdı tabiî. Çünkü üretim tüketimden çok daha fazlaydı o yıllarda, bugünkü gibi değildi ülkemiz tarımda. Bugün ekmeklik buğdayı bile biliyorsunuz; Kazakistan, Rusya, Ukrayna, Kanada gibi ülkelerden almak durumunda kaldık. Tayyipgiller her şeyi bitirdiği gibi tarımın da kökünü kazıyıp bitirdiler. Yani silolarda buğday dolu dururdu. Fakat bir sonraki yıl yeni mahsulü çiftçinin elinden alabilmek için Toprak Mahsulleri Ofisi bir yıl önceki buğdayı yarı fiyatına satışa çıkarırdı.
Daha öncede defalarca söylediğim gibi, babam da büyükbaş hayvan besiciliği yaparak Konya’da bizi besleyip büyüttü, okuttu. Konya’nın kenar mahallesinde, oradaki evimizi de, şimdi babamın toprak evini de, Tayyip deve etmek üzere. Kentsel dönüşüm diye, hiçbir deprem riski olmayan ilimizde, bölgemizde, mahallemizdeki evleri zorla insanlarımızın elinden alıyorlar.
Neyse, konu konuyu açıyor…
Biz o buğdayları yarı fiyatına alırdık. Ve ezme yaptırırdık, kırma yaptırırdık büyükbaş hayvanlarımıza küspe, saman ve kepekle kararak yem olarak verirdik, yedirirdik, çok faydalı olurdu. Ama şimdi ihtiyacı karşılamak şöyle dursun, ihtiyacın yarısını bile karşılayamıyor çiftçimizin ürettiği buğday. Ve bir de böyle hırsızlamalar var işte.
Bu neyi gösteriyor bir kez daha?
Biz 2002’den bu yana, bu parti, AKP kurulduğu yıldan bu yana hep dedik ki: burjuva anlamda normal kanunlara göre çalışan bir parti değildir Tayyipgiller’in AKP’si. Amerikan yapımı, Amerikan devşirmesi, Amerikan projelerine hizmetle görevlendirilmiş, kurgulandırılmış, programlandırılmış çıkar amaçlı, mafyatik bir suç örgütüdür, dedik. Bunlar hukuk, anayasa, kanun, manun tanımazlar, dedik.
İşte bu olay da bir kez daha bizim bu tespitimizi doğruluyor.
Başbakanlığı döneminde ne demişti Davidson Ahmet?
“Ben Tayyip’e bir şeffaflık yasası çıkaralım”, dedim. “Bir teklifte bulundum. Bana aynen şu cevabı verdi: ‘Eğer böyle bir yasa çıkarırsak partimize ilçe yöneticileri bile bulamayız.’”
Evet arkadaşlar bu ne demek?
Yani biz bir çıkar örgütüyüz, herkes bölgesinde imkânları ölçüsünde yerel şartlara göre vurabildiği kadar vuracak, çalabildiği kadar çalacak, iç edebildiği kadar iç edecek kamu malını. Biz böyle bir örgütüz. Ve hiç kimsenin de geliri, gideri araştırılmayacak, soruşturulmayacak, çalanın çaldığı yanında kalacak anlamına gelir aynen bu. Açın interneti Davidson’un bu videosunu bulursunuz, karşınıza çıkar.
İşte bu olay bir kez daha onu doğruluyor, kanıtlıyor.
Yine hep ne diyoruz?
Bunların mahkemelerinde de diyoruz, Hâkimlerinin, Savcılarının, Avukatlarının huzurunda. Bunların bir tek olsun derde derman, hukuka, kanuna, anayasaya, yasaya uygun bir işi olmaz, olamaz.
Bir suç örgütünde kanuni bir iş aranır mı?
Aranmaz. Arayan zavallıdır. Bilimden, bilinçten, mantıktan yoksundur.
Yine işte bugünün Cumhuriyet’i:
“Sayıştay raporlarında AKP’li belediyelerin mevzuata aykırı uygulamaları tespit edildi. Usulsüzlük fışkırdı.”
Üçüncü sayfada…
Yahu biz daha önce neler dedik?
Bunların hangi işine baksanız, nereye dönseniz patlamış gerizler gibi yolsuzluk, hırsızlık, kanunsuzluk, vurgun, çapul fışkırıyor. Ahlâksızlık fışkırıyor. Yine gelip bizim tespitimizi doğruluyor, bu olaylar.
Ve hâlâ bunlara meşru gözle bakan, bu Tayyip’e Cumhurbaşkanı diyen, bunun Bakanlarına, atadığı suç örgütü elemanlarına Bakan diyen, bunların oturduğu mekâna Tayyip’in Kaçak Saray’ı bile diyemeyen, Beştepe diyen, bilmem ne diyen, yüreksiz, korkak bir muhalefet var karşılarında. Tayyip de avanesi de istedikleri gibi at oynatıyorlar memlekette. Yani halkımızın deyişiyle; köpeksiz köyde değneksiz geziyorlar.
Neylersiniz…
İşte böylesine kara, kahredici günlerden geçiyoruz.
Bunlar bütün ihanetlerini, bütün hırsızlıklarını, bütün yolsuzluklarını örtmek için ne yapıyorlar?
Dini kullanıyorlar. Durup dinlenmeden din alıp satıyorlar. Din tüccarı, din simsarı bunlar. Yolsuzluk yaptın diyorsun, hırsızlık var, diyorsun; ezan susmaz, bayrak inmez, diye cevap veriyor sana. Yani boş ver sen hırsızlığı, yolsuzluğu. Bak ben ezan diyorum, bayrak diyorum, Kur’an diyorum, din diyorum, namaz diyorum, cami diyorum yani…
Ne yazık ki bu Şark Toplumlarının onmaması bu yüzden işte. 1400 yıldan bu yana hep iktidara gelen halifeler, şahlar, sultanlar, padişahlar, vezirler, krallar, emirlerin alayı dini kullanıyor. Bir peçe olarak, maske olarak, paravan olarak, perde olarak onun ardına saklanıyorlar.
İslam Felsefecisi Al-Kindî ne diyordu?
“Dini satanın dini olmaz.”
Çünkü onu sattığı anda kendisinde bir şey kalmaz. Onu maddi bir menfaatle değişmiş olur.
Evet, bunların da gerçek bir dini yok…
Biz hep ne diyoruz?
Muaviye-Yezid dini, bunların dini. Ona göre bir dini sistem, Diyanet İşleri Başkanlığı oluşturdular, tarikatlar, cemaatler oluşturdular. Şeyhler, Şıhlar, Mollalar oluşturdular.
Ne diyor bunların fetvacısı Hayrettin Karaman?
Güya Prof…
“Yolsuzluk hırsızlık değildir.”
Yani bu din adamı işte yersen. Hepsi aşağı yukarı aynı…
Ali Erbaş’ı aynı değil mi?
Öbürleri aynı değil mi?
Cübbelisi, cübbesizi, İskender Paşası, İsmailağası, Menzili, Kırklari Dergâhı, Uşşaki Dergâhı, bilmem ne dergâhı, Süleymancısı, Erenköy Cemaatçisi hepsi aynı bunların.
Dini kullanmasaydı Muaviye-Yezid ve onu takip eden Emevi Saltanatı olabilir miydi? O hainler bir tek gün iktidarda kalabilirler miydi?
Kalamazlardı.
Dini kullandılar değil mi?
Kerbela’da Hz. Muhammed soyundan 23 kişiyi ve toplam 72 kişiyi katleden, hem de canavarca katleden Yezid ne dedi o katliam sonrasında?
“Halifeye biat etmediler dolayısıyla dinden çıktılar. Ben de o yüzden bunları katlettim.”
Oysa kimdi Hz. Hüseyin?
Hz. Muhammed’in, mescitte tüm cemaatine söylediği gibi; “dünyada en sevdiği insan”dı. Onu ve soyunu katlettirdi. Hz. Muhammed’in soyunu kurutmak istedi.
Ve ondan sonra ne dedi Şam’daki sarayında?
“İşte şimdi Bedir’in öcünü aldık.”
Yani bunlar hiçbir zaman Müslüman olmadılar. Bugünkü Tayyipgiller de aynı. Aynı bunlar da… Bunların; “Keşke Yunan galip gelseydi”, demeleri boşuna değil. Hâlâ hain, Vahdettin’i savunmaları, Teali-i İslam Cemiyeti’ni yani İngilizci bir sözüm ona din örgütünü kuran İskilipli Atıf’ı savunmaları boşuna değil bunların.
Evet, bunlara karşı yiğitçe ve namusluca tanımı kim yapıyordu Kuvayimilliye yıllarında?
İşgalci Fransız Ordusuna Kahramanmaraş’ta kurşun atan Şütçü İmam değil mi?
“Her kim ki Kuvayimilliye’ye Mustafa Kemal Paşa hakkında düşmanlık güder, onların damarlarında kâfir kanı akar”, demişti.
İşte aynen o nesil devam edip geliyor.
İşte biz bu tespitleri yapınca da, hakkımızda art arda onlarca ceza ve tazminat davası açtırıyor Tayyipgiller. Efkan Ala’sından Tayyip’e varıncaya kadar… Daha önce Efkan Ala 50 bin TL’lik bir tazminat davası açtırmıştı hakkımızda, devam ediyor. Şimdi de Tayyip açtırmış bugün öğle civarında Çengelköy Polis Karakolundan Mert adlı efendi bir memur, polis memuru aradı:
“Tayyip Erdoğan’a hakaret davasından dolayı size tazminat davası açılmış. Mal varlığınız hakkında birkaç soru soracağım. Müsait misiniz?”, dedi.
“Sor yeğen.”, dedim.
“Aylık geliriniz ne?”, dedi?
“7600 Lira emekli maaşım.”, dedim.
Yeğen: “Eviniz kendinizin mi?”, dedi.
“Evet. Eşim emekli olduğunda aldığı emekli parasıyla almıştık. Burada oturuyoruz. Kendimizin”, dedim.
“Arabanız var mı?”, dedi.
“Yok. Arabam falan yok yeğen”, dedim. “Sosyal Kart kullanıyoruz”, dedim
“Başka bir geliriniz var mı?”, dedi.
“Yok. Başka bir gelirimiz yok”, dedim.
Yani bizi böylece korkutup, yıldırıp, sindirmeye çalışıyor.
Kuvayimilliyeci atalarımızda korkunun zerresi görüldü mü?
Mustafa Suphi ve Onbeşler’de görüldü mü korkunun zerresi?
Denizler’de, Mahirler’de görüldü mü korkunun zerresi?
Ve devrim şehitlerimizde görüldü mü hiç?
Görülmedi.
Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı da ömrünün 22,5 yılını yarı derebeyi Türkiye’nin zindanlarında geçirdi.
Görüldü mü?
Görülmedi.
E, o zaman bizde bu korkunun zerresi görülürse çok ayıp olur, değil mi Yoldaşlar?
Aynaya bakamayız o zaman. Oysa bizim aynaya her baktığımızda kendimizle gurur duymamız gerekir. Alnımızın hep açık olması gerekir. Ve her Yoldaşımız gibi, her Gerçek Devrimci gibi insanlığın doruklarında yaşadığımızı görmemiz, ona tanık olmamız gerekir Yoldaşlar.
Kalın sağlıcakla.
24 Kasım 2023